George Perec’in Kayıp E’leri Okuyucuya Saygılar Sunar

Edebiyat

George Perec’in Kayıp E’leri Okuyucuya Saygılar Sunar

İnci Gürbüzatik

 

Georges Perec’in izinde dolanan 29 öykücü, şair, katılımcı yazar, öncü bir girişim ile bir araya gelip özellikle meraklı edebiyatseverlerin ilgisin çekecek, yaratım açısından deneysel, kolektif bir kitap hazırladı. Yazılı ya da sözlü sanatlarda, sınırlamaların aslında yaratıcılığı arttırdığına inanan Fransız yazar Perec gibi önlerine bir engel koyup Türkçemizde yer alan 29 harften birini eksiltip deneysel bir yazım yolculuğuna çıktılar. Onları bu deneye kışkırtan hem yazındaki aykırılıkları hem dilde yaptığı oynamalarla okurunu şaşırtan George Perec oldu. Dolunay Aker, Aydın Zeyfelioğlu, Ferit Sürmeli’nin önderliğinde bir araya gelen aralarında benim de olduğum yirmi dokuz edebiyatçı için eksik bir harfle yazmak, haz veren bir edebiyat serüvenine dönüştü. Eğlenceli, sabır, dikkat gerektiren bu yazım sürecinin sonunda, edebi ürünler Poesis yayınevi tarafından ‘29’ adıyla kitaplaştırıldı.

1936-1982 yılları arasında yaşayan, yazdığı ilk romanla yalnızca 20.YY Fransız edebiyatına değil Çağdaş Dünya edebiyatına da damgasını vuran ilginç, önemli öncü bir yazar George Perec.  29’un çıkış noktası, o’nun önce bilmeceye dönüştürüp sonra da çözmek için sözcüklü biçim oyunlarıyla, deneysel arayışlara yönelttiği edebi dili, biçemi oldu.

Perec bulmaca çözmeyi, lipogram tekniği ile yazmayı, yazarken dilde sözcük oyunları yapmayı, sayılarla harfleri ilişkilendirmeyi, semboller kullanmayı çok seviyor. Her yazdığı kitap, edebiyata farklı bir soluk, merak unsunu taşıyan ilginçlikler getirdiği için edebiyat dünyasında şaşkınlığın ötesinde bir mucizeyi de gerçekleştirmiş sayılıyor. George Perec’i ünlü kılan ‘La Disparition’ adlı romanı. Okurlarının Fransızcanın en çok kullanılan harfi olan ‘e’ yi satır aralarında görüp okuyamayacağı, içinde ‘e’ olan hiçbir sözcüğe rastlayamayacağı mizah yüklü bir roman bu. 26 harften oluşan kitabın her bölümü Fransız alfabesinin bir harfini simgeliyor. ‘Kayboluş’ adıyla, başarıyla Türkçeye çeviren Cemal Yardımcı’nın da çevirisinde hiç e harfi kullanmadığını belirtmeliyim. Kitabın başka dillere tercümesinin büyük zorluk taşıdığı bir gerçek. Perec’in dilde çok sık kullanılan harfi seçmesi ayrı bir anlam taşıyor sanırım. ‘E’ harfsiz sözcüklerle bir roman yazmak mazoşistçe, kendi kendine işkence yapar gibi bir yazım deneyimi olmalı. Eksik harfli hecelerle, sözcük kökleriyle oynamak, kılı kırk yaran, binlerce yapboz harf parçacıklarıyla edebi anlamlar oluşturmak hiç de kolay olmasa gerek.

Kayboluş’ da okuyucunun merakını uyandıran değişik bir yazım şekli, kurgu, iç içe geçmiş pek çok hikâye var.  Farklı yazarlarla onların eserlerine yaptığı göndermeler, okuru şaşırtıp yan okumalara sürüklüyor. Yoğun bir edebiyat bilgi derinliği, şöleni de diyebiliriz Perec okumalarına. Edebiyatın izini sürmek isteyen okurlar yalnızca ‘Kayboluş’ la değil, diğer bütün kitaplarıyla da macera yolları açıyor.  Metnin içine sır saklamayı, gizemi, anlatıda belirsizliği, sezdirmeyi, okurla oyunlar oynamayı seviyor. Sıradan görünendeki sıra dışılığı fark edip bunu sözcüklerle, harflerle, sayılarla yansıtan Perec, yaşamın nasıl farklı okunabileceğini de okuruna gösteriyor.  Söylenmeyecek olanı söyleme biçimleri arayan bunu da başaran bir yazar o. Elbette ‘Kayboluş’ u, Perec’in yaşam öyküsünden bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Eserlerini okumadan önce hayatını okumak, yazdıklarını daha iyi anlamak için gereklidir sanırım. ‘Anton Ssliharf’, adında bir adamın birden ortadan kayboluşunu anlatan Kayboluş’ da çok sır var. Anton’un arkadaşlarından bazılarının kullanılmayacak o ‘e’ harfini tam ağzına alacağı sırada ortadan kayboluşu romanı, sır içinde sırlar romanına dönüştürüyor. Hayatın acı yanını ironiyle, saçma olan yanını da mantıkla açıklayan Perec’in dehasını, romanın içeriğinde de görüyor okur. George Perec’in romanını yazarken kullanmadığı o ‘e’ harfinin Fransız işbirlikçiler tarafından Nazilere verilip toplama kampında ölen annesini simgelediği söyleniyor.  Kitapta nasıl olduysa gözden kaçmış bir adet ‘e’ harfinin olduğuna dair bir de söylenti var. ‘E’ harfi avcıları için o yüzden okunası avlak bir kitap Kayboluş. O, tek, biricik ‘e’ kitapta var, siz de okurken görürseniz eğer hemen sobe diyebilirsiniz. Ne gönenç.

Yazmak kısıtlanabilir mi? Yazar önüne engel koyar mı? Koyduğu bu engelden ötürü başka birçok harf, hatta sözcük kullanmaya kendini zorlar mı? George Perec bunu yapmış. ‘E’ harfi engelini bile isteye koymuş önüne. Başka metinlerinde başka başka engeller de yaratıp edebiyatla oyunlar oynamış, sınamış yazma yeteneğini. Yazarlar, yazarken dillerindeki binlerce sözcüğün içinden sözcük arar onları özenle seçip cümleler kurarlar. Meramlarını hangi sözcüklerle daha vurgulu, zengin, şiirsel ya da edebi anlatacaklarının hesabını yaparlar. Cümleleri kurmak için gerekli olan sözcükler hecelerden, harflerden oluşur. Harflerin işlevi yadsınamaz. Perec’in, protest, aykırı, deneysel, öncü duruşunu anlamak için eserlerine bakmak yeter de artar bile.  O, bir tek harfin ne denli önemli, işlevsel, gerekli olduğunu, ama o tek harf olmadan da bir edebiyatçının dilin olanaklarını kullanarak söylenmeyecek olanı söyleyebileceğini görürsünüz. Eksik bir harfle yazı yazmanın ne denli zor olduğunu, hiç de göründüğü gibi hafife alınacak bir çaba olmadığını isterseniz kısa bir metin yazıp bir deneyin. Kolektif bir çalışma olan 29’ daki metinlerden birinde bunu deneyimledim ben.  Yazdığım kısa öyküde bir harfi sakladım, hiç kullanmadım ama inanın çok zorlandım. Yazarların okurla harf saklambacı oyunuydu bu. Harfler kayıp mı, yoksa kendiliğinden mi firarda, anlamak zor. Metinlerde eksik harfin hangisi olduğunu okurların bulabilmesi kolay değil. Perec açıklayana kadar hiçbir okurun, eleştirmenin, Kayboluş’ un ‘e’ harfsiz yazıldığını fark etmediğini de hatırlarsak, okuyucunun dikkati eksikliğini de vurgulamış oluruz. Perec açıkladıktan sonra büyük bir şaşkınlık yaşanıp elbette kitaba ilgi de ziyadesiyle artmış.

Bir yazarın yazdıklarıyla dünya edebiyatında var olabilmesi, kendinden sonraki kuşakları, yazarları, okurları etkileyebilmesi çok önemli. Perec, okurlarını yaşarken de ölümünden sonra da etkileyen bir yazar. Bunun kanıtlarından biri de 29 katılımcı yazarlarımızın George Perec’in karakteristik yazım oyunlarını akıllarından çıkartmadan yazmalarıdır. Metinler arası göndermeler yapıp yazdıklarıyla Perec’e muzipçe göz kırpıyor ‘29’ kitabının yazarları.

29’un metinleri de sırlar içeriyor, hem Perec’e, hem romanlarına, - en çok da Kayboluş’a -göndermeler, sezdirmeler, söz oyunları, sayı sıralamaları, dil tadıyla. Nasıl olmasın George Perec gibi bir dil ustasına ölümünden sonra merhaba diyen, ona değer verdiğini bu çalışmayla kanıtlayan bir grup heyecanlı yazar var. 29 yazar, ‘George Perec’e selam olsun” diye yazdılar.  İşte onlardan bazıları.

Baştan söyleyeyim, Erkan Karakiraz’ın ‘Xenon’ öyküsünün yazım tekniğinden çok etkilendim. Minik, küçük ama vurucu,  özellikle aranıp bulunmuş, içeriğe ‘cük’ oturan nadide sözcüklerle örülmüş bir ağ metin Xenon. Sözcüklerin ustalıkla ard arda dizildiği kısa cümlelerde, ironik oyunlar dikkat çekiyor. Kovalamaca oynayan, soluk soluğa koşan cümlelerde metnin dili, müthiş bir hız kazanıyor. O hız çok hikâye anlatıyor. Yazar, metindeki hızı, sözcüklerle kurgularken sanki dizginleri elinden bile isteye kaçırıp bir de tempo yakalayıp okura salmış. Yazarın anlatmak istediği metnin özü, biçemi, dokusu, sözcük seçimiyle sarmaş dolaş, alıp başını gitmiş. Öykü’yü metnin hızında öyle hızlı okudum ki, biraz yüksek sesle okursam sanki rep söyleyecek gibi hissettim kendimi. Öykü repe dönüşebilir mi ya da rep öyküye, işte anlam yüklü seçkin sözcüklerin metne yansıyan kurgusal gücü, tempo ve hız. Zaten hız çağında, protest değil miyiz?

Metnin şifresi olur mu? Yazar eğer şifreli yazarsa olur. Tıpkı ‘Birazdan Yazacağım Aşk Şiirinin Fragmanı’ ında olduğu gibi. Yazar Umut Yalım, okurunu sınıyor. Ona soruları var, sanki verilecek yanıtları da önceden seziyor gibi. Önlerinde nokta olan tam on bir rakam, bir sayfanın içinde birbirlerinden uzak duruyorlar. Tutsak da olabilirler ya da engellenmiş.   Neden on bir, neden nokta olması gereken yerde değil de önlerinde duruyor öyle? Yazacağı aşk şiirinin şıklarına verilecek yanıtların merakında, okur’u şaşırtan düşündüren incelikle tasarlanıp kurgulanmış kısa öz bir metin, ‘Hangi diyarda doğarsak doğalım, mühim olan aşkımızın İstanbullu oluşuydu’ diyen bir Umut Yalım var karşınızda.

Gerçeklikleri yok sayamayız. Savaş, sömürü, sınıf kavgaları, işsizlik, faşizm, emperyalizm, kadın cinayetleri, göçler, ötekileştirme ya da açlık yokmuş gibi yazabilir miyiz?  Gültekin Emre, bir yaraya dokunurken onu sağaltmak istediği kesin. Kangren olmuş toplumsal bir yara var her gün yeniden yeniden deşilen. Bu nasıl bir yara böyle toplumun, insanlığın yüz karası.  Yaraya tuz basıp acıtmak hatta.  ‘Ada. Kurtar beni, beni benden, beni herkesten, beni hayattan beni Ayı’dan, Ayı’dan, Ayı’dan.Gültekin Emre’nin,Hayat Dur Gitme!’ derken, bir kadının Ayı sözcüğüyle ne demek istediği bütün çıplaklığıyla anlaşılıyor işte.

Bir yazar kendi toplumunun aynasına baktığında kendisini Zeus gibi görürse ne olur? Anlatamadığı olup biteni parçalara ayırır, insanlığın geldiği noktayı geçersiz kılmak için eğretileme yapıp ironiye sığınır. Yazarın kaleminde artık imler gerekeni yapacaktır. Yazarlar yüzyıllar boyu baskılar karşısında da susmayıp akıllarından geçeni söylediler. Başka başka biçimlerde söylediler zekice bir anlatımdır bu yol. İşte Erkan Tuncay’ın ironi yüklü öyküsü,

Zeus, bir gün sakal bırakmış bir adam olarak beliriveriyor bir lokantanın önünde. Zeus değil de kim? Merakla kurgulanan öykü dramatik yapısıyla finale koşuyor. Zeus ters kelepçisi, Zeus Market, Zeus Un mamulleri, Zeus pidesi, ironi ile espri, zekice edebi bir metne nasıl dönüşür, final nasıl son cümlede kurulur, ‘Zeus’a emanet olun!’ der okuyup görüyorsunuz. Nasıl da çağrışımlar yansıyor Zeus’un ışık saçan libris’inden.

Rica, kayıtsızlık, duyarsızlık, eylemsizlik, elbette direniş var ‘Zeus İsterse’ de.

‘Gördüğünü söylüyor’, Dolunay Aker’ büyük harf kullanmadan, nokta, virgülsüz eksilttiği bir harfle yazıyor. Devrik, yarım, bölünmüş cümleler, sözcüklerle oyun oynayan, ‘hadi, söyleyecek sözü olanın sınırını kim koyacak’ diye sorarken, cümlesinin sonuna bile isteye soru işareti koymuyor.

‘Bitimsiz Emeklilik’ Emre Şahinler’in yazdığı deneysel bir metin. Adından da anlaşılacağı üzere yaşlılık, emeklilik, yalnızlıkla ilgili çözümlenecek bir metin. “Her iç çekişte ve dolduruşta kadehlerin ağrısı masadakilerin ablak suratında sisleşen duvardı. Hararet’in ve hıncın konuğu bakır tepsi, eşrafın azizliğine uğrayan bardakların inceliğiyle oyalanıyordu…

Düşündürücü bir final. Emre Şahiner sizce hangi harfi kullanmadan yazmış olabilir bu deneysel kısa öyküyü?  Bir bilmece, Puzzle sanki, sözcüklerden bir puzzle. Kayıp hem de izsiz. Bul bakalım bulabilirsen koy koyabilirsen o kayıp harfi yerine.

Murat Demirkol’un Melinda’sını üç kez okudum. Neden, çünkü gizemli, kodları var, iz bırakan nokta atışlar var. Ne anlattığını anlamaya çalıştım. Öyküde belirsizliği seviyorum. Okurun hazırcılığına karşıyım çünkü o da okurken yazar gibi çaba harcamalı. Bir resim var mavi, daha çok beyaz, tual, palet, siyah, sese mahkûm renkler, Kavafis var, bir de kalp. Perec’in metinlerinde izi sürülen gizem merak işte öykünün kurgusuna oturmuş. Kalp şimdilik durmuş ama bir şok basıncıyla her an hayata dönebilir ölü. Kritik bir anın öyküsü işte. Öyküyle, öyküleme zamanına güzel bir örnek. Bir tablo var. Bir köpeğin sol gözünden, keskin dişlerinden söz edilen bu tablo kimin? O uzun patika, ben o resmi Munch’un çığlığı sandım. Nasıl da yanıldım.  Goya’ yı iyi tanımak gerekmiş birkaç satır sonra anladım.

Beni en çok etkileyen öykülerden biri de Özgür Soylu’ nun yazdığı ‘Sosyete Pazarı’ oldu. ‘Önemli olan ne anlatıldığı değil nasıl anlatıldığıdır’ denir ya. Nasıl da basit bir konu, sıradan, bildik ama işte anlatan onu nasıl anlatmış o önemli.  Semt pazarında bir gün ama bugün başka bir gün. “Muro ne iş?”

“Tık yok abi ya!”

“Karambol bari yapalım”

Pazarcı esnafının ruh hali, sorunları, çözümleri, dayanışma ruhu işte apaçık görülüyor.  Pazar kesat mı kesat, esnaf neşesiz ama o da ne? İşte ‘o’ an, onun görüldüğü an, pazarın da pazarcıların da öykünün de piminin çekildiği an. Dönüm noktasından sonrasında olaylar adım adım kenetleniyor okuruna. Yazarın hüneri, gözlem gücü, kalemi, pazar gerçeğini öykü olup seriyor gözler önüne.

29’daki bütün öyküler, şiirler, gizemli içerikler, şekilsel yapılar, dil, sözcük, noktalama işaret oyunları ile Perec’e saygı duruşunda. Okurken, metinlerde hangi harf eksik bulmaya çalıştım ama bulamadım. Sözcüklerin arasında olmayan o harfi bulabilmek hem zaman hem sabır en önemlisi de merak gerekiyor. Düşünsenize George Perec açıklayana dek romanı okuyup içinde ‘e’ harfi olmadığını ne okurlar ne eleştirmenler fark etmiş. Nitelikli okurun nitelikleri arasına bir de görsel dikkat gücü uyarısı koymak gerekir diye düşünüyorum.

Perec’in izinde eğlenceli bir yolculuğa çıkarak yazdıklarımızı okumak artık okurun ilgi derinliğine kalıyor. ‘29’ okurlarına iyi yolculuklar diyor, George Perec’e ‘29’la bir kez de biz selam olsun diyoruz.

10 Kasım 2024

Yorum

Senay Öztrak (doğrulanmamış) Cu, 15 Kasım 2024 - 19:35

Sevgili İnci Gürbüzatik ne kadar ilginç bir kitabı ve konuyu kaleme almış." Eksik harfle kitap yazmak" fikri bana çılgınca geldi ,değerlendirmelerini ilgi ve takdirle okudum ama öykülerdeki eksik harfi aramayacağım...Teşekkürler İnci hanıma...

Sibel (doğrulanmamış) Pt, 18 Kasım 2024 - 00:25

Eksik harfle bir kitabın kaleme alınması, kaleme alınan kurgunun içeriğini akıcı bir dille anlatırken, bana yazarın zekasını oldukça zorlayıcı yaratıcı çözümler bulan, sözcüklere çok hakim, onlarla oynayabilen bir ustalıkta olması gerektirdiğini düşündürdü, çok ilginç ve eğlenceli geldi. Bu konuda ufkumu açan yazısı için Sn İnci Gürbüzatiğe çok teşekkürler.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.