Maç
Serap Gökalp
Şiddetle değişen roller üzerine
Adam, oğluna, “Ne oldu, ananı doktora götürdün mü?” derken gözünü ekrandan ayırmadı. Hakemin az önce verdiği haksız penaltı yüzünden canı sıkkındı.
“Götürdüm,” dedi çocuk. Okuma yazma bilmeyen anasını doğru otobüsle, hastaneye nasıl götürdüğünü anımsayarak. Devasa hastanede kaybolmamak için tabelaları pür dikkat okuyup bazen sorarak, nasıl anasına rehberlik ettiğiyle için için böbürlenerek… Onun artık anası değil bir karı, kendisi de sekiz yaşında bir çocuk değil bir erkek olduğunun hazzını duyarak.
Sarılık mevsimiydi. Sokaklarda rüzgâr, çöpler ve yaprakları fır döndürüyordu. Ayva çokmuş bu yıl, kış çetin geçecek, diyordu herkes. Annesi elini bırakmıyordu; çocuğun kaybolmasından değil, kendisi kaybolmaktan korktuğundan. Hastaneye gittiler, geldiler , yoo hiç zor olmadı… Maçın ikinci yarısı sürüyordu ve sonuna dek açılmış ses yüzünden bağırarak konuşuyorlardı birbirleriyle. Anası mutfakta yemek hazırlıyor, yedi kardeşi evin altını üstüne getiriyordu.
“Eee, dedi babası, nesi varmış? Ne dedi doktor?” Kameranın bir türlü yönelmediği, sahanın sağ tarafını görecekmiş gibi boynunu uzattı.
“Sinir varmış. Çok zayıfmış, apansız bayılmaları ondanmış. İlaç yazdı, eczaneden aldık, eve geldik.”
Adam çocuğun halinden kıllanmış, gözünü ondan ayırmıyor, bıyığını çekiştiriyordu şimdi, maçı boş vermişti birdenbire.
“Eee,” dedi sinirle, “Başka?”
Çocuk omuz silkti, hepsi bu kadar, demeye getiriyordu.
“Var var, başka bir şey daha var,”dedi adam.
“Yok,” dedi çocuk. Ama, ne zaman gözleri böyle cilli gibi sağa sola kaçsa yalan söylüyor demekti. O yüzden babası, “Ben adamın gözünden anlarım,” diye tehdit ettiği sırada tuttuğu takımının en gözde oyuncu ofsayda düşünce, tespihli eliyle alnına bir şaplak vurdu. Çocuk onun alnındaki tespih izine bakarak, o izin kendi yüzünde olmadığına şükrederek, ısrarının artmasını bekledi. Bir zaman inadını kırmak için sakince baskı yapacak, sonra gide gide sinirlenecekti. Her geçen saniye, her cümle tekrarında öfkesi bilenecekti. Biliyordu çocuk ve zamanını bekliyordu. Tam şamar yüzüne patlayacakken eğilip kapandı, çaresizce ağzından kaçmış gibi, “doktor anamı öptü,” deyiverdi. Devrenin bitmesine az vardı, gol oldu. Adam, hem golü kaçırmış hem de duyduğuna inanamamıştı. Tespih bileğine kaydı, çocuğu kedi yavrusu gibi ensesinden tutup kaldırdı, dediğini tekrar ettirdi. Duyduğundan hiddeti tükürüklü bir küfür olup çocuğun yüzüne sıçradı. Bu sahneye tanık olan diğer çocukların gürültüsü bıçak gibi kesiliverdi, kendilerini sokağa dar attılar.
Mutfak kapısı açıldı. Ara yerden televizyondaki maçın gürültüsü mutfağa saldırdı. Tüm kapkacağı ısırıp kemirerek kadının kulaklarında durdu. O dakika da sıcak mutfağında yemek hazırlarken, birdenbire kapılar camlar kırılıp fırtına içeri dolmuş ifadesi, gözlerine yerleşti. Ne olduğunu anlayamamıştı ama sanki ocaktaki ateşi söndü de yetişemedi. Kapıları pencereleri örtemeyecek kadar iflahı kesilmişti. Tavayı tutan eli, muazzam bir gücün karşısında kaskatı kesilmişti. Birazdan başlayacağını sezdiği dayak karşısında, varının yoğunun kopup gidişine hazırlandı. Ama adama sesini duyuramayacağından mıdır, apansız başlayan dayağın dehşetinden midir, akıl tutulmasından mıdır, susup kala kalmıştı. O güce, o hiddete, kendisini daima külçe haline getiren, kımıltısız bırakan düşmanlığa, seslenemeyişin donmuşluğuyla olup biteni bedeninden kopmuşlukla izlemeye başladı. Kımıldamadı. En küçük bir hareketinde tekrar nasıl coşacağından emin, nefes almaktan korkarak, üstüne çivilenmiş o gözlerden gözlerini kaçırdı. Kilimin kendi kanı ve salyasıyla lekelenceğini düşünerek… Vücudunun kilimin çerçevesini bozduğunu düşünerek…
Şu karşısındaki varoluş, o tanıdık ceviz rengi yüz, kendisinden daha iri olmayan o vücut… Kenarları bukağı desenli ,eli belinde motifli kilimin üstünde sağlam, sarı tırnaklı, kahverengi ayaklar… O bacakların çatalı arasında görünen, onları izleyen oğlunun yüzündeki o sinsi gülüş…
Anlayıverdi… Duyulur duyulmaz o cümle, maç gürültüsüne karıştığı an anlayamadığını sandığı cümleyi şimdi birden anlayıverdi…
Ne zaman aralarındaki boşluk, şekillendi, ne zaman vücutlarında, bakışlarındaki efendi-köle kıvrıklığı katılaşıp parçalandı farkında değiller ama kadın sessizce doğruldu. Tavayı elinde tartımladı. Bu hareket karşısında adam bir adım geriledi. Oğlanın geçen gün anasından yediği dayak sırasında –öc alacağına yemin etmişti– bozguna uğramış bakışı, geri gelip sinsi bakışın yerine yerleşti. Maçın kulaklarındaki kalın tabakası üçünün de dünyayla ilişkisini kesmişti. Tava havada savrulurken durum 3-0 olmuş stat ayağa kalkmıştı.
Oğlan kurtuluş olmadığını anladı. Kaçacak sığınacak bir yer olmadığı gibi nasıl olduysa anasının durumu anladığını hissetti. Şimdi bu gazap içindeki yüzden-o karı gene anası oluvermişti- başına gelecekleri okuyordu. Yan gözle babasından tarafa baktı. Çömeldiği yerde sersemlemiş, gözlerinde bambaşka bir bakış, küçülmüş küçülmüş de sandalyenin altına sığınmıştı adeta…
Sunucu maçın bittiğini duyurdu.
SERAP GÖKALP
Bursa doğumlu, halen Bodrum’da yaşıyor. 1983 yılında ilk kez okur karşısına çıkan öykülerini, Astak Kum Saatinde Akarken (2002) , Kulak Misafiri (2009) Tuz Saraylar (2010) Pirana Kahkahaları (2017) adlı dört kitapta topladı.
Öyküler dışında metin çözümlemeleri, tiyatro oyunları da yazıyor.
İşçi öyküleriyle aldığı, Petrol-İş Kadın Öyküleri 2007 birinciliği, MMO Madenci Öyküleri 2007 ikinciliği, Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri 2007 üçüncülüğünü, Tuz Saraylar dosyasıyla aldığı Uluslararası Orhan Kemal Öykü Ödülü 2009 ikincilik ödülü var.
“Sessizce ve elle gerçekleştirilen bitimsiz bir eylem” diye tanımladığı yazmaya, “ruhun derinliklerine sızmasına” aracı olan Türkçe’ye tutkundur.
Gönüllü olarak öykü ve yazı atölyeleri düzenliyor. Sivil toplum örgütlerinde çalışıyor.
Yorum
Serap Gökalp'in 'Maç' öyküsü Üzerine
ÖYKÜ BU KADAR AKICI, BU KADAR GÜZEL YAZILABİLİR. YAZARIN BİR MESELESİ OLMALI; EN GÜNCEL, EN ZOR MESELEYİ; KADINA ŞİDDETİ YAZIYOR SERAP GÖKALP.
Çok güzel bir öykü
Yazarın öyküdeki belirsizbıraktığı noktaları okurun dolduruyor olması aslında yazar-okur iş birliğidir. Öykünün değerini arttırır. Öykü bittiği yerden aslında yeni başlıyor. Okurun yazdığı finaldir bu artık. Çok başarılı net bir anlatım. Serap Gökalp’i yürekten kutluyorum. Çok acı verici bir gerçek anlattığı.
İnsanın sadece kendi…
İnsanın sadece kendi etrafında dönen bir dünyasının sonu bu kadar güzel anlatılır...
Yeni yorum ekle