Mini Kedi Yavrusu
Hasan Pekmezci
Sabah erkenden dışarılara çıktı Şükran. Üstelik gece çok geç yatmasına rağmen. Bir kedi yavrusu ağlaması duyduğunu, sokağı bir dolaşıp geleceğini söyleyerek.
Bu kez ben Şükran’ın seslerini duymaya başladım, sokaktan, bahçemizden ve camlı girişimizden. Heyecanla, ağlamaklı seslerle, neredeyse yalvarırcasına. Telefonlarla orayı burayı araştırıyordu, kendine göre çareler arayarak.
“Ne oldu, ne var” diye indim aşağılara. “İki gözü iki çeşme” derler ya, öyle.
“Daha gözleri açılmamış, yeni doğmuş bir kedi yavrusunu kutu içinde yolun kenarına, duvarın üstüne bırakmışlar; vicdansızlar. Açlıktan bütün gece ağlamış zavallı, anası yok etrafta. Zekiye Hanım duymuş bütün ağlamalarını, ama birşey yapamamış. Şimdi kargalar dolaşıyor en yakın ağaçlarda, kapmak için bekliyorlar bu yavruyu. Dün akşam başka yavrular da varmış buralarda. Şimdi yok hiçbiri. Kargalar mı kaptı, kediler mi boğdu belli değil.”
Ben de katıldım, yavru kediyi kurtarma çabalarına. Yalçıntaş’ın torunları Zeynep’in, Zehra’nın tarifleriyle evimizin bir sağındaki, bir de solundaki parkları dolaşarak. Acaba anaları oralarda mı? Öteki yavruları buralardaysa sesleri duyulabilir mi düşüncesiyle. Zehra “Hasan amca kedi yavruları buralarda olmaaaz, ben Havva teyzenin bahçesinin içini arayayım, belki orada olur” dedi. Aradı geldi, yok.
Şükran Belediyeyi arıyor, veteriner arıyor, kediseverlere telefon ediyor durmadan*
Sözde bugün erken yapacaktık kahvaltıyı. İstanbul’a resimler gönderilecekti kargoyla, sergi için. Fırça Sanat Galerisine resim götürecektik, bağış sergisi var iki gün sonra. Yoğun mu yoğun bir gün programı yapmıştık kafamıza göre. Mini yavru bozdu hepsini. Kahvaltı mahvaltı yapılır mı bu yavru açlıktan ağlarken.
Bana talimat veriyor Şükran, aldığı telefonlardaki bilgilerle. “Acele biraz süt ısıtıver, ama içine damacana suyu koyarak, çünkü inek sütü midesini bozarmış yavrunun” Bir kap buluyorum, sütü cezvede ısıtıyorum, su ekleyip ısısını ayarlıyorum. Çocuklarımıza yaptığımız hazırlıklar geliyor aklıma. Onlar da can, bu da can, ne fark eder. Ne kadar çok zaman geçivermiş aradan.
Daha neler neler geliveriyor, aklıma bunları yaparken, mimi yavruyu düşünürken. Zeki geliveriyor, açlıktan ölen en küçük kardeşim, daha bebeydi. Onun “aga aga” diye ağlayışı, benden yardım, bir şeyler bekleyişi, hiçbir şey yapamayışım, yaptırmayanlar olduğu için; çaresizlik içinde kıvranışım... Nerelere taşıyıveriyor anılarımı, deşiveriyor; yaralarımı aklımı, beynimi, duygularımı didikleyiveriyor; mini kedi.
*
Ben evimizin camlı girişine gidemiyorum, sesini, içimi delen ağlamalarını duyduğum, için bu yavru yüzünden. Görmek istemiyorum o mini yaratığı açlıktan kıvranırken. “Ne olur, onu benim görmeyeceğim bir yere taşı, arabayı hazırlamalıyım ama çıkamıyorum” dedim.
Süt içirme çabası boşa gidiyor; “Gözleri daha açılmamış ki sütü nasıl görsün, içmesini nasıl bilsin” diye ağlıyor Şükran. Telefonlarla yeni bilgiler geliyor, “İlaç damlalığı bulun, sütü onunla ağzına damlatın”.. Haydii bütün ev, dolaplar, çekmeceler karıştırılıyor. Belki yarım saat. Bulunamıyor, Komşuya soruluyor, yok oğlu, yok. Bir ara Şükran yukarılara koşuyor, bir yerlerden buluyor, benim tıkanan burnum için verilen burun ilaçlarından birinin kutusunu. Yeniden süt hazırlanıyor, Şükran bir kutu lastik eldiven bulmuş evimizde, bir yerlerde. “Aman çıplak elle yavruya dokunmayın, sonra annesi reddeder” talimatları almış telefonla. Eldivenler takılıyor, ağzına zorla süt damlaları. Bir parti yarı ağzına, yarı dışarıya. Ama az da olsa sesi kesiliyor, ağlamalar aza iniyor. İkinci bir parti daha dolduruyoruz, damlalığa. Onu daha çok emdiriyor Şükran bu kez. Yavru kedi besleme deneyimi artıyor çünkü.
Karton kutu içinde, temiz bezler arasına yatırıyor, ses seda yok yavruda. Karnı doydu ya. Arabayı hazırlıyorum bir yandan. Bizim eski mahallede bir kedisever varmış, telefon zinciri ile ondan ona, ondan ona ulaşılarak bulunan bir yardımsever. Bana evini tarif ediyor, bildiğimi sandığım bir yer, Yavru arkada, kutuda, sessiz sedasız. Uyudu mu ne? Bizim çocuklarımız ve ardından torunlarımız hep arabaya binince uyur kalırlar dı ya. Öyle bir his kaplıyor ikimizi. Araya sora bir yerlere varıyoruz. Caminin önünde tıkanıyoruz, aradığımız evin sokağı burası ama ev numarası 150’lerde. Bize on numaralı ev gerek; yok buralarda. Haydi yeniden ilgili kedi severi arıyoruz, “Biz şuradayız” Artık telefonla yol alıyoruz; “Sağa dönün devam edin, daha devam, ben sizi yolda elimde telefonla bekliyorum” Ulaşıyoruz, genç bir kadını görüyoruz, yolun ortasında; nasıl seviniyoruz, kurtarıcı olarak. Ben yaşlı bir kadın karşılayacak sanıyordum bizi. Çünkü mesai saati, evde ancak analar, nineler bulunur, onlardan biri sanarak. Sevecen, kedi uzmanı olduğu hemen belli olan biri. Eldivenlerini hazırlamış, battaniyeli yerlerini, temizleyeceği bezlerini, içireceği kedi sütünü.
Eline alır almaz “a benim oğluuuum” dedi hemen, Öptü yavruyu. Biz şaşkın; bakar bakmaz oğlan mı, kız mı olduğunu anlayan bir uzmana gelmişiz. Arkasını, önünü, yüzünü, gözünü silmeye başladı. Nemli pamukla arkasını silince yaparmış ancak kakasını. Silinmezse yapamaz, çatlar, ölürmüş yavrular. Ana kedilerin yavrularını yalaması bundanmış. İki yetmişlik nine ve dede kedi dersi alıyoruz bir yandan.
Ana yoldan merdivenle çıkılan yüksek bahçe duvarlı dubleks bir ev. Her zaman saygıyla andığımız Murat Karayalçın ve değerli ekibinin biz dâhil, pek çok aileyi ev sahibi yapan Batıkent projesinden bir kooperatif evi. Yoldan dikkatli bakınca görülen ahşap kedi evleri var bahçede. Merdivenden çıkınca daha geniş bir açıdan görülüyveriyor bahçe. “Bahçeniz genişmiş” diyorum. Her taraf cins cins kedi, kedi yavrusu. “Kedilerim için tuttum, bu geniş bahçeli evi” diyor ev sahibi, kedisever genç kadın.
Kendi hazırladığı kedi sütünü özel pipeti ile sorunsuz içiriveriyor. Kedilerin sevdiği, bildiği bir sütmüş bu. Pet shoplarda özel olarak kedi sütü satılırmış, süt tozu halinde, ılık su ile eritilip veriliyormuş yavrulara. Hazırladığı sütü kolunun iç kısmına damlatarak ısısını kontrol ediyor, bir yandan. Bebelere süt vermeden önce zamanında bizim de yaptğımız gibi. Kedi sütü diye bir şeyi biz yeni gördük, yeni duyduk. Şükran’ın yüzü gülüyor, “yavru karnını doyuracak birilerini ve bir yuva buldu diye. Ortada kalacak, biz bilmeyiz bakmasını, açlıktan ölecek” korkusu gittiği için. Ağlamayla geçen birkaç saat. “Kim bıraktı ise bu yavruyu, yazıklar olsun” sitemleriyle dolu birkaç saat.
Biraz oturuyor Şükran orada, ben sokakta turluyorum, etrafı inceliyorum, gelen mahalle sütçüsü ile sohbet ediyorum. Yanda çiçekleriyle uğraşan bir teyzeye yaklaşıyorum. Böylesi kadınlara yaşlarına bakarak “ana kolay gelsin” diye takılıyorum. Kimine göre “amiyane”, kimine göre “köylülük” dili benim yaptığım. Ama bana göre çok doğal bir hitap, sonuçta mutlaka bir anadır, hitap ettiğim, analığı reddedecek birileri olamaz. Bu zamana kadar da “niye bana ana diyorsunuz” sözü duymadım zaten.
Onunla sohbet ettim, Gerçekten torun torba sahibi biriymiş, torunlar için geldiklerinde oynayacakları salıncaklar hazır zaten. “Çok seviyorlar buralara gelmeyi, buralarda oynamayı” diyor. Bizimkiler de öyle değil mi?
Yavru kediyi emin ellere teslim ediyoruz, telefonlar ev adresleri kaydediliyor, tarifler yapılarak. Bizim sergilerimizden kataloglarımız varmış arabamızda. Birer katalog veriyoruz. “AAAA siz ressam mısınız” diyor kedisever hanım, bakınca.
Vedalaşıyoruz, huzur içinde. Bir can kurtarmanın, bir canın karnını doyurmanın, candan kedi severin ilgisi; sıcacık, battaniyeli bir ev bulmanın rahatlığı içinde ayrılıyoruz evden. Yol boyu genç kadının kedi tutkusunu konuşuyoruz, “Eline alır almaz, yüzünü gözünü öptü yavrunun” diyor Şükran. Biz bir iki günlük sanıyorduk, “En az on günlük bu yavru” diyor kadın. Kedi uzmanı olmuş artık.
Ben ayaküstü birşeyler atıştırmıştım, kahvaltı niyetine. Çünkü dün gece soğuk ayran içtim, son anda hissettim bunun yanlışlığını ama içtim. Bu nedenle bütün gece yandı, tıkandı boğazım. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yaparız demiştim. İlaç içmeyenlerden olduğum için alıç sirkesiyle gargara yaparım, İsveç iksiri ile tekrarlarım gargarayı, sonra yutarım, böylece boğaz yollarını dezenfekte eder” diye düşünmüştüm. Araya kedi yavrusu girip de hesapları bozunca kendi başıma acele ile bir şeyler atıştırmak zorunda kaldım; Şükran yavruyla ve sağa sola ettiği telefonlarla uğraşırken. Ama Şükran dünden beri açtı, üstelik bir yığın ilaç içmek zorunda her sabah. Buna rağmen benim atölyeye uğradık, Yolda Emine ananın kızı Süheyla çevirdi, birşeyler ikram için. Şükran orada kaldı. Ben atölyeye gittim. Atölyeyi dolaştım, biraz sağı, solu düzenler gibi yaptım. Elmalar çıkardım, Şükran için ve kendim için. Biraz sonra geldi Şükran, elmalardan yedi, birkaç kap kacak baktı, eve döndük. Bütün günümüz el kadar bir kedi yavrusu için gitti. Planlar, programlar yattı. Şu saatte Çankaya’da, Yıldız’da olacaktık, plana göre. Şimdi evdeyiz; sanki tam gün hamallık yapmış, inşaatta çalışmış gibi yorgun. Beyin ve duygu yorgunluğu. İnsanların acımsızlığı, vandallığı, canlı denen yaratığa saygısızlık bir yanda; bir yanda bir avuç vicdan sahibi, canlıya, cansıza saygılılar. Duygu sahibi, merhamet denen en insani duyguya erişmiş insanlar. Ama gittikçe nesli tükenen, gittikçe azalan. Öte taraf gittikçe azgınlaşırken. Vandallık onlara göre temel insani –özelliği haline gelmeye, yaygınlaşmaya başlamışken.
*
Evdeyiz şimdi. Biraz önce yaptık ancak sabah kahvaltısını. Saat 18.00 olmuş, ben her sabah içtiğim sütlü kahvemi şimdi içmeye çalışıyorum. Fincanım-kupam bilgisayarımın yanında. Günün duygularını yazmaya çalışıyorum. Bu gece nasıl olsa alışkanlık haline gelen uykum kaçınca saat 02.00 gibi aşağıya iner, kedili günün resimlerini çizerim, boyarım. Her gün mutlaka yazılı anlatımla günlüklerim gibi görsel betimlemelerimin; ‘’Resimli Günlüklerimin’’ devamı olarak. Binleri bulan resimler. Kim bilir neler çıkar, neler; bu duygu yoğunluğuyla.
NOT. Yavru kedi görseli: https://www.kedimag.com/annesiz-yavru-kedi-yasar-mi-nasil-bakilir-kurtarilir-bulunca-ne-yapilir/
Yorum
Duygusallık Değil Duyarlılık
Sevgili Hocam, o pamuk kadar yumuşak yüreğiniz var ya, önce ona sağlık. İşte bu duygusallık değil duyarlılık. ...
Yeni yorum ekle