Nazariyat Bakımından 100 Yıllık Felsefe Bilim Yolculuğumuzun Teşhiri

Felsefe

Nazariyat Bakımından 100 Yıllık Felsefe Bilim Yolculuğumuzun Teşhiri

Prof.Dr. Süleyman DÖNMEZ

 

I. Türkiye’de başta parlamenter, 100. yıla beş kala ise “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen yönetim şeklinin benimsenmiş olması, Türk’ün felsefe-bilim yolculuğunda 16. yüzyıldan beri devam edegelen önce duraklayışını, sonrasında ise gerileyişini durdurmuş görünmemektedir. Buradaki gerileyişten murat, felsefe-bilimde dünya ölçeğinde etkin olamamadır. Bir başka ifadeyle etkileyen değil, etkilenen konumda kalmadır.

Türk milletinin yaşadığı altı asra yaklaşan gerileyişi, elbette zaman zaman iniş ve çıkışlar barındırmıştır. Öyle ki bazı zamanlar duraklamış, bazen de nispî ilerlemeler kaydedilmiştir. Ama genel olarak gerilemenin önüne geçilememiştir.

Buradaki gerilemeden kastın özellikle felsefe-bilimde dünya ölçeğinde etkili olamayıp etkilenen durumda kalma olduğunu yukarıda ifade ettik. Artık bu bağlamda can alıcı suali yöneltebiliriz. Ne oldu da cihana şâh iken kul olduk? Önde iken geride kaldık? Cevabımız net olacak. Çünkü Türk’ü Türk yapan aslî unsurlardan uzaklaştık. Türk olduğumuzu unuttuk. Türk kimliğinden kopuş da Türkleri felsefe-bilim üretmede edilgin duruma sürükledi.

Türk’ün gerileyişine neden olarak verdiğimiz yanıt garipsenebilir. Hatta anlamsız, belki de saçma bulunabilir. İlk planda bu tarz algılar şaşırtıcı değildir. Önerim, eğer okuyucu verdiğim yanıtı anlamsız ya da saçma buldu ise, kanaatini paranteze alıp metni okunmaya devam etmesidir. Eğer metin okunmaya devam edilirse verilen cevabın ideolojik bir önyargı olmadığı idrak edilecektir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki çeyrek asra göz atılması okuyucuya niçin Türk’ün geri kalışının Türklüğü unutmaya bağlandığını temellendirmede kolaylık sağlayacaktır. Zira makûs talihin önü özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ve sonrasında yapılan ataklarla kesilir gibi olduğu hem açık hem de seçiktir.

Netice itibariyle ibrenin yönü Yeni Türkiye ile niçin gerilemeyi değil de ilerlemeyi göstermeye başladı? Çünkü Atatürk zamanında ve sonrasında (1920 ile 1944 arası) kısa bir süre de olsa, kim olduğumuzu hatırladık. Zaten o kısa dönemde gerileme de durdu. Hatta ilerledik. Ama ardı gelmedi. O gün bugündür de –özellikle 1944’ten beri- gerileyiş, hız kesmeden, hatta hız kazanarak sürmektedir.

Türk kimliğinden uzaklaşma, Anadolu’daki Türk varlığını da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmişti. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100 kusur yıl önce dağılan Devleti Aliye’nin ardından Kurtuluş Savaşı ile büyük bedeller ödenerek kurulabildi.

2023 yılı itibariyle Cumhuriyet’in ilanının 100. yılında Anadolu ve Türklük, yok olma tehlikesini bertaraf edebilmiş değildir. Mevzu, geniştir. Konunun bu yönünü burada derinleştirmeyeceğiz. Daha ziyade Anadolu’da Türk olarak varlığımızı sürdürebilmek için, Türk olmanın ne olduğunu hatırlatıp felsefe-bilim zemininde Türk’e Türklüğünü hangi düşünüş biçiminin unutturduğu üzerinde duracağız. Böylece Cumhuriyet’in ilanının 100. yılı itibariyle yüzyıllık felsefe-bilim yolculuğumuzu eleştirel bir okumaya tabii tutmuş olacağız.  Sonuç olarak da öncesi de olan 100 yıllık bir yenilmişliğin arkasında yatan temel sâiki deşifre edip kim olduğumuzu ve diğerlerinden ne ile ayrıştığımızı belirginleştireceğiz. Yöntem olarak ise, dört noktainazardan manzaranın nazari esasta nasıl seyredildiğine değinip kurtarıcı olan seyrin hangisi olduğunu göstereceğiz.

II. Felsefe-bilimin küresel bir yönü vardır. Küreseli dünya ölçeğinde benimsenen anlamında kullanıyorum. Küresel algılayışlarda elbette siyasî yönlendirmeler de etkindir. Bu yönlendirmeler her zaman sağlıklı sonuçlar da vermemektedir. Ancak çalışmada küreseli, küreselci hamlelerden ayırarak küreselci olan politik girişimleri paranteze alıyorum. Dünya ölçeğinde benimsenmenin politik çıkar ilişkilerini aşan sağduyu diyebileceğimiz kuşatıcı bir dayanağa da ihtiyaç duyduğunu kabul ediyorum. Çünkü asıl oyuncunun insan olduğu açıktır. Sağduyu da insana hastır. Doğru ile yanlışı ayırabilme yetisidir. Akla uygun, yerinde kararlar verebilme becerisidir.

Sağduyulu bir değerlendirme Türk’ün gerek yakın tarihinde gerek öncesinde felsefe-bilime dünya ölçeğinde kabul gören katkı sağlamış olduğunu teslim eder. Asgari son bin kusur yılda bu katkının İslam medeniyeti içinde vücut bulmuş olduğu aşikârdır. Konuyu burada genelleştirerek derinleştirmeyeceğiz. Sadece Türk olmaktan kastın ne olduğunu ifade ederek neden Türklükten uzaklaştıkça geri kaldığımız sorusuna dolaylı bir yanıt vermiş olacağız.

Türk olmak, insan olmakla eşdeğerdir. İnsan olma ise ahlâk ile mümkündür. Bu ifadeler hamaset değildir. Önyargılı ve politik yönlendirmeleri gözardı edersek “Türk” mefhumunun etnik belirlemelerle daraltılamadığı ifade edilmelidir. Elbette bu genişleme anlamı belirsizleştirmek değildir. Çünkü Türklük etnik olarak zaten vardır. Anlatmaya çalıştığımız Tarihte Türk olarak bilinen kavmin diğer topluluklardan ahlâk esasında ayrıştığıdır. Ahlâk ile kuramsal olarak temellenen ve tartışılan etiği kastetmiyoruz. Çünkü insanın esası ahlâktır. Ahlâkı ise insanın kendine dostluktur. Ahlâkın esası ise aslına sadâkattir.-

“Nedir insanın aslı? İnsan aslına nasıl sadık kalır?” Bu soruların ucu açıktır. Derin meselelerdir. Bu yazıda bu hususlar açılmayacaktır. Lâkin yukardaki izah, “gerilemenin niçin Türklükten uzaklaşmakla görünür olduğu” sorusunun yanıtıdır.

Türk hayatı algılayışı ve yaşayışı ile diğer topluluklardan ayrışmış ve felsefe-bilime olan katkısı da ahlâkî hassasiyetiyle temayüz etmiştir. Zira Türk ahlâkı, kâinatı emanet olarak görmüştür. Ahlâkı gereği de emanete hıyanet etmeyen bir ölçüyle hayatı kurmuş ve yaşamıştır. Ancak Türk’ün etkisinden kurtulan felsefe-bilimdeki ilerleyiş, zamanla ahlâk dışı bir yola girmiş ve ahlâk belirleyici ilke olmaktan çıktığı için de emanete hıyanet edilmiştir. Küreselci dünyanın tutulduğu bu hastalık, maalesef bir müddet sonra Türk’e de sirayet edip Türk’ü Türklükten uzaklaştırmıştır. Süreç, bitmiş değildir. Devam etmektedir. Bu nedenle Türklükten uzaklaşma küreselci yapılara bütünüyle uyum sağlamaya dönüşmemiştir. Bu durum özde olumludur. Ama Türk’ün Türk olamaması, Türklükten de tam olarak kopamaması, onu iki arada bir derede bırakmaktadır. Arada kalmışlık ise gerileyişi durdurmak bir yana kronikleştirmektedir.

Türkiye silkinip kendini bulmak zorundadır. Aksi takdirde gerileyişin önüne geçilemeyecek, belki de, Türkiye olarak yok oluşun eşiğine gelecektir. Türklük elbette yok olmayacaktır. Ama Türk’ün Anadolu’daki varlığı tehlikeye girecektir.

Türk’ün Anadolu’daki varlığını, birikimini ve kimliğini muhafaza edebilmesi için Türkiye’nin Türklüğüne sahip çıkıp koruması elzemdir. Türklük sahiplenildikten sonra onun korunması, ancak “bir dil” ile mümkündür. O da Türkçedir.

Dil, geneldir. “Bir dil” ise genel olan dile dayanır. “Dil” ile “bir dil” ilişkisini burada açmayacağız. Onun yerine “bir dil” olan “Türkçe” ile “kimlik” ilişkisine kısaca değineceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalabilmesi, Anadolu Türk kimliğinin muhafazasına bağlıdır. Zaten Anadolu, Türklükle Anadolu’dur. Türklüğün dili ise Türkçedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında bu esas yer alır. Ama bu anayasal gösterge felsefe-bilimde gerileyişin önüne geçmeye, hatta ilerlemeye yetmemektedir. Bu durumda asıl sorun nedir? Asıl sorunun nerde düğümlendiğini gösterelim.

Ana sorun Türk olamamaktan nâşî, bir dil olan Türkçe’den uzaklaşılmasıdır. Ne demeye çalıştığımızı biraz açalım. Demek istediğimiz şudur: Türk’ün 500 yılı aşan makûs talihten sıyrılıp çıkabilmesi için -tarihsel süreci değerlendireceksek- asgari; Grekçe, Arapça, Farsça, Süryanice, Latince, Çince ve Türkçe bilenlere; metinleri, eserleri yazılı oldukları dillerde okuyabilenlere ve Türkçe düşünüp Türkçe yazabilenlere ihtiyaç vardır. Günümüz felsefe-biliminden de yararlanacaksak yukarıdaki dillere dünya ölçeğinde etkin olan İngilizce, Almanca, Rusça, Çince, Japonca gibi başka dilleri de eklemek gerekmektedir. Aksi takdirde göreli olarak uzun süredir devam eden “iki arada bir derede kalarak”, yuvarlanıp gitmekten ve daha da gerileyerek, yok olmaktan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Türk’ün yok olması Anadolu’nun da kaybolmasıdır. Çünkü Anadolu, gönlü mayalı Türk ile Anadolu’dur. Vatandır.

III. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, cumhuriyetin ilanının yüzüncü yılında felsefe-bilimde niçin dünya ölçeğinde etkin bir konuma gelemedi?

Temel sorunun Türklükten uzaklaşma olduğunun altını çizdik. Türklüğü ise insanlıkla özdeşleştirdik. İnsanı da diğer varlıklardan ahlâk ile ayrıştırdık.

Yukarıdaki tespiti, nazariyat bakımından yapmaktayız. Nazariyat, gerçekliği bir sahne olarak bütünlük içinde seyretmektir. Nazariyatta seyredilen, fikriyatı değerlendirme imkânı sunar. Fikriyat, bütünlükten yoksundur. Görelidir. Nazariyattan kopuk fikriyât, gerçeğe dair güvenilir bir bilgiye götürmez. Bu nedenle nazariyatsız “müsademe-i efkârdan” (fikir çarpışmasından) “bârika-i hakîkat” (hakikatin parıltısı) doğmaz.

Türkiye’nin yüzyıllık felsefe-bilim manzarası nazariyatısızdır. Nazariyat kaybedildiği için çarpışan yüzlerce fikirden ne gerçeğin bilgisine ne de hakikate erişilebilmektedir. Elbette Türkiye yüzyıllık hikâyede nazariyatı bilen şahsî çabalardan yoksun kalmış değildir. Lâkin etkili olamadılar. Neticede bu yazıda da Türkiye’nin yüz yıllık felsefe-bilim manzarası nazariyat bakımından teşrih edilmeye çalışılmaktadır.

Nazariyat bakımından yüzyıllık Türkiye manzarası dört nokta-i nazardan okunabilir. Çünkü her nazar doğal olarak bir manzara sunar. Her manzara da bir nokta-i nazardan okunur.

III.1. Türkiye’nin felsefe-bilim manzarasında ağırlıklı durum, yukarıda da ifade edildiği gibi, nazariyatsız düşünüştür. Bu tarz düşünüş, kuramsaldır. Zihne ve dile dayalı kuramlardan güç alır. Kuram, gerçeğe dayalı bütüncül bir seyir değildir. Kurgusaldır. Kurgusal yapılar, önemsiz, iş görmez ya da işe yaramaz değildir. İş görürler. İşe yararlar. Ama gerçeğin bilgisine eriştirmezler. Bu tür yapılar insana karşıdır. İnsanı yok eder. Ayrıştırıcıdır. Yıkıcıdır. Fikriyatla ya da fikriyatta nazariyatta seyredilen katledilir.

Nazariyatta seyredileni fikriyatta ya da fikriyatla katleden nazariyattan habersizdir. Hak ile hakikat cahilidir. İzleri okuyamaz. Çölde kaybolmuş bedevidir. Ama farkında değildir. Türkçeyi bilmez. Türkçeyi bilmediğinden Türkçe okuyup yazamaz. Mesela Almanca yazılmış bir metni anlamadan Türkçeye tercüme ettiğini zanneder. Hatta bazen onu Türkçe okuyup yazmış gibi nakleder. İntihalcidir. Fikirsel savrulma içindedir. Ama inanç bakımından dogmatiktir. İdeolojik bakar. Dogmatik ve ideolojik olması fikrî savruluşla çelişik görünür.

Türkiye’nin felsefe-bilim manzarasında ağırlıklı kesim, nazariyattan habersiz nazariyatta seyredileni fikriyatta veya fikriyatla katletmektedir. Türkiye’nin felsefe-bilimde giderek daha çok geri kalmasında en etkin sâik de budur. Çünkü nazariyatta seyredileni fikriyatta ya da fikriyatla katletme şimdiyi hercümerç eder. Yarına bir hayrı da dokunmaz.

III.2. Nazariyat esasında Türkiye manzarasını seyirde bir diğer nokta-i nazar, fikriyata katmadır. Nazariyatta seyredileni fikriyata katma, fikriyatta katletme kadar yıkıcı olmasa da ilerletici bir düşünüş de değildir. Ancak fikriyata katma nazariyat dikkate alınmadan kuramsal bağlamda icra edilirse, geriye dönük hareket eder. Bugünü düne indirger. Düne ait olan fikirler, güncellenmez. Vazgeçilmez olarak kabul edilirler. Bu nedenle nazariyatta seyredileni fikriyata katma çabası, açığa çıkan sorunlara genelde çözüm sunmaz. En sonda da savunulan fikirler, zamanla geçmişe özlem duyan bir söyleme dönüşür.

Mevcudu korumaya odaklanan nazariyatta seyredileni fikriyata katma hamlesi, geleneği geçmişe referansla kutsar. Geleni geleneğe ekleyemez. Şimdiyi kaybeder. Türkiye’de felsefe-bilim uğraşında nazariyatta seyredileni fikriyata katma, etkin görünen bir tavırdır. Mesela Aristoteles’in ya da Eflatun’un yahut Farabi’nin fikirlerine dönülürse eski günlerdeki gibi felsefe-bilimde ilerleme sağlanabilecektir. Bu tarz bir düşünüşün idrak edemediği husus, örneğin Eflatun’un öncekilerden aldığı bilgiyi ya da veriyi Yunanca okuyup anladıktan sonra Yunan dilinde Attika Site Devleti’nde Yunanca olarak yeniden üretmiş olmasıdır. Nazariyatta seyredileni fikriyata katmak, bugünü düne indirgemeye çalıştığından, her ne kadar düne sahip çıktığını düşünse de ne dünü anlayabilmekte ne de bugüne bir fayda sağlamaktadır.

III.3. Bir diğer nokta-i nazar ise nazariyatta seyredileni fikriyatta kat etmektir. Kat etmek, ilerletmektir. Diğer iki nokta-i nazara göre ilerlemeci görünen bir yaklaşımdır. Ancak fikriyatta kat etmek nazariyattan kopuk olursa nereye savuracağı kestirilemeyen bir fırtınaya dönüşebilir. Esasen fikriyatta ilerletmek, nazariyatı ihmal eden bir düşünüştür. Çünkü aslolan nazariyattan ziyade fikirdir. Fikriyât ön planda olduğundan kuramsal dayanaklardan istifade edilerek keskin manevralar yapmaktan çekinilmez. Özellikle geçmişle gereğince hesaplaşılmaz.

Görece hareket kabiliyeti yüksek olan fikriyatta kat etme, ilk planda sorunları çözer görünse de bir noktadan sonra denetlenemez. Geçmişle yaşanan arasında sağlıklı köprü kurulmaz. Hatta geçmiş küçümsenir. Reddedilir. Geçmişin tecrübesinden yararlanılmadığından şimdi ihtiyaçların bütününe cevap verir bir tarzda inşa edilemez. Günübirlik çözümler öne çıkar. Dünden yararlanmayan yarını planlamayan bu düşünüş, bir müddet sonra çözümsüz sorunlar yumağına dönüşür.

Türkiye’nin 100 yıllık felsefe-bilim yolculuğunda açığa çıkan sorunlara önerilen çözümlerin bir kısmı fikriyatta kat etme kabilindendir. Bir dizi fikir öne sürülmekte ve bu fikirler uygulamaya geçerse gerilemenin duracağı; hatta ilerlemenin sağlanacağı iddia edilmektedir. Lakin fikriyatta kat etme göreli olarak hareket kabiliyeti olan, ilk planda sorun da çözebilen bir düşünüş modeli olduğu halde Türkiye’de gerilemenin önüne niçin geçilememektedir? Bu sorunun cevabını yukarıda verdik. Hatırlatmak gerekirse; fikriyatta kat etmenin de Türkçe icra edilmemesi, ilk etapta ilerleme gücüne sahip olan fikriyatta kat etme, kat edemeden katletmeye dönüşmektedir. Fikirsel tartışmalar dâhi yapılamamaktadır. Çünkü savunulan fikirlerin içine girilememekte ve fikirler arasında sağlıklı bağlantılar kurulamamaktadır. Netice itibariyle de sadece fikir hamallığına ve aktarıcılığına dönüşmektedir. Biz bu sorunu ağırlıklı olarak felsefe ve din bilimlerinde görmekteyiz. Mesela Freud’un fikirleriyle Türk’ün bilinçaltını okumaya kalkışılmakta, Durkheim’in fikirleri ile Türk milleti çözümlenmeye çalışılmakta ya da Kant felsefesi ölçü alınarak sorunlara çözümler üretilmek istenmektedir. Oysa Freud’un, Kant’ın, Durkheim’in derdi çok başkaydı. Çözmeye çalıştığı sorunların bizimle doğrudan bir ilişkisi yoktu. Yapılması gereken uyarlama değil, onları anlamak ve sağlıklı karşılaştırmalar yaparak, belki de, onlardan yararlanarak sorunlarımıza çözüm üretmekti. Elbette bu, ifade edildiği üzere, ancak Türkçe anlayıp yazabilmekle mümkündür.

Netice itibariyle fikriyatta kat etmenin Türkiye’yi felsefe-bilimde fikriyatta kat ettirememesi, Türkiye’deki felsefecinin ya da bilimcinin felsefe-bilimde hoşuna giden düşünürlerin veya filozofların fikirlerinin bayiliğini üstlenmekten ileri gelmektedir.

Nietzsche’den çok Niçeçi, Marx’tan öte Marksçı yahut “şucu veya bucu” olmak, nazariyatta seyredileni kuramsal yapılara indirgeyip fikriyatta kat etmeyi engellemektedir. Bu durum, nispeten geç gelmesi gereken tıkanıklığı başa çekmekte, sonrasında gelecek olan gerilemeyi ve dağılmayı şimdide yaşatmaktadır.

III.4. Gerilemeyi durduracak ve ardından ilerlemeyi sağlayacak düşünüş, nazariyatta seyredileni fikriyatla kat etmektir.

Fikriyatla kat etmek, fikriyatta kat etmek değildir. Fikriyatta kat etmenin kuramlara dayanan fikirlerle örülü bir düşünüş olduğunu ifade ettik. Fikriyatla kat etmek kuramları değil, nazariyatı esas alır.

Nazariyatın manzara esasında bütüncül bir seyir olduğunu bir kez daha hatırlatalım. Bu seyir nefs (psukhe) tarafından yapılır. Nefs, suret rapteden cevherdir. Nefsin raptettiği sureti, bir insanın aynadaki yansımasına benzetebiliriz. Aynadaki yansıma suretadır. Yansıyan (aynadaki yansıma), yansıyanı (aynaya yansıyanı) sureta gösterir. Bu nedenle yansıyan ile yansıyan arasında nazariyat bakımından nispi değil, gayrı-nispi ilişki kurulabilir.

Türkçeye hâkim olmayan yukardaki aynaya yansıyan ile aynadaki yansımayı (yansıyanı yansıyandan) ayıramaz. Onları bir görerek fikriyata indirger. Kuramsal olarak nispi bir birlik elde eder. Aynada yansıyanı aynaya yansıyandan hareketle temellendirmeye kalkışır. Oysa bu hakikati vermez. Çünkü aynada yansıyan aynaya yansıyan değildir. Bu, benzetmede ayna kurama tekabül eder. Kurama dayalı fikir tartışmaları, hakikati vermez. Demek ki, nazariyat, kurama indirgenemez. Nazariyatta seyredilenin fikriyatta kat edilmesinin temel dinamiği olan bu nazarî tavrı, daha fazla açmayacağız. Verdiğimiz “aynada yansıyan ile aynaya yansıyan arasındaki kurulan ilişki örneği” nazariyât ile fikriyât arasındaki özsel farkı görmeye yeter. Eğer düşünce bir bakıma ayna gibi tasavvur edilebilecek olan zihne yansıyandan hareketle ilerletilirse nereye yönleneceği kestirilemez. Bu nedenle nazariyatta seyredilenin fikriyatla kat edilmesi, zihne ve zihinde oluşanı dile dökmek değildir. Esasen diğer üç fikrî yaklaşım yansımaları ve sonuçları farklı olsa da hakikati vermekten uzaktır. Çünkü zihne ve dile dayalı düşünüşlerdir. Ayna bakımından aynaya yansıyan arasında kurulan ilişkilendirmelerden ibarettir. Oysa asıl olan ne aynadır ne de aynada olan.

Zihne ve dile dayanan düşünüşlere karşı değiliz. Onları hafife de almıyoruz. Sadece hakikati vermekten uzak olduklarını ifade ediyoruz. Bugün felsefe-bilimde belirsizliğin öne çıkmasında etkin sâik, bu nedenle, yapısaldır. Bu yapıda nazariyatta seyredileni fikriyatla kat etmek veya nazariyatta seyredileni fikriyata katmak istenmektedir. Nazariyatta seyredileni fikriyatta yahut fikriyatla katletmek ise, çok daha vahim sonuçları olan bir doğru düşünememe sorunudur.

Nazariyatta seyredileni fikriyatla kat etmek, manzarayı bütüncül olarak okumayı gerektirir. Geçmişte olan, geçmiştir. Ona özenmenin anlamı yoktur. Geçmişi inkâr da bir kazanç sağlamaz. Geçmişi bugüne getirmek mümkün görünmemektedir. Şimdiyi yarına taşımak da olası değildir. Bu nedenle geçmişle bağı koparmadan şimdiyi en iyi şekilde yaşayarak yarına akmak gerekir. Bu izah ile tavsiye zamansaldır. Ancak nazariyatta seyredileni fikriyatla kat etmek, zamanı bölünmeyen bir anda -şimdi olarak- idrakle mümkün olur. Çünkü hakikatte her birimiz şimdiyi yaşıyoruz. Şimdiyi yaşamayı bu yazıda açmayacağız. Ancak şu kadarını söyleyelim. Şimdinin sorunları ne dünde ne de yarında çözülebilir. Eğer bir çözüm varsa şimdidedir. Şimdi hem içinde olduğumuz hem de iç olduğumuz bir zaman dilimidir. İçinde olduğumuz zaman dilimi ona iç olmakla zahir olmaktadır. İçinde olmakla iç olmak arasındaki ilişki gayr-i nispidir. İçinde olmak aynadaki yansıma gibidir. Aynaya yansıyan ise iç olmadır. İç olmadan içinde olunmaz.

Netice itibariyle Türkiye’nin felsefe-bilim yolculuğundaki açmaz iki noktada düğümlenmektedir. Felsefe-bilimde iç olamamak temel sorundur. İç olunamadığı için de bir dizi dışın etkisinde kalınmaktadır. Bu ise, gerilemeyi ve nihaî olarak da parçalanıp yok olmayı getirecektir. Esasen bu durumda olma var-olamama da demektir. Var-olamama bir diğer soruna bağlanmaktadır. O da dışta olanı kendi-olarak kendi dilinde okuyup yazamama.

Dışta olanın dış olduğu idrak edilmeden dışta olan okunup yazılamaz. Okunup yazıldığı zannıyla dışta olan iç yapılmaya çalışılır. Ama bu mümkün değildir. Çünkü dışta olan aynadaki yansıma gibidir. Aynadaki yansıma aynaya yansıyana indirgenemez. Esasen aynaya yansıyan olmadan aynada bir yansıma da vuku bulmaz.

Vesselam!

Yorum

Bülent (doğrulanmamış) Pa, 15 Ekim 2023 - 13:41

Dışta olanın dış olduğu idrak edilmeden dışta olan okunup yazılamaz. Okunup yazıldığı zannıyla dışta olan iç EDİLMEYE çalışılır.

S.D. (doğrulanmamış) Pt, 16 Ekim 2023 - 17:50

Bület Hocam,
Dışta olan idrak etmeden iç yaptığını sananlar İÇ EDMEDE mâhir olur. Selam ve sevgi ile.
Süleyman Dönmez

S.D (doğrulanmamış) Cu, 20 Ekim 2023 - 19:43

Teşekkür ederim. Gönlümüz aydınlık olsun...

Yasin GÖKHAN (doğrulanmamış) Çar, 25 Ekim 2023 - 16:06

Yüreğinize sağlık hocam müstefid olduk, oluyoruz...
Yalçın Koç okumalarında mihmandarlığa devam inş, takipteyiz...
Zoom toplantıları devam edecekse eğer, haberimiz olsa memnun olurum...
Selamlar saygılar

S.D (doğrulanmamış) Pt, 30 Ekim 2023 - 09:59

Teşekkür ederim. Mudavim bir ekip olabilirsek Yalçın Koç hocayı done done okumak ufkumuzu genişletecektir. Selam olsun.

Sibel Ünalan (doğrulanmamış) Pa, 05 Kasım 2023 - 18:30

Süleyman hocam ilahiyatçı olduğunuzu bilmiyordum. Bu kadar modern düşünmeniz sevindirici. Doyurucu yazınız için teşekkürler. Sizi tanımama fırsat verdiği için zorbatv.com ekibine teşekkür ederim.

Ataman Cantürk (doğrulanmamış) Pa, 05 Kasım 2023 - 18:48

Hocam teşekkür ederim. Aydınlatıcı bir yazı. Düşünce dünyamız cumhuriyetin birikiminin altında eziliyor gibi görünüyor. Saygılar

S.D. (doğrulanmamış) Cu, 10 Kasım 2023 - 11:25

Her bir yorum ve katkı için teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
Selam ile...
Süleyman Dönmez

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.