Rüya Yaratımlar:
Ahmet Özbek
Sanat tarihi bize öylesine zarif yapıtlar sunar ki, biz bunlardan süzülen inceliği kalplerimize ve çoğu kez tüm insanlığa yöneltiriz. Edebiyattan plastik sanatlara kadar, her şey 'şiirseldir' çoğu kez bizim için. Şiirin de tüm sanatları kapsayan böyle bir özelliği var. Sanki şiirsel yapı, bir yaratım meyvesinin yalın bir çekirdeği.
Andrey Tarkovski, Marcel Carne'den devraldığı "şiirsel sinema" motifini yeni bir yüzyıla aktarırken, modern sanatın işlevselliğine olan -kendi- katkısını bir anlamda reddediyordu. O, kendisinin özgün anlatım dilini "modern" diye tanımlayanlara hep karşı oldu. "Nostalghia"da onun yaralı figürleri, akışkan devinimler yaratan buluşları...daha da ötesi, bir kavramsal tablo gibi mekânı işgal eden donuk figürleri bize pek çok 'dilsel masal' anlatır.
Murathan Mungan'ın "Sahtiyan"ının dünyanın en iyi epik şiirlerinden biri olmadığını kim söyleyebilir ki..
“zaplar taşar dersim koyaklarından
selleri kadife uçları mermi
ve günahına emanet edilmiş çocukların
adağıdır mermi çekirdekleri”
….diyen şair, bir aşiret hayatına, duyarlığına bir av derisinden yola çıkarak tanıklık ediyordur belki de...
Ya Selim İleri'nin biçimci romanı "Yaşarken ve Ölürken"e ne demeli? Bir 'anti-ideoloji/anti-sanat' dünyasına akılcı bir eleştiri ancak bu şekilde olabilirdi: "Estetik gereklidir ama yaşadığımız yaşamı yok saymadığı müddetçe" (romandan). İleri, bu romanında da yine toplumdaki sevgisizliğin bireye yansımasının kaynaklarını araştırıyor. Bu sevgisizliğin, karşılıklı şiddete dönüşen toplumsal hayatların, birbirini yalanlayan birkaç anlatıcı tarafından anlatılması romanın biçimsel özeti. Aynı biçem, ormanda tecavüze uğrayıp da eşi öldürülen bir kadının trajedisini birkaç anlatıcı tarafından yansıtan Akira Kurosawa büyüsü "Rashomon"da da büyük bir ustalıkla kullanılır. Aynı dili kullanan yazarlar, sinemacılar az değil. Ancak belki de Selim İleri, bu filmden almış olabilir bu farklı biçimselliğin kaynağını.
"Rüya yaratımların" edebi yönüyle meşgulüz şu an. Zaten dili sanatın içine koyamazsanız anlatımınızda bir eksiklik söz konusu oluyor.
Mustafa Ayaz'ın gecekondu-sosyete çelişkisini dile getiren ve durmadan çoğalan resimleri de bir sosyal olaya dokunurken, estetiğin en üst boyutlarını sergiler.
Andre Maurois ise, "İklimler"de yaralı bir aşk hikayesini iki ayrı anlatıcının dilinden sergiler. Philippe'in, ilk aşkı Odile'den aldığı yarayı, sonraki aşkı Isabelle dindirebilecek midir? Oysa Isabelle, özverinin kaynağıdır: sevdiği insan son anlarını yaşarken: "bütün haklarımdan vazgeçmiştim, o yaşasın diyordum, yeter ki o yaşasın" cümlesini kurar; finaldeki söylem de alabildiğine görkemlidir:
"Çok yazık olmuştu sevgilim benim; eğer zaman yetseydi seni mutlu etmeyi başaracaktım; ama ne yazık ki kaderlerimiz de, iradelerimiz de hemen daima tersine işler hep..."
Çağdaş tiyatronun anlatım dili, aslında diğer yüzyıldan/yüzyıllardan bize kalan öncü yapıtların varlığıyla ayakta duruyor. Çehov'un buna kattığı şey "edebi dil ustalığı". Tamamlayıcı öge de görsellik. Eugene O'Neill, Henrik Ibsen, sanki bu yüzyılda yaşıyorlarmış gibi 'gelecekçi' yapıtlar sundular bize. Ve ilginçtir ki o çağın 'kanamalı anlatımı' hem bugünün felsefesini kovalıyor hem de insanlığın acı yaralarını bir üst dille topluma sunuyor. Belki müziğin çoksesli klasiklerinin ölümsüzlüğünün altında yatan şeyin aşılamazlık ve 'her döneme tanıklık etmesini anlamak' gibi bir durum söz konusu burada. Yani üst düzey yapıt yaratırken anıtsal olanı taklit etmezsiniz, çağı tanımlayan yeni şeyler yaratmayı denersiniz. Tıpkı günün romancısının Balzac'ı, Dostoyevski'yi aşma kaygısından çok, modern romana eğilmesinin gerekliliğini görmektir sorun; o modern romanın temelini atanların da aynı kişiler olduğunu bilerek.
Edebiyatta, resimde, şiirde, sinemada bağları birbirine dayalı sayısız yapıt var. Ancak sınırlı sayfalarda bu yapıtların 'sözel dilini', görsel yüzünü tümüyle sergilemek mümkün değil.
Özetle sanatsal yapıtların edebi üst dili, edebiyat uyarlamaları ve görsel yapıtlar dışında da varlığını koruyan bir şey.
Anlatılmak istenen şey ise, yaratım biçimlerinin birbirlerinden esin aldıkları gerçeği. Bu bağ koruyor, sanatlar arasındaki geçirgen yapıyı.
Böyle büyüyor yeşeren yeni sanat dili; her dalında ayrı meyveler veren bir ağaç gibi.
Yeni yorum ekle