Siyaset ve Demokrasi Üzerine
Fahri Atasoy
Felsefede tartışmalara çoğunlukla Platon veya Aristoteles ile başlamak zorunda kalıyoruz. Sebebi ortada: felsefi problemler veya konularla ilgili tarihteki ilk yazılı metinler onlara ait. Onlardan önce Eski Yunan toplumunda Sokrates, Sofistler ve Doğa filozofları varlar. Diğer toplumlarda insan ilgisine girecek felsefi nitelikli tartışmalar ve düşünmeler mutlaka vardı ama yazılı metin olmadığı için bilmiyoruz. Sadece birtakım işaretlerden yola çıkarak tahminler yapabiliyoruz. Devlet ve siyaset konusu da benzeri bir özelliğe sahip. Hem Platon’un hem de Aristoteles’in konuyla ilgili kaleme aldığı kitapları var: birisi Devlet diğeri Politika. Bu kitaplar Eski Yunancadan Arapçaya çevrilmiş ve İslam filozofları tarafından değerlendirilmiş. Batıya sonra ulaşmış. Bu bağlamda devlet, iktidar, demokrasi, vatandaşlık gibi konular hakkında mutlaka bu metinlere gönderme yapılır.
Orta Çağ, insanlığın semavi dinlerin etkisiyle şekillendiği bir dönem oldu. Hem Hıristiyan hem Müslüman toplumlar dinin buyruklarını önemsediler. Bu arada iktidarlar da toplumların bu manevi kabullerinden azami şekilde faydalanma yoluna gittiler. Metafizik zihniyetin egemen olduğu bu dönemde siyaset büyük oranda teolojinin etkisinde şekillendi. Aralarında tabii ki temel farklılıklar da vardı. Şöyle ki; hanedanlığa dayalı yönetim her yerde yaygın olmasına rağmen, Hıristiyan-Katolik dünyada Kilise büyük bir siyasi güç elde etti. Kilise’nin etki alanındaki devletlerde hanedan krallıklar doğrudan güçlerini oradan aldılar. Kilise, pek çok krallığın üstünde bir siyasal güç merkezi oldu. Fakat Müslüman toplumlarda caminin böyle bir gücü ve işlevi hiç olmadı. Hanedan sadece toplum üzerindeki güvenini pekiştirmek için dini sembolleri kullandı. Emevî hanedanlığı bu bağlamda çok çarpıcı bir örnek oluşturur. Osmanlılar gibi diğer öne çıkan imparatorluklar da pek farklı olmadı. Hiçbirinin gündeminde demokrasi yoktu. Ta ki modernleşme döneminde devlet (siyaset) için yeni bir meşruiyet kaynağı aranana kadar. Sonuçta Yeni Çağ’da Avrupa’da teokrasiden kurtulup yeni bir merkez olarak halk-millet egemenliği öne çıktı. Bu egemenliğin iktidara yansımasının yolu ise demokrasi olarak kabul edildi. Bunu daha önceki bir yazımızda açıklamıştık.
Demokrasi, halk-millet egemenliğine dayalı bir yönetim biçimi. Bu yönetim biçiminin sağlıklı işlemesi için yanında mutlaka kuralları ve kurumları olması gerekli. Öncelikle demokrasilerde halkı oluşturan her birey, o toplumun ve devletin bir üyesi olarak değerli kabul edilir. Siyasal yönetimde söz sahibi olma bakımından İnsanlar arasında ayrıcalık yoktur. Bu insanlar artık bir devletin eşit yurttaşlarıdır ve yönetici seçme ve yönetime seçilme haklarına sahiptir. Bu haklar söz veya teamül ile değil hukuki kurallarla güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla demokratik sistemlerde hukuk kuralları ayrıntılı bir şekilde siyasal hakların uygulanmasını belirler. Kimse senin yerine ben oy kullanayım veya seçileyim diyemez. Burada önemli ve değerli olan toplumun üyesi olan her bireyin yasalarla belirlenen ve korunan siyasal haklara sahip olmasıdır. Sözde bir anlayışla insanın değerli olduğundan bahsedilmez. Uygulamada insanlar bunu devletin kurumsal yapısında görebilirler. Yasalarla bu hak korunur.
İnsanın birey olarak değerli görülmesi ve birtakım haklara sahip olması demokrasi için başlangıç ilkesidir. Çünkü modern öncesi toplumlarda birey olarak haklar çok sınırlandırılmış durumdadır. Özellikle aristokrasiye dayalı ayrımcılık halk çoğunluğunu toplumun alt kesiminde baskılamıştır. Bu insanların herhangi bir değeri ve hakları yok denecek haldedir. Eşitsiz ve adaletsiz bir toplumsal düzenden bahsetmek meselenin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Avrupa’da Yeni Çağ’da ütopyalar, sözleşme teorileri ve hukuk-kanun istekleri bundan kaynaklanır. Modern devlet bütün bu problemlerin çözümüne katkı sağlamak ve beklentileri yerine getirmek için geliştirilmiştir. Halkın egemenliği ve demokrasi bu bağlamda modern devletin temel ilkesi haline gelmiştir. Bu yeni toplum düzeninde krallıkların ve aristokrasi simgesi üst sınıfların bir değeri kalmamıştır. Değerli olan modern devletin eşit haklara sahip vatandaşlarıdır. Teoride bu durum son derece cazip bir hedef gibi görünmektedir ama önünde pek çok sıkıntılı durum vardır.
İnsanların toplum içinde eşit haklar ve imkanlarla siyasal yönetime katılmaları kolay değildir. Avrupa bunu başarmak için sürekli yeni önlemler almak zorunda kalmıştır. Sürecin dinamik bir şekilde yönetilmesi problemlerin çözümü bakımından son derece önemlidir. Bir kere demokrasi ilan ettik diyerek çözüm üretmiş olmazsınız. İlan ettiğiniz demokrasinin problemlerini her daim çözerek daha iyi bir yönetim yolunu açmanız gerekir. Bunun farkına varan düşünürlerin bu konularda uyarıları vardır. Bunlardan birisi Karl Marx olmuştur. Marx, Avrupa’da yeni oluşturulan toplumsal düzenin hiç de adaletli ve insan merkezli olmadığını dile getirir. Yeni düzenin adı kapitalizmdir ve bu düzenin yeni sahipleri burjuva sınıfını oluşturur. Burjuva sınıfı, kapitalizm adı verilen yeni bir sömürü düzeni kurmuşlardır. Orta Çağ Katolik Kilisesi gibi devletler üzerinde hegemonya oluşturmuşlardır. Bu hegemonya, devleti burjuva sınıfının kontrolüne vermiş ve bireylerin siyasal haklarını ele geçirmiştir. Bununla ilgili ciddi eleştirileri Marksist düşüncenin önde gelen düşünürlerinden Antoni Gramsci’den okumak mümkündür.
Demokrasi, Avrupa modern dünyasının en önemli siyasal değerlerinden birisi olarak görülse de içinde bazı paradokslar barındırır. Bunu fark eden önemli düşünürlerden birisi Karl R. Popper olmuştur. Popper, bilim ve siyaset üzerine yaptığı gerçekçi analizler ve eleştiriler ile tanınır. Çoğunluğun ezber haline getirdiği kalıpların açık noktalarını bularak yıkmayı başarır. Örneğin bilim dendiği zaman artık herkes tarafından kabul görmüş doğrulama (kanıtlama) ilkesinin eksikliğini fark ederek eleştirir. Bu ilke yerine “yanlışlanabilme” ilkesini önerir. Benzeri şekilde siyasette demokrasinin mutlaklaştırılmasının tehlikelerini görür ve adeta uyarır. Demokrasiyi bir defalık seçim ile çoğunluğa verilen bir yetki anlamında yorumlamanın sakıncalarına dikkat çeker. Yönetimi bir süreç olarak görür ve bu süreçte toplumu oluşturan bütün kesimlerin haklarının ve özgürlüklerinin korunması gerektiğini düşünür. Demokrasi kendi içinde seçim yoluyla çoğunluk diktatörlüğüne dönüşme tehlikesi barındırır. Popper’ın uyardığı tehlike İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm tehlikesi olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla Popper’a göre, bizim kuracağımız siyasal sistem birey özgürlüğünü güvence altına alacak bir açık toplum sistemi olmalıdır. Bu eleştirinin de dikkate alınması gerekir.
Yirminci yüzyılda hanedanlıklar yönetimi oldukça azalmıştır. Avrupa’daki sembolik-kültürel krallıklar haricinde sürdürülen çok az hanedanlık yönetimi vardır. Pek çok devlet demokrasi uygulamadan cumhuriyet adı altında tek kişi ve tek parti iktidarı ile yönetim sürdürmektedir. Bunların ayrı ayrı ele alınması ve tahlil edilmesi gerekir. Ortadoğu ülkelerinin durumu buna somut örnektir. SSCB sonrası yeni kurulan birçok ülkenin de cumhuriyet ilan etmelerine rağmen demokrasiye geçmedikleri herkesin malumudur. Türkiye gibi ülkeler ise bu örneklere göre ileri demokrasiye, Avrupa ile kıyaslandığında problemli bir demokrasiye sahiptir. Çok ciddi uygulama problemleri görülmektedir. 1876 yılında Kanuni Esasi adıyla ilk anayasanın kabul edilmesiyle başlayan siyasal yapıda modernleşme süreci hala devam etmektedir. Meşrutiyetin ilanı ile başlayan meclis ve siyasi parti ile yönetme tecrübesi bazı aksaklıklarla birlikte devam etmektedir. Bu aksaklıkların ciddi şekilde analiz edilmesi, eleştirilmesi ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Demokrasi uygulamaları, Türkiye’de felsefe ve sosyal bilimler alanında, üzerinde düşünülmesi ve çözümlenmesi gereken konulardan birisidir.
Bu yazı Zorbatv+dergi eylül sayısı için hazırlanmıştır. Eylül ayı iki önemli olay ile sembolleşmiştir. Türkiye’de 12 Eylül’de demokrasinin askeri darbe ile sekteye uğratılması, dünyada 11 Eylül saldırılarıyla yeni bir siyasal sürecin başlatılması ayrı ayrı analiz edilmesi gereken konulardır. Bu konular arasında bağ kurarak bütünlüğü içinde anlam arama işi de son derece önemlidir. Sosyal ve siyasi felsefe bakış açısıyla dünyadaki gelişmeleri okumak, yorumlamak, anlam aramak düşüncenin görevidir. Bu görevi yerine getirirken sosyolojiden, tarihten, siyaset biliminden vb. yardım almak gerekir. Bu konularda değerlendirme yapabilmek için çok yönlü ve çok karmaşık ilişkiler ağını çözümlemeyi göze almak gerekir. Bu kısa yazılar ancak uzun çalışmalara sevk edecek ve kılavuzluk yapacak işaret fişekleri olabilir.
Son olarak 12 Eylül ile ilgili birkaç kelam etmek gerekirse, öncelikle bu darbenin Türk siyasetine etkisinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Darbe sonrası diktatörlük uygulaması, siyasi partilerin kapatılması, belli bir zümrenin ayrıcalık kazanması, halkın hakir görülmesi, gençlerin cezalandırılması demokrasi adına kalıcı travmalar yarattı. Türkiye’nin problemlerini çözmesi gereken siyasal elit oluşturma süreci büyük bir darbe yedi. Mesele sadece askerlerin yönetime el koyması değildi. Gençlerin geleceğe yönelik iddiaları, hayalleri, beklentileri öldürüldü. İnsanların üstüne adeta ölü toprağı serpildi. Halbuki demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi için ihtiyaç olan şahsiyetli, özgüvenli, iddialı bireyler yetiştirilmesiydi. Bir asker düdüğü ile hazır ola geçen insanlar yaratmaya çalıştılar. Buna uymayanları cezalandırdılar. Dolayısıyla demokrasinin can damarını tıkadılar. Türkiye bunu aşamadığı için siyaset üretmekte zorluk çekiyor.
Yorum
KATILIM
ŞARK KURNAZLIĞI İLE KRİTERLERE UYMANIN FARKI
Günümüz dünyasının aydınları neden evrensel tavır alıyorlar?
Siyaset gibi aşırı karmaşık uluslararasınıda sekillendiren bir disiplinde bilimsel makale yazarken her şeyden önce YİNE uluslararası hukuk normlarını dikkate alırız. Burada soru şudur; neden son kertede İngiliz (Londra) mahkemeleri yetkilidir, kabul edilmiş veya ettirilmiştir?
Amerika Kanada sınırını cetvelle çizen de Sanayi Devriminin bütün kömür kokusu ve isini yutan da onlardı. Şarkkurnazlığı başka mevzu aslında ama ülkemiz ve yakın coğrafyamız söz konusuysa birde bu açıdan bakmanın faydaları oldukça çoktur.
AB Kriterleri oluşturulur ve süreci geliştirilken şaka gibi bir şey olup İngiltere BİREXİT ile kopar Ukrayna savaşı çıkar, Afrika karışır Çin korkusu sarar dünyayı filan... Tümü günlük olmayan yüzlerce hatta binlerce yıllık etkileşimlerin ürünü siyaset/ devlet işlerinde biz Türklerin çok iyi bir birikimi vardır. "Siz karar alın, biz uyarız" diyen devlet bizim binlerce yıllık tecrübemize uygun değildir. Gözümüzün önünde yeniden düzenlenen uluslararası siyaset/ler sistemi aynı kaosları yeniden yeniden yaşamamak için bu defa farklı bir yol izliyor; Mars'ı göstererek spermsiz yumurtasız embriyo üreten sistem unsurları en iyi ve doğru olanı kolay ve hızlı yaygınlaştırıyor. Geriye kalan ZATEN yok olup gidiyor. Biz de bu oluşumun bizzat içinde hatta oluşan değil oluşturanlar arasındayız AMA buradan değil katkımız AKSİNE dünyanın her yerine yayılmış bilimsel düşünen kendi insanımızla katılıyoruz.
CEVAP
Siyaset uluslararası arenada biraz güç meselesi, biraz da satranç oyunundaki gibi akıllı-hesaplı hamle işi. Şu sıralar bizde her ikisi de yok. Sadece tarihteki başarılara sığınmak zorunda kalıyoruz. Son kaliteli oyuncu maalesef Mustafa Kemal Atatürk olarak kaldı. Dilerim yeni iddialı liderler çıkar.
Emeğinize sağlık hocam
Hocam bu konular bilgim ve ilgim dahilinde olmadığı için çok yorumlayamayacağım. Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim her yazınızı ilgiyle okuyorum bazen biraz geç kalarak da olsa ama mutlaka okuyorum. Saygılarımla
Teşekkür ederim Selma hanım…
In reply to Emeğinize sağlık hocam by Selma Pekşen (doğrulanmamış)
Teşekkür ederim Selma hanım okumanız takip etmeniz çok değerli bizim için. Eksik olmayın
Yeni yorum ekle