Ritim Sanatın Annesi mi?

Sanat

Ritim Sanatın Annesi mi?

Dr. Seda Artuç Bekteş

 

Bir trenin karşılıklı seferleri sırasında çıkan ray seslerini işitiyorum. Herkesin, ezansız bir kent olduğunu söylediği bir şehirde akşam ederken neden sonra herhangi bir camiden yükselen ezan sesi okşayıveriyor ruhumu. Eş zamanlı olarak bir çift tren daha geçiyor. Ve Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber… Tıkrık tıkrık tıkrık… Sesler birbirine karışıyor. Konudan bağımsız, mekânla dolaylı olarak bağlantılı, hava çok güzel. Denizli kentlerin kendine mahsus o yumuşak, nemli ama tatlı esintileri olan iklimini doyasıya soluyorum… Belli belirsiz bir nem, saçlarımın dalgasını belirginleştiriyor…

Tren sesi bana, uzun yollardan çetin şartlarda varılan şehirleri hikâye eden romanları hatırlatıyor. Dokunaklı ayrılıkları ve hisli kavuşmaları… Bir roman yazmak şüphesiz mühim bir iş. Çünkü kurgusu, karakterleri, zaman mekân ilişkileri var; aşkları var, ayrılışları, terk edenleri, başlangıçları, bitişleri var… En mühimi ahengi, tutarlılık unsurları, estetik kaygısı ve ritmi var… İşte asıl kelime: Ritim…

Ritim deyip geçmemek gerekir. Zira hayatın kendisi de bir ritim değil midir aslında? Kâinatın dengesi, her şeyin zıddı ile var oluşunun altındaki sır da ritim değil midir? Öyledir elbet. “Baki kalacak bir hoş seda için, âleme Davud gibi salınan avaze” dahi bilir ki akışı bozan tek bir ses bile yok olmaya, unutulup gitmeye mahkûmdur. Hulâsa edilecek olur ise bir roman da nihayetinde hayattan bir kesit olduğuna göre, ritim sözcüğü basit bir müzik terimi olmaktan ziyade derinlik sahibi bir kelimedir.

Buna göre sanatın disiplinlerarası bir kavram olduğu bilimsel gerçeğinden yola çıkılarak denilebilir ki esasında bir şiirin, bir resmin, bir melodinin, hatta bir bakır kazanın veya bir yüzme sitilinin dahi akışını ve tutarlılığını dengede tutan şey ritimdir. Yoksa nasıl yazacaktı Fuzuli Üstat, o şırıl şırıl çağlayan Su Kasidesi’ni. Yahut canlı bir tablo hissi veren Belleğin Azmi (Eriyen Saatler) nasıl çıkacaktı Salvador’un tuvalinden. Âşık Veysel gönül gözüyle nasıl vuracaktı sazın tellerine. Kazancı Bedih bakırı dövdükçe gazele varan o dokunaklı yolu nasıl bulacaktı. Ya nasıl aşacaktı Kuzey Kanalı’nı körpecik Aysu…

Tıkrık tıkrık tıkrık… Kaçıncı seferi bu bilemedim. Nereden nereye getirdi beni bu ritim. Kim bilir o arada kimleri nereden nereye götürdü… Hayatın akışını bozma gayreti, kimseyi herhangi bir yere vardırmaz. Belki de bu sebeple Kâinatın ritmine kulak vermek gerekir. Onu önce okuyup sonra dinleyerek ve asıl sanatkârın neler icra ettiğini biraz olsun idrak ederek…

Tıkrık tıkrık tıkrık…

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.