
İo’nun Masalı
Şahane bir ormanın içerisinden köpüklerini ağaçlarına sis bulutu gibi saçarak kayadan kayaya atlayarak akan bir ırmak ve bu ırmağın bir tanrısı onunda bütün dikkatleri üzerine çeken İo diye bir kızı varmış. İo ormanın içinde babasının ırmağının etrafında dolaşmayı her şeyden daha çok severmiş. Gökyüzünden yeryüzüne indiği bir gün tanrılar tanrısı baş tanrı Zeus ormanın içerisinde İo ile karşılaşıp onunla konuşmaya başlamış. Onu öyle sevimli, içten bulmuş ki artık sık sık gelmeye ve onunla ırmak kıyısında dolaşarak sohbet etmeye başlamış. İo tabi ki Zeus’un kim olduğunu bilmiyormuş çünkü bizim Zeus bir delikanlı kılığına bürünüp ziyaret ediyormuş. Hal böyle olunca İo da onu nahif bir yürüyüş arkadaşı zannediyormuş.
Hera’nında ne kadar kıskanç olduğunu artık bilmeyen yoktur zannediyorum.Hera bu İo’yu kıskanır kıskanmakla kalmaz nefret etmeye başlar. Her zaman çünkü Zeus sadece kendisiyle ilgilenmelidir. Günlerden bir gün bizim çapkın Zeus uzun süre eve uğramayınca onun vazgeçemediği kızı görmek için yeryüzüne iner. Yüreği İo’ya karşı öyle nefret doludur ki ormana kaşlarını çatarak yüzünü karartarak gelmiştir. Hatta öyle yüzü kararmıştır ki güneşin ışıkları bile görünmez olmuştur. Tanrıların malumunuz her şeyi bilmek gibi bir huyları vardır. Tabi bizim Zeus da o ormana gelmeden öfkesini hissetmiştir ne de olsa Hera karısıdır. İo’ya zarar vermesin diye onu korumak için beyaz bir ineğe dönüştürür.Hera ırmağın kenarına ulaştığında gördüğü sadece tanrı kılığında Zeus ve yerlerdeki çimenlerde otlayan beyaz bir inekten başka bir şey değildir. Fakat bizim baş tanrıça bunu yer mi asla hemen anlamıştır bunun İo olduğunu. Yanına gidip parlak tüylü boynunu ve başını okşadı hatta Zeus’tan bunu kendisine hediye etmesini ister. Tabi bizim çapkın Zeus ne yapabilirim diye düşünürken istemeye istemeye de olsa karısına hediye etmek zorunda kalır.
Heraİo’yu alıp giderken kendi kendine :”Madem şimdi artık benimsin, seni kaçırmamak için elimden geleni yapmalıyım” der. Bunun içinde uşaklarından Argos’u görevlendirir gözetlemek için. Argos’tan da daha iyi bir bekçi olamazdı hakikaten. Neden mi? Çünkü o yüz tane göze sahiptir ve ne kadar yorgun olursa olsun uyuduğunda bile gözlerinin ancak yarısı kapanır diğer yarısı açık kalırdı.İo ise bir an bile başıboş bırakılmadan gözetlenmekteydi. Gündüzleri diledigi gibi dolansa da geceleri bir ağaca bağlanıyordu. Başına gelenleri bir türlü anlayamıyordu zavallı kızcağız. Sürekli yediği yiyeceklerin yerine sadece yaprak ve otlarla besleniyordu, toprağın üstünde uyuyor, akan derelerden susayınca su içebiliyordu. Kollarını uzatıp yardım istediğinde Argos’tan kendisine acıması için kollarının olmadığını şaşkınlık içerisinde fark etti, söylemek istediği kelimeler yerine yalnızca dudaklarından çıkan ilginç bir “möö” sesi duydu. Korkmuştu yine anlayamadı ve arkadaşı delikanlı ile sık sık kıyılarında dolandığı ırmağa doğru koştu. Berrak suyun üstünde boynuzlarının yansımasını da görünce çıldıracak gibi oldu ve kendisinden iyice korktu. Eskiden buluştuğu su perileri onu tanımadılar hatta babası bile yalnızca boynunu okşayıp taze otlar koydu. Bu artık İo’nun canını iyice sıkmıştı. Babası bile tanıyamamıştı. Zavallı kız onunla konuşamıyordu ama ayağıyla kumların üzerine çizerek başına gelenleri anlatmaya çalıştı. Bu durumu anlayınca babası boynuna sarılarak acı acı ağlamaya başlamaıştı. Bütün bunlar olurken tabi Argos onları durmadan ısrarla gözetlemeye devam ederken baba-kız arasında geçenlere şahit olmuştu. Onları ayırmanın zamanı geldiğini düşünerek ineği uzak bir otlağa götürdü, kendisi de olup bitenleri rahatça görebileceği bir yere çıkıp oturdu.
Fakat Zeus İo’u unutmamıştı hatta yardım etmek için can atıyordu. Bunun için tanrıların da habercisi olan oğlu Hermes’i yanına çağırıp Argos’u öldürmesini emretti.Hermes hızla uçarak yeryüzüne indi, çoban kılığına girerek elindeki tanrı asasını da çobanın değneğine dönüştürdü. Yoluna çıkan sürülerinden ayrılmış başıboş koyunları toplayarak kendine sürü oluşturdu. Yürüyerek Argos’un üstünde oturduğu tepenin yanına yaklaşınca kamışlardan yapmış olduğu kavalını çalmaya başladı. Kavalın haz veren sesini duyan Argos seslendi: “Selam, yabancı! Gel bu kayayı benimle paylaş. Burada sürünü otlatabileceğin gür bir otlak ve çobanların hoşlandığı gölgelik bir yer var” dedi. Hermes tepeye giderek yanına oturdu. Durmadan kavalını çalarak Argos’u uyutmaya çalışıyordu fakat bekçinin gözlerinin yarısından fazlası kapanmıyordu. Artık öyle uzun bir süre oturmuşlardı ki sonunda Argos çobana bu kavalı kimin yaptığını sordu. Hermes hemen şu öyküyü anlatmaya başladı: “Bir zamanlar bir ormanda Syrinks adında nymphe yaşarmış. Çok hızlı koşma yeteneği olan nymphe ormanlar arasında çoğu kez orman orman tanrıları ve satyr’lerle yarış edermiş.Çobanların tanrısı ve satyrlerin başı olan Pan, bir gün onu ormandan geçerken görüp konuşmak için yaklaşmaya çalışırmış fakat keçi ayaklarından ve tüylü kulaklarından korkup hızla uzaklaşır. Pan’da onun peşinden koşar fakat Syrinks çok hızlı koştuğundan asla yetişemezmiş. Syrinks en sonunda dereye gelip kardeşleri su nymphelerinden yalvararak yardım ister. Onlar da hemen onu suyun içine çekerler. Kaybolduğu yerde suyun içerisinde biraz sonra kamış çıkmış ve kolunu uzatıp Syrinks’e ulaşmak isteyen Pan onun yerine kıyıda yetişen kamışları tuttuğunu görür. Bunu gören Pan derin bir ah çekmiş ve nefesi kamışların arasında hoş bir ses çıkarmış. Pan bu hoş sesten öyle etkilenmiş ki içi boş kamışlardan birkaç tanesini bal mumuyla yapıştırmış ve kaval yapmış. Ve bu kavala da kaybolan nymphenin adını verip Syrinks koymuş” demiş.
Hermes uykulu, ayılamamış sesiylesöylediği bu öyküyü bitirince sevinçle Argos’un bütün gözlerinin kapanmış olduğunu gördü. Canavar derin mi derin bir uykuya dalmıştı. Büyülü asasını kullanarak onun uykusunu daha da derinleştirip yüz gözlü başını hemen kesti.Hera en gözde adamlarından birisinin ölmesine çok üzüldü. Onun yıldız gibi geceyi aydınlatan gözlerini kutsal kuşu olan tavus kuşunun kuyruğuna koydu. Onları bütün parlaklığıyla hala görebilirsiniz.
Fakat ne yazık ki olanların sorumlusu olarak Hera tek sorumlu İo’yu gösteriyor ve suçluyordu. Öcünü alıp ceza vermek için ona bir at sineği musallat etti. Bu at sineği de gariban ineği gece gündüz ısırıyor, durmadan eziyet çektiriyordu. İo ise artık acısından ne yapacağını bilemez duruma gelmişti.Sinekten kurtulmak için ülkeden ülkeye koşturup duruyordu. Ülke ülke koşup dururken dünyanın kalbi bizim ülkemize geldi. İstanbul’daki Boğaz’dan geçti. Batı dillerinde İstanbul Boğazının adı bugüne kadar İnek Geçidi, İnek Yolu anlamına gelen Bosporos ya da Bosphorus’tur.
Sonunda az gitti uz gitti Mısır’a ulaştı. Artık bu uzun yolculuklardan bitkin düşmüş halde Nil nehrinin kenarına uzandı. Haline baksalar acınılacak durumdaydı. O kadar kötü durumdaydı ki feryatlar içerisinde tanrılardan yardım istedi kendisini kurtarmak için. Baş tanrı Zeus daha fazla acı çekmesine dayanamadı hatta İo’ya acımasını isteyip Hera’ya yalvardı affetmesi için.
Eğer kızı özgür bırakırsa onunla asla bir daha konuşmayacağını söyledi. Artık Hera da ne kadar öfkeli olsa da kıza acımaya başlamıştı dayanamayıp eski haline tekrar döndürdü. Ülkenin insanları onu Nil nehrinin kıyısında bulup güzel ve iyi birisi olarak tanıyarak kraliçeleri ilan ettiler. Orada uzun yıllar yaşadı, yaşlandı ve hayata veda etti. Oranın halkı kraliçenin kocaman heykellerini yaparak bütün tapınaklara koydular ve adına İSİS dediler. İo öldükten yüzlerce yıl geçmiş olsa da Mısırlılar bugün İSİS heykelinin ayaklarının dibine çiçekler ve armağanlar koyarak kraliçelerini ne kadar çok sevdiklerini göstermeyi hala sürdürmektedirler.
Bu ay sizlerle çok özel bir efsaneyi paylaştım. Dergimizin 50. sayısındayız. Birbirinden değerli kalemdaşlarımla her ay sizlerle buluşmak için çok heyecanlanıyoruz. Sizlerle bizim buluşmamızı sağlayan çok değerli üstadım Ümit Yaşar Gözüm beyefendiye de ayrıca müteşekkirim. Bizi yıllardır okuduğunuz ve bu sayıya ulaşmamıza katkı sunduğunuz için sonsuz teşekkürler. Bilginin ve entelektüel düşüncenin dünyasında kavrulmaya hep birlikte el ele diyerek hepinizi en içten duygularla selamlıyorum.
- Levent ZEYBEK
Yeni yorum ekle