Saklananlar

Öykü

Saklananlar

Serap Gökalp

Pompa üç merkez! Pompa üç merkez!
İnsanların ayakta kalmasını engelleyen yağmurun binaları yamultmaması işten bile değildi! Meydanda tek bir çöp uçmuyordu, çünkü var olan tek şey, aşağı doğru yağan yağmurda kala kalmış çaresiz şantiye… Yorgunlukla birleşen su sesi, yumuşak tüylü uykuyu  binalara ve içindekilerin üstüne örtmüştü.  
Pompa üç cevap ver merkez! Pompa üç merkez cevap ver! 
Peş peşe çakan şimşekler ve gök gürültüsünün arasında kısılmış telsizden cızırtılar karanlık odada sıçrıyor ama koltuğunda kaykılmış adamın kulağına ulaşamıyordu. 
Pompa üç merkez! Pompa üç merkez! Burhanettin cehenneme mi gittin a…. kodumun ibnesi! Tamam!
Burhanettin sıçradı. Alışkanlıkla duvar saatine baktı. 21.49. Acele etmeden ayaklarını masadan indirdi. İçim geçmiş olmalı. Esnedi. Dün gece küçük kızı ateşlenmiş hiç uyutmamıştı.
Pompa üç merkeeeeez! Merkez! Merkez! Nerdesin ulan?
Arkaya yatırdığı koltuktan doğrulup ağzını şaplattı. Zehir tadı. Acıkmıştı. Gelemedi bu herifler de… Telsize cevap verdi.
Merkez dinlemede, dinlemede. Ne var Binali? Tamam.
Kaza oldu, tekrar ediyorum kaza oldu Burhanettin! Şantiyede kim var kim yoksa buraya gelsin! Anlaşıldı mı merkez?
Burhanettin ayağa fırladı.
Pompa üç, pompa üç tekrarla, anlaşılmadı tamam!
Merkez, pompa üç çamura saplandı, çamura saplandı! Vinç gerek, vinç gerek! Mikser iki devrildi, mikser iki devrildi! Adamlardan ikisi baygın! Tekrar ediyorum iki adam baygın! Cankurtaran çağırın, hepiniz buraya gelin! Durum çok kötü! Çok kötü! Tamam!
Anlaşıldı pompa üç! Anlaşıldı! Cankurtaran ve vinç gönderilecek! Burada on kişiyiz, geliyoruz, geliyoruz! Tamam! Alo 155 mi? Burası Tay Beton. Adım Burhanettin Gönderim Sorumlusuyum. Vereceğim adreste iki yaralı var. Bir arsa burası. İnşaat alanı. Anlatabildim mi? Adresi yazıyor musunuz; ……..  Yaralılar inşaat işçileri. Bilmiyorum han’fendi. Hayır, beton mikserinden söz ediyorum. Pompamız çamura saplanmış mikserlerden biri de devrilmiş.

Telefonu kapatıp, şantiye şefini buldu. Şoför bekleme odasında işin bitmesini bekleyenlere var gücüyle bağırdı. Çetin geldi, adamlar geldi.  Kapı açılıp kapandıkça köşedeki örümcek ağı titreşiyordu. Olup biteni duyunca hepsinin başından aşağı kaynar sular döküldü. İnanmazlık sesleri, telaşlı bağrışlara döndü. Çetin vinç çağıracaktı ama kurtarıcı şirketinin telefonunu bir türlü bulamıyordu. Bakımcılar araç gereçlerini getirmeye koştular. Bazıları bulabildikleri lastik çizmeleri ve yağmurlukları giydiler, çünkü herkese yetecek kadar yoktu.
Bu feci yağmurda şimdi kurtarıcı gönderirler mi ki Burhanettin? Alo? Adem Ağbi, rahatsız ettim. Ben Çetin. Tay Beton Çetin. Şantiye şefi bildin mi? Hah. Ağbi bizim pompayla mikser çamura saplanmış kurtarıcı gerekiyor. Vereyim ağbi. İnşaat burası. … köy tarafında. Hah orası. Hemen gider mi kurtarıcı? Tamam Ağbi. Yaralı da var. Aman gözünü seveyim oyalanmasınlar.
Telefonu kapattı.
Herkes hazır mı arkadaşlar? Ali Mor nerede?
Gece bekçisi dikenli yanaklarını üfleyerek;
Efendim,dedi.
Patronu sen arayıver. Telefonun başından ayrılma. De ki; gidip durumu görünce ben Lamia Hanımı arayacağım. Hadi! Acele edin!

Bir avuç yorgun adam… On beş dakika önce kendilerini bir çuval keçiboynuzu gibi hissederek bir an önce eve gitmek için sabırsızlıkla sigara içen bir avuç yoksul adam, şimdi gözünü budaktan sakınmayan sabırsız savaşçılara dönüşmüş, birbirlerine kenetlenmişti. 
Dışarı adımını atan minibüse binene kadar sucuk gibi oluyordu. Kimse aldırmıyordu. Ortak mutsuzluk, ortak acıya dönüşmüştü ama yazgıya inançları hala ıslanmış değildi. Yağmurdan göz gözü görmüyordu. 
Nasıl olmuş Çetin? Nerede şimdi bunlar?
Canım şu Saklı Kent inşaatı yok mu? Bugün oranın temel betonu vardı. 
E, gündüz niye dökmediniz?
Minibüs rüzgârın koca ağzından içeri daldı. 
Yan yolda araba zorlandı. Osman, motorun kof gürültüsüne kulak kabarttı. Şimdi arızanın hiç sırası değil… Şimşeklerden içerisi aydınlandı. Ön cama, lastikleri eskimiş silecekler yağmur bulaştırıyor, dışarısı eğri büğrü görünüyordu. Osman Usta telaştan dört numara miyop gözlüklerini şantiyede unutmuştu. Sesini çıkarmadı, gözlerini kısarak motora gaz verdi; Hey mübarek. Adamların konuşmalarına kulak kabarttı. 
Gündüz Faruk Bey gidip yere baktı. Bana telefon etti, gönder betonu diye. Araçlar daha oraya gitmeden yağmur başlamıştı. Ama nasılsa temeldir dökeriz, dedik.
Ben gördüm, pompa saat beşte gitti. Çok geç. 
E, ne yapsaydım? Bütün pompaların işi vardı. Ancak sıra geldi. Binali gitti ama en son konuştuğumda her yer batak oldu, kuramadım pompayı, demişti.
Mikserle dökseydiniz.
Öyle yaptık ağbi. Dursun’la Halim’i gönderdim ben de.
Ana yola çıktılar. 
Bir kişi elindeki bezle arada sırada içerden camın buğusunu siliyordu. Çetin, şoförün sırtını dürttü;
Hadi!  Gazla, gazla!
Telsizi açtı;
Pompa üç, pompa üç, cevap ver!
Cızırtı arabanın içini kapladı. Binali’nin sesi duyuldu.
Burhanettin! Nerede kaldınız? Adamların hali iyi değil! Aydınlatma yok! Cankurtaran gelmedi! Her yer batak! Tamam!
Yoldayız Binali, yoldayız! On beş dakika sonra or’dayız! On beş dakika! Vinç yolda, vinç yolda! Cankurtaran yolda! Tamam. Nasıl oldu, nasıl oldu? Tamam.
Yağmurdan her yer batak! Pompayı kuramadım! Pompayı kuramadım! Dursun’la Halim bir buçuk iki saat beklediler! Beklediler! Mikserden dökmeye karar verdik! Dursun’un mikseri sabitlemek için çok uğraştık. Tam oldu derken mikser çamurda kaydı, yan yattı! Yan yattı! Hortum savruldu, hortum savruldu! Biz hortumu tutuyorduk. Hortum savruldu!
Gök gürültüsünden konuşmanın devamı duyulmadı. Şoför hızı artırdı. Şimdi arabada çıt çıkmıyordu. Burhanettin telsize bağırdı:
Anlaşılmadı, hortum savruldu, tekrar et, anlaşılmadı, tamam!
Hortum savruldu bize çarptı, bize çarptı! Dursun ilk darbeyi aldı, düştü! Sonra Halim’e çarptı! Halim’e çarptı! Halim kaydı!  Galiba başını mikserin tamponuna vurdu! Tampona vurdu! Ben ve Mustafa yaralıyız! Tamam!
Dursun’la  Halim nasıl? Nasıl? Tamam.
Bilmiyorum, bilmiyorum, yerdeler! Kıpırdatmıyorum!  Burası karanlık! Yalnızca farlar!  Çabuk gelin! Çabuk! Tamam!
Bir çatırtı oldu. Arabanın içinden biri kaygıyla,
-Yıldırım düştü! dedi. 
 Alo, Adem ağbi, Çetin ben Çetin! Vinci çıkardın mı? Sağ ol ağbi. Cankurtaranı oraya nasıl alalım ağbi? Duyamadım ağbi. Tamam ağbi!
Mikseri boşaltamadılar mı şimdi?
Sanmam. Baksana devrildi diyor. Taş olmuştur içindek beton.
Patron yarın herkesi oyar artık. Başta Çetin seni.
Ya, yemişim mikserini pompasını… Çocuklara bir şey olmasın da. Pompa üç! Pompa üç! Beş dakikalık yolumuz kaldı Binali! Sık dişini! Cankurtaran geldi mi? Geldi mi? Tamam!
Cızırtı arasından Binali bağırdı:
Gelmedi, gelmedi, tamam!
Minibüsün içinde bir bıçkı makinesi yürekleri ince dilimlere ayırmaya başladı.
Alo, 155 ben Tay Beton’dan Burhanettin, Han’fendi cankurtaran istemiştik. Hala yaralılara ulaşmamış. Hangi yol tıkalı? Nasıl yani? Cankurtarana yol kapalı olur mu bayan? Şoförle görüşebiliyor musunuz? Gittikleri yer çok çamur. Cankurtaranı araziye sokmasınlar, şoförü uyarın! Biz aletlerimizle gidiyoruz. Ne zaman ulaşır? Bilmiyor musunuz? Şoförün telefonunu verin bana! Ya, kardeşim, hayat memat meselesi! İki arkadaşımızın durumu ağır! Nasıl siz hep hayat memat? Peki, bayan, peki. Biz orada hazır olacağız!
Çetin’in cep telefonu çaldı. 
Efendim Lamia Hanım. (Şoför minibüsün iç aydınlatmasını yaktı.) Yoldayız. On bir kişiyiz. Çağırdım… Haber verdim, Lamia Hanım. Evet, sabah gidecekti. Hayır, hava raporuna bakılmadı Lamia Hanım. Faruk Bey gidip yeri gördü. Öğlen telefon etti Lamia Hanım… Bir, bir buçuk arasında sanırım… Ben pompayı üçte yönlendirdim. Yok, hepsi işteydi. Hiç boş pompa yoktu Lamia Hanım… Evet, yağmur başlamıştı… Kurtarıcı? Çağırdım. Mikserin biri devrilmiş Lamia Hanım. Varmak üzereyiz… Hepsi yaralı. Binali konuşabiliyor… 
Ani bir frenle sustu;
Ne oluyor? diye bağırdı, sonra sesini olağanlaştırıp, telefona, yok bir şey Lamia Hanım. Fren sert geldi de…
Pompa üç, merkez cevap verin!
Bir dakika Lamia Hanım, Binali arıyor. Burhanettin cevap ver sen.
Binali dinlemedeyim, tamam.
Ner’de kaldınız? Cankurtaran geldi! Siz yoksunuz! Halim Harap öldü. Dursun öldü! Cümlenin sonu uçup dağıldı, Burhanettin tekrarladı;
 Halin harap mı oldu, ne dursun?
Halim’in soyadı Harap, Harap, dedi arabanın içinden birisi.
Çetin Burhanettin’in elinden telsizi kaptı; 
Anlaşılmadı, anlaşılmadı ! Tamam!
Halim ve Dursun’u sakladık!
Sesi hıçkırık ve cızırtıyla kesildiği sırada arabanın farları çakan şimşekle bir inşaat tabelasını aydınlattı. Sileceklerin arasından hepsi aynı anda okudu:  SAKLIKENT. BAŞKA BİR DÜNYANIN KAPISINDASINIZ. 
Susku boş arazinin orasını burasını kesip biçen farların içinde gezindi, inşaat şirketinin bayrağında çırpındı, az ileri park etmiş cankurtaranın ışıldaklarıyla dönüp arabanın tavanında gümledi. Telsiz cızırdıyor, kimse duymuyordu… Korkunç bir çatırdama oldu. İki ağaç gözlerinin önünde devrildi. Tıpkı az önce devrilen iki arkadaşları, iki ekmek ağacı gibi…
Bir gölge onlara doğru yürüdü. Esen yel ve yağmur sıvalı bu içi boş giyiti kırıp sürükleyecek gibiydi.
El freni.
Sağanakta sessizlik…
-o-

Yorum

İpek Aydoğan (doğrulanmamış) Cu, 04 Şubat 2022 - 16:46

O kadar sürükleyici ki, insan bitsin istemiyor. Tebrik ediyorum, kaleminize sağlık.

Asil Gökalp (doğrulanmamış) Cu, 04 Şubat 2022 - 23:01

İnsan hayatının bir anda nasılda değişebileceğini ve olayların çıkmaza girdigini düşündürüyor.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.