Karl Heinrich Marx Bağlamında Devrimci Siyasetin Görüngüsü

Akademik

Karl Heinrich Marx Bağlamında Devrimci Siyasetin Görüngüsü

Ozancan Dernek

Özet
Komünist Manifesto adlı eserin son sayfasında son cümle olarak “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin’’ önermesi yer almaktadır. Basit gibi duran bu önerme fenomen dünya için çok şey anlatmaktadır. Buradan hareketle toplumsal bir düzenin siyasal görüngüleri çerçevesinde sınıfsal çatışmaların olmasından kaynaklı olarak düzensizlikleri görmekteyiz. Bu olguya bir itiraz olarak söylenen önermede temelde eylemsizlik içinde bulunan bastırılmış güçlerin eylem haline geçirilmesi gerektiğini anlayabiliriz. Elbette anlayışın felsefe tarihi içerisinde düşünce seviyesinde ortaya çıkması gerekmektedir ki eylem hareketine bürünebilsin bu bağlamda Karl Heınrich Marx, tabiri caizse elini taşın altına koyarak düşünce hususunda bizlere ezilen sınıfın davranışsal boyutunu şekillendirecek fikirler söylemiştir. Böylede kalmayıp Proleterya sınıfının Burjuvazi karşısında nasıl davranacağını belirlemiştir. O’nun tabiri ile zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi kalmayan sınıfın artık harekete geçmesi gerekmektedir. Makalenin içeriğinde filozofun bizlere sunduğu hareketin devrimci boyutları irdelenmeye çalışılacaktır Sonucunda ise siyasi devrimin Marx çerçevesinde nasıl göründüğü belirlenecektir.
Anahtar Kelimeler:  Karl Marx, Devrimci siyaset, Burjuvazi, Proleterya

Giriş:
Düşünce tarihi serüveninde, kuşkusuz birçok düşünürün etkisi olmuştur. Bazıları ise sadece etki bağlamında kalmayıp toplumsal hayatın işleyişinde ortaya koydukları fikirlerle mihenk taşı olmuşlardır. Bu bağlamda en önemli mihenk taşlarından Karl Heinrich Marx(1818-1881) çağdaş siyaset teorisi, çağdaş siyaset felsefesi ve çağdaş siyaset tarihi çalışmalarının en önemli referans düşünürlerinden biri haline gelmiştir. Fikrimin bu şekilde oluşmasında gerekçe olarak Marx’ın  düşüncelerinde ortaya koyduğu fikir ve eleştirilerin, politik pratik alanda düşmanlıklar veya dostluklar oluşturmaya çok elverişli olmasıdır. Bir başka gerekçem ise kapitalist sistemin eleştirilmesi bağlamında hala geçerliliğini korumasıdır. Bu düşünceler çağdaş felsefe içerisinde filozofun fikirlerinin alternatif bir düşünce yaratmasına neden olabilir. Böylelikle tüm siyasi düşünce içerisinde Marx’ın düşüncelerinin hatırlanması ve tartışılmasını mümkün kılar.

Filozofun bu denli önemli olmasının aslında yukarıda sunduğum gerekçelere bağlı olarak  somut  görünümde kısmen gerçekleşmiş  düşüncelerinin olmasıdır. Siyaset alanı ile ilgili düşünürler ne zaman hatırlansa Marksist düşünce ve onun geleneklerine bağlı kalma olgusu daima hatırlanacaktır.
Bu makalede ilk önce Marx’ın, siyaset felsefesi tarihinde neden bu kadar önemli olduğunu detaylı olarak inceledikten sonra düşüncesinin temel yapısının somut ve fenomen uğrakları belirlenip filozofun siyaset alanı ile ilgili temel düşüncelerine yer verilecektir.

Marx, düşünceleri bağlamında dönemi içerisinde ve daha sonrasında kendinden sonraki düşünürlere, kendisinin fikirlerini benimseyenlere,  bir o kadar da siyasal düşüncelerini katı bir şekilde eleştirenlere, feminist düşünce yapısı yanında aktivistlere, tüm dünyadaki mazlum halkların mücadelelerine ve gençlik hareketlerine esin kaynağı olmuştur. Her bir için bir noktada siyasi düşüncelerine katkı sağlamıştır. Bu söylemin kanaatimce,günümüzde  devam ettiğini söyleyebilirim.

Marx’ın düşünceleri, günümüz dünyasında güncel gözükmektedir. Çünkü  filozofun düşünceleri  sınıfsal siyasetin  başarı ve başarısızlıkları, toplumsal bağlamda  tarihsel olarak somut  ve gerçekçi karşıtlıklar ürettiği için çağdaş düşünürler açısından hatırlanmak ve hatırlatılmak zorunda kaldığı net bir olgudur. ‘’Bu işaretlerin  yöneldiği ilk devrimci gerçekleşme örneği  17 ekim Bolşevik devrimidir. Bolşevik Devrimi’nde ortaya çıkan tablo, siyaset alanında öyle yada böyle çağdaş bir siyasal tartışma yürütecek her katılımcının tarihsel ve toplumsal uğraklarından biri olmak durumundadır.’’  Bu durumun nedenini anlamak çok zor olmasa gerek  Bolşevik devriminin 20. Yüzyıla tamamen yayılması nedenin bir açılımıdır. Marksist düşünce, dünya genelinde oldukça derinlikli iz bırakmıştır. Kanaatimce bırakılan iz sayesinde tüm dünyada filozofun düşüncesi oldukça incelenmektedir. Bir başka hususta filozofun tüm düşüncelere ait olan kitapları geri planda bırakacak olan komünist manifesto eserinin yayımlanmasıdır.  Eserin tüm dünyada bilindik bir seviyeye gelmesi filozofun düşüncesinin çağdaş niteliğe bürünmesine oldukça katkı sağlamıştır.

Kanaatimce filozofun kapitalist bağlamda düşüncesi de oldukça güncelliğini koruyan bir düşüncedir. Bu durumun nedeni  kapitalist düşünce karşısında yenilgi içerisinde olan toplum yönlendirilmesi hususunda halen geçerliliğini korumasıdır. Üstelik bu geçerlilik kapitalist dünyanın sürekli bir biçimde dilinde olması, filozofun haklılığını göstermekte ve yeniden panzehir olarak düşüncelerinin canlılığını korumayı sağlamaktadır. 

Elbette kurtuluşun Marx’ın düşünceleri hususunda olması dünya genelinde farklı yorumlamalara muhtaç ilerlemiştir. Fakat atlanılmaması gereken asıl olgu filozofun insanlık tarihi içerisinde ilk başvurulan bu yüzdendir ki derman olma özelliğini içinde barındıran ender düşünürlerden biridir. Kapitalist düşünceye ait olanların kendi içlerinde yaşadıkları boğuk havanın yeniden düzenlenmesi için Marx’ın acı dermanına ihtiyaç duymaları en iyi göstergedir. ‘’Oysa devrimci dediklerimiz için kapitalizmin iflah olmaz tarafının yine kapitalizmin kendisinden kaynaklandığı için filozofun düşüncesine başvurmak, canlı emeğin, ölü emek üzerindeki tahakkümü ortadan kaldırmak anlamında yol gösterici olmaktadır.’’ 

Karl Marx, sadece siyasi yaşam içerisinde pratiklere esin vermeyen bir düşünürdür. Veya  pratik yaşamın ekonomi- politik alanındaki gelişmelerine olanak sağlamaz. Bir devrimci düşünür olarak çağı içerisinde bulunun düşünürler gibi felsefi hakikat veya epistemeyi odak noktası almadığı için çağdaş felsefenin geleneksel yapısından ayrılan temsilcilerine esin vermektedir. Filozof Hegel gibi geleneksel anlamda sistem kurmak yerine tutarlılık ve gerçekçilik içinde somut olaylarla ilgilenir.

Karl Marx, bu durumu şöyle ifade eder. ‘’Tarih hiçbir toplumun önüne çözemeyeceği sorunları koymaz.’’  Bu söylem başlı başına düşünürün  felsefeye kazandırdığı  yeni bir ruhunda göstergesidir. Artık felsefenin sadece sistemsel açıklamalarının yerine bireyin varlığının anlamı üzerine bir sorgulamanın yapılmasının öncelikli olarak ele alınması sağlanmıştır. Dönemin düşünürlerinden ziyade  filozofun kendisinin felsefe içerisinde bunu nasıl yaptığının çağdaş siyaset felsefe tarihi çalışmasından ziyade çağdaş bilgi felsefesi nezdinde açıklamalara ait olduğundan, kanaatimce Marx’ın  felsefi yaklaşımının  belirlenmesi ile yetinmek gerekmektedir. Durumu özetlediğimde; düşünürün neden çağdaş siyaset düşüncesinde referans olarak bu denli önemli olduğunu anlamak kuşkusuz kaçınılmaz olacaktır.

Felsefesinin gerçek anlamda yaşanması siyasi düşünce içerisinde oldukça güncel bir olgudur. Bunun nedeni  düşünürün temel olarak ortaya koyduğu fikirler bağlamında maddecilik, tarihsellik, ve diyalektik kavramlarını ele almış olmasıdır. Bu kavramlar sayesinde insanlığın var olan soruları ve sorgulamaları analiz edilebilir.  Genel bağlamda düşündüğümüzde maddeci felsefeler kendinden farklı

olan diğer felsefelerin ele aldıkları temel konular ilk nedenler, metafizik ögelerden, aşkınlık ve yetkinlik gibi kavramlardan yoksundurlar. Bu bakımdandır ki maddeci felsefeler sistem içerisinde yer alamamışlardır. Bu gerçeklik maddeci felsefe için oldukça ağırdır. Felsefe tarihi içerisinde Platon’un düşüncesin bu zamana kadar maddeci felsefe varlıklarını  ya felsefi olarak yok saymış  ya da bu felsefi eğilimlerle düşünce dünyası içerisinde oldukça az etkisi bulunarak kalmışlardır.  Kanaatimce filozofun maddeciliği de şimdiye kadar geleneksel felsefi düşünce bağlamında kaderine mahkum bırakılmıştır. Geleneksel felsefenin  eserlerine baktığımızda bunu anlamak mümkündür. Geleneksel felsefenin geldiği bu son noktada artık yeni bir başlangıca ihtiyaç vardır. Bu başlangıcında Marx, düşüncesinde felsefenin gerçekleştirilmesi hususu dikkate alınarak neden önemli  bir felsefe başlangıcı olmasın diye sorabiliriz.
Karl Marx’ın bu  anlamıyla  ‘’felsefenin gerçekleştirilmesi bağlamında ortaya koyduğu fikirleri ve maddeci tarihçiliğinin yaratmış olduğu eleştirel çözümleme ve bütünlük, modern kapitalist toplum varlığını koruduğu için elbette güncelliğini sürdürmektedir.’’  Maddeciliğin siyasal anlamda güncel bir düşünce olduğunu söylemek mümkündür. Bu durumun nedeni  Marx’ın, daha önceki filozoflar tarafından ortaya koyulan maddecilik düşüncelerini tekrar ele alıp geliştirdiği hususunda söyleyebiliriz. Fakat daha önceki filozofların düşüncelerinde maddecilik konusunu olduğu gibi ele almaz. Onun yerine  daha niceliksel  olan açımlamaları bir kenara koyup tarihe ve topluma yönelik bir anlayış benimser. 

Filozof  tarih ve toplumu  bilme nesnesi olarak kabul ettiği taktirde değişimi düşünülebilir çerçevede ele alıp somut gerçekliği mümkün kılar. Bu yüzdendirki tüm araştırmalarına  tarih ve toplumun genel görünüşünden başlar.  Onun için önemli olan diyalektik kavramını toplumun üzerinde uygulayarak düşüncesinin temelini oluşturur. O halde şöyle diyebilirim ki filozof geleneksel felsefeyi bulmak yerine onun ne  olması gerektiğine dair bir düşünce koyan  tüm felsefi yaklaşımlara ters düşer.

Marx’ın maddeciliğini, geleneksel felsefeden farklılaştıran şey kanaatimce sadece sorgulamaya nasıl başlanması değil  bilmenin nasıl bir toplumsal diyalektik yöntemiyle belirlendiğidir. Bu bağlamda filozofun düşüncesi salt manada indirgemeci veya çıkarımsamacı olamaz.  Söylemiş olduğum gibi bilme eyleminin parça bütün açımlaması açısından diyalektik sürece yansımasıdır. Marx, Diyalektik yöntemin gereği olan ikilikleri  aşmaktan ziyade parça bütün ilişkisi biçiminde bu ikilikleri yeniden kurma  gereksiniminde olur. O halde şöyle diyebiliriz ki epistemolojik parçalanmayı birleştirmek yerine  parçalanmanın kendisini kabul ederek  bu durumu insani ve toplumsal gerçeklik içinde açıklamaya  çözümlemeye çalışır.  Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse Marx bilinenlerden yola çıkaracak parçaların toplamından daha fazlasını temsil eden bütüne diyalektik soyutlamalarla ulaşır. Elbette bu sorgulama ulaşılan bütünün yapısının oldukça güçlülüğünün yeniden yıkılarak sorgulamaya muhtaç kalmasına değin sürer.  Böylelikle herşeyin kesin değişmeyeceğini savunan geleneksel felsefeden daha çok düşünce dünyasında yaşamı zenginleştiren bir tutuma geçilir. Bu durumda Marx’ın düşüncesinin daima güncel kamasına sebep olur.

Filozofun düşüncesi içerisinde diyalektik kavramı kanaatimce  siyasal bir sorun olarak devam etmektir. Çünkü siyasal yöneliminin siyaset dünyasında önemi dikkate alındığında  düşünce dünyasının binlerce yıllara dayanan  geleneğine getirdiği maddecilik Karl Marx’ın düşüncesini benimseyen yada benimsemeyenler arasında oldukça az benimsenir. Hatta şunu diyebilirim ki Marx, o kadar az anlaşılmıştır ki tekrar tekrar keşfetmek durumunda kalıyoruz.  Bunun örneklerini kendisinden sonraki filozoflar tarafından oldukça irdelenmesi hususunda anlayabiliriz. Bu irdelemelerin hepsi şuan hala Marx’ın düşünce dünyasında ki diriliğini korumaktadır.
Karl Marx, tam manasıyla devrimci bir fikir adamıdır. Devrim ile kastedilen tüm düşünceye sahip çıkar. Bundan dolayıdır ki tüm devrimci kavramları da oldukça benimser. Onun düşüncelerine baktığımızda elbette bunları şekillendiren yapı taşları vardır. Babasının ve çevresinin aydınlanma ile çok fazla ilişki içinde bulunması,  doğduğu yerin siyasal gelişiminde demokrasiye duyulan ihtiyacın olması, kendisinin ilk önce hukuk eğitimi alması ardından felsefe eğitimi alarak Hegel düşüncesi ile tanışması sonucu  felsefenin gerçekleştirilmesinin nasıl mümkün olacağının tartışması yapı taşlarından sayılabilir. Kendisinin hukuk eğitimin ardından felsefe eğitimi alması içinde bulunduğu toplumun siyasi çıkmazları düşüncesinin oluşumunda oldukça etkilidir. 

Onun düşüncesi, gazeteci olma özellikleri ile erken dönem eserlerini oluşturmasına neden olur. O hukuk eğitimi alırken  yukarıda bahsettiğim Hegel düşüncesiyle tanışıp bu düşüncelerin yeni anayasa hazırlamakta etkin rol oynadığını görmektedir. Hukuksal tartışmaların içeriğinde kendisinin düşüncel zeminini hazırlar. Bir başka tanıklık ettiği şey de alman idealizmi ile Hegelcilik etkisi ile gelişen felsefi tartışmalar olmuştur. Hatta bu tartışmaların içinde kendisini bulur ve onlarla hareket etmek durumun da kalır.  Bu noktadan sonra Hegel düşüncesinin savunucuları olan ardılı olarak nitelendirdiğimiz genç Hegelcilerle birlikte hareket eder.   Bu hareketlerin sonucunda Marx hem Hegel hem de Sol Hegelcilerin  etkisiyle erken dönem yazılarında yabancılaşma kavramına daha sonra kapitalizim üzerinde yaptığı analizlerle meta fetişizmine önemli anlamlar kazandırır.

Marx’ın bir başka kilit atfettiği kavram, tür varlığı kavramıdır. Bu kavram Marx’ın sol Hegelciler içinde en çok yakınlık duyduğu düşünür Feuerbach’ın düşüncelerinde merkezi konuma sahiptir. Marx, tür varlığı tartışması ile insan doğası, aşkınsallık, bireyin ilerlemesi arasında çeşitli birleşimler yapar.

Bunun için tarih, antropoloji ve felsefe alanına girer. Böylesi topyekûn bir hareket Marx kavrayışında, radikal bazı dönüşümleri ve keşifleri sağlar.  bubağlamda düşündüğümüzde Karl Marx’ın düşüncesi içerisinde yer alan Meta Fetişistimi kavramına biraz daha değinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Marx’tan daha önce hem yabancılaşma kavramının çıkmasına neden olacak kadar bu kavram üzerinde oldukça fikir yürütmüş yabancılaşmanın nasıl siyasi bir sorun kaynağı olarak ortaya çıkacağını gösteren birçok düşünür vardır. En başta yabancılaşma kaynağı üzerinde bir açıklama yapacaksak bu kavramın Jean Jacques Roussea’ya gitmemiz gerekmektedir. Ona göre, doğa durumundan uzaklaşma durumu net bir şekilde yabancılaşma ile gerçekleşmiştir. 
Yani toplum sözleşmesinin hayata geçirilmesinin nedeni bu toplumsal uygarlığın kendisi olacaktır.  Hegel ise yabancılaşma kavramını ontolojik temele koyarak bir açımlama yapmıştır. Fakat Karl Marx’a baktığımızda yabancılaşma kavramı ne Rousseau gibi doğa durumu ile açıklanabilecek ne de Hegel’in ontolojik temele koymasıyla açıklanabilecek bir olgudur. Ona göre, yabancılaşma doğrudan doğruy  şimdi ve buradan hareketle  yada somut anlamda açıklamayla mümkündür. Bu durumda doğal olarak modern kapitalist düşünceyi anlamaya sevk eder.

‘’Modern Kapitalist dünyada yabancılaşmadan, Marx, herhangi bir eylemi gerçekleştiren bireyin gerçekleştirdiği eylemin kendisi ile sonuçları arasındaki bağı yitirmesini, ayrışmasını ve yabancı kalmasını; eylemi ile hem diğer bireylerden hemde içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmasını, dışlaşmasını ve hissizleşmesini son olarak da bütün bunlarla birlikte kendi özgün varlığının kapasitelerinden yabancı duruma düşmesini anlar. Bu durumda yabancılaşma sadece bireyin kendi kapasitelerinin korunması açısından aşılması gereken bir şey değildir. Aynı zamanda insan türünün doğanın ve insan ürünlerinin korunması açısından da gereklidir.’’ 

Dolayısıyla Marx’ın kendinden önceki düşünürlerden farklı anlamda kavraması mümkün değildir. Ortadadır ki yabancılaşma toplumsal ve tarihsel olarak açıklanabilir bir şeydir. Örnek verecek olursam eğer üretim belirli bir toplumsal durum altında doğanın mülk edinmesidir. Ancak bu üretimin gerçekleşmesi için mülkiyetin zorunlu olarak var olması gerektiğini ileri sürmek imkansızdır. Hatta özel mülkiyetin kuşkusuz gerekli olduğunu ileri sürmek tamamen komikliktir.

Kapitalizm, madde üretim sisteminden başka bir şey değildir. Meta ise genel bağlamda insanların, toplumsal düzeyde   kendi varoluşlarını devam ettirmek için gerekli üretimlerinin bir sonucu olarak elde ettikleri ürünlerin değişim ilişkisindeki biçimidir. Meta, bir değer olarak farklı türden bir emeği kapsayacaktır. Bu kapsama şekli değer cinsinden metaların eşdeğer niteliklerini belirleyen toplumsal ilişki biçiminde yaşamasına yol açmaktadır.

Siyaset felsefesi tarihinin en önemli tartışmalarından biri siyasetin bulunduğu ortamlar ile toplumun bulunduğu ortamlar arasındaki düzenlemenin nasıl gerçekleştiği veya gerçekleşeceğinin gerekliliğindeki olgudur. Siyasal doğrultuların gösterdiği taktik ve stratejiler egemen olan siyasal öznelerin söz konusu ortamlardaki toplumsal güçlerin nasıl belirleneceğine bağlı olarak özne olanlar ve özne olma yolundakilerin sınırlamalarını belirler. Filozofa baktığımızda genel anlamda siyaset düşüncesi içerisinde oldukça farklı olarak ortaya konan siyasal toplum ayrımının sınıflı toplumlara özgü olduğunu kabul eder. Bu yüzdendir ki modern anlamdaki devleti toplumsal düzenlemelerin biriyle değilde birkaçıyla ilişkilendirebilir.  

Marx’ın düşüncesine baktığımızda devletin sadece egemen sınıf kuramıyla açıklandığı iddiası onun sivil toplum tartışmalarından uzaklaşmasına ve ekonomi-politik vurgusuna dikkat çekilerek yapılmıştır. Ancak kimi Marx düşüncesini ele alan düşünürler, filozofun sivil toplum üzerinde belirlediği görüngüsünde sadece mülkiyeti ifade etmediğini bunun yerine demokratik düşüncenin sivil toplum için mümkün olacağını söylemiştir. Yani sivil toplum içerisinde egemen ideolojinin ortaya koyduğu güç zorunlu bir biçimde çatışmaya yönelmeyecektir. 

‘’Marx’ın modern kapitalist devleti, sadece egemen-sınıf kuramı ile kavramadığını, aynı zamanda modern kapitalist devleti demokrasi mekanizmasını ele geçirmek isteyen ve hatta demokrasi karşıtlığı içinde liberal bir ideoloji ile bu toplumsallığı sabote eden bir aygıt olarak gördüğünü ifade ederler’’ Geleneksel felsefe içerisinde ontolojilerin bütününe baktığımızda insanın doğası ve özü kabul

edilebilir bir olgudur. İnsanın doğasının varlığı insan nedir? Sorusuna verilebilecek cevapların görünümünü oluşturur. Böylece insanın teorik ve pratik bir belirlenimi olanak halinde vuku bulur. Fakat insan nedir sorusu sorulduğunda insanın ne olduğundan ziyade insan doğasının ne olmadığı konusunda konuşulur. Ve felsefi anlamda tutarlılık içerisinde bir tanımlamaya gidilebilir. Bu düşünce kanaatimce Karl Popper’in, yanlışlamacılık ilkesinin işleniş biçimiyle de anlaşılabilir.

Toparladığımda Marx, siyaset felsefesi tarihine yaptığı katkılar açısından, insan doğasına dair yaklaşımı oldukça önemlidir. Siyaset felsefesi içerisine filozofun siyasi anlamda hangi noktalara gittiği nerelere değindiği görüngüsü damgasını vurmuştur. Bir başka anlayışta Marx’ın, insan toplumsallığına tarihselliğinede damga vurur. O halde insan doğasının değişmez doğasının olmadığını kavrayabiliriz. Anlaşılabilecek tek şey burada kanaatimce insan doğası kavramından toplumsal ilişkiler bütününü kavramamız olacaktır. 

Yukarıda Karl Marx’ın felsefesinin, genel görünümünü anlattıktan sonra makalede Devrimci siyasetin görünümü hakkında açımlamalar yapmaya geçeceğim. Filozofun açıklayacağım konu üzerinde etkilerini ve düşüncelerini saptamaya çalışacağım. Önceki anlatımlarımda filozofun yabancılaşma, meta fetişistimi, sivil ve siyasal toplumun felsefe tarihindeki kökenlerinden bahsedip bu bölümde daha yakından inceleme fırsatı bulacağım.Siyaset dediğimiz olgu, tarihsel ve toplumsal olarak belirli bir mekan öngörerek gerçekleştiriliyorsa güncelliği içinde barındırmak zorundadır. Güncellik siyasetin ortaya koyduğu tüm ilişkilerin düzenlemesine öncülük eden araçlardan biridir. Çünkü siyaset felsefesinin çözümleri gerçeklikten çok gerçekleşmesi gerekenler üzerinden çözümlemelere yönelir. Böylece sorunları hem çözer hem de yeniden revize eder. Marx’ın reel gerçeklikleri yine Hegel ve Sol Hegelcilerin etkisiyle belirlenmiştir. Ancak filozofun çevreside gerçekliğin etkisi altında kalarak evrensel insanlık bildirgesini oldukça benimsemiştir. Bu etkilenme entelektüel anlamda bir dönüşüm çok etkili canlanmaya neden olmuştur. Aydınlanma dediğimiz dönem isteklerini daha çok hayata geçirme çabası içine girmişlerdir. Dünya genelinde bu verilerden yola çıkarak fikir özgürlüğü, özgür basının korunması  devletin aşırı kontrol mekanizmasının gevşetilmesi söz konusu aydın kişilerin tartıştıkları temel konular olmuştur. Elbette sadece tartışmalar bunlardanda ibaret değildir. Çeşitli azınlıkların yaşadığı toplum içerisinde devletten eşit özgürlük haklarını talep etmesi gibi tartışılacak konular doğmuştur. Elbette tüm bu olgular Marx’ın siyaset teorisini insan haklarının içine hapseder.

‘’Marx, insan hakları ile ilgili tartışmaya en açık şekilde Hegel’in Hukuk Felsefesinin eleştirisini de sivil toplum ile devlet ilişkisini çözümlerken Yahudi Sorununda doktora hocası Bruno Bauer’in tutumunu eleştirirken, kutsal ailede ise bütün bir sol- Hegelci taifenin Hegel yorumlarını çözümlerken dahil olur. Hegelin devleti, anayasal bir monarşidir.Bu devlette, sivil toplum ile siyasal toplumun devletletam bir uyumu söz konusudur, burjuva ideallerini gerçekleştiren insan haklarıyla uyumlu bir monarşik anayasal devlet, ahlaklı yaşamın somutlaştırıldığı ve gerçekleştirildiği devlettir. Böyle olmakla, sivil toplumun çıkara dayalı çatışmacı yapısı çoktan aşılmış varsayılır. Marx, bunu varsaymakla Hegeli’in büyük bir çelişki içine düştüğünü belirler.’’ 

Bunun nedeni kapitalist devlet düzeninin yurttaşlık düşüncesi soyut hususta vatandaşlık anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla real birey, kendi somut varlığından kendini ayrı kılarak siyasal toplum içerisine kendisini adapte edebilir. Yani kendisinden beklenen aşamayı gerçekleştirilmiş yurttaş olma hakkını kazanmayı başarmış olur. Bu durumu filozof siyasal özgürleşme talebine ilişkin cevabı çözümlerken somutlaştırma yoluna gitmiştir. Yaygın olarak politik özgürleşmenin öncelikle Hristiyan devletinden başlaması gerektiğini bunun ırkçılık hususunda değilde yurttaşlık anlamında özgürleşmenin gerekliliğinden bahsedilir. 

Marx, bu yaklaşımdan oldukça rahatsız olup fazlaca sorun görür. Her şeyden önce dini bir koşul olarak kabul eden bir devletin henüz gerçek bir devlet olmadığını göremez bu yüzdendir ki dinin siyasal özgürleşme üzerindeki etkisiyle bireyin özgürleşmesi üzerindeki etkisini birbirinden ayıramaz. Tüm bunlar olurken din özel mülkiyetin ve sivil toplumun tüm ögelerinin düzenlenmesi ile ilgilenemez. Filozof, tüm siyasal özgürleşmenin insani bir özgürleşme ile sonlanamayacağını öngörür. Bu bağlamda insani hakların çelişkileri vuku bulduğunda bu hakların söz konusu edilip yeniden düzenleneceğini belirler.  Düşüncenin geldiği noktada anladığım olgu pratik düzenin yalnızca istisnaya, teorilerin ise kurallara dönüşüp kalması olacaktır. Filozof siyasal özgürleşmeden kopup insanın özgürleşmesi üzerine açımlamalar yapmanın yerinde olduğunu saptayacaktır. Yani siyasal özgürleşme muğlak niteliklerden kendisini arındırır. İnsan haklarının savunduğu egoist bireye karşı toplumsal güçleri örgütleyen insanı bertaraf ederse insani özgürleşmeyi mümkün kılar.

Marx’ın insani liberalleşme konusundaki siyasal belirlenimi radikal bir biçimde demokrasi anlayışına yönelmeyi sağlar.  O halde modern kapitalist devlet düzeninde toplumun bireyi burjuvazi ve proletaryadır. Toplumun tüm üyeleri olmuştur. Lakin özel mülkiyetin temsil dini siyasal toplum içerisinde sivil toplulukların hiç birinin barınmasına olanak yoktur. Kanaatimce siyasal toplum içerisinde özgürleşme istekleri son noktada özel mülkiyeti özgürleşmesine dönmek zorundadır. İşte Marx bu yüzden sadece bireyin değil  türsel varlık olan insan gerçeğinin yani sivil topluluklarının  özgürlüğünün netleşmesini benimser. ‘’ belirlenen kapitalizm o bildik temsili demokrasisine karşı radikal demokrasinin korunmasıdır.’’  Karl Marx, demokrasi talebini  insanın tamamen özgürleşme düşüncesini çok da üzerinde durmadığı komünizm anlayışına götürmeye çalışmıştır.

Komünizm düşüncesi, filozofun çalışmalarında hem özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan mücadelenin hemde onu gerçekleştirecek işçi sınıfın hareketinin genel adını ifade etmektedir. O halde komünizm düşüncesi, sınıfların yok edildiği sömürü düzenin kaldırıldığı bir dünyada bu anlamıyla insanın toplumsal bir varlık olarak kendini meydana getirdiği bir topluma işaret ederler.  Anlaşılması gereken asıl gerçeklik neticede tüm toplumların üzerindeki maddi gücün yok edilmesi olarak görülebilir.  Kanaatimce Marx’ın kapitalizm eleştirisinin dinamikleri oldukça net olmasına karşın geleneksel metafiziksel felsefenin belirlediğine ölçüde tanımlamalardan uzak durduğu için Marksistlerin  düşünceleri hakkında oldukça yalpalanmalar vardır. Filozofun düşüncesine baktığımızda ideoloji kavramını çok net bir biçimde tanımlamada uzak durduğunu görebiliriz. Lakin Alman ideolojisinde ideoloji kavramını temel olarak üç farklı anlamda kullanır. Bunlardan birisi insanların tarihsel bağlamda edindikleri gerçekleri ters çevirerek düşündükleridir. 

Böyle olmasının amacı kanaatimce  insanların kendi etkinliklerini uzaklaşmış olması geniş bağlamda sahte bilinçlilik ile karşı karşıya kalmış olmalarıdır. ‘’Yani ideoloji kavramı yabancılaşma, insan doğası, şeyleşme, gizemleştirme gibi kavramlarla birlikte ele alınması gereken devrimci siyasetin reel uğraklarının bir bütünün ifade eder.’’  İnsanların düşünceleri sadece baş aşağı dönüşmüş değildir baktığımızda bilinç düzeyinin de pratiklerle ilişkisi lehe dönüşmüştür. Marx, bu düşünceye oldukça karşı gelir bilinç yaşamı belirleyemez, yaşam bilinci belirler.  O halde ideolojik durumun bilinçsel düzlemini gizemli halden arındıracak eleştirel kontrol aracı olarak görülmesi gerekir. 

‘’Karl Marx’ın düşüncesinde iki noktaya değinmemiz gerekir: sınıf ve sınıf bilinci. Filozof sanıldığının aksine, sınıfı sadece mülkiyet ilişkilerinin kodlarına göre belirlemez. P.Y. Hayes Marx’ın sınıf kategorileşmesini şöyle düzenler.  –Mülkiyet ilişkileri bakımından, - Üretkenlik Bakımından ve diğer kültür kodları bakımından. ‘’ 

Hayes’in bu sınıflandırması, bir başka açıdan, Karl Marx’ın sınıfsal belirlenimini yaptığı toplumsal yapıların küçük bir görüngüsüdür. Kimi Maksistler sınıfların kalıplaşmasını daha farklık dinamiksel yapılarla yapmaktadır.  Ancak “ E.P Thompson sınıfın bu dökümünden ziyade, sınıf mücadelelerini belirleyen sınıf tanımlamalarının toplamı olarak sınıf bilinciyle, belirli bir sınıfın belirlediği siyasal mücadeleesnasında kazanılmaya başlanan belirli bir sınıf olmanın bilincini ayırmanın hem pratik hem de teorik anlamda daha yararlı olduğunu düşünür.’’ 

Burada eklemek istediğim durum şudur ki Marx, tüm devrimci hareketlere baktığında sınıfların bilincini oluşturamayan ve dolayısıyla kendi çıkarlarını geliştiremeyenler bir planı onaylayan tarihsel ve sosyal çabaların yenilgiyle anlaşmak zorunda kaldığını ifade edecektir.Şimdiye kadar bu noktada Karl Marx’ın devrimci siyasetin felsefi ve gerçeklik bağlamında ulaştığı noktalara değinmeye çalıştım. Bu bölümde ise filozofun yekten özel mülkiyeti değerli kılan  sınıflı toplumsal yapıyı gözardı edemeyen kapitalist düzene yönelen devrimci yaklaşımları inceleyeceğim. Sunmaya çalışacağım olgu devrimci siyasetin felsefi gerekçelendirmesi için siyasetin güncellik içinde kavramsal belirlenimlerini kenara bırakmadan ama onlardan bağımsız olarak sınıf mücadelesi olacaktır.
 Marx, tüm çalışmalarının temeline aksiyom olarak eleştiri olgusunu koymuştur. Bu durumu felsefe tarihinde Kant’ın kendinden önceki düşünürleri temele alarak onlara karşı koyduğu felsefenin olması gerektiğinde anlayabiliriz. Elbette Kant öncesinde de felsefede eleştiri vardır. Ama Kant’la alman dünyası eleştiriyi bir tutum olarak benimsemeye başlamıştır.  Karl Marx ise eleştiriyi Alman idealizminin etkisiyle kendi konumunu belirlemek  için  kendinden önceki düşünürlerin politik alandaki görüşlerinin sınırlarını kapitalizmin sınıflı toplum yapısını aşamadığını göstermek için kullanır. Bu durum ise ona kendi düşüncelerini ortaya koyma imkanı tanır. Marx’ın çabası  kendi düşünüş biçimini oluşturdukça yeniden eleştirel bağlamda benimsedikçe siyaseten maddeci ve devrimci dinamikleri daha net olarak saptamaya kurtuluşun yolunu bir düşünür olmaktan ziyade devrimci olarak aramaya başlamıştır. 
 Elbette yanına tüm devrimsel hareketleri yapabileceği müttefikleri toplayıp dayanışma içine girerek yapacaktır. Filozof tarihi sınıfların bir mücadelesi olarak belirlediğinde sınıfların ve sınıfın bilincinin tarihte oynadığı rolü belirler.  Demem o ki tarihsel bağlamda belirli bir toplumsal yapıya ve belirli bir üretim  tarzına sahipken belirlenen üretim tarzıyla ilişkili olan sınıfların tarihsel hususta çözemedikleri karşıt görüş ortaya çıkarsa  ya da iradi anlamda ezenlere karşı üretici güçlerin ve toplumsal kontrolün tüm araçlarını ele geçirirse  kendine göre bu gücü belirlerse devrim gerçekleşmiş olur. O halde mevcut toplumsal yapının elinde gerçekleşmekte olan özgürlük hareketleri mevcut toplumsal yapıyı parçaladığında devrimin gerçek ayak sesleri duyulmaya başlar.
Marx, Fransa hakkından yazdığı yazıda tarihsel olarak Fransa’daki hem burjuva devrimini  hem de Paris Komünü ’nü olanca açıklığı ile tartışarak, kendi devrim düşüncesini açıklamış olacaktır.  Devrimi bir hesaplaşma ya da sadece üretici güçlerin yeni sahibinin kim olacağı olgusu değildir. Zorunlu olarak ölmüş düşüncelerin ve büyük bir hevesle geri çağrılan  depresif bir intikamın devrimci niteliği, kapitalist devletin kapsayıcılığı ile artık yaşayamaz. Kanaatimce tüm sınıflar gücünü geçmişten değil de gelecekten almak durumunda mecbur olacaktır.

Karl Marx buna dair düşüncelerini Fransa’da Sınıf Mücadelelerinde şu şekilde açıklar:
‘’1848-1849 döneminin devrim yıllıklarının tüm önemli kısımları, yalnızca birkaç bölüm dışında, şu başlığı taşır: Devrim yenilgisi! Ama bu yenilgilerde yenik düşen, devrim değildi. Yenik düşenler, devrim öncesi döneme ait geleneksel eklentiler, toplumsal ilişkilerin henüz keskinsınıf karşıtlıkları düzeyine yükselmemiş olan sonuçları, yani devrimci partinin Şubat Devrimi öncesinde henüz kurtulmamış olduğu, Şubat zaferiyle değil de ancak bir dizi yenilgisiyle kurtulabildiği kişiler, yanılsamalar, hayaller ve projelerdi. Kısacası devrimci ilerleme, kendi yolunu, dolaysız trajikomik başarılarıyla değil, tam tersine birleşik, güçlü bir karşı devrim yaratarak, bir düşman yaratarak açtı; yıkıcı parti, ancak bu düşmanla mücadele içinde olgunlaşarak gerçek bir devrimci partiye döndü.’’ 
Marx açısından devrim,  sadece ezilen halkın isyanı ile gerçekleştirilemez, Devrimci iktidarın hükümetini koruyarak  devrimin mahiyeti sağlanamaz. Devrimci olan hükümetler değil devrimin insan üzerindeki olguları korunmalıdır. Sınıflı toplumsal düzenin üzerine devrimin tokatını indiren  devrimin, bize sunduklarını özgürlük temelinde geliştiren hepsinden ayrı devrim olgusunu tüm anlamıyla hayata geçiren  sınıfsal mücadele daima başarıya ulaşacaktır.   Karl Marx’ın en mutlu olduğu devrimsel hareket Paris Komünüdür.Çünkü  komün ölüleri gömmekle zaman kaybetmeden gelecek toplumsal yapıyı ortaya koyacaktır. Tamamen kendi kendini yöneten bir kentsel ortaklıktır. Ezilenleri ötekileştiren bir yapısı yoktur. Asıl hedefin toplumun birleştirilmesi olgusu olduğunu görebiliriz. 

Paris Komününde, genel oya dayanan bir seçim sistemi vardır. Seçilecek olan temsilcilerin görevleri ve kazandığı paraları sınırlıdır. Kadınların yaşlıların çocukların gözardı edilmediği bu gerçeklikte filozof için içeriğin sözü aştığı bir noktayı görmekteyiz. Bu anlamıyla ortaya sunulan düşüncede yapılamayanları yapan sınıflı toplumsal yapının ortadan kaldırılmasına ilişkin  tüm eylemsel nitelikler için örnek teşkil eden bir yapı ortaya çıkacaktır. Elbette bu ortaya çıkan yapı Marx için proleter devletin ortaya çıkmasıdır. Filozof ortaya koyduğu komünist manifesto eserinde zannımca işçi sınıfını devrimin merkezi olarak benimserken sınıfın  evrensel niteliğini düşünmeyecektir. Kapitalist mülksüzleşme karşısında zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçilerin devrim için yaşayacağını söyleyecektir.


Sonuç

Geldiğimiz bu düzleme kadar Marx’ın  siyaset felsefesi içerisinde, yerini ortaya çıkarabilmek için onun siyaset düşüncesindeki devrimci özelliklerinin felsefi temelde gerçeklik ve nesnellik üzerinde değindiği noktaları belirlemeye çalıştım.  Değindiği bu noktalar aracılığıyla  hem filozofun siyasal alanda kullandığı temel kavramlara hemde amaca giden yolda kullandığı araçsal olgulara değindim.  Böylece yeri geldikçe  onun ortaya koyduğu devrimci yaklaşımının modernite içerisinde güncelliğini ve elde edilen güncelliklerin arasında karşılıklılık durumuna değindim. 

Tüm belirlediğim olgulara istinaden eleştirel bağlamda katkılarının ortaya sunulması için filozofun siyasal olarak durduğu noktanın doğru okunması için bazı söylemlerde bulunacağım. Filozofun,  pragmatist olarak  tarihselliğini bilimsel olarak açıklamak  ondan tamamen bir felsefe, sosyoloji gibi olmasını istemek değil midir.  Veya filozofun,  emek üzerindeki sömürüyü aşmak için ölü emeğin canlı emek üzerindeki kontrolüne son verecek eleştirisi yerine ücretli emeğin daha da insana özgü konularda yeniden canlandırılması burjuvazi anlayışının üreticiliği değil midir ?  ya da sınıfın sınıfsal bilinç içinde kendi tarihsel ve içinde bulunduğu toplumsal çıkarları doğrultusunda  bireylerin .çıkarı ile paralel biçimde  demokrasi mücadelesi içinde  Parlamenter düşünceye indirgemek değil midir?  Madde analizi olmadan sosyal düşüncelerin kapsayıcı olgular içinde bulunması  emek- değer düşüncesinde meydana getirilen  artık değerlerin ontolojik yapısı belirlenmeden kapitalist dünya sisteminde doğanın korunması, toplumsallığın üretimi tarihsel kontrolün sağlanması nasıl elde edilebilir. 

Burada sorduğum sorular Marx düşüncesine sahip olan hısımları ve onun karşıtı olan hasımları arasında yeniden tartışılmaktadır. Makalenin içeriğinde verilen tüm bilgiler ışında şunu diyebilirim ki; Karl Marx’ın düşüncesi, siyasi tarih içerisinde ortaya koyduğu fikirlerle günümüz ve gelecekte daima konuşulacak siyaset felsefecilerinden birisi olacaktır.

E mail : o.dernek@outlook.com

Kaynakça 
Eagleton, Terry, Marx Neden Haklıydı? Çev.Oya Köymen, İstanbul Yordam Yayınları, 2011
Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, Hegomanya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik bir Politikaya Doğru, çev. Ahmet Kardam, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.
Gülenç Kutul, Siyaset Felsefesi Tarihi, Tarcan Matbaacılık, Ankara, 2017.
György Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci, çev. Yılmaz Öner, İstanbul, Belge Yayınları, 2006.
Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,  çev. Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınları, 2011.
Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev. Işın Gürbüz, İstanbul, Metis Yayınları, 2011.
Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Önce Çalışma, çev. Sevan Nişanyan, İstanbul, Birikim Yayınları,1979.
Karl Marx, Friedrich Engels, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştiri’nin  Eleştirisi, Çev. Kenan Somer, Ankara, Sol Yayınları, 2003.
Karl Marx, Fransada Sınıf Mücadeleleri, çev. Erkin Özalp, İstanbul, Yazılama yayıncılık, 2009.
Paul Thomas, Marx ve Anarşistler, çev. Devrim Evci, Ankara, Ütopya Yayınları, 2000.
Raymond Williams, Marksizim ve Edebiyat, çev. Esen Tarım, İstanbul: Adam Yayınları, 1990 


 

Yorum

Kamil Uğurlu (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 13:18

Ozan kardeşim yetkin bir yazıyla karşılaştım. Kutlarım. Dilerim akademik yaşamın yolunda ilerlersin. Sevgilerimle

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.