Gökyüzünü Kucaklayan Balonlar

Öykü

Gökyüzünü Kucaklayan Balonlar


İnci Yılmaz Şimşek
...
- İyi misin? Bir şeyin var mı, diye sordu genç satıcı. 
- Şey! Dedi minik çocuk çipil çipil kocaman gözlerini, ıslak ıslak kirpiklerini kırpıştırarak. Şey... Benim şeyim yok. 
- Neyin yok, diye sordu genç satıcı. 
- Apakkapım yok, dedi utanarak minik çocuk, gözleri ayaklarında..

. Tüm kalabalık bir anda minik çocuğun minik ayaklarına odaklandı. Çocuk etrafındaki gözlerden rahatsız oldu. Eli ile ayakkabısının yırtıklarını kapatmaya çalıştı. Minik elleri acemice ayakkabılarının üzerinde gezdi. Ayakkabıları yırtılmış; her iki ayakkabısının önü de ördek ağzı gibi açılmıştı. Minik elleri boğum boğum minik parmakları ile ayakkabısının önündeki yırtığı kapatmaya çalıştı. Minik elleri acıyarak bakan gözler ile ayakkabısının arasında perde görevi görsün istemişti belki de. İstemişti ki örtünce yok olsun bu utancı.  Tüm gözler ayakkabısına kenetlenmiş bakıyordu; neden ayakkabısına bakıyorlardı bilemedi. Okul pantolonunun dizi de sıyrılmıştı düşünce ve kanamıştı minik dizi. Üstelik dizine üfleyince acısını unutturan annesi de çok uzaktaydı.  
Bir kadın daha elinde telefonla küçük çocuğa yaklaştı. Günlük sosyal medya etkileşimlerinden nemalanıp yoluna devam edecekti belki de. Kadın kalabalığa karıştı. Etrafına bakındı. Herkesin elinde telefonlar yerdeki çocuğun fotoğrafını, videosunu çekiyordu. Kimi canlı yayın açmış kimi video paylaşıyordu kimi ise fotoğraf üstüne fotograf.  

Kadın;
 -Ambulansı aradınız mı, diye sordu. Birkaç saniye etrafına bakındı. Cevap alamadı. İnsanlar telefonlarına gömülmüş, çocuğun gözleri yaşlı utangaç tavırlarla ayakkabısını kapatıyor, kalabalık videolar çekiyor, canlı yayınlar açmış sosyal medyadan naklen yayın yapılıyor. Bu hengamede kadını kimse duymadı ya da duymak istemedi. 
-Ambulansı diyorum, aradınız mı, heey, diye yineledi bir doz artırarak ses tonunu. 
Yine cevap alamadı kadın kimseden. Bir an kendisini geziye gittiği yabancı bir şehirdeki bir cenazenin anonsu gibi hissetti. Ses duyuluyordu ama kimse kulak kabartmıyordu. Kadına kimse dönüp bakmıyordu, kimse dönüp kadına cevap vermiyordu.   Sanki o kadın orada yokmuş gibi kimse cevaplamadı onu. Hiçbir şey olmamış gibi devam ettiler yaptıkları mühim işlere. Kadın aldığı derin nefesi dişlerinin arasından hiddetle gökyüzüne saldı. 
- İyi günler bir kazayı bildirmek istiyorum. Motorlu bir genç küçük bir çocuğa çarptı. Evet, evet kazayı gördüm. Karşı dükkândaydım. Adres mi? Şey yabancı sayılırım öyle mahalle ismi falan bilmiyorum. Ay özür dilerim, vaktinizi almak istememiştim.   Adresi bildiriyorum. Çarşıda, bir ayakkabıcı var. Şey... peynirci var yanında.   Ne mi yazıyor tabelada?  Ha... Aksüt peynircilik. Evet, evet! Köşede, yol ağzında. Ayakkabıcı var bir de yanında. Tabelada ‘Kösele’ yazıyor. Ha... Bir de benim yemek yediğim lokanta var karşıda. ‘Nefis Yemekler’. Evet, evet! Çarşıda. Tamam. Hayırlı vazifeler. 
Kadının telefondaki konuşması bitince çocuğa yanaştı. 
- İyi misiniz küçük bey, diye sordu çocuğa gülümseyerek. 
Çocuk boynunu büktü tekrar. Utancından dönüp kadına bakamadı. Zaten bir türlü başını ayakkabılarından kaldıramıyordu. Kadın; 
 - Kıpırdatmayın, aman! Ambulansı aradım. Birazdan gelir. Dedi. 
Kimse umursamadı yine kadını. Kadını hiçe sayma geleneksel bir spor sayılırdı buralarda. Olimpiyata koşar gibi yok saydılar kadını. Tüm yok sayılan kadınların üzerine bir çentik daha eklemenin gururu ile... 
Çocuğun başında duran genç satıcı başını çevirip etrafa baktı, sonra çocuğun acemice ayakkabılarını gizleme çabasına sonra yine kalabalığa. Bir hışımla dükkâna döndü. Elinde bir kutu ile çıkageldi. Genç satıcı çocuğun ayakkabılarını çıkardı. Kutudan çıkardığı kırmızı gıcır gıcır parlayan spor ayakkabıları minik çocuğun minik ayaklarına geçirmek için çocuğun yırtık ayakkabılarını çıkardı. Videolar, yayınlar devam ediyordu. Biraz daha etkileşim alıp hayatlarına devam edecek kalabalık mutluydu. 
Kameralar ayakkabıya odaklandı.  Minik çocuğun minik işaret parmakları çoraptan fırlamıştı. Minicik bir çorap vardı ayağında mini minnacık çocuğun. Kendi küçük ayağından daha küçük çoraplar nasıl olabilirdi? Hayret etti kadın bu duruma. Yırtık çoraplara kaydı bu sefer de kameraların odakları. Eksik bulmadan rahat edemeyen kalabalığın gözleri yırtık çoraba acıyarak, kendi haline şükrederek gururla baktı. Başkalarının eksiklerini görüp kendinde olanlar için gururlanma da geleneksel bir spordu buralarda.  
Genç satıcı ayakkabıları çocuğun ayağına geçirdi. Çocuk ayakkabılarına mutlulukla baktı. Gözlerinde kocaman bir çığlık vardı, gülümsemeyle yetindi. Minik elleri ile okşadı ayakkabısını. Gözlerinin içi parladı, gözü ile sevdi ayakkabısını, gözleri ile güldü, sevindi. Kahkaha attı gözleri ile. Güldükçe daha çok güldü gözleri, gülümsemesi gökyüzüne yayıldı.  Tüm bu elektronik etkileşim bağımlıları yığınından aynı anda merhamet duygusu yükseldi. 
Genç kadın;
-Ambulans geliyor, dedi.  Bu merhametten kendine de pay düşmesi umuduyla. 
Eril kalabalık yine odaya gelen rahatsız edici sivrisinek sesini duymuş gibi tiksinti ile yüzünü buruşturdu kadına bakmamaya imtina ederek. Orta yaşlı bir adam kaba saba tavırları ile çocuğun yanına çömeldi. Devasa ağzında devasa bir sakızı cakkıdı cakkıdı çiğniyordu. Çocuğun ayaklarına baktı, yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Etrafına bakındı.
-Kim çarptı, diye sordu hiddetle.
-Be... Ben... Ben, abi! Dedi kekeleyerek iri kıyım bir çocuğu andıran genç sürücü üzerindeki tozları silkeleyerek.
-Ne biçim söylüyorsun kardeşim motoru, diyerek genç sürücüye bağırdı.  
Genç kadın, araya girdi. 
- Yavaş sürüyordu. Oğlan atladı yola. İki aracın ortasından fırladı birden. Adamcağız çarpmamak için motorunu yatırdı. Yere yuvarlandı motorla.  
Ağzında öfkeyle ve tiksinti ile sakızı çevirdi kaba saba orta yaşlı adam.  Sivrisinek vızıltısı gelmişti yine bir yerlerden kalabalık dudak büktü. Kadın neden kimsenin onu duymadığına anlam veremedi. O an kocaman bir sivrisinek gibi hissetti kendini, tıpkı kalabalığın ısrarla hissettirdiği gibi. Hatta sivrisinek de değil at sineği gibi hissetti.  Kaba saba orta yaşlı adam yere tükürdü. İçinde biriken irinini, öfkesini balgamına katıp dişlerinin arasından fırlattı.   İri kıyım bıyıkları yeni terlemiş genç sürücü cevap vermedi, veremedi. Gözleri ile kadına teşekkür etmek istedi gözlerini yerden kaldıramadı. Linç kültürünün bir parçasıydı o da linç kültürü ile büyümüştü. O da biliyordu ki bu kalabalık bütün vaktini burada geçirmişti. Nihayetinde dövmeden bırakmayacaklardı onu. 
- Abi! Vallahi, yavaş sürüyordum. Birden atladı önüme. Bak abla da...
Dilini dişlerinin arasında çevirerek sözünü kesti kaba saba orta yaşlı adam.
- Madem yavaş sürüyorsun, niye çarptın? Kaçta gidiyordun?
- Otuzu görmedim, abi.
- Görmeyeceksin! Anlıyor musun yirmiyi görmeyeceksin. Gör – me – ye – cek – sin. Oğluma çarpmayacaksın. Dikkat edeceksin.
Genç sürücü motoru yana yatırırken üzerine düştüğü, olay başladığından beri tuttuğu kolunu sıvazladı. Kolunun ağrısı yayılmaya başlamıştı.  Gergin yığın bir o yana bir bu yana başlarını çevirip skor tutar gibi bu konuşmayı izliyordu.
- Siz yakını mısınız, diye sordu kadın tekrar. 
 Cevap vermeye tenezzül etmedi baba. 
- Şey siz yakını mısınız? Ambulansı aradım gelecek birazdan. Merak etmeyin.
Baba ağzında koca sakızını çevirip boynunu, 
-  Ya havle, diyerek sağa çevirdi.
Kadın bir sinek olarak katıldığı bu yığından yine bir sinek olarak nasibini aldı.  Ambulans sesinin duyulması ile başlar sesin geldiği yöne doğru çevrildi. Ardından herkes saatlerine bakıp geciken ambulanstan şikâyet etti. Genç kadının endişesi yerini huzura bıraktı. Artık minik çocuk için meraklanması gerekmeyecekti. Kimsenin duymadığı, kimsenin görmediği, kimsenin dinlemediği bir kadın olarak yoluna devam etti. Yokluğunu kimse hissetmedi. Bir an restorandan parayı vermeden, montunu almadan çıktığını hatırladı. Karşı kaldırıma geçip camın arkasından kimin kime neden vurduğu belli olmayan yüzlerde kocaman memnuniyetin ve sonsuz bir zevkin gezdiği geleneksel sporlardan biri olan ‘Linç Vakti’ni izlemeye başladı. İnsanlık tarihinden bile daha eski olan bu vahşi sporu. Genç kadın çantasından en sevdiği şairin kitabını çıkardı. Dışarıdaki toz, insan, küfür, kahkaha, kan bulutu dağılana kadar restorandan çıkmamaya karar verdi. Kitaptan en sevdiği şairin, en sevdiği şiirini okudu. 
“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera’nın”
Kafasını şiirden kaldırdı. Motosiklet sürücüsü yerde can çekişiyordu. Baloncunu uçan balonları o hengamede esaretten kurtulmuş gökyüzüne dağılıyordu. İnsanlar yüzlerinde kocaman bir mutlulukla yerlerde yuvarlanıyordu, radyoda Ahmet Kaya çalıyordu. ‘Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım…’ Kadın telefonu tekrara eline alıp ambulansı aradı. 
...
*Eğitimci Yazar,Hükümsüz Kimlikler, Ölümüne Aşk, Öğretmenler için Yaratıcı Yazarlık El Kitabı, Şen Yuva, Kayıtsız Kimlikler, Uzay’ın Kayıp Gezegeni, Bir Kedi ve Bir Adam kitaplarının yazarı 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.