
Beyaz Orkideler Bir Veda
Sibel Ünal
“Kudret kandilinde bir ziya iken
Ta ol zaman âşık oldum nur’a ben
Gökler yerde iken, yer derya iken
Üç bin sene hizmet ettim Pir’e ben”
Âşık Sıdkı Baba
Pencere önündeyiz. Yan yana. Aramızda beyaz orkideler… Öğleden sonranın eğik ışınları yaprakları parlatıyor. Ayaklarımızın dibinde siyah bir köpek yatıyor. Arada bir başını kaldırıp bizi yokluyor, sonra tekrar patilerinin üstüne koyup sessizliğe çekiliyor.
Ne konuştuğumuzu mu merak ediyor?
Konuşmuyoruz ki.
Tuhaf.
Bu kez ben onu merak ediyorum… Neden bizi gözetliyor, neden hüzünlü gözlerini bizden ayırmıyor?
Üçümüz kısa bir âna sıkışıp kalmış gibiydik. Her sessizlik, her bakış, her hareket zamanın gergefinde dokunuyordu.
Orkidenin arkasından dönüp yüzüme bakıyor; tüm yaşanmışlıkları, simasına işlenmiş bütün kırılganlıkları ve kederiyle…
Fotograf 1
Gözkapaklarımı kapıyorum, fotoğraflamak için. Güneşe yönelen çiçekler gibi ışığa çekilen bu yüzü belleğime kazıyorum.
Zamanın uzun kuyruğuna eklenmiş bir gündü. Pencerenin önünde, dış âlemle iç âlem arasında asılı kalmıştık. O belirsiz sınırda…Uzun, helezonik bir zamanı kat etmiş, oraya oturmuştuk.
Beyaz saçlarla çevrili başını ışığa çevirdi. Durdu. Zaman da durdu. Öyle sıcak, öyle aydınlık, öyle yumuşaktı ki… Işık, ince çizgilerine doluyor, onları yeniden oyuyor, yeniden biçimliyordu. Güneşe adanmışçasına bir mutlulukla dolmuş, sonsuzlukta yol alıyordu — büyük bir teslimiyetle…Açık teninde, yumuşak yüz kıvrımlarında, neredeyse bir asrı geçip gelmiş her hücresi, o ısıyla, ışıkla yıkanıyordu.
Hiçbir şey uzak değildi. Her şey tam burada, bu andaydı.
Gözlerini kapadı. Dudaklarında mırıltılı bir dua belirdi. Çocukluğunun bütün kutsalları sökün etmiş olmalıydı: Ermişler, seyitler, pirler, rayberler… Dağların eteklerindeki o küçük köydeydi şimdi. İçinden Kızılırmak’ın geçtiği o düzlükte…Çeşmelerinden kana kana su içtiği, nehirlerinde yıkandığı, mübarek taşlarını niyaz ettiği o yerlerde…Büyüdüğü evin önüne gelmişti. Serin söğütlerin altına. Rüzgârda yanar döner parıldayan beyaz gövdeli, sipsivri kavakların gölgesinde oynuyordu…o küçük kız. Başını kaldırınca göz göze geldiler. Kendisiydi.
Gün yavaşça büküldü.
Loşluk yayıldı içeriye, renkler soldu.
Siyah köpek bizi izlemeyi bıraktı, ağır adımlarla kalkıp odadan çıktı.
Gölgeler uzadı.Nesneler hatlarını kaybetti.Karanlıktan az önceye doğru yol alınıyordu.
Yürünecek bir yol belirmişti önünde şimdi.Hakk’a yürüyecekti.Ama çocukları, gözünden sakındıklarıondan kopamıyordu.O yola girmemesi, kaçınılmaz sonla buluşmaması için kıvranıp durmuşlardı.Her başlayan yeni günü bir kazanç sayarak öteliyorlardı ölümü.
Bir gün… bir gün daha… Olabilirmiş gibi. Vedalaşmak zorlaşmıştı.
Oysa her şey olması gerektiği gibiydi ne bir fazla ne bir eksik…
Sonsuzluğa eriyordu, en nihayet.
Gün bitti.
Yaşamdan sonsuzluğa geçişin kapısı aralanmıştı.O sessiz, dingin diyarın bahçesine doğru ilerliyordu.
Bâtın ile zâhirin birleştiği o bitimsiz yere…Ta ki devri dönünceye, içine yeni bir ruh, yeni bir can üfleninceye dek…
Pencereden düşen solgun ışık, musalla taşındaki teyzemin ince tenine vurmuştu.
Ellerim titriyor; su dolu tası dökerken, incitmekten korkuyorum.Yüzü solgun, ama huzur dolu.
İçimden bir ses fısıldıyor:“Beyaz orkideleri suluyoruz şimdi…”
Devrin daim olsun, canım teyzem…
Toprak incitmesin o narin bedenini.
İncelikli ruhunu sarıp sarmalasın.
Yorum
Annem
Sibel'im öyle güzel anlatmışsın ki cok guzel bir veda olmuş
kalemine sağlık yüreğine saglik❤️
Yeni yorum ekle