
Nasreddin Hoca Eşeğine Niçin Ters Binerdi?
Aydın Kemirtlek*
13. yüzyılda, Turan’dan ve İran’dan getirilenler Anadolu’nun orta yerinde harmanlandı. Moğol atlılarının önüne katarak sürüklediği insanların, açlıktan umutlarını dahi yemeye başladıkları bir yüzyılda, onun fıkraları insanlara yaşama direncini aşıladı. Yerleşilen yeni topraklarda uzun Haçlı seferlerinin sebep olduğu yoksulluk, Erzurum, Sivas, Erzincan’a yerleştirilen binlerce Türkmen göçebenin beslenme sorunları baş göstermişti. Kösedağ’dan sonra Anadolu’ya yerleşen Moğol Ordusu’nun beslenmesi ve masrafları bir yandan, Selçuklu prenslerinin kiraladığı Şam paralı askerlerinin masraflarının karşılanması diğer yandan, kadıların, beylerin insafsızca topladıkları vergiler öte yandan Anadolu’nun yeni ve eski gerçek sahibi insanların içindeki isyan ateşini körükledi.
Kızıl Hamit, Cimri, Hatıroğlu isyanlarıyla birlikte, kadın ve çocukların da katıldığı Baba İshak öncülüğündeki Babailer ayaklanmaları tüm Anadolu’yu bu yüzyılda sardı. Daha sonraki yüzyıllarda da sözün bittiği yerde şiddet, şiddetin durulduğu yerde ise sözlü isyan başladı. Egemenlerin, halkları köleleştirmeye çalışanların karşısına binlerce yıllık sözlü kültür ve hafıza dikildi. Halkın isyanı deyiş oldu, ninni oldu, şarkı oldu, fıkra oldu. Bunlar sayesinde coğrafyamızda zulme karşı isyan ateşi hiç küllenmedi
.
Nasreddin Hoca ve Nasreddin Hoca mizahını yaratan da kemiğe dayanmış, bıçağın acısını duyan mutsuz, her şeyden yoksun bırakılmaya çalışılmış, kıtlık ve açlıktan insan eti yemeye zorlanmış XIII. Yüzyıl Anadolu halkı oldu. Onların evrensel acıları, istekleri, umutları zamanın ve coğrafyanın sınırlarını zorlamış, bulanık mantığı sayesinde iyiliği ve kötülüğü aynı anda yan yana düşünebilen, mizahını karalara bulayarak kara mizahı yaratmış Nasreddin Hoca, Çin’den Avrupa’ya uzanan coğrafyada tüm halkların ortak kahramanı oldu. Adı Tatarlarda Mulla Nasreddin, Araplarda Cuha, İranlılarda Nasruddin-i Tusi, Balkan halkları arasında Hodja Nasreddin oldu. Almanlar fıkra kahramanları Eulenspiegelleözdeş kıldılar. Sovyetler Birliği, onu feodalizme karşı savaşta bir başkahramana dönüştürdü.
Ağlatırken güldürür, güldürürken ağlatır. Onun fıkraları sayesinde Ortaçağ’dan yükselen kahkahalar, şu sıralar yaşamaya başladığımız Yeni Ortaçağ’ın acı kahkahalarına karışmaktadır. Fıkralarında gizlediği taşı, açıktan atsanız çok insanın gözü çıkar, kafası yarılır, halkını köle olarak gören saltanatların tümü devrilir, haksızlığın yerinde yeller eser. Timurlenk çirkinliğini aynada görünce ağlamaya başlar. Ayna kırılınca susar. Ancak Nasreddin Hoca ise, kendi çirkin yüzünü bir defa gören diktatörlüğü halkın her zaman görmek zorunda kalacağını göstermek için ağlamaya devam eder ve bir gün mutlaka halk gibi her diktatörün de ağlayacağını söylemek ister.
Hocası Seyit Mahmud Hayrani’nin icazetnamesini alırken Nasreddin Hoca’ya söylediği: “Sana da kıyamete kadar gülünsün.” sözünü halkımız: “Hocanın adı anılmazsa o zaman kıyamet kopacakmış” biçiminde algıladığı bir gerçektir. Hoca’ya göre; “karısı ölürse küçüğü, kendisi ölürse büyüğü kopacak” olan kıyamet halkın bu algısı sebebiyle bu topraklarda hala kopmamıştır. Halkımız galiba haklı: Ye kürküm ye devrinde, el elin eşeğini türkü çağırarak ararsa, umut göllerinin yoğurdu yediyüz yıldır beklenirse, yoksullar bayramdan bayrama et görürse, fincancı katırları ürkütülemezse, Timurlar karşı konulamaz, önlerinde hâlâ el pençe divan durulursa… Nasreddin Hoca unutulmaz. Dolayısıyla, Hoca unutulmazsa kıyamet de kopmaz.
Hoca, yoksulu ezenin kulağını çeker, soyanın, sömürenin, vuranın, kıranın, asanın, kesenin karşısına fıkralarıyla çıkar. Hoca bilir ki; açların, yılgınların, yeniklerin, kölelerin yüzü gülmez. Hem onların umut gölünü mayalamaya hem de onların karşısına çıkanları yenmeye çalışır. Hırsızın karşısına; “al semerini ver cübbemi” diyerek çıkar. Bir araba dayağı yemiş, sürünen, zengine köle görünen kaybedenleri unutup sadakasını Akşehir’in en zenginine verir. “Sadakanı niçin bana veriyorsun?” sorusuna da: “Tanrı kime veriyorsa ben de ona veriyorum” diye karşılık verir. Verdiğini alamayan, aldığını veremeyenlerin taksit taksit can çekişine: “Evin önüne çalı diktim. Akşehir’in koyunları buradan geçecek, bu çalılara sürtünecek, yün takılacak. Onları büküp iplik yapacağım. Çorap örüp satacağım. Borcumu ödeyeceğim.” der. Beş para etmez uyuz eşeğini başından atmak ister, pazara çeker. Tellala bir-iki akçe verince; tellal, ballandıra ballandıra pazar esnafına anlattığı eşeğe beş yüz akçeye kadar alıcı bulur. Hoca buna şaşıp beş yüz akçeyi tellala verip, eşeğini satın alır. Akşam eve gururla döner, eşeğini övmeye başlar. Karısı sözünü keserek: “Ben de senin gibi iyi bir iş yaptım. Evin önünden üzümcü geçiyordu. Üzüm alıyordum. Bir salkım fazla gelsin dedim, altın bileziklerimi çıkarıp, gramların arasına koydum. Bir salkım daha fazla üzüm aldım.” der. Hoca şaşırıp sorar: “Bilezikler ne oldu?” diye. Karısı istifini bozmadan: “Ne olacak, gramların arasına karışıp gitti” deyince; Hoca: “Aferin karıcığım, sen içerden ben dışarıdanbu evi soyup soğana çevirmenin yolunu bulduk” der. Bugün bile hiçbir fıkra yazarı iç ve dış sömürüyü bu kadar açık ve sağlam anlatamamıştır.
Peki Hocanın Eşeği mi Ters Yoksa Kendisi mi ?
Bu coğrafyanın güzel halkı yüzyıllardır, bin bir güçlükle sahip olabildiği şeyleri kaybettiğinde “yorgan gitti, kavga bitti.” derken barışı kurabildik sonunda diye sevinmiş, cascavlak ortada kaldığının farkına varınca da ağlamıştır. “Geç yiğidim, geç” derken hiçbir şeyi umursamaz görünmüştür, bir köpeğin insanlar üstüne işediğini düşünürken ağlamıştır. Umut gölünü mayalarken sevinen, tuttu tutacak derken oyalanmak için; şans oyunları oynayan, her ay Milli Piyango bileti alan, kuponların gerisinde otomobil, beyaz eşya arayan halkımız her yıl yeniden aç kalan tavuk örneği kendini ağzına dek dolu buğday ambarına düşmüş görür, kendisine söylenen her yalanla birlikte.
Nasreddin Hoca’nın gerçekçiliği halkın yüzyıllar boyunca biriktirdiği acı, öfke ve sevincin damıtılmasından kaynaklanır. Buna karısı da, oğlu da, eşeği de yakından tanıklık eder. Eşeği iktidar sahiplerinin tarihinin akışına karşı yürürken, o da eşeğinin üzerine ters binerek, insanlığın bütün sorunlarının “Gordion Düğümü”ne dönüştüğü bu coğrafyadan tüm insanlığa kördüğümün çözümünü göstermeyi amaçlar.
Hoca eşeğe ters biner, eşeklerin burnu doğrultusunda gitmez. Eşeğe ters binişi halka yüzünü dönebilmek ve sözünü arkadan gelen yayan yapıldağa, fakir fukaraya duyurabilmek içindir. Hoca’nın eşeği koşmaya başlayınca görenler kaçışır. Hoca: “Yahu ne kaçışıyorsunuz? Ben eşek değilim; altımdaki eşek.” diye ünler. İnsanları yoldan çıkaran eşeklerin yersiz koşuşmalarını, eylemsizliklerini, insanın üstüne üstüne yürüyüşlerini bu acı şakasıyla duyurmaya çalışır.
Kurumsallaşmış değerler, yalanlar üzerine kuruludur. Aslanların değil; avcıların tarihidir medreselerde öğretilenler. Bu tarihle bilinci yoğrulmuş iktidar yaltakçısı organik aydınlar; mollalar, kadılar, vezirler, şeyhler varlıklarını borçlu oldukları iktidar sahipleri karşısında el pençe divan durup, yarattıkları değerleri halka zorla kabul ettirmeye çalışırken, dilden dile dolaşan Nasreddin Hoca fıkraları onları tefe koyup oynatır, yatsıya kadar mumlarını yaktırır. Ortodoks kültürün karşısında heterodoks kültürün savunucusu durumundaki Hoca Nasreddin, sofuları kuşkuculuğun labirentli yollarına sürükler, onları kendi yarattıkları çelişkilerle baş başa bırakır.
İnsanın nesneye, nesnenin insana benzediği haller, gülünç hallerdir. Bergson, Jankelevitch gibi düşünürlerin 20.yüzyılda formüle ettiği bu gerçek, yedi-yediyüzelli yıl önce Nasreddin Hoca tarafından bulunmuştur.
Akşam evinden gürültünün geldiğini söyleyen komşularına merdivenlerden yuvarlanan kaftanından söz eden Hoca’nın cansız şeyin içerisinde kendisinin de olduğunu söyleyerek nesnenin insana yaklaşmasını sağlayıp yirminci-yirmibirinci yüzyıl modern mizahının da beğenebileceği bir fıkra yaratabilmiştir.
Nasreddin Hoca’nın Arkadaşı Eşek
Nasreddin Hoca’nın hayatı boyunca kaç eşek değiştirdiği bilinmez ama eşeğinin arka ayağının bastığı yer, evrenin merkezi olarak kalmaya devam etmektedir. Fıkralarında doğrudan veya dolaylı olarak eşek, insanı insana anlatmanın bir aracı olmuştur.
Eşeklerle aydınlar birbirlerine benzerler. Her ikisi de inatçıdırlar. Altından kalkılamaz denilen yükü, hedefe doğru sabırla taşırlar. Pek az hayvan insan tarihinde yer edinmiştir. Bunların başında eşekler gelir. Örneğin; bugün dünyadaki birkaç doğada özgürce dolaşabilen eşek türünden birisi olan Kıbrıs-Karpaz eşeklerinden birisi MÖ 7.yüzyıla ait bir eserde konu edilmiştir. EnkomiHarabeleri'nde arabasından kaçan ve canlı canlı gömülen bir eşekten söz edilir ve bu eşeğin kalıntıları günümüzde sergilenmektedir. Bu eşek büyük bir olasılıkla mezar yapımında çalışan işçilerden birisi olmuştur.
Kuzey Afrika’dan ve Somali’den tüm dünyaya yayılan ve dişisi anne sütüne en yakın tatta süt veren bu hayvanlar, tıpkı aydınlar gibi kestirme yolları severler. Hedefe en kestirme patika yolunu sezgileriyle bulurlar. Yoldaki tehlikeleri de sezinlerler. Bu sebeple kaçakçılar, mayınlı yollarda ilerleyen savaşçılar için de en iyi yol göstericilerdir. Eşekler demiryollarının açılmasında da en uygun kılavuzlardır. Bilindiği üzere; raylar en fazla 15 derece meyilli yollara döşenir. Daha fazla meyil, daha güçlü lokomotiflerin yapımını ve daha fazla enerji sarfiyatını gerektirir. Eşekler boyunlarını yere 15 derece açı yapacak şekilde yürürler. Yokuşu tırmanabilmeleri başlarını kaldırmalarına bağlıdır. Yokuş başına geldiklerinde yavaşlarlar, hatta çöker, oldukları yerde kalırlar. Yol mühendisleri, saldıkları eşeklerin ilerledikleri yola göre en uygun yolun açılacağını bu sebeple bilirler.
ABD’den alınan yardımlarla Türkiye’de yeni otoyolların yapılmak zorunda kalındığı dönemde yol yapımında çalışan bir Anadolu köylüsünün yol açılmasında eşeğin kullanıldığını gören ve küçümseyerek “sizin yol açacak mühendisiniz yok mu?” diye soran Amerikalı bir mühendise verdiği yanıt, Nasreddin Hoca fıkrası gibidir: “Biz, yol açar iken eşek bulamazsak; Amarıka’nın gönderdiği möhendislerikullanırık.”
Peki, bizim bugün sahip olduğumuz eşeklerin özelliklerine ilişkin bu bilgileri Nasreddin Hoca da biliyor olabilir miydi? Eşeğine ters binerek, başıyla gövdesi arasındaki kaslara baskı uygulayıp başını daha fazla dik tutmasını sağladığı eşeğinin daha hızlı ve hatta yokuş tırmanır duruma gelmesini sağlamış olabilir mi? Bu sayede “ey halkım, bırak eller gitsin Mersin’e biz gidelim tersine. Sen, sana dayatılan değerleri bir de tersten algıla, bak o zaman nasıl da istediğin yere ulaşacaksın” mesajını vermiş olamaz mı? Praksis hali dilde ve yaşam pratiklerinde çelişkiyi kabul etmez. Nasreddin Hoca, iktidarın dik yokuşlarını eşeğine ve eşekleştirilen insanlara nasıl tırmandırılabileceğini galiba göstermek istedi. Bu sebeple eşeğine çoğunlukla ters bindi. Eşekler hep onun fıkralarında yer edindi. Eşek, emek gücünü temsil ediyordu. Emek gücüne hız kazandıracak ve doğru yönü gösterecekse yüzünü halka dönüp, sırtını iktidara dönen aydındı. Nasreddin Hoca, “Ortaçağlarımızın” karanlığını aydınlatan bir aydındır. Kıyamet ve ardından kurulacak yeryüzü cenneti Nasreddin Hoca unutulunca gerçekleşecektir. Bunun içinse henüz erkendir.
*Aydın Kemirtlek Kimdir?
1977 yılında, Antakya’da Dünya’ya gözlerimi açtım. İskenderun’da hayallerimle birlikte büyüdüm. Akdeniz’in ufkuna bakıp, “uzaklarda beni bir yerler bekliyor” diyerek, beni büyüten şehrimden hep kaçmaya çalıştım. Beş yaşımdan bu yana başardığım en iyi işler uzaklaşmak, kaçmak oldu. 52 ülkede yaşadım. Gittikçe içimdeki uzaklar büyüdü. Yaşamımın bu olgunluk dönemindeyse, aradığım hemen herkesin ve herşeyin depremle göçük altında kalan çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği küçük kıyı şehrimde olduğunu anlıyorum.
Mülkiye’de (Kamu Yönetimi Bölümü), Belarus Devlet Üniversitesi (Rus Dili ve Edebiyatı), Moskova Devlet Üniversitesi (Asya-Afrika Çalışmaları Enstitüsü,Türkoloji) ve DrujbiNaradov- Rusya Halkların Dostluğu Üniversiteleri’nde (Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü) öğrenim görürken ve öğrenimimi tamamladıktan sonra, uluslararası ve ulusal çeşitli kurum ve kuruluşlarda belgeselci, basın-yayın daire sorumlusu, yönetici olarak çalıştım.
Yaşamımın önemli bir bölümünün geçtiği Sovyetler Birliği’nin eski cumhuriyetlerindeki deneyim ve birikimlerimi gençlerle paylaşabilmek için son dokuz yıldır Anadolu Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, “ Rusya Kültür Tarihi, Rus Sinema Tarihi, Rus Tiyatro Tarihi” derslerini veriyorum. Aynı zamanda Rusça, İngilizce Ülkesel Profesyonel Turist Rehberi olarak, ülke içinde ve dışında şifa turları düzenlemeye devam ediyorum.
Yorum
Nasrettin hoca
Tebrikler sevgili Aydın, her yönüyle yazılmış harika bir yazı olmuş, bu çok yönlü bakış açısı bize de çok şey öğretir. Kalemine sağlık.
Farklı bakış açısı ile…
Farklı bakış açısı ile anlatılmış Nasreddin Hoca'yı okumak keyifli ve bir o kadar da düşünmeye sevk ediciydi. Emeğinize sağlık.
Yeni yorum ekle