Sabişingünlüğü.com

Öykü

Sabişingünlüğü.com

Esra Bölgen

‘’Anahtarlarım nerde benim? Ay telefonumu da unutmayayım. Taksi de gelmek üzeredir. Biraz da koku sıkayım bari. Bizim kokoşlar hava atıp duruyorlar ‘yok kızımın hediyesi yurt dışından getirmiş de en pahalısıymış da...’ Benimkiler de kolonya alsın ancak. Yaşlanınca eline de yüzüne de çok diyorlar herhalde. Söylesem ‘annem de pek alıngan oldu, dedi de almadık mı’ diyecekler. Önemli olan demeden alınması düşündükleri yok. Uff doldurma Sabiş kendini’’ derken aşağıdan kapının zili çalınca taksinin geldiğini anlayıp aceleyle çıktı evden. İki haftada bir Çarşambaları neredeyse yirmi senedir görüştüğü arkadaş grubuyla yaptıkları gün belki de tek sosyal aktivitesiydi. Hoş daha sık olanına da sağlığı el vermiyordu. Yoksa arkadaşları demişti ‘haftada bir mi yapsak’ diye. Allahtan onun gibi birkaç arkadaşı müsait olmadıklarını söylemişlerdi de öyle kapanmıştı konu. Diğerlerinin yok deme nedeni de başka ‘günleriyle’ çakışmasıydı o da ayrı mesele. Eşini iki sene olmuştu kaybedeli. Kızı Melek ile aynı apartmanda oturuyorlardı. Kızı bir bankada müdürdü ve çok yoğundu. Çocuklarla ilgilenebilsin diye anne-babasının apartmanında bir daire boşalınca hemen taşınmışlar, sonra da oturdukları daireyi satın almışlardı. Damadı Erhan bir başka bankada müfettişti. O yüzden sürekli seyahat halindeydi. Torunları elinde büyümüş sayılırdı. Ne zaman başları sıkışsa ‘anne yetiş’ derler o da eşiyle koşardı hiç zorsunmadan. Eşini kaybedince iyi ki aynı apartmanda oturduklarını düşünmeye başlamıştı. Kızı da damadı da hiç yalnız bırakmamışlar, sürekli kapısını çalar olmuşlardı. Fırsat buldukça tabii…
 Torunları ise büyümüş artık kendi bakımına ihtiyaç duymaz olmuşlardı. Mert ortaokul sonda, Melis ise lise ikideydi ve iki torunu da çok düşkünlerdi anneannelerine. Anneanne demezler hep Sabiş diye seslenirlerdi. Kocası evlendiklerinden beri ona Sabahat yerine Sabiş diye seslenmişti. Kendi bile unutmuştu gerçek adını. Oğlu Mesut ise doktor olmuş, başka bir şehirde yaşıyordu. Gelini Işıl da doktordu ve onların farklı bir koşturmacası vardı. O yüzden tek çocukta kalmışlardı. Her ne kadar kendi sürekli ‘kardeş lâzım bu çocuğa’ dese de dinlememişler ve çalışma koşullarında çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu söyleyip durmuşlardı.  Umut üniversiteli olmuştu çoktan ve bu döneme kadar hiç de şikâyetçi olmamıştı tek çocuk olmaktan. ‘Zamane çocukları kardeş yerine bilgisayar ediniyorlar zaten’ diye geçirdi içinden. Zaman nasıl da su gibi akıyordu. Bunları düşünürken arkadaşının evine varmıştı bile. Kapıyı çalmadan önce boynuna bağladığı siyah üzerine kırmızı şal desenli fularını düzeltti. Siyah, hafif diz altı boyunda eteğini eliyle çekiştirip, üstüne giydiği şık krem rengi triko kazağını aşağıya doğru çekerek midesinin kapandığından emin oldu. İçeriden gelen kek, kurabiye, börek kokuları apartmanın koridoruna taşıyor, hiç bilmeyene bile o evde misafir olduğu bilgisini veriyordu. Yükselen kahkahalar ve uğultu halindeki konuşmalar da cabası. Kuş sesi çıkaran kapı zilini çalmasıyla açılması bir olmuştu.
‘’Ay kapılarda mı bekliyorsun beni ayol’’ diye içeri girdi kahkaha atarak.
‘’Evet şekerim. Sensiz tadı olmuyor bu günlerin biliyorsun’’ diyen arkadaşının elindeki kahve dolu tepsiyi görünce güldü tekrar. ‘’Kahvemi hazır etmişsin bakıyorum’’ derken aynı anda elinde getirdiği naylon poşetten evde giyeceği şık ayakkabıları çıkarıyordu.
‘’Hadi canım hadi… Soğutma kahveleri götür sen. Şu ayakkabıları çıkarıp geliyorum hemen. Yabancı mıyız sanki?’’ 
‘’Tamam Sabişciğim. Hoş gelmişsin. Şunları vereyim arkadaşlara, hemen sana da bir yorgunluk kahvesi yaparım.’’
Arkadaşı tepsiyle yürürken kendi de arkasından takip etti onu. İçeri girdiğinde yaklaşık on kişi salonda bir ağızdan konuşuyordu. Tıkış tıkış salona doluşmuşlar, ikili üçlü gruplarla ellerindeki akıllı telefonlarından bir şeyler gösteriyorlardı birbirlerine.
‘’Ooo! Sabişimiz de gelmiş sonunda. Hayatım bir kez de erken gel şu günlere. Sanki emzikli bebeğin var evde’’ diyen arkadaşına;
‘’Haklısınız valla. Anlamıyorum ki ben de…Her defasında tam evden çıkarken ya bir şey unutuyor ya da kaybediyorum. Sonra da ara dur. Akıl kalmıyor bir yaştan sonra. Yaşlılık bu olsa gerek.’’
‘’Ne yaşlılığı ayol. Maşallahın var vallahi. Gençlere taş çıkartırsın. Hadi hadi söylenme de gel bak Meral’in yeni açtığı hesaba. Bizimkini ‘feys’ kesmemiş şimdi de ‘Instagram’da’ hesap açmış. Yaptığı birbirinden güzel el örgülerinin resmini koymuş.’’ 
‘’Yok ya! Oyalanıyorum işte. Yoksa hepinizin bildiği şeyler’’ diyen Meral’e itiraz eden Nesrin;
‘’Hayatım şimdikiler örgü mü yapıyor sanki. Her şeyin hazırına alışmışlar. Hatta alışverişe bile gitmiyorlar. Hop, gir internette alışveriş sitelerine. Oku yorumları. Ver siparişi. Artık işler böyle yürüyor. Seninkiler o yüzden daha kıymetli. Valla ben senin yerinde olsam satardım bunları’’ deyince hepsi bir ağızdan onayladılar.
Bunun üzerine öğretmen emeklisi arkadaşları Sevim,’’ Valla beni de çok oyalıyor sosyal medya. Eski öğrencilerimi görüyor; onlardan, yaptıklarından haberdar oluyorum. Sanki emekli olduktan sonra kapandığım evde tekrar hayatın içine girmiş gibi hissediyorum. Arkadaşlarımla yazışıyorum. Harika bir şeymiş valla bu sosyal hesaplar. Çocuklarıma, torunlarıma söylenip duruyordum ‘elinizden telefon düşmüyor’ diye. Lâf aramızda onlardan geri kalmaz oldum’’ dedi kıkırdayarak.
‘’Sahi Sabiş bir senin yok ha akıllı telefonun. Alsana sen de. Birde ‘feys’ hesabı aç. Bak fotoğraf çekilip, koyuyoruz kendi hesabımıza. Herkesi etiketliyoruz, bir tek sen yoksun’’ diyen Sevim’e;
‘’Ay ben ne anlarım sosyal medyadan, instagramdan... Bana uzak işler bunlar’’
‘’Bize de uzaktı ama bak hepimizin var. Sor torunlara, onlar yapar senin adına. Hem whatsup’tan haberleşir, birbirimize resim atarız. Bir de görüntülü konuşuruz. Öyle hadi deyince çıkamıyoruz ki. Komşuluk desen kalmadı. Konuşur, hasret gideririz. Eskiden uzaktaki torunlarla konuşmak için kızımın bana gelmesini beklerdim. Şimdi hiç demiyorum. Arıyorum oğlumu, torunlarımı mis gibi görüntülü konuşuyoruz. Zamanın nimetlerinden faydalanacaksın şekerim.’’
Bunun üzerine Nesrin; ‘’Hadi hadi çok konuştunuz. Toparlanın bakayım şuraya. Bugünün anısına bir fotoğraf çektirelim. Sonra da koyalım sosyal medyaya, düşman çatlatalım. Çağır hayatım içerdeki yardımcını, çeksin hepimizi bir arada’’ deyince herkes kahkahalar atarak ayağa kalkmış ve fotoğraf çektirmek için çoktan birbirlerine yanaşmaya başlamışlardı.
Akşam eve girdiğinde kendini yorgun ve düşünceli hissediyordu Sabiş. Bugüne kadar ‘yok’ dediği şeyi istemeye başlamış, biraz da arkadaşlarının dışında kalmış gibi hissetmişti. ‘Aman benim neyim eksik onlardan’ diyerek odasında üstünü değiştirirken kapısının anahtarla açıldığını duymuş ve her akşam olduğu gibi kızının kendisine uğradığını anlamıştı.
‘’Melek, kızım sen misin?’’
‘’Evet anneciğim benim. Sana börek getirdim. Nazmiye Hanım yapmış çocuklara.’’
‘’Aman kızım lokma yiyecek halim yok. Sağ olasın yine de yavrum. Döktürmüş valla Neriman. Bir dünya ikramlık hazırlamış. Aslında bu yaştan sonra ne gereği var diyoruz ama. Oldu mu da yiyoruz böyle’’ diyerek konuşa konuşa içeri girdi.
İçeri girmesiyle, kızının ‘’anne iyi misin sen? Bir şeye takmış gibi bakıyorsun’’ deyince şaşırmıştı bir anda.
‘’Senden de bir şey saklanmıyor ha’’ diyerek gündeki konuşmaları anlatmaya başladı. Sonunda da ‘ben de alacağım valla şu akıllı telefonlardan’ diyerek sözünü tamamladığında kızının yüzünde alaycı bir ifade görünce içerledi bir an.
‘’Anneciğim al, almasına da… Yani ne yapacaksın akıllı telefonu? Biz zaten hep birlikte değil miyiz? Ne zaman istersen ağabeyimle, Umut’la da konuşuyorsun. Sosyal medya da pek senin tarzın değil sanki, bilmem ki…’’
‘’Ne o? Senin aklın ermez mi diyorsun yani? Herkesin, tüm arkadaşlarımın eriyor, benim ermiyor; öyle mi? Sana al diyen yok zaten. Benim param var, ben alırım.’’
‘’Annem, o nasıl söz? Paradan söz eden oldu mu şimdi Allah aşkına? İstediğin akıllı telefon olsun. Alırız tabii de sosyal medyaya takıldım ben biraz.’’
‘’Tamam tamam. Sana anlatanda kabahat. Bir şey demedim farzet. Hadi sen çık yukarı. Kocanı, çocuklarını yalnız bırakma daha fazla. Ben de dizimi izleyeceğim birazdan.’’
‘’Ay anneciğim, niye alındın ki şimdi buna. Şaşırdım sadece. Senin pek ilgin olmuyor bu konulara diye söyledim. Neyse yukarıda yemeğe bekliyorlar, konuşuruz yine. İzle sen dizini atarlı Sabişcim.’’
Bu konuşmanın üzerinden bir hafta geçmişti ki kızı elinde annesine aldığı akıllı telefonla girmişti içeri. Çok geçmeden torunları, damadı da uğramışlardı. Torunu Melis’in telefonu görünce, ‘ohaa! Sabişşş… Telefonun müthiş’ demesiyle,
‘’Oha da ne? O nasıl söz? Yakışıyor mu genç bir kızın ağzına böyle sözler?’’
‘’Sabişciğim, sen bırak yakışıp yakışmadığını şimdi. Bana çok işin düşecek haberin olsun. Demedi deme!’’
‘’0 niyeymiş?’’
‘’E anneanne, akıllı telefon deyip geçme. Bin tane şey soracaksın. Şu nasıl olacak? Ay elim değdi. Nereye basacağım şimdi? Arkadaşlarım anlatıyor. Hepsi babaannelerinden, anneannelerinden nasıl kaçacaklarını şaşırıyormuş. Hadi hadi sen iyisin yine. Sen bizim kıymetli Sabişimizsin. Soru başına on tele yeter’’ diyen Mert’e, babası kafasına şakadan vurarak;
‘’Ticarete döktün ha her şeyi’’ demesiyle gülmeye başlamışlardı.
Gerçekten de bir süre sonra kâh her gün kızının evine uğrayarak kâh ev halkından birini çağırarak bitmek bilmez sorularıyla ‘aklımıza gelen başımıza geldi’ dedirtmeye başlamıştı herkesi. Elinden telefonu düşürmeyen anneanneleri espri konusu olmuştu aile arasında. Ama bu durumdan en çok etkilenen kızı Melek ve oğlu Mesut olmuştu. Bir gün kız kardeşini arayan Mesut:
‘’Allah aşkına hanginizin aklına geldi bu akıllı telefon olayı? Annem olur olmaz her an görüntülü arayıp konuşmak istiyor. Meşgule alınca da bozuk atıyor. Kaç defa ‘hasta bakıyordum, müsait değildim’ desem ‘tamam tamam anladım ben’ deyip kapatıyor. Birkaç kez de Umut’u dersteyken aramış. Meşgule aldı diye konuşmuyor çocukla. Babaanne dersteyim diye mesaj atmış Umut, o da boş mesaj atmış. Işıl’a yaptığını hiç söylemeyim. Kadın korkusundan meşgule almak yerine bakmıyor telefona. Bu seferde Işıl benimle neden konuşmak istemiyor diye aradı beni. Hani güleyim mi ağlayım mı bilemedim valla.’’
‘’Ya ağabey valla biz de perişanız. Sürekli bir alınganlık. İnan bu kadar olacağını bilseydim asla almazdım. Ama o kadar üzüldüm ki ‘herkesin var benim niye yok? Arkadaşlarımla konuşuruz’ falan deyince mantıklı geldi. Ama çocuklar annemi görünce hiç olmadığı kadar hevesle ödev yapmaya geçiyorlar. Belki de bu durumun en işe yarar kısmı bu oldu. Artık çocuklara ‘hadi ödevlerinize’ demiyorum. ‘Anneanneniz gelecek, biraz oturacağız’ diyorum. İkisi de ışık hızıyla ‘bizim ödevimiz var’ deyip odalarına koşuyorlar.’’
‘’Peki aramalarını bir süre sonra toparlayabiliriz de açtığı sosyal medya hesabında paylaştıkları ne öyle? Bir de hesabının adı sabişingünlüğü.com. Arkadaşının torunu açmış hesabı. Günde hepsinin ortak kararıyla bu ismi koymuşlar. Şaka gibi. Geçen Umut sinir krizi geçiriyordu ‘sabişingünlüğün’de benim sünnet fotolarının ne işi var?’ diye. Allahtan Mert’i aramış da o almış silmiş resimleri.’’
‘’Ay haberim var. O günden beri Mert’le konuşmuyor zaten. Yakınlarda bir hafta sonu gelseniz de şöyle bir aile yemeği yapsak. Orada kırmadan anlatalım durumu, ne dersin?’’
‘’Olur valla. Yoksa aile huzuru diye bir şey kalmayacak bizde. Her gün bir kriz evde. Bir de görüntülü aradığında ‘anne şu telefonu uzak tut. Ya alnını görüyorum ya da duymadığın için kulağının içini’ deyince telefonu yüzüme kapadı ‘hadsiz’ diyerek. Şaşırdım ne yapacağımı’’
‘’Tamam tamam. Merak etme, onu da kırmadan çözeceğiz bu işi. Akşam eve gidince uğrar konuşurum yine onunla. Alırım gazını sen gelmeden.’’
‘’Lütfen anlat ona. Ben eski Sabiş’imi istiyorum ya. Nerede bizim eski tonton annemiz. Sosyal medya canavarı oldu çıktı başımıza.’’
Bir hafta sonra Sabiş heyecanla mutfakta, düzenledikleri aile buluşması için yemekler hazırlarken, bir yandan da hazırlayıp soğumaya bıraktığı yemeklerin resmini koyuyordu hesabına. Her bildirimde ‘kim, ne yorum yapmış? Kim beğenmiş’ diye bakmaktan normalden uzun sürmüştü hazırlığı. Çok özlemişti oğlunu, gelinini, torununu. İşlerinin yoğunluğundan epeydir bir araya da gelemiyorlardı. Biraz kırgındı çocuklarına, torunlarına ama olsundu. Onlar gençti sonuçta. Hata yapabilirlerdi. Büyüklere de onları affetmek düşerdi. Ne güzel olmuştu şu telefonun alınması. Hayatı dolmuştu resmen. Arkadaşlarıyla görüntülü konuşuyor, dertleşiyorlardı. Bir sürü şey öğrenmişti takip ettiği hesaplardan. ‘İnsanlar ne de çok şey biliyormuş’ diye geçirdi içinden. Yemek çeşitleri, örgü modelleri, başka hayatlar, arkadaşlarının gezip gördüğü yerler derken burada içi burkuldu biraz. Hafiften kıskanıyor muydu ne? Kendisi evde çiçeğin, böceğin, yemeklerin, torunların resmini koyarken; insanların mutlu mesut gezmeleri biraz canını sıkmıyor değildi. ‘Ay herkes ne kadar mutluymuş öyle de benim haberim yokmuş’ diye düşündü. Halbuki Nesrin’in kocasının huysuzluğunu, kadına neler çektirdiğini en çok kendi biliyordu. Ama hesabına baktığında kocasının kolunda, ağız dolusu gülerek ‘bilmem ne gezisinden’ diye resimler koyunca, ‘bildiğim mi yanlış, gördüğüm mü?’ diye sorgular olmuştu bir süredir. Peki Meral’in, nefret ettiği herkes tarafından bilinen, burnu havada, ukalâ geliniyle koyduğu ‘gelinimle sabah kahvesi keyfi’ resmi neydi öyle? Halbuki kendi öyle miydi? Sadece günlük hayatından resimler koyuyordu, bir de çocuklarının, torunlarının resmini… Sonra da çocukları, torunları kızıyordu ‘bizim özelimizi niye koyuyorsun?’ diye. Ne vardı canım? Tüm arkadaşları koyuyordu torunlarının resmini. Bir de büyük büyük harflerle ‘CANIM TORUNUM BENİ ZİYARET ETTİĞİNDE’ ya da aile yemeklerinin altına ‘BUGÜN DE BÖYLE…’ diyerek. Kendi koyduğunda mı suç oluyordu? Evet, sünnet resminde biraz ileri gitmiş olabilirdi. Genç çocuk tabii. Utanması normaldi. Aman canım görenler de anneannesi, babaannesi sayılırdı. Ne vardı ki? Mert ‘Sabişcim sadece onlar değil, ilgili ilgisiz seni takip eden herkes görüyor. Bir de açık hesap yapmışsın. Oh maşallah. Gelenin gidenin haddi hesabı yok’ dediğinde anlamamıştı ne dediğini. ‘Ağzını topla bakayım. Ne biçim konuşuyorsun sen anneannenle? Açık maçık. Açık neyimi gördün?’ deyince Mert’in kahkaha atmaktan cevap veremediğini görünce daha da bozulmuş, söylenmeyi arttırmıştı. ‘Tamam kızma Sabişim. Açığı kapadım, sen hiç merak etme. Namusun kurtuldu. Artık her isteyen sana ulaşamayacak. Ama bana bak, takip isteklerini kabul etmeden önce bana göster tamam mı? Beraber seçeriz’ dediğinde daha da kızmış, telefonu hışımla elinden alıp, göndermişti torunu evden. Evden çıkan torununun apartman koridorundan gelen kahkahaları iyice sinirlerini bozmuş, o günden beri konuşmaz olmuştu onla. ‘Bu yeni nesil, büyükleriyle nasıl konuşulacağını bilmiyor, hata ana-babalarda ama. Çok yüz verilirse böyle olur’ derken bir yandan da içten içe torunlarının bugüne kadar kendisine hiç saygısızlık yapmadıklarını kabul ediyor ve neyin değiştiğini sorguluyordu şaşırarak. O günden sonra ilk kez görüşeceklerdi Mert’le. Birkaç defa gelmiş, özür dilemiş, sarılmıştı ama kendi mesafeli davranmaya devam etmişti. Bugün affedecekti ama onu. Çünkü bugün uzun zamandan sonra ilk kez tüm aile bir araya gelecekti ve kendisi de çok özlemişti hep birlikte olmayı.
Kapının ısrarla çalmasıyla kendine geldi ve anladı uyuyakaldığını. Elinde telefon içi geçmişti. 
‘’Sabişim nerdesin ya? Aklım çıktı. Anahtarı da almayı unutmuşum. Biraz daha açmasan yukarı çıkıp anahtarı alacaktım valla. Ufff… Bu kokular insanın aklını alır. Neler döktürdün yine? Akşam sende yiyeceğiz diye tüm gün okulda bir şey yemedim ha. Kendimi tamamıyla sana ve yemeklerine hazırladım şekerim’’ diye içeri giren torunu Melis’in ardı arkasına konuşmasını dinlerken bir yandan da kendine gelmeye çalışıyordu. Bir saat sonra tüm aile yemek masasının etrafında toplanmış ve kahkahalar eşliğinde, bir ağızdan hem konuşuyorlar hem yemek yiyorlardı. Yemeğe oturmadan Mesut ve Melek annelerini oturma odasına almışlar; diğerleri içerde masayı hazırlarken anneleriyle, onu kırmamaya çalışarak telefonla ilgili sıkıntılarını anlatıyorlardı. ‘Meşgule almanın onunla konuşmak istemedikleri değil, gerçekten meşgul oldukları anlamını çıkarması gerektiğini; bunu arkadaşlar arasında da yaptıklarını ve herkesin birbirini anlayışla karşıladığını anlatmışlar ve kişisel fotoğrafları koyarken en azından sormasının daha doğru olacağını eklemişlerdi. Telefondan doğru biçimde yararlanırsa keyifli olacağını ama çok da kendini kaptırmaması, her gördüğüne inanmaması ve de en önemlisi tanımadığı insanların takip isteklerini güvenlik açısından kabul etmemesi gerektiğini söylerken anneleri şaşırtıcı biçimde bekledikleri tepkiyi vermemişti. Sakince dinleyip, ‘tamam’ deyince; ‘oldu bu iş’ dercesine iki kardeş birbirlerine bakmış ve rahatlamış bir şekilde masaya geçmişlerdi.
Bu konuşmanın verdiği rahatlamayla yemek eski günlerdeki gibi keyifli geçiyordu. Herkes bir ağızdan konuşurken kimse Sabiş’in masadan kalktığını fark etmemişti. Ta ki elinde selfie çubuğuyla ‘gülümseyin bakayım’ diyen sesini duyuncaya kadar.
‘’Yok artık Sabiş… Selfie çubuğu ne alâka?’’ çığlıkları arasında Sabiş’in;
‘’Niyeymiş? Benim herkesten ne eksiğim var. Şöyle güzel bir aile fotosu çekilelim de koyayım ‘sabişingünlüğü.com’a’ düşmanlar çatlasın. ‘CANIM AİLEMLE YEMEK KEYFİ. BUGÜN DE BÖYLE’ diye yazdım mı tamamdır. 
Hadi bakalımm…Kimler Sabiş’in meşhur fırın sütlâcını istiyor. El kaldırsın’’ derken masadaki sessizliğin farkında bile değildi.

Yorum

Süreyya (doğrulanmamış) Sa, 15 Kasım 2022 - 09:35

Harika!!!👌👏👏👏

Aydan Demir (doğrulanmamış) Çar, 16 Kasım 2022 - 10:05

Günümüze dair güzel tespitler👏👏
Kalemine, yüreğine sağlık arkadaşım, çok beğendim. 🥰

benim_okudukla… (doğrulanmamış) Pt, 21 Kasım 2022 - 22:10

Harika👏
Sıcacık bir hikaye..bir çoğumuzun yaşadığı durumlar 🙂 gülümseyerek keyifle okudum.. kaleminize sağlık 😍💐

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.