Şems Ve Mevlana

Edebiyat

 

 

 

şems ve mevlana

Aşk değil sadece güzellik uğruna olan aşklar

Sonunda pişmanlık ve utanç getirir bu aşklar

 

Keşke o da baştan ayağa ayıplı olsaydı da

Yapışmasaydı böyle bir kötü yazgı yakasına

 

Gözlerinden ırmak gibi kan akmaya başladı onun

Can düşmanı güzelliği, güzel yüzü oluverdi onun

 

Tavus kuşunun tüyü kendi can düşmanı oluverir

Nice hükümdarların güçleri, ölümlerinin sebebi oluverir.[1]

 

***

Çünkü ölülere aşk sürüp gitmez ki!

Çünkü ölüler tekrar dirilip kalkıp bize gelemez ki!

 

Ruhta, göz önündeki diri aşk, gerçek sevgiliye olan aşk

Her an yenilenir ve goncadan da taze, daha diri olur

 

Sonsuz ve ölümsüz olan, her an cana can katan

Sonsuzluk şarabıyla kandıran O dirinin aşkını seç, ona aşık ol!

 

Bütün peygamberlerin aşkıyla güç sahibi oldukları

O güzelin aşkını seç!

 

 “O ulu dergaha erişmemize izin yok” deme

Ulular, bağışlayanlar için zor diye bir şey yok! [2]

 

***

O eşsiz sevgilinin özelliklerini nasıl söylerim?!

Bir damarım bile uyanık değil benim!

 

Bu ayrılığın, bu ciğer yarasının derdini

Başka bir zaman söyleyeyim bırak şimdi”. [3]

 

***

 

Şöyle dedim: “Sevgilinin sırları daha iyi gizli kalsa

Sen aç akıl kulağını, sonrasını hikâyelerden anla

 

Güzellerin gizemlerini bırak başkaları anlatsın

Bu daha güzel daha tatlı.”[4]

 

Ulu pir Şems-i Tebrizî, Mevlana ile buluşmasını, bunun kendisinde yarattığı derin değişimi şöyle anlatır:

Güzel söylerim, tatlı söylerim

İçim ışıltılı, aydınlık benim

 

Durgun bir suydum, kaynardım kendime

Döner dururdum çevremde, kokardım bile

 

Mevlana’nın varlığı bir şimşek gibi çaktı cana

Çay oldum, ırmak gibi başladım akmaya

 

Akıyorum şırıl şırıl şimdi

Mutluyum, pırıl pırılım şimdi [5]

 

Mevlana, Şems’i ne denli derin arzularla aradığını, onun erdemi ve üstün vasıflarını şöyle dillendirir:

Koştum durdum bütün şehirlerde, baştanbaşa gezdim ben

Görmedim kimseyi senin inceliğinde, güzelliğinde ben

 

Kurtuldum ayrılıktan, gariplikten döndüm

Bir kez daha bu devlete eriştim ben

 

Uzaklaşınca güzel yüzünün bahçesinden

Ne bir gül gördüm, ne bir meyve derdim ben

 

Ne söylerim: “Ölmüştüm sensizlikte kuşkusuz ben

Tanrı yeniden yarattı, can verdi, dirildim ben”

 

Öpeyim bırak ellerini, ayaklarını senin

Ver bayramlığımı, bayramımdayım bugün ben

 

Sana ey Mısırlı Yusuf, bir armağan

Böyle ışıltılı bir ayna aldım getirdimben[6]

Şems adlı bu ulu bilge, bu gizemli kişi, Mevlana tarafından “en ulu hükümdar”, “en ulu sır sahibi”,” canın ulu sultanı”, “ışık ocağı”, “canın canının canı”, “dokuz göğün kandili”, “rahmet deryası… gibi nitelemelerle anılır. [7]

Vuslat Huması’sın a gönül uç! Neden uçmuyorsun sen?

Kimse tanımıyor seni; ne insan ne perisin. Kimsin sen?

 

Bir an topraklara karışırsın vefandan, bir an

Arş’ı, Ferş’i, iki evreni aşıp gidiyorsun sen [8]

Sultan Veled, İbtidânâme adlı eserine “Musa ile Hızır” hikayesiyle başlamaktadır: Musa, halka kutsal mesajı iletmek için gönderilmiş ulu bir peygamberdir. Tanrı’nın kutsal mesajlarını insanlara ulaştırmak için çabalar. Hızır ise bir “ulu pir” ve bir “mürşid” olarak dünyanın her bucağını dolaşır. Görenlerden hiç biri onu tanımaz. Musa, peygamberdir de, perdenin arkasında olup bitenleri bir türlü bilemez. Bir yol göstericiye ihtiyaç duyar, Hızır’ı görürü görmez eteğinden yapışır. [9]

Sultan Veled’e göre Mevlana ile Şems’in ilişkisi, Musa ile Hızır’ın ilişkisi gibidir. Mevlana bütün erginliği, büyüklüğü ve kerametleriyle hak dostlarının sohbetine erişmek istiyordu. Aradı ve sonunda da en ergini, olanı Şems’i buldu. [10]

Şems’in Konya’ya gelişi, özellikle Mevlana ve yakın çevresinde bir tufan kopardı. Mevlana, Sultanu’l-ulemâ’nın oğluydu. Öğrencileri vardı, Konya ve çevresinde saygınlık görüyordu. Bunlara karşın bu adsız sansız dervişe öylesine bağlandı ki, ne yaptığın farkında bile değildi. [11]

Şems’in Mevlana üzerindeki etkisi ileri boyutlardaydı ki; disiplinli, kararlı bir fakihten heyecan dolup taşan, kendinden geçmiş bir âşık yarattı. Bu gizemli, pir, onu, dersten, tartışmalardan kenara çekti; bütün bunlardan soğuttu, dersi, minberi, vaazı bir kenara bıraktırdı; sema meclislerine çekti:

Elimde benim Mushaf vardı

Âşık oldum, çalpara aldım

 

Ağzımda benim tesbih vardı

Şimdilerde şiir, dobeyti ve şarkı

 

Ey sakî doldur kadehi, ver bize

Gece yudumladığımız şarapla sarhoşuz biz [12]

Müritler başkaldırdılar; Kısa sürede bu hareket alevlendi, düşmanlıklar başını alıp gitti. Mutaassıp çevrelerin Şems ile mücadeleleri arttı. Şems, kimselere söylemeden, gizliden Konya’yı terk etti. Bir gün Şems’ten bir mektup geldi. Şam’da olduğunu bildiriyordu. Mevlana’nın gönlü yine mutlu oldu. Sultan Veled’i onun için Dımaşk’a gönderdi. [13]

Müritler özür dilediler. Mevlana’ya, Şems dönüp Konya’ya gelirse, artık bundan sonra kendisine bir saygısızlık yapmayacaklarına söz verdiler. [14]

Sultan Veled Şems’i bulup mektubu da kendisine iletti. Şems, Konya’ya döndü. Veled şöyle aktarır: “Şems yeniden sözlerini söylüyor, sema meclisi kuruluyordu. Bu durum Mevlana’nın iç dünyasındaki karanlıkları kaldırıyordu: [15]

Güneşim, Ay’ım geldi; kulağım gözüm geldi

Benim gümüş tenlim geldi, altın kaynağım geldi

 

O yol vuranım geldi, gözlerimin ışığı geldi

Başka bir şey istersen, işte o şeyim geldi

 

Neden korkarım ölümden; hayat çeşmem geldi

Neden korkarım kınanmadan, şimdi kalkanım geldi

 

Artık Süleyman’ım ben, yüzük verdin sen bana

O krallar tacı başımın üzerine bak geldi

 

Şimdi şarap zamanı, şimşekler çaksın aklım

Şimdi uçuş zamanı, bak kolum kanadım geldi [16]

Şems’in Konya’ya dönüşünden sonra sakinleşen başkaldırılar yeniden başlayınca, Şems kimselere haber vermeden Konya’dan çıktı ve kayboldu. Artık bir daha kendisinden hiçbir haber alınamaz oldu. [17]

Mevlana’nın gamı, perişanlığı bu kez kendisini de çok rahatsız etti. Bu gidişinde Mevlana eski hallerinin tersini yaşıyordu. Bu kez bahar mevsimindeki bahar selleri gibi feryad edip duruyordu. Mevlana bu kez kendisi Şam’a gitti. Ne yazık ki bütün aramalarına rağmen Şems’in izini bulamadı.  Her yerde o Şems’i arıyor, herkese Şems’i soruyordu: [18]

A seher yeli Şemseddin’den bir haber getir

Hoten amberini, miskini Çin’den Konstantine’e getir

 

Söyle onun tatlı dudaklarından varsa bir selam

Aşk dolu gönlünden onun varsa bir mesaj getir

 

Baş neymiş ki feda edeyim ayağına Şemseddin’in

Adını söyle canımı saçayım ayaklarına Şemseddin’in[19]

Git gide Şems ile ilgili olumsuz haberler Mevlana’ya geliyordu. Onun bu büyük dostunun, o sırlarının tercümanının artık dünyada olmadığı söyleniyordu. Mevlana ise bu haberlere asla inanmıyordu, hiç inanmak da istemiyordu, deliler gibi feryat edip duruyordu:

Kim demiş: “O ölümsüz can öldü?” diye

Kim demiş: “O umut güneşi öldü?” diye

 

O güneş düşmanı çıkmış da dam üzerine

Kapattı gözlerini de dedi: “Güneş öldü?!”diye

Şems’in yaşadığına dair de herhangi bir umudu da kalmamıştı. Yüreğindeki binlerce üzüntü dolu hayalleriyle kıvranıp duruyordu[20]:

Aramızda ışık saçıyordu kandil gibi

Nereye gitti bizsiz? Nereye gitti?

 

Titriyor gönlüm yaprak gibi her gün

O sevgili tek başına gece yarısı nereye gitti?

 

Git; bahçeye, bahçıvanlara sor:

O bakmaya kıymadığım gül nereye gitti?

 

Git, çık dama bekçilere sor:

O eşsiz sultanımız nereye gitti?

 

Dolaşıp duruyorum çöllerde;

O ceylan bu çölde nereye gitti?[21]

Şems ile ilgili gelen haberler netleştikçe, Mevlana’nın onu bir daha görme umudu birden bire ortadan kalkınca yüreği dert dolu Şems için ağıt yakar, gönülden gelen ağlamalar, sızlamalar dizelerine akar durur. Sultan Veled’in: “Mevlana Şems’i kendinde gördü” sözü: “Şems’in manasını, ruhunu ve gerçeğini kendinde gördü” anlamındadır. Artık şimdi onun sözü Şems’in sözüydü; düşüncesi Şems’in düşüncesiydi. Ona şiir söylemesini salık veren de Şems idi. Onu feryat etmeğe, kükremeğe sürükleyen de Şems idi[22]:

A canıma taht kurmuş! Şiir söylememi salık veren

Sabretsem de susuversem, buyruğunu tutmam diye korkarım

 

Tebrizlilerin kıvancı, Hakk’ın ve dinin güneşi söyle:

Belki de senin sesin benim bütün bu sözlerim[23]

 

KAYNAKÇA

 

Celâluddîn Muhammed-i Belhî, Mesnevî-yi Ma’nevî (yay. Muhammed Alî-yi Muvahhid) Tahran 1396 hş., I, 15, (beyitler: 207-210).

Mevlana, Celâluddîn Muhammed-i Belhî, Dîvân-i Şems, Tahran 1396 hş.

Muvahhid, Muhammed Ali, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, Tahran 1392 hş.

 

 

[1]Celâluddîn Muhammed-i Belhî, Mesnevî-yi Ma’nevî (yay. Muhammed Alî-yi Muvahhid) Tahran 1396 hş., I, 15, (beyitler: 207-210).

 

[2] Celâluddîn Muhammed-i Belhî,Mesnevî-yi Ma’nevî, I, 15 (beyitler: 219-223).

[3] Celâluddîn Muhammed-i Belhî,Mesnevî-yi Ma’nevî, I, 11 (beyitler: 131-132).

 

[4]Celâluddîn   -i Belhî, Mesnevî-yi Ma’nevî (yay. Muhammed Alî-yi Muvahhid) Tahran 1396 hş., I. 11 (beyitler: 126-127).

 

[5] Muvahhid, Muhammed Ali,Makâlât-i Şems-i Tebrizî, Tahran 1392 hş., s. 237.

[6] Mevlana, Celâluddîn Muhammed-i Belhî, Dîvân-i Şems, Tahran 1396 hş. Gazel: 1508.

[7] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 20.

[8] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 3071.

[9] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 21.

[10] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 22.

[11] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 22.

[12] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 2351.

[13] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 23-24.

[14] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 24.

[15] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 25.

[16] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 633.

[17] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 26.

[18] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 27.

[19] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 1081.

[20] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 28-29.

[21] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 677.

[22] Muvahhid, Makâlât-i Şems-i Tebrizî, s. 30.

[23] Mevlana, Dîvân-i Şems, Gazel: 1375.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.