Yeni İran Dilleri

Akademik

YENİ İRAN DİLLERİ

Araplar’ın 652 yılından itibaren İran topraklarına yoğun olarak girişlerinden bir yüzyıl sonrasında bile yönetim ve divan teşkilatı İranlılar’ın ellerinde bulunuyordu. Horasan’da Hişâm b. Abdulmelik (eg. 724-743) dönemi sonlarına kadar son İranlı hanedan Sasanî idari sistemi sürdü. [1]

 Bu tarihlerden sonra Arapça, bütün İran’da idari ve resmi dil olarak kullanıldı. Bazı İranlı gruplar da bu dili öğrenmek için yoğun çaba sarf ettiler. Çünkü hem birtakım resmi makamlara erişmek hem de İslâm coğrafyasıyla ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için iyi düzeyde Arapça bilmek gerekiyordu. İslâm sonrası ilk üç yüzyılda Arapça’yı çok iyi düzeyde bilen ve o dilde eser veren yazar sayısı oldukça fazlaydı. Kayıtlarda Samanîler döneminde Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde Arapça yazan şair sayısı 119 olarak görülür.[2]

Bunun yanı sıra çok sayıda bilgin, filozof ve yazar, günümüzde de önemini koruyan yapıtlar arasında yer alan değişik konulardaki bilimsel ve edebi eserlerini Arapça olarak kaleme almış, Farsça önemli eserleri de Arapça’ya çevirmişlerdir.[3] Ancak bütün bunlara rağmen İran halkının büyük çoğunluğu kendi ulusal dillerini kullanıyor ve Arapça’yı tanımıyorlardı bile. Arap saldırıları boyunca İran’a gelen ya da daha sonraki devirlerde İran topraklarına göç ederek yerleşen Araplar da genellikle İranlılardan ayrı olarak yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu nedenle Arapça, sadece doğal olarak çağın gerektirdiği şartlarda hükümet ve yönetim mekanizmasıyla yoğun ilişkiler içerisinde bulunan çevreler, edebiyatçılar ve bilginler arasında yaygın olarak öğrenildi. Zamanla önemli sosyal ayrıcalıklara sahip bu çevreler, bir yandan kendilerini halkın seçkinleri makamında saymaya başlayıp Arapça bilmelerini bir üstünlük aracı olarak kullanırlarken bir yandan da Arapça bilmeyenleri cahil ve değersiz kişiler olarak nitelediler. [4]

İslâm sonrası ilk yüzyıllarda İran’da birbirinden farklı birtakım yöresel lehçeler kullanıldı. Ancak zamanla Farsî-yi Derî: Yeni Farsça, İran coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan insanların anlaşabildikleri ortak dilleri oldu. Bir süre sonra bu dil, İran’ın doğu bölgelerindeki diğer yöresel dillerin de yerlerini aldı. III./IX. yüzyıl civarlarında iki dil egemendi. Bunlardan biri, yoğun halk kitlelerinin sadece konuşmalarında anlaşma aracı olan Derî Dili, diğeri de, sadece belli düzeylerde eğitim görmüş çevrelerin konuşma dili, din, yönetim, bilim ve edebiyat gibi alanlarda yazı dili olarak kullandıkları Arapça’ydı. Yaygın ve kabul edilen görüşlere göre; o dönemler Yeni Farsça, yeni edebiyat dili henüz oluşmamıştı. Ancak geçmişi, İslâm öncesi çağlara kadar uzanan sözlü ve genelde halk şiiri ağırlıklı bir tür şiir geleneği yaygındı. [5]

Samanî hükümdarlarının yoğun ilgileriyle destekledikleri Fars dilini yaygınlaştırma, geliştirme, bu kapsamda önemli Arapça eserleri Farsça’ya çevirme projesi, aynı zamanda kendi dillerini son derece önemseyen ve Arapça’ya yabancı İranlı çevrelerin yoğun destekleriyle gerçekleştiriliyor ve bu faaliyetlerden önemli sonuçlar elde ediliyordu. [6]

Farsça’yı geliştirme siyaseti, Samanî döneminden sonra İran’da egemenlik kurmuş diğer yönetimler tarafından da yoğun ilgi ve destekle devam ettirilmiştir. Bu da yönetici kesimin, halkın çoğunluğunun eğilim ve isteklerine son derece önem vermiş olduklarının açık bir göstergesidir. Saffarîler ve Samanîler döneminde bu yoğun desteğin, ulusal duyguların doğal bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerçeğinin yanı sıra Gazneli ve Selçuklu Türkleri’nin daha da artan bir ilgiyle Fars dili ve edebiyatını desteklemeleri, bu konudaki çalışmalara son derece önem vermeleri; ulusal duyguların ötesinde, edebiyat ve bilim dostluğu gerekçesine dayandırılır. Söz konusu iki büyük Türk imparatorluğu döneminde de daha önceki çağlara oranla bu dil ve edebiyatına yakın ilgi duyulmuş, resmi divan ve defter kayıtlarını Farsça tutturmuştur. Bu eğilim her geçen gün hızını artırarak devam etmiş, hızla yaygınlaşan Farsça karşısında Arapça artık terk edilmeğe, idari, edebi ve bilimsel çevrelerde Farsça yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Öyle ki; Sultan Mahmud döneminde İbn Sinâ (ö. 1036) ve Birunî (ö. 1048), yaşadıkları çağın gereği Arapça olarak kaleme almış oldukları eserlerinin yanı sıra önemli birtakım yapıtlarını Farsça yazmışlardır. Bu bağlamda hiçbir zaman hilafet yönetimi ve idari kadrolar dışındaki yoğun İranlı halk kitlelerinin Arapça’nın sultası altına girmedikleri anlaşılmaktadır. [7]

İran’da İslâm sonrası dönemin ilk devrelerinden günümüze kadar kullanılagelen resmi ve idari dile, edebiyat ve bilim diline “Fârsî-yi Nov: Yeni Farsça” adı verilir. Yeni Farsça, “Fârsî: Farsça” adıyla İran’ın, “Derî” adıyla Afganistan’ın ve “Fârs-Tâcik” adıyla da Tacikistan’ın resmi dilidir. 

“Yeni İran Dilleri”, İran’da İslâmiyet’in kabulüyle birlikte başlayan dönemden günümüze kadar kullanılan dillerin adıdır. İslâmiyet’in İran’a girişinden itibaren aşamalı olarak İran coğrafyasının değişik bölgelerinde yaygınlaşmaya başlayan bu diller, bazı bölgelerde Orta İran Dilleri’yle birlikte yaşamaya devam etmişlerdir. Bu dillerin yapısal açıdan, Orta İran Dilleri’yle belirgin farklılıkları vardır. Günümüzde Yeni İran Dilleri’nin kullanıldığı önemli merkezler arasında; İran, Tacikistan, Afganistan yer alırken bazı İran Dilleri de, Orta Asya cumhuriyetlerinde, Çin Türkistan’ı, Türkiye, Fars Körfezi ülkeleri, Suriye, Hint Yarımadası, Irak, Pamir Platosu ve Kafkas ülkelerinde kullanılmaktadır. İran Dilleri arasında en çok kullanılanı Yeni Farsça’dır.[8] Yeni Farsça, içerisinde; hem İran’da ve hem de İran dışında kullanılan bir kısmı ölü, bir kısmı canlı çok sayıda İran dili ve lehçelerini barındırır.[9]

Dilbilgisi kuralları bakımın­dan Orta Farsça’nın devamı olup arala­rında çok az farklılık bulunan Yeni İran Dilleri; Yeni Farsça, Derî Dili, Tacik Dili, Osset Dili, Peştu Dili, Beluç Dili ve Kürtçe olmak üzere yedi grupta incelenir. Yeni Farsça, İran dilleri ve lehçelerinin en önemli­sidir.[10]

1.Yeni Farsça: İran’da, Kaçarlar döneminden itibaren önce Rusça, daha sonraları da Fransızca ve İngilizce’den, son zamanlarda da daha çok İngilizce’den çok sayıda kelime yoğun olarak Farsça’ya girmiştir. Dolayısıyla bu üç ülkede kullanılan Farsça arasındaki farklılıklar özellikle alınan yeni kelimelerden dolayı her geçen gün daha da artmaktadır. [11]

IV./X. yüzyıldan beri İran’da resmî dil olarak kullanılan, günümüzde İran’ın İdarî, kültürel, siyasî ve her alanda resmî dili olan ve Yeni Farsça adıyla bilinen Farsça’nın İran toprakları dışında geniş coğrafyalarda kullanılan birtakım lehçeleri de vardır. Bir kısmının yazılı edebiyatı da bulunan bu lehçelerin önemlileri şunlardır:

2. Tacik-Farsça Dili

Günümüzde Tacikistan Cumhuriyeti’nin resmi dili olan Tacik Dili, idari ve teknik terimlerde görülen çok az farklılıkları bir yana bırakılırsa Derî Dili’yle aynıdır. Tacik Dili, Tacikistan dışında, Özbekistan’ın bazı bölgelerinde, Buhara ve Semerkant gibi Orta Asya’nın en önemli şehirlerinde, Kırgızistan ve Kazakistan gibi ülkelerde bazı kesimler tarafından kullanılmaktadır.[12] Günümüzde Rus Alfabesiyle yazılan Tacik Dili’ne Rusça’dan da çok sayıda kelime girmiştir.

3. Afganistan Derî Dili

İslâm sonrası Fars edebiyatının önemli gelişme gösterdiği, adeta Fars edebiyatının beşiği olarak kabul edilen Afganistan’ın iki resmi dilinden biri olan Derî Dili, Farsça’yla çok az farklılıklar gösterir. Bir bakıma Afganistan’daki Derî Farsçası, Dakikî-yi Tûsî (ö. 978), Unsurî-yi Belhî (ö. 1039), Abdullâh-i Ensarî (ö. 1088), Nâsır-i Hüsrev (ö. 1088) ile yüzlerce ünlü şair ve yazarın eserlerinde kullandıkları dilin devamıdır. Farsça ile Derî Farsçası arasındaki bir diğer önemli fark da, İran’ın günümüz dünyasındaki bilimsel ve teknik gelişmelerle ilgili kelimeleri Fransızca’dan, Afganistan’ın da Hindistan’la olan yakın ilişkilerinden dolayı İngilizce’den almış olmasıdır. [13]

4. Osset Dili

Kuzey ve Güney Ossetya Cumhuriyetleri’nde yaşamakta olan Osset halkının dili olan Osset Dili’nin “Iron” ve “Digoron” adlı iki lehçesi vardır. Ossetler’in ataları Alanlar, Kafkas­ya’ya Hazar Denizi’nin doğusundan göç et­mişlerdir. Bu sebeple dillerinin, Soğd ve Harizm dilleriyle yakın ilişkisi vardır. Bugünkü İran Dilleri arasında özel bir yeri olan Osset Dili, Fars dilinin etkisin­den uzak kalmış, buna rağmen Es­ki İran Dilleri’nin birçok özelliğini korumuştur. XIX. yüzyılda bu dili geliştirmek için sözlü edebiyat ürünleri yazıya geçirilmeğe başlanmıştır. Yazılı hale getirilen eserlerin en tanınmışı Nart kahramanları destanıdır.[14] Osset Dili’n­de İran’ın diğer dillerinde karşılığı olma­yan çok sayıda kelime vardır. Bu kelime­lerin bir kısmının kaynağı günümüzde bu dilin konuşulduğu Kafkasya’dır. Bugünkü Farsça’da kullanılmakta olan birçok Arap­ça kelimenin çok azı Osset Dili’nde de yer almaktadır. Rusça’dan çok sayıda kelime almış olan ve günümüzde Rus Alfabesiyle yazılan Osset Dili, taşıdığı eski özellikler bakımından İran Dilleri araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. [15]

5. Peştû Dili

Afganistan’ın doğu kesimleriyle Pakistan’ın ku­zey sınır bölgelerinde yaşayanların yerel dili olan, “Pehtû Dili” ve “Afğânî” adlarıyla da bilinen Peştû Dili, uzun bir geç­mişe sahiptir. Eski İran dillerinin izlerini taşımakta olan bu dilin Vezirî, Aferidî, Pe­şaverî, Kandaharî ve Beluçî gibi lehçele­ri vardır. Peştu Dili son yıllarda Afganlılar tarafından bir edebiyat dili haline getiril­miştir.[16]Afğanî adıyla da bilinen bu dil, Afganistan ve Pakistan’ın Kuzeybatı yörelerinde kullanılır. Peştû Dili’ni konuşanlardan bir bölümü, Beluçistan ve diğer bir bölümü de, Keşmir ile İran-Afganistan sınırı yakınlarındaki bölgelerde yaşarlar. Peştû Dili’nde yazılmış en eski eserler, IX. ve X. yüzyıllara aittir. Bu dilde yazılmış edebi eser çok azdır. Hintçe, Farsça, Arapça, Türkçe ve Moğolca gibi dillerden belli miktarlarda kelime almış olan bu dilde, Afganistan’da Derî ve Peştû dillerinin birlikte resmi dil oluşundan sonra birtakım edebi eserler yazılmaya başlanmıştır.[17] Peştû Dili’ndeki ilk yazılı metin XVI. yüzyıla aittir. 1936 yılına kadar Derî Farsçası, Afganistan’ın resmi diliydi. Bu tarihten sonra Peştû Dili Afganistan’ın resmi dili olarak kabul edildi. Derî Farsçası ikinci sırada yer almaya başladı. [18]

6. Beluç Dili/Beluçî

Beluç Dili/Beluçî, İran’da Beluçistan’ın bir bö­lümü ile Türkmenistan’ın bazı bölgelerin­de, Pakistan ile Orta Asya’nın güney kesimlerinde konuşulmaktadır.[19] Beluçistan, günümüzde siyasi sınırlar gerekçesiyle ikiye bölünmüş olarak bir kısmı İran topraklarında, diğer bir bölümü de Pakistan topraklarında yer almaktadır. Siyasi sınırlar gerekçesiyle “İran Beluçistan”ı ve “Pakistan Beluçistan”ı diye adlandırılan bu iki bölgenin tümüne birlikte “Beluçistan” adı verilir. Bazı Beluçlar da, Afganistan’ın güneyi ile Kirman, Loristan ve Sistan bölgelerinde yaşamlarını sürdürürler. Beluç Dili’nin birbirinden farklı lehçeleri içinde en önemlileri, kendi aralarında da gruplara ayrılan Batı Beluç ve Doğu Beluç lehçeleridir. Fakat Beluç kabilelerinin birbirleriyle ilişkileri kesilme­den sürdüğü için dilleri arasındaki farklılık faz­la değildir. Bu dile Arapça ve Farsça kelime­lerin yanında Sind dilinden giren kelime­ler de vardır. Bugün Yeni Farsça’da bulun­mayan Eski ve Orta Farsça’nın bazı dilbilgisi özellikleri de Beluç Dili’nde varlığını sürdürür. [20]

7. Kurdî

Kurdî: Kürtçe, geleneksel olarak İran platosunun batısındaki dağlık kesimlerinde yaşayan halkın konuştuğu dilin adıdır. İran, Türkiye ve Irak, Horasan eyaletinin kuzeyi, Suriye, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da da Kürt kökenli nüfus yaşamaktadır.[21] Bu ülkelerde kullanılan Kürtçe’nin, birbirinden farklı şekilleri vardır. Bunların en önemlisi “Kurmancı”dır. Kürtçe, İran ve Irak’ta Arap alfabesinden alınan bir alfabeyle, Suriye’de 1930 yılında Latin alfabesinden oluşturulan bir yazıyla, Ermenistan’da ise 1945 yılında Rusça’dan alınan bir yazıyla yazılmaktadır. [22]

Kürtçe; Farsça, Arapça, Türkçe ve Rusça gibi dillerin etkisindedir. En çok etkilendiği diller Arapça, Farsça ve Türkçe’dir.[23] Sözü edilen bölgelerde konuşulan Kürtçe, yörelere göre farklılıklar gösterir. [24]

Ortadoğu, Kafkaslar ve Türkmenistan’ın bazı bölgele­rinde ko­nuşulan Kürtçe’nin birçok ağzı olup çe­şitli araştırma ve incelemelere rağmen bu ağızların yapısı ve birbiriyle ilişkisi ko­nusunda kesin bir sonuca varılamamıştır. Uzmanlar bu ağızları “Kurmancî” ve “Gü­ney Grubu” olarak ikiye ayırmışlardır. Kur­mancî grubu, “Doğu Kolu”: Süleymaniye’de; “Batı Kolu”: Diyar­bakır, Rızaiye, Erivan, Suriye’nin ve Hora­san’ın kuzey bölgelerinde olmak üzere ikiye ayrılır. “Güney Grubu” ise Kirmanşah ve Bahtiyari bölgelerinde konuşulmakta­dır. Eski ve orta devreye ait Kürtçe yazılı belge bulunmazken İslâm sonrası dönemlere ait sadece bazı kitaplarda birkaç kıta şiir veya cümle aktarılmıştır. Bunlardan biri, Mucemu’l-buldân’da sözü edilen Enuşirvân-ı Bağdadî’nin Şeytânu’l-Irâkadlı mülemma kasidesidir. [25]

 

 

[1] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 307-308; Berzger-Kasımnejâd, “Fârsî-yi Derî”, Dânişnâme, II, 1014.

[2] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 308; Berzger-Kasımnejâd, “Fârsî-yi Derî”, Dânişnâme, II, 1014.

[3] İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 18-21.

[4] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 309.

[5] Berzger-Kasımnejâd, “Fârsî-yi Derî”, Dânişnâme, II, 1014.

[6] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 310-311.

[7] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 312.

[8] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 271; Rızayî-yi Bağbidî, “Îrân”, DMBİ, X, 548.

[9] Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât, s. 12.

[10] Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415.

[11] Ebu’l-Kâsımî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, s. 285-286.

[12] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 291.

[13] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 293.

[14] Nart Destanlarında anlatılan Nart kahramanları, “Alanlar”dır. Moğollar, Alanlara “Nart” adını vermişlerdir. Alanlar bugünkü Ossetlerin atalarıdır. Kafkas Nart destanlarının ana kaynağı da, Osset Nart destanlarıdır. (Adiloğlu, Adilhan, “Karaçay-Malkar Nart Destanları”, Turkish Studies,Vol.,2/1, s. 199.

[15] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 297-298; Ebu’l-Kasımî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, s. 284; Kişâverz, Hezâr Sâl-i Nesr-i Fârsî, I, 15-16; Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[16] Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[17] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 297; Ebu’l-Kasımî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, s. 283; Kişâverz, Hezâr Sâl-i Nesr-i Fârsî, I, 15; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[18] Ebu’l-Kasımî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, s. 283; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[19] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 296; Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[20] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 296; Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415.

[21] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I,

[22] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 294, 295; Zerşinâs, “Edebiyyât-i Îrân Pîş Ez İslâm”, DZEF, I, 641.

[23] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 296; Ebu’l-Kasımî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, s. 283-284; Kişâverz, Hezâr Sâl-i Nesr-i Fârsî, I, 16-17.

[24] Hanlerî, Târîh-i Zebân-i Fârsî, I, 295.

[25] Yazıcı-Öztürk, “İran”, DİA, XXII, 415-416.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.