Hurufi Düşüncesi

Felsefe

Hurufi Düşüncesi 


Havva Nur Yazıcı*

Harf ve sayılara özel anlamlar yükleyen, çeşitli hesaplamalarla onlardan elde edilen sonuçların  kutsallığına inanan ve mistik bir yanlarının olduğunu kabul eden insanlar tanımışsınızdır. Tarihte de harf ve sayılar üzerinden gelişmiş pek çok anlayış olduğu bilinmektedir. Bunların izleri Yakındoğu, Mısır ve Hint coğrafyasında bulunabilir.
Bu konuda akla gelen ilk isim şüphesiz Pitagoras'tır. Onun anlayışına göre meydana gelmiş her şeyin temelinde sayılar ve sayılar arasındaki sonsuz ilişki vardır. Evreni kavramak şüphesiz sayıları ve sayısal ilkeleri anlamaktan geçmekteydi. Yine bunun gibi Yunan felsefesinde “Logos” kavramı tanrısal aklı ve tanrı kelamını anlatmaktadır. İskenderiyeli Filon logostan hareketle “Söz,  Tanrı' dan  ilk  doğandır ...  Yaratılışta  Tanrı'nın  aracıdır” diyerek harflerin yaratılıştaki önceliğini vurgulamıştır (Copleston, 1986:30)


İslam dünyasında Aristo'ya, Batlamyus'a mal edilmiş harf ilmine dair pek çok kaynak bulunmaktadır  Bunun yanında Yahudilerin kullandığı Gematria sistemi ve yine Hıristiyanların erken dönemde yayılım çevreleri dolayısıyla yakın ilişki kurdukları Hellenistik-Gnostik kültür aracılığıyla harflere şifreler vererek anlaştıkları bilinmektedir. Bu bir çeşit zorunluluğu anlatsa da İslam dünyasında sayıların ve harflerin daha özel bir yeri olduğu görülür. Özellikle İbn-i Arabi  el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye adlı eserinin ikinci kitabında varlıkta sözün önceliğinden ve zorunluluğundan bahseder (Bozhüyük, 1998:397). Bunun gibi gerek İslam düşünsel dünyasında, gerek Yunan düşünsel dünyasında ve tarihte ortaya çıkmış pek çok Batınî harekette harf ve sayıların önem atfedilerek bazen gelecekten haber vermek, şifrelemek, tarih düşmek, varlığın dolayısıyla tanrının özüne erişmek gibi çeşitli amaçlarla kullanıldığı bilinmektedir. 


Bu yazıda 14. Yy İran'ında doğup, 17. yüzyıla değin Anadolu ve Balkanlarda etkisini gösteren Hurufilik düşüncesine yer vereceğiz. Kur'an'ın oldukça özel ve yaratıcı bir yorumu olup tarihsel, düşünsel açıdan son derece önemlidir. Her harfin karşılık geldiği sayı değerinden hareketle yeryüzündeki tüm varlıkta kutsal sayıları bulup buradan Allah'a ulaşmak Hurufi felsefesinin temelini oluşturur. Bu felsefeye göre harflerin ve oradan hareketle sayıların sırrına varan sonsuz olanı bulur, ilahi kelama erişir. Yaratılış “Ol (Arapça Kün)” emriyle başlamış, böylece varlıktan önce söz gelmiştir. Bu açıdan sözün yaratılıştaki önceliğinden hareketle kelam şüphesiz önemlidir. Yaratılış ve dolayısıyla yaratılan hiç bir varlık kelamdan ayrı düşünülemez. 


Arapça 28 harf, Farsça'da bulunan 4 harfin de eklenmesiyle 32 olur. İşte bu sayılar yaratılan her varlıkta örtük olarak bulunmaktadır. Hurufiler özgün yorumlarıyla, Kur'an'da çözümlenmesi gerektiğini düşündükleri gizli anlamları sayılar aracılığıyla açığa çıkarmış, böylece manaya erişmişlerdir. 
Huruf, Arapça harfin çoğulu olup “harfler” manasına gelir. Sonuna gelen nispet ekiyle de “hurufi inancına mensup” anlamındadır (Kubbealtı Lügatı).  Tarihsel olarak baktığımızda “Hurufi” sözcüğü bu inanca mensup kimselerin kendilerini tanımlamak için sıkça kullandığı bir adlandırma değildir. Bundan ziyade kendileri “derviş, ehl-i hak, erbab-ı aşk, ehl-i vahdet ...” olarak tanıtmışlardır (Usluer, 2009:127).


Hurufilik düşüncesi, 14. Yy'da İran, Azerbaycan coğrafyasında Fazlullah Esterabadi tarafından sistemleştirilmiş, felsefesini tamamen harfler üzerine kurmuş özgün mistik bir akım, tevil yolu olarak karşımıza çıkar. Fatih Usluer ‘Hurufilik' adlı eserinde Hurufilik tarihini iki başlık altında inceler. Birincisi Fazlullah Esterabadi tarafından 14. yüzyılda kurulup Aliyyu'l  A'lâ,  Şeyh  Ebul  Hasan,  Seyyid  Şerif,  Seyyid  Ishak,  Emir Gıyâseddin,  Mir  Fâzılî  gibi müritler tarafından benimsenip İran ve Azerbaycan coğrafyasında Farsça eserlerin verildiği dönemdir. İkinci dönem ise Seyyid Nesimi ve onun öğrencisi Refi'î tarafından Anadolu coğrafyasında Türkçe eserlerin kaleme alındığı, Hurufilik düşüncesinin Anadolu'ya özellikle sözlü edebiyat şiir yoluyla yayıldığı, oradan Balkanlara 17.yy'a dek uzandığı zaman dilimini kapsar (Usluer, 2009:27).
Şüphesiz Hurufilik düşüncesini hakkıyla anlamak için Fazlullah'ı anlamak gerekmektedir. Fazlullah Esterabad, bugün İran'ın kuzeydoğusunda bulunan Esterabad şehrinde 1340 yılında dünyaya gelmiştir. Öğrencisi Seyyid İshak Hâbnâme  adlı eserinde Fazlullah için, küçük yaşlarından itibaren ibadetlerini aksatmamaya gayret ettiğini, bir gün bir mecliste Mevlana'nın 


“Bekâya sahip olduğun halde ölümden ne endişe ediyorsun
Hudânın nuruna sahipken neden mağarada gizleniyorsun”


Beytini duyunca münzevi bir yaşama daha da yaklaştığını yazmaktadır. Fazlullah'ın hayatında şüphesiz duyduğu bu beyit büyük bir dönüm noktası olmuştur. Fazlullah bundan sonra hac için önce Mekke'ye ardından Isfahan,  Harezm,  Horasan,  Şirvan,  Azerbaycan, Arabistan gibi şehirlere yolculuklar yapmış, üzerindeki pahalı giysileri çıkarıp  zühd kıyafetlerini giymiştir. Çıktığı bu yolculuklar sayesinde kendini keşfetmiş, dinsel açıdan pek çok mucizeyle karşılaşmıştır (Tecimer, 2008:15).


Fazlullah'ın yolculukları esnasında kendini keşfetmesini sağlayan en önemli olay gördüğü rüyalardır. Seyyid İshak'ın Hâbnâme'sinde  yer verdiği bu rüyalara göre Fazlullah bir gece rüyasında İsa'yı görür ve ona önemli evliyaların adı bahşedilir. Bir başka gün aydınlık bir yıldızın doğduğunu ve doğrudan kendi gözüne aktığını görür, ardından bir ses bu yıldızın yüzyılda bir geldiğini söyler . Uyandığındaysa artık çevresinde olanları yorumlayabiliyor kuş cıvıltılarını Süleyman gibi anlayabiliyordu. Artık rüya yorumlama gücünün ona verildiği, birkaç yüzyılda bir gelen bu yıldız kendi olduğunu anlamıştır. 


Rüya tabir ettiği dönemlerde başka aydınlanmalar da yaşar. Kaynağını anlayamadığı bir ses ona: “Zaman kendini  ondan  ayrıştırdığı  anda dünya  eziyetten  tamamen  kurtuldu” der. Ardından aynı ses "Zamanın  Efendisi  ve  Peygamberler Sultanı"  olarak  Fazlullah'ı işaret eder.  Hurufi  kaynaklan  Fazlullah'ın  yaşadığı  bu  olayı  ‘Tanrısal  özün  zuhur  edişi,  kudretin ortaya  çıkışı'  olarak  anar.  Olanlardan sonra kendine gelemeyen Fazlullah yakınlarda  bir  mağaraya  çekilir ve bir süre burada yaşar. Fazlullah düşüncelerinde daha da ileri giderek aldığı bu vahiyle ölüme yakın gelecek olan mehdi olduğunu ileri sürer ve görüşlerini Nevnâme adlı eserinde şu sözlerle açıklar: 


zorbatv.dergi“Güneş, Batı'dan  doğdu ... 
 Giysilerimin  bembeyaz  ve  tertemiz  olduğunu gördüm; 
 Bunlar  hem  benim  hem  de  mehdinin, İmam'ın giysileriydi;
 Böylece  ben,  o  olduğumu  anladım.”  


Fazlullah anlaşıldığı üzere mistik düşüncelerini sistemleştirmiş, Kur'an'ı iyi bilmektedir. Rüya tabir yeteneğiyle etrafına topladığı takipçileriyle Hurufilik düşüncesini  yaymayı başarmıştır. 


Fazlullah böylece gittiği yerlerde rüya tabir etmeye bir yandan da Hurufilik düşüncelerini yaymaya başlar. Kur'an ona göre çözülmeyi bekleyen bir simgeler kitabıdır. İçerisinde anlamından daha derin manalar yatmaktadır. Böylece Fazlullah etrafına müritler toplar ancak gittikçe artan nüfuzu bazı çevreleri rahatsız eder, bunun yanında alışılmışın dışındaki özgün yorumlama biçimi ortodoks Müslümanlarca tekfir edilir ve sonuçta 1394 yılında verilen fetvayla Alıncak kalesinde öldürülür. Fazlullah'ın inancından ötürü haksızca gelen bu trajik ölümü onu izleyenler tarafından üzüntüyle karşılanmış ve Alıncak kalesi bir tür hac yeri olmuştur. 


Fazlullah'ın ölümünün ardından geriye felsefesini anlatan önemli eserler bırakmıştır.  Câvidânnâme adlı eseri ölümüne yakın tutulduğu zindanda yazmıştır ve Hurufiliğe dair temel esasları barındırır. Nevnâme adlı eseri ‘uyku kitabı' olarak isimlendirilir ve içerisinde Fazlullah'ın gördüğü rüyaların mahiyeti bildirilmektedir.  Naimi mahlasıyla yazdığı bir divanı da bulunan Fazlullah'ın Arşnâme, Muhabbetnâme adlı eserleri dışında henüz bulunamamış ancak çeşitli kaynaklardan isimlerini öğrendiğimiz kitapları olduğu da bilinmektedir (Usluer, 2009: 55) 


Hurufi felsefesinin temelinde, evreni oluşturan her şeyde bulunan ‘ses’ vardır.  Allah kendini ilk olarak varlıkta ses olarak gösterir. Sesin  çizimi  olan  harfler  sayesinde  "kelam" oluşur. Harfler,  Tanrı'nın  evreni  yarattığı  seslerdir. Dolayısıyla Hurufiler varlıkta seslerden meydana gelen harfleri görerek Allah'ı bulurlar. Varlığı meydana getiren bu harfler toplamda 32 tanedir ve yaratılan her şeyde bu sayıyı bulmak mümkündür. 28 Arapça ‘da bulunan harf sayısı olup Farsça ‘da bulunup Arapça ‘da bulunmayan 4 harfin de eklenmesiyle 32 olur. 7 ve 14 sayılarının katları da 28 ve 32’yi vermesi açısından Hurufilikte önemlidir. 32 harfin oluşması da bir noktayla ve o noktanın diğer bir noktaya kavuşmasıyla olur. Mevcudatta bulunan her şey bu 32 harfte gizlidir ve nasıl Allah yaratılmamış evveli olmayan ise harfler de ezelidir, yaratılmamıştır ancak her şey onlardan meydana gelmiştir.  


Bu sayılar cansız varlıklarda birbirlerine vurulduklarında ortaya çıkan seste, hayvanlarda kısmen dile getirebildikleri seste kendini gösterirken insan tüm sesleri çıkarabilmesi ve sesin insanda söz olarak kelam niteliğine kavuşmasından dolayı yaratılmış diğer mahluklara üstünlük sağlar ve Hurufilik felsefesinde merkezi bir yer işgal eder. 
Hurufiler şekil bakımından harfleri insan vücuduna benzetirler. Toplamda üç gruba ayırdıkları harfler düz, dairesel ve eğridir. Bu şekiller namaza duran insanın kıyamdaki elif şeklindeki dik duruşuna, rükuda dal gibi eğri duruşuna ve secdedeyken mim misali yuvarlak duruşuna işaret eder (Usluer, 2009:120). İnsana verilen önemin bir diğer nedeni ise 32 harfin tamamının insanda gözlenebilmesidir. İnsan vücudundaki en üstün yer ise yüzdür çünkü 7 ümmi  hat yüzde bulunur. Bunla 2 burun deliği,  2 kulak, 2 göz ve 1 ağızdır. Ayrıca insanı üstün kılan konuşma özelliği de yüzdedir. 


İlahi sözün taşıyıcısı olan insanın burnu elif (I),  burnun  iki  yanı  lam  ( J),  gözler de  he  ( o) harflerini  verir;  sonuçta insanın  yüzünde  simetrik  yazılmış  iki  ‘Allah'  sözcüğü  ortaya  çıkar. Böylece  Allah  insan  yüzünde  okunan  bir  söz  olur (Tecimer:2008). 
Tanrı kendisinde bulunan ilahi kelamı ilk olarak Âdem'de vücuda getirmiştir. Yaratılmışların ilki olan Âdem'e 32 ilahi kelime öğretilmiş, Allah Âdem'i kendi sureti üzerine yaratmıştır bu yüzden Hurufilik inancında Âdem'e secde emrinin verilmesi ilahi kelimelerin ilk formu olması ve aslında Allah'tan gayrı olamaması dolayısıyladır. Yani Âdem'e secde etmek Allah'a secde etmektir.


Hurufilere göre kainat 6 günde yaratılmıştır. Her gün 12 saat, 6 gün ile çarpınca 72 saat eder. Bu sayı da 28 harfin okunuşundaki sayıya eşittir; ayın 28 menzili bulunur, 7 felek ve 7 yıldızın toplamı 14’tür. Kelime-i tevhid toplamda 28 harften oluşur. Kelime-i tevhitteki 4 şeddenin de eklenmesiyle 32 ilahi kelime burada da açığa çıkar (Fazlullah Esterabadi:2012). 


Elif'in, ebced hesabında değerinin bir olması nedeniyle Allah'ın birliğine ve alfabede gelen ilk harf olması dolayısıyla Allah'ın evvel olmasına delalet eder. Düz şeklinden ötürü de sıratı müstakimi yani doğru yolu işaret eder. Yine Hurufilerin aktardığına göre elifin (الف) Arapça yazılışında kullanılan harf üçtür. Bu üç harfin tek teker yazılışında kullanılan harf toplamı ise sekizdir. Sonuçta elde edilen bu sayı cennetin sekiz kapısına işaret eder. Kur'an'da bazı surelerin başında bulunan ve anlamı bilinmeyen sözlere Hûruf-u Mukatta  denir. Hurufilere göre Kur'an'ın sırrı toplamda 14 harften oluşan Hûruf-u Mukatta'da saklıdır. 


Geçtiği şeyi ortadan ikiye bölen hayali çizgi olan istiva hattı yaratılan tüm canlılarda gözlemlenir ve Hurufilikte önemlidir. Buna göre bitkilerin yapraklarında, buğday, haşhaş gibi bitkilerde, horozun ibiğinde istiva hattı gözlenir insanın vücudundan geçen istiva hattı da organları sağa ve sola eşit ölçüde dağıtmıştır. Göbek deliği bu hattı belirler ve  bu hat 7 ümmi hatla beraber 8 olur. Bu hatların her biri 4 unsurdan oluş bu da bizi 32 kutsal sayısına götürür. Hurufi anlayışına göre bu hat Allah'ın insanı 32 harf üzerine yaratmasından başka bir şey değildir. Böylece ilahi söz insan bedenine yansımıştır. Dolayısıyla insan vücuda gelmiş ilahi söz yani Kur'an'dır. İnsanda ilahi sözün yansımasını kavrayan kişi Kur'an'ı okumuş olur. 
Allah’ın insanı kendi sureti üzerine yaratması nedeniyle  birbirinin suretine aşık olmuş iki insanın aşkının nedeni bu ilahi hatlardır. Yüz Tanrısallığın tezahürü olan yerdir ve vücudun Kâbe’sidir, tapınması ve secde edilmesi gereken kutsal bir yerdir.

zorbatv.dergi 

Bu düşüncelerin izini Hurufi şair Nesimi'nin şiirlerinde bulabiliriz:


Sûret-i Hak’dan işâretdür yüzün 
Ehl-i tevhîde beşâretdür yüzün 
Hacc u ihrâm u ziyâretdür yüzün 
Cümle eşyâdan ‘ibâretdür yüzün 

Otuz ikinün ‘alâmıdur yüzün 
Ka‘be’nün beytü’l-harâmıdur yüzün
Otuz ikinün nişânıdur yüzün 
Mihr ü mâhun armağanıdur yüzün
                                       Nesimi, Divan

 

 


Hurufilik 14. Yüzyıl İran'ında doğup 17. Yüzyıl’da Azerbaycan, Suriye, Anadolu ve Balkanlara dek ulaşmış mistik bir akım olarak karşımıza çıkmaktadır. Varlıkta 32 sayısının gözlemine dayanan ve vahdet-i vücud felsefesini ilahi kelamda arayan bu felsefenin savunucuları gerek Timur dönemi İran'ında gerek Osmanlı'da çeşitli takibatlara maruz kalmıştır. Buna rağmen Refii, Arşi, Nesimi, Misali gibi hurufi şairlerin eserleri günümüze ulaşmıştır. Fazlullah Esterâbâdî'nin yaratıcısı olduğu  ve kendinden önceki harfçi felsefelerden ayrı olarak 32 harf üzerinden sistemleştirdiği Hurufi anlayışını Kur'an'ın bir çeşit özgün yorumu olarak kabul etmek doğru olacaktır. Günümüzdeki pek çok yazar tarafından yeterince anlaşılmadığından ve garip kaldığından dem vurulan Hurufilik,  düşünsel yaşamımızdaki büyük bir zenginliktir.


Dip Notlar;
1-Ḫâfiyetü Eflâṭûn, Elvâḥu’l-cevâhir ve eẓ-Ẓahrü’l-fâʾiḥ ve’n-nûrü’l-lâʾiḥ Eflâtun’a, Kitâbü’l-Ḥurûf Aristo’ya ve el-Kenzü’l-aʿẓam Batlamyus’a mal edilmiştir. 
2-Bkz.  Seyyid  Ishak,  Hâbnâme,  Vatikan,  Farsça,  no: 17
Farsça ẖāb “uyku, rüyâ” ve nāme “yazılı şey” ile ḫāb-nāme rüya kitabı anlamına gelmektedir. Bkz. Kubbealtı Lugatı http://lugatim.com/s/Habname
3- Seyyid  Ishak,  Hâbnâme,  Vatikan,  Farsça  no.  17,  s.  43;  aktaran  Ritter, s.  21-25.
4- Yüzdeki hatlar anne karnında oluştuğu için bu şekilde isimlendirilmiştir.
5- Hurufiliğin Anadolu ve Balkanlar coğrafyasına yayıldığı zaman diliminde üretilmiş bu eserlerde Hurufi felsefesinin etkisi görülse de Malik Aksel ‘Türklerde Dini Resimler' adlı kitabında söz konusu eserleri bu ikonografiyle okumanın yanlış ileri sürer.
6- Mukatta Arapça ‘kesilmiş, ayrı, bağımsız’ anlamına gelir. Hûruf-u Mukatta ‘bağımsız harfler' olarak çevrilebilir.
7- Hurufiliğin Anadolu ve Balkanlar coğrafyasına yayıldığı zaman diliminde üretilmiş bu eserlerde Hurufi felsefesinin etkisi görülse de Malik Aksel ‘Türklerde Dini Resimler' adlı kitabında söz konusu eserleri bu ikonografiyle okumanın yanlış ileri süre
r.


Resim Altı
Resim 1) Hurufilik felsefesinin sanata sirayeti. Burnu istiva hattı olarak kabul edersek harflerin  müsenna (aynalı) olduğunu görürüz.                                       

Resim ) İnsan figürlü yazı levhası. İstanbul Şehir Müzesi, Envanter no:3954. Süslü hatla Allah, Muhammed, Ali, Fatıma Hasan, Hüseyin yazılıdır.                                                          
Resim 3) İnsan figürlü yazı levhası. İstanbul Şehir Müzesi, Envanter no: 2955  35x45 cm boyutlarında olup üzerinde Allah, Muhammed, Ali, Fatıma yazılıdır.  

Kaynakça
Bozhüyük, E.M. (1998). Hurûf, Diyanet İşleri Başkanlığı İslam Ansiklopedisi, C.18 
Copleston, F. (1986). Felsefe Tarihi: Ön Sokratikler ve Sokrates, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul
Esterâbâdî, F. (2012). Câvidânnâme, Dürr-i Yetîm İsimli Tercümesi, (1. baskı), çev. Derviş Murazâ, haz. Fatih Usluer, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul
Nesimi (1990). Nesimi Divanı, haz. Hüseyin Ayan, Akçağ Yayınları, Ankara
Tecimer, Ö. (2008). Hûrufilik, (1. baskı), Plan B Yayınevi, İstanbul
Usluer, F. (2009). Hurufilik, (1.baskı), Kabalcı Yayınevi, İstanbul

 

Yorum

Aryan (doğrulanmamış) Pa, 04 Haziran 2023 - 22:08

Konu harikulade fakat pratikte uygulayıcı kimseyi bulamadım. Yinede paylaşım için teşekkürler.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.