Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Feminiz ve Sanat

Sanat

Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Feminiz ve Sanat

 

 Türkiye'de Feminist Sanat, kadınların yaşamları boyunca deneyimledikleri toplumsal ve politik farklılıkları vurgular. Bu sanat biçiminden umut edilen kazanım, eşitliğe veya özgürlüğe yol açma umuduyla dünyaya olumlu ve anlayışlı bir değişiklik getirmektir.

Türkiye’de feminizmin ortaya çıkması ise Osmanlı dönemi Türkiye'sinde kadınlara dair ilk kazanımlar 19.yy ortalarında kadınların da eğitim alabildiği ilk ve ortaokul düzeyinde eğitim veren kurumların kurulmasıyla başladı.

Osmanlı İmparatorluğu'nda feminizm genel olarak II. Meşrutiyet sonrasındaki göreceli özgürlük ortamında ivme kazandı. Daha öncesinde ise dinsel ve geleneksel nedenlerden dolayı kısıtlı olan kadın yaşamı Tanzimat ile değişime uğramıştı. Tanzimat döneminde yetişen eğitimli kadınlar sonraki kuşaklarda Osmanlı'da hak arayışlarına girdi. II. Meşrutiyet döneminde ise örgütlü hareket edilmeye başlandı ve çeşitli kadın cemiyetleri kurulup kadın dergileri çıkarıldı. 19. Yüzyılda Avrupa feminizmi oy hakkını savunup bu konuda mücadele verirken Osmanlı kadını daha fazla özgürlük, iş olanağı, eğitim ve sosyal yaşam mücadelesi veriyordu. Özellikle Kadınlar Dünyası adlı dergi ile Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti feminizm bağlamında Osmanlı'da uç noktalardaydı. Ülkeye geç gelen milliyetçilik anlayışı doğrultusunda da bazı kadınlar eski Türklerde var olan kadın-erkek eşitliğini verdikleri mücadelede dile getiriyordu.

Bu bağlamda, kadın sanatçı Nuriye Ulviye’nin yayına başlattığı Kadınlar Dünyası, 1913'ten 1921'e dek I. Dünya Sava­şı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle kesintilere uğrasa da ya­yın hayatını 9 yıl sürdürdü. Feminist olduğunu açık­ça dile getiren dergi, “feminist” sözcüğünü de kullan­maktan çekinmedi.Nuriye Ulviye Mevlan-Civelek tüm olumsuz şartlara rağmen derginin çıkması için maddi manevi uğraştı. Derginin maddi sıkıntısı dolayısıyla mücevherlerini dahi bozdurduğu bilinmektedir. Yazı kadrosu, hatta mürettipleri (dizgicileri) bile kadındı. “Kadınların hak ve hukuku tanın­madıkça erkek yazılarına yer verilmeyeceği ilkesi” kabul edildi. Dergide özellikle okur mektupları önemli bir yer tutuyordu. Dergi, dönemin feminist söylemini anlama açısından önemli bir yere sahipti.

Dergi aynı zamanda 28 Mayıs 1913'te açılan Os­manlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti'nin (Osman­lı Kadının Hakkını Savunma Derneği) resmi yayın orga­nıydı. Bu cemiyet, din ve mezhep ayrımcılığına gitmeden her kadının hakkını savunan ve arayan, eşit hak mücadelesi yürüten bir cemiyetti. Türkçe bilmeyen kadınlara da açık­tı. Kadınlara yol göstermeyi ve onlara toplumda yeni roller biçmeyi amaçlıyordu. Yönetim kurulunun her hafta toplanması gerektiği ilkeleri arasındaydı. Kadınla­rın çalışma hayatına girebilmeleri, eğitim alabilmeleri için uğraştı. Kadınların çalışabilmeleri için bir terzihane açtı. Ka­mu kurumlarına girebilmeleri için mücadeleler verdi. Yaptığı çalışmalar sonunda, bir eğitimci olan Belkıs Şevket'in uçağa binmesini sağladı. Böylece Belkıs Şevket uçağa binen ve fotoğrafı yayınlanan İslam dünyasındaki ilk kadın oldu. Yine cemiyetin ça­balarıyla ilk kez telefon idaresinde kadınlar da çalışa­bilmeye başladı.

Kadınların hayatını kendi kazanmasına engel olanların bir bahaneleri de, kadınların tahsilsiz ve tecrübesiz olduklarıdır. Acaba ticaret ile hayatını kazanan erkekler, ticaret mektebi mezunu mu? Yoksa yüksek tahsil mi yapmışlar? Yüzde sekseninin okuma-yazma bilmediği meydandadır!

Osmanlı İmparatorluğu'nda feminizm genel olarak II. Meşrutiyet sonrasındaki göreceli özgürlük ortamında ivme kazandı. Daha öncesinde ise dinsel ve geleneksel nedenlerden dolayı kısıtlı olan kadın yaşamı Tanzimat ile değişime uğramıştı. Tanzimat döneminde yetişen eğitimli kadınlar sonraki kuşaklarda Osmanlı'da hak arayışlarına girdi. II. Meşrutiyet döneminde ise örgütlü hareket edilmeye başlandı ve çeşitli kadın cemiyetleri kurulup kadın dergileri çıkarıldı. 19. Yüzyılda Avrupa feminizmi oy hakkını savunup bu konuda mücadele verirken Osmanlı kadını daha fazla özgürlük, iş olanağı, eğitim ve sosyal yaşam mücadelesi veriyordu. Özellikle Kadınlar Dünyası adlı dergi ile Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti feminizm bağlamında Osmanlı'da uç noktalardaydı. Ülkeye geç gelen milliyetçilik anlayışı doğrultusunda da bazı kadınlar eski Türklerde var olan kadın-erkek eşitliğini verdikleri mücadelede dile getiriyordu.

Tanzimat öncesi dönemi Osmanlı da kadının toplumdaki yeri erkek hegemonyası ve muhafazakâr toplum görüşü gibi "geleneksel ve dinsel" bağlam şeklinde özetlenecek nedenlerden dolayı kısıtlıydı.  Yerel ihtiyacı karşılayacak kapalı küçük aile ekonomileri mevcuttu. Kadınların toplumdaki yeri dinsel anlayışa uygun olarak devlet bürokrasisi tarafından hazırlanan kanunlarla belirlenmişti. Bu kanunlara göre bir kadın bir erkekle eşit değildi ve mahkemede şahitlik konusunda onun yarısı sayılmaktaydı. Bu aile hukukuna göre kadın daha az değerli olan canlıydı. Üretim konusunda kırsal kesimde yaşayan ve tarım ve hayvancılık ile uğraşan Osmanlı kadını şehirde yaşayanlara oranla daha aktifti. Şehirli Osmanlı kadını genel olarak üretim ve hizmet sektöründen tecrit edilmiş haldeydi. Bu kadın biçimlendirmesi kadının "edilgen" olarak görülmesiyle alakalıydı ve değişime uğraması Batı'daki yeniliklerin etkisiyleydi. 19. Yüzyıl bu bağlamda oldukça önemli oldu. Osmanlı'da kadın hareketleri bu dönemde başlamıştı. Fakat pratikte pek fazla bir değişim yaşanmadı. Kadınlar gündelik yaşamda ikincil sırada olmaya devam etti. Örneğin dört kez Şeyhülislamlık görevine gelmiş Musa Kazım Efendi (1858-1920) kadınları yaratılış gayelerinin çocuk doğurmak ve onları büyütmek olduğunu belirtiyor, bu gayeyi engelleyecek yükseköğrenimi uygun bulmuyor ve buna karşın da kendi aralarında olmak şartıyla konser ve konferans gibi eğlenceler düzenleyebileceğini belirtiyordu.

Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının toplumdaki yeri geleneksel ve dinsel birçok nedenden dolayı kısıtlıdır. Bu tutum Tanzimat Dönemi'ne kadar devam etmiş olup Tanzimat Döneminin getirdiği eşitlik anlayışı kadın ile erkek arasındaki eşitsizliklere de yansımıştır. Tanzimat döneminde kâğıt üzerinde eşitlik sağlansa bile uygulamada önceki tutum devam etmiştir. Osmanlı'da hukuk kurallarının İslami kaynaklarca belirlenmesi kadın hakları üzerinde de etkisini göstermiştir. Ayrıca Türklerin Orta Asya kökenli olmasından dolayı İslamiyet öncesi dönemlerdeki Türk kültürü, Osmanlı döneminde kadınların sahip oldukları hakların kısıtlı olmasına neden olmuştur. Teokratik ve monarşik rejimli Osmanlı İmparatorluğu'nda şeriat hükümlerinin etkili olması kadınları ev yaşamına itmiştir. Osmanlı'da miras konusunda da kadınların erkeklere oranla daha az miras payına sahip olduğu gözlenmiştir. Osmanlı Mahkemelerinde 2 kadın ancak bir erkeğe denk tutulmuş, dini eğitimde ise kız-erkek ayrımı yapılmayıp kız çocukları sıbyan mekteplerinde eğitim görmüşlerdir. Köydeki kadınlar ise erkekler gibi tarlalarda çalışarak evini yönetip, halı ve kilim dokumasına karşın asla erkekler ile eşit haklara sahip olmamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının toplumdaki yeri erkek hegemonyası ve muhafazakâr toplum görüşü gibi "geleneksel ve dinsel" bağlam şeklinde özetlenecek nedenlerden dolayı kısıtlıydı. Yerel ihtiyacı karşılayacak kapalı küçük aile ekonomileri mevcuttu. Kadınların toplumdaki yeri dinsel anlayışa uygun olarak devlet bürokrasisi tarafından hazırlanan kanunlarla belirlenmişti. Bu kanunlara göre bir kadın bir erkekle eşit değildi ve mahkemede şahitlik konusunda onun yarısı sayılmaktaydı. Bu aile hukukuna göre kadın daha az değerli olan canlıydı. Üretim konusunda kırsal kesimde yaşayan ve tarım ve hayvancılık ile uğraşan Osmanlı kadını şehirde yaşayanlara oranla daha aktifti. Şehirli Osmanlı kadını genel olarak üretim ve hizmet sektöründen tecrit edilmiş haldeydi. Bu kadın biçimlendirmesi kadının "edilgen" olarak görülmesiyle alakalıydı ve değişime uğraması Batı'daki yeniliklerin etkisiyleydi. 19. Yüzyıl bu bağlamda oldukça önemli oldu. Çünkü Osmanlı'da kadın hareketleri bu dönemde başlamıştı. 

 

Feminist örgütlenmenin önemli bir safhası olan cemiyetler Osmanlı'da da etkisini gösterdi. Bu cemiyetlerin bazıları hayır kurumu niteliğindeydi. Feminist özellik taşıyan cemiyetler ise kadınları eğitmeyi, bilinçlendirmeyi ve iş olanakları yaratıp sosyal hayatta daha fazla yer almasını sağlamak için uğraşıyordu. Bunlar genel olarak İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi, Kadınları Esirgeme Derneği, Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti, Teali-i Nisvan Cemiyeti, Osmanlı Kadınları Terakkiperver Cemiyeti, Osmanlı Cemiyet-i Nisaiyye ve Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ydi. Teali-i Nisvan Cemiyeti Halide Edib tarafından 1908-1909 yıllarında kurulmuştu. İngiltere'deki kadın hareketleriyle iletişim halindeydi. Osmanlı kadınlarını bilinçlendirmek dışında cemiyet üyelerinin eğitimlerini de önemsiyordu. Örneğin cemiyete üye olabilmek için iyi düzeyde Türkçe bilmek ve verilen İngilizce derslerinde sürekli katılım göstermek gerekiyordu. Bu koşullar aslında cemiyetin idealindeki kadın biçiminin bir göstergesiydi. Bu bağlamda da feminist örgütlenmenin önemi, kadın yazar ve sanatçıların varlıklarını göstermesiyle birlikte alevlendi.  

Bunlardan en önemlileri: Halide Edip Adıvar’dır. Adıvar, 1884 yılında İstanbul’da doğmuştur. Milli Edebiyatın önemli romancılarından biridir. İşgal yıllarında Milli Mücadele’nin içerisinde aktif rol oynamış, ülkenin işgaline karşı halkı harekete geçirmek için yaptığı konuşmalarıyla, özellikle de Sultanahmet Mitinglerinde yaptığı konuşmalarla, öne çıkmıştır. Bu konuşmalar sonucunda hakkında idam kararı çıkmış, Halide Edip bunun üzerine Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleye katılmıştır.Sanatçı, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nda cephede Mustafa Kemal’in yanında görev yapmış, Savaş yıllarında Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol alarak gazetecilik de yapmıştır. Savaşta yaptıklarından dolayı İstiklal Madalyası’na layık görülmüştür. Edebî hayatına II. Meşrutiyet’le başlayan Halide Edip, 1908’de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başlamıştır. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer vermiş, yazıları ile kadın hakları savunuculuğu yapmıştır. Romanlarında, o döneme kadar Türk roman ve hikâyesinde ikinci planda kalan kadınları idealize etmiştir. Onun eserlerindeki kadınlar, ana kahraman olmaları dışında aynı zamanda karakter olarak da güçlüdürler.

Sanatçı, Handan romanında kahramanlarının birbirlerine yazdıkları mektuplarla gelişen olayları anlatır. Eser mektuplarla oluşması bakımından önemlidir. Ateşten Gömlek romanında Milli Mücadele yıllarında yaşananları, İzmir’in işgali sırasında kocası ve çocuğu düşman tarafından öldürülen Ayşe’nin etrafında gelişen olaylarla anlatır. Vurun Kahpeye‘de Batı Anadolu’ya öğretmen olarak atanan Aliye’nin yaşadığı sıkıntılar işlenir. Sanatçı, en önemli romanlarından biri olan ve olgunluk dönemi eseri olarak kabul edilen Sinekli Bakkal’da, II. Abdülhamit dönemi toplumunu bir aşk hikâyesi etrafında tahlil eder. Bir başka toplumsal tahlili ise Tatarcık romanında yapar. Bu eserde Cumhuriyet dönemi gençliğinin durumu anlatılır.

Halide Edip’in eserleri üç dönemde toplanabilir. Bunlardan ilki Seviye Talip, Handan ve Kalp Ağrısı gibi daha çok bireysel konuları ve kadın psikolojisini incelediği eserlerdir. Bu dönem eserlerinde özellikle psikolojik tahliller ön plandadır. İkinci dönem Milli Mücadele yıllarını işlediği Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye gibi eserlerini yazdığı dönemdir. Bu dönem eserlerinde milli duygular ön plandadır. Üçüncü dönem ise Kurtuluş Savaşı sonrasında toplumsal ve sosyal konulara yöneldiği ve bu anlayışla Sinekli Bakkal, Tatarcık ve Sonsuz Panayır gibi romanları yazdığı dönemdir.

Türkiye’de kadın hareketinin ortaya çıkışı 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ertesine denk gelmiştir. Hareket, ‘80 öncesinde sol çevrelerde bulunmuş, entelektüel kadınlar tarafından başlatılmıştır. Hareketi başlatan kadınların ortak noktaları TÜMAS (Tüm Asistanlar Sendikası) geçmişidir. ‘80 sonrasında, sol hareketin katı hiyerarşik yapısını ve bu yapı içindeki kadınların konumunu eleştirmişler, bağımsız bir kadın hareketinin oluşması gerektiğini savunmuşlar ve feminist örgütlenme modelinin kurulması ve bu örgütlenmenin sol örgütlenmeden tamamen farklı, anti-hiyerarşik olması gerektiğini söyleyerek ortaya çıkmışlardır. 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde sol hareket tamamen dağıtılmış/dağılmış durumda iken ve hiçbir harekete göz açtırılmayan bir baskı dönemi yaşanırken feminizmin yeşermeye başlaması, üstelik sol hareketi eleştirerek ortaya çıkması, sol çevrelerin feminizme “Eylülist hareket” suçlaması getirmesine yol açmıştır.

Feminist hareket, Yazko’nun 1981’de Şirin Tekeli’ye kadın sorunu üzerine yazma teklifi getirmesiyle başlar. Şirin Tekeli bu teklifi değerlendirir, TÜMAS’tan tanıdığı ve kadın sorununa duyarlı olduklarını bildiği diğer arkadaşlarını da (Gülnur Savran, Stella Ovadia) bu işe katarak, kadın sorunu üzerine tartışan ve yazan bir grubun ortaya çıkmasını sağlar. Yazko’da kadın yazıları Mayıs 1981’de başlar.

Yazko deneyimi sırasında kadın sorunu ve feminizm üzerine bir şeyler yapabildiklerini gören kadınlar Nisan 1982’de bir Kadın Sorunları Sempozyumu düzenlerler. Sempozyum polis gözetimi altında da olsa gerçekleştirilir.

 “83 başlarında Somut’ta kadın sayfası çıkarmaya başlayan kadınlar, Mart 84’te artık bunun yetersiz olduğunu, feminizmi kendi oluşturacakları yapılar aracılığıyla tartışmanın zamanı geldiğini düşünerek Kadın Çevresi’ni kurarlar. Kadın Çevresi, harekete aynı yönde devam eder: Kadın sorunlarını deşifre etmek ve feminizmi tanımak/tanıtmak. Bu amaçla 1985’de Kadın Çevresi’ne bağlı bir Kitap Kulübü kurulur. Feminist kuram üzerine kitapların Türkçe’ye çevrildiği bu dönem, Batı’daki feminizmin daha iyi tanındığı ve feminist kuramların tamamen özümsendiği bir dönemdir. Türkiye’de de artık ne diyeceğini, ne isteyeceğini bilen bir “feminizm” vardır. Bu dönemde Kitap Kulübü’nde basılan kitapların tamamı çeviridir; tamamı entelektüel kadınlardan oluşan bir gruptan yazı yazan çıkmamıştır. Bunun yanında çevrilen kitaplar sorgulayıcı bir bakış açısıyla okunmamış, deyim yerindeyse kelimesi kelimesine ezberlenmiş ve Türkiyeli kadınların durumu ve kadın örgütlenmesi de bu esaslara oturtulmuştur. Türkiye’de feministler feminizmi öğrenmek adına yola çıkmış ve Batı feminizmine öykünmüşlerdir.

1985’le birlikte Türkiye’de feminizmin nasıl yapılacağı, ilkeleri, vurgu noktaları tamamen ortaya çıkmıştır. Çeviri ve kitaplarla feminist kuram üzerine bir çalışma yapılırken, 1986 yılında artık kadınlar olarak harekete geçme-kampanyalar- dönemi gelmiştir. Türkiye’nin de imzaladığı Uluslararası Ayrımcılığa Karşı Sözleşme’ye uyulmasını isteyen kadınlar bir imza kampanyası başlatmışlar ve sonuç 4000 imzalı Kadınlar Dilekçesi olmuştur. Bu kampanyanın bir ürünü olarak Haziran 1987’de Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği kurulur. 12 Eylül’ün izlerinin hala silinmediği bir dönemde kampanyaya bu kadar çok ilgi olması, feminist hareketin ulaşabileceği kitleselliği göstermesi bakımından ilginçtir.

Kadınlar Dilekçesi’nin de verdiği güvenle kadın hareketi art arda kampanyalarla 12 Eylül sonrasının ilk kitlesel eylemlerini gerçekleştirmeye başlar. Feminist politikadaki eksik nokta böylece giderilir: Anti-hiyerarşik yapılar, bilinç yükseltmenin yapılabileceği küçük gruplarda örgütlenme ve nihayet kampanyalar aracılığıyla kitlesel eylemler yapma.

1988-1989 dönemi Türkiye’de II. Dalga Feminist Hareket’in zirveye ulaştığı dönemdir. Başarılı geçen Dayağa Karşı Kampanya henüz hafızalarda çok taze iken Kasım-Aralık 1989’da İstismara Hayır – Mor İğne Kampanyası başlar. Kampanyalar aracılığıyla kadın hareketi kitleselliğe ulaşmış, feministlerin ortaya attığı her gündeme kadınlar tarafından sahip çıkılır olmuştur. Kadın hareketi çok önemli bir mevzi olmak üzeredir.

1990’dan sonra hiçbir kampanya düzenlenememiş, feminist hareket görünmez olmuştur. Bundan sonra feministler, bir konu üzerine fikirlerine başvurulan “demeç-verir” kadınlar oluvermişlerdir. Hareket, basında yer alan “Şunu tasvip etmiyoruz… Bu sevindirici bir gelişme…” cinsinden özlü sözlerle “sürmüştür”. 1993’den itibaren ise, bu demeçlerde de bir azalma yaşanmış, feministler tamamen kabuklarına çekilmişlerdir. Bu arada meydan da, sistem içi, laik-Kemalist kadın gruplarına kalmış, hızla örgütlenen bu gruplar kadına verdiği haklar için Cumhuriyet’e teşekkür yağdırmaya başlamışlardır.

Uzun bir sessizlik döneminin ardından, 1994 yılında Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nda düzenlenen “80’li Yıllar Kadın Hareketi Üzerine” başlıklı panelde, Gülnur Savran’ın konuşmasıyla, feministlerin de geçmişlerine özeleştirel bir gözle bakmaya başladıkları ortaya çıkmıştır. Gülnur Savran konuşmasında hiyerarşi saplantısının iş yapmama/yaptırmama haline gelmesinin zararlarından bahsetmiş, işbölümünün gerekliliğini savunmuş, küçük grup örgütlenmelerinin birbirleriyle ilişkilerini sağlamak üzere bir koordinasyon önermiş, asıl sorunun örgütlenme olduğunu beyan etmiştir. Geçen zaman diliminde birçok küçük kadın grubunun oluşmuş olduğu düşünüldüğünde, bu panelin yeniden bir şeyler yapmak üzere bir araya gelme çağrısı olduğu söylenebilir. Sonuçta 1995’den itibaren kadın hareketinde yeni bir sayfa açılmıştır.

Türkiye'ye Türk milliyetçilerince getirilip Atatürk'ün ölümüne kadar yine ağırlıklı olarak milliyetçilerce yürütülen feminist mücadele, 1940'lı yıllardan itibaren etkinliğini yitirdi ve yeniden gündeme gelmesi 12 Eylül Darbesi'nden sonra etkileri Türkiye'de daha geç hissedilen "ikinci dalga feminizm" ile oldu.

Türkiye'de feminist hareketin taşıyıcılığını da yapan feminist kadın yazarlar, hem toplumsal baskılara karşı kadın hareketinin öncülüğünü yapmış hem de edebiyatın birçok türünde bir birinden eşsiz eserler vermişlerdir. İşte Türk edebiyatında Osmanlı'dan günümüze damga vurmuş 13 feminist yazar ve eserleri vardır. Bunlardan bazıları:

Fatma Aliye Topuz (1862 – 1936) – Muhadarat, 1891 19. yüzyılda Milliyetçilik hareketlerinin yoğunlaştığı, imparatorlukların dağılmaya başladığı, düşünce sisteminde de köklü değişikliklerin olduğu, özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramların sorgulandığı görülmüştür. Tüm dünyada görülen bu değişimler, Osmanlı İmparatorluğunu da etkiledi ve bununla birlikte feminist yazar ve romanların ortaya çıkmasını sağladı. Dönemine göre kadın hakları konusunda duyarlı sayılsa da birçok çevrede feminist olarak kabul görmeyen Fatma Aliye’nin kendini diğer kadınlardan daha iyi yetiştirip, daha iyi ifade edebilmesinde ve dönemine göre bazı cesur söylemlerinde, elbette ki babası ünlü tarihçi ve hukukçu Cevdet Paşa’nın rolü yadsınamaz. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı yazılarda olsun, kurgusal ve düşünsel eserlerinde olsun kadın konusunu elden bırakmayan Fatma Aliye, muhafazakâr kimliğinden ödün vermeden, Türk kadın haklarının düşünsel temellerine katkıda bulunan önemli isimlerdendir. Muhadarat romanında evlilik, cariyelik, aşk, ihanet, yozlaşma gibi temalar çevresinde Müslüman-Türk kadınının feminal anlamda kendini fark edişlerini temsil eden Fazıla tipi ile toplum içindeki ayrımcılığı değiştirme, erkekle eşit şartlara sahip olarak varolabilme, ezilip sömürülmeye karşı uyanık olma ve ekonomik özgürlüğünü kazanma çabaları vurgulanır.

Nezihe Muhiddin (1889 – 1958) Güzellik Kraliçesi romanında, bireylerin toplumsal değişim karşısında dengelerini kaybetmelerini ve yaşadıkları psikolojik şiddeti anlatıyor, kadın karakterler aracılığıyla Muhiddin’in feminist düşünce yapısından belirgin izler çıkıyor karşımıza. Güzellik Kraliçesi Belgin’in düzenli yaşamının, ilk başlarda kendisinin dahi kabullenmek istemediği güzelliği ile nasıl sarsıldığı anlatılırken, kadın bedeninin tarihin her döneminde güzellik sıfatıyla derecelendirmesine ve bunun psikolojik sonuçlarına göz kırpıyor. “Pek tabii değil mi ya efendim? Yirmi yaşında, şahsiyetine sahip olmuş bir kız, kendisi de resen karar vermek salahiyetini kazanmış demektir.”

Türkiye'deki feminist hareketin öncüsü olan Şirin Tekeli 1997 yılında KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği), Anakültür Kooperatifi ve Winpeace -Türk ve Yunan Kadınları Barış Girişimi'nin oluşumunda kurucu olarak yer aldı.

Duygu Asena (1946 – 2006) – Kadının Adı Yok, 1987 Duygu Asena, feminist düşüncenin en büyük savunucusu olarak tanındı. Kadın hakları için birçok faaliyetin içinde bulunan Asena, bu konuyu köşe yazılarında ve kitaplarında sürekli gündeme getirdi. Kadının Adı Yok romanında, adsız kahraman, fiziksel manada bir erkeğin tacizine ya da sömürüsüne maruz kalmaz. Kadın-erkek eşitsizliğine karşıdır ve ezilen kadınların savunucusudur. Roman, bir kadının kendisini ikinci sınıf insan olarak görenlere karşı verdiği birey olma mücadelesini anlatır. Kitap 40. baskısındayken Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulunarak satışı yasaklandı. Bunun üzerine Duygu Asena’nın açtığı davada kitap aklandı.

Pınar Kür (1943 – ) – Asılacak Kadın, 1979 Pınar Kür, romanlarında toplumsal problemleri ve kadınların çeşitli dertlerini işler. Pınar Kür romanlarında kadınların başkaldıran yönlerini öne çıkarır. Kadınların haklarını elde edebilmeleri için siyasal mücadelelerin içerisinde olmaları gerektiğini de işaret eder.

 

 

2000‘li Yıllarda Kadın Sanatçılar

Canan Şenol’un 2000 tarihli Kybele başlıklı fotografik bir otoportresi vardır. Türkiye’ye hiç girmeden ABD’de Brooklyn Müzesi koleksiyonuna giren bu fotoğrafta Şenol, hamile vücudunun tüm heybetiyle oturur ve gerçekten bir bereket tanrıçası heykelini andırır. Şenol, kurulu cinsiyet düzeninin alışılagelmiş görselliğine meydan okur.

Heykel Sanatçısı Gürdal Duyar’ın açıklamasına göre,  İstanbul’un doğal güzelliğini kadın bedeniyle özdeşleştiren “Güzel İstanbul” heykeli, kaidesinde yer alan nar (kentin efsaneleri), incir (kutsallık), hanımeli (İstanbul’un havası), arı (nüfus yoğunluğu, hareket ve bereket) gibi motiflerin çağrışımlarından da yararlanarak, kenti bir incelik, bereket ve güzellik simgesi olarak yansıtmayı amaçlamıştır.

Sanatçı kuşaklarından söz açılmışken, öncelikle daha eski kuşaktan kadın sanatçıların 2000'li y1llardaki üretimi için­ de dikkatimi çeken yapıtlardan örneklerle başlaya1ım: Nur Koçak'ın "Cahide'nin Öyküsü" serisi, bu bağlamda akla gelen ilk işlerden. Popüler kültür dünyasının önce mitleştirdiği sonra kurbanlaştırdığı kadınlar silsilesine bir gönderme olan seri, bir kadının çöküşüne (Nur Koçak'1n deyimiyle çökertileşine) bir tür ağıt. Türkiye'nin yükselen dizi endüstrisi bağlamında öncesi/sonrasıyla sekiz adet Cahide Sonku portresinden oluşan bu resimler serisi, pop kültürü kendi diliyle yapı-bozuma uğratan bir niteliğe sahip.

Cumhuriyet’in 50. Yıl Kutlamaları çerçevesinde İstanbul’da açık alanlara yerleştirilen heykellerden biri olan “Güzel İstanbul ”un akıbeti, 1970’li yıllarda Türkiye’de siyasi otoritenin sanat üzerindeki denetimini gözler önüne sermekle kalmaz, Türk kültüründe bedenin ve özellikle kadın bedeninin- algılanma biçimlerine yönelik ipuçları verir. Dönemin önde gelen heykeltıraşlarından Gürdal Duyar’ın (1935-2004) gerçekleştirdiği bu heykel, Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet Partisi’nin oluşturduğu koalisyon hükümeti döneminde ciddi tartışmaların odağı olmuş, farklı siyasi görüşlerin çatışmasına zemin oluşturmuştur. Çıplak kadın bedeninin kamusal alanda temsili üzerinden demokrasinin tanımı, anlamı ve kapsamına uzanan ilginç bir tartışmayı başlatan “Güzel İstanbul”, Türkiye’de kültürel yapının tarihsel süreçteki değişim dinamiklerine dair fikir de vermiştir.

 

 

 

Sonuç Olarak:

Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının toplumdaki yeri geleneksel ve dinsel birçok nedenden dolayı kısıtlıdır. Bu tutum Tanzimat Dönemi'ne kadar devam etmiş olup Tanzimat Döneminin getirdiği eşitlik anlayışı kadın ile erkek arasındaki eşitsizliklere de yansımıştır. Tanzimat döneminde kâğıt üzerinde eşitlik sağlansa bile uygulamada önceki tutum devam etmiştir.Osmanlı'da hukuk kurallarının İslami kaynaklarca belirlenmesi kadın hakları üzerinde de etkisini göstermiştir. Ayrıca Türklerin Orta Asya kökenli olması,dolayısıyla İslamiyet öncesi dönemlerdeki Türk kültürü, Osmanlı döneminde kadınların sahip oldukları hakların kısıtlı olmasına neden olmuştur. Teokratik ve monarşik rejimli Osmanlı İmparatorluğu'nda şeriat hükümlerinin etkili olması kadınları ev yaşamına itmiştir.

Cumhuriyet Döneminde de feminist hareketin 1. Dalgasıyla başlayan süreçten günümüzeuzanan Türkiye’de Sanat ve Feminist yaklaşım,kadın sanatçıların “cinsiyet ayrımcılığını” vurgulayan görsel ve yazınsal eserleri,  feminist bakış açısının ivme kazanmasına yol açmıştır.   2. dalga feminist hareketlerin etkisi,   heykel/resim/edebiyat sanatçılarının verdiği çağdaş-modern eserlerde her ne kadar kendini gösterse de çok sanat eseri,  ataerkil yapının hışmına uğramıştır. Nitekim heykel sanatçısı Gürdal Duyar’ın, “Güzel İstanbul” heykelinin akıbeti bilinmektedir.  Kadın sanatında feminist bakış açısı her ne kadar ötekileştirilse de,sosyal/toplumsal ve modernleşme süreçleri gerçekleşmesiylekadınların sosyal hayat içinde bağımsızlıklarının, kazanımlarının eğilimi, ataerkil egemenliğe alternatif yaşam biçimleri ortaya çıkmasıyla birlikte feminist yaklaşım/bilinç gelişmiştir.

 

Kaynakça:

Ahu Antmen Sel Yayıncılık 2013

http://www.istanbulkadinmuzesi.org/nuriye-ulviye-mevlan-civelek

*Ulviye Mevlan "Kadınlar iş Bekliyor", Kadınlar Dünyası, No. 157,19 Şubat 1921, s. 2, günümüz Türkçesine aktaran Meral Akkent.

Hüseyin Aykol’un "Aykırı Kadınlar" kitabı (sayfa 27-30)

https://m.bianet.org/kurdi/kitap/139698-kadinlar-dunyasi-nda-bir-sarayli

https://tr.wikipedia.org/wiki/Nuriye_Ulviye_Mevlan_Civelek

Arat, N. (2010). Feminizmin ABC’si. İstanbul: Say Yayınları.

Ataman, M. (2009). Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti. Cilt 1. Sayı 1. Alternatif Politika Dergisi

Beauvior,  S. (2010). The Second Sex (C.  Borde, Trans.). VintageBooks.

Bensadon, N. (1994). Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları (Ş. Tekeli, 2. Basım, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.

Berktay, F. (2014). Feminist Teoride Açılımlar. Ecevit, Y. – Kalkıner, N. (Ed.). Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları. 4. Baskı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Daly, M. (1990). Gyn/Ecology: TheMetaethics Of RadicalFeminism. Boston: Beacon Press.

Ecevit, Y. (2011). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisine Başlangıç. Ecevit, Y. – Kalkıner, N. (Ed.). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. 1. Baskı. Eskişehir:  Anadolu Üniversitesi Yayınları.

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.