Cüneyt Gök: Fotoğrafın Anlattıkları -1

Bilim

Cüneyt Gök: Fotoğrafın Anlattıkları -1-


Ara Güler her zaman “Master of Leica” gibi 20. yüz yılın önemli fotoğrafçılarından ve foto muhabirlerinden biri olma payesini “ben sadece doğru zamanda doğru yerde oldum” cümlesiyle mütevazi biçimde karşılamıştır. Doğru yerde doğru zamanda olabilmek için parmakları kavuşturmanın ve dilemenin ötesinde bulunduğumuz yerden daha doğrusu kendi kıyımızdan biraz açığa doğru kulaç atmalıyız. Bazen de çok uzaklara gitmeye gerek kalmadan konular çok yakınımızda olabilir.
Her şeyin fotoğrafı çekilebilir, her konu hakkında fotoğraflar üretilebilir. Hele günümüzde teknolojinin geldiği son noktada işler bu kadar kolaylaşmış, tüm imkanlar ayağımıza serilmişken fotoğraf çekmemek mümkün mü?

Her fotoğrafın bir çekiliş amacı vardır; bir amaca hizmet eder. Bazen özel bir anı ölümsüzleştirirken bu çaba fotoğrafın çekilme anını anlamlı kılma adına bir uğraş ve arayışa da dönüşebilir. Mesela sırf fotoğraf çekmek için dolaşır, seyahat edersiniz. Yeni yerler keşfeder, yeni insanlar tanır, hikayelerine ortak olursunuz. İster gerçek yaşamın içinden bir an fotoğrafı, ister kavramsal ve kurmaca bir fotoğraf olsun her fotoğraf kendi öyküsünü saklar içinde. Her fotoğrafın anlattığı hikaye gibi her fotoğrafçının da anlatacağı bir hikayesi ve bir hikaye anlatma biçimi vardır. 

Hikayeyi anlatmak için ise önce yaşamların, mekanların, görünümlerin potansiyelini keşfetmek, bulup çıkartmak gerekir. Fotoğrafı çeken kadar bakan da nesnelerin, insanların, bazen de insanların nesneler ile ilişkilerinin peşine düşer. Tesadüfi olarak ya da belli bir amaca hizmet etmek için bir araya gelişleriyle oluşan kompozisyonların büyüsüne kapılabilir, bazen de “Matruşka” gibi açıldıkça iç içe geçmiş hikayeler keşfedebiliriz. 

Farklı konular içinden birine odaklanabilmenin ötesinde; odaklanılan konu etrafında araştırma çizgileri çeker gibi hareket etmek gerekir.  Kısacası o konuyu yaşamak, onunla zaman geçirmek gerekir. Ama bu tam anlamıyla kontrolün sizde olduğu ve olacağı anlamına gelmez. Fotoğrafçı anlatıma katkı sağlayacak doğru açı, doğru ışık, doğru poz değerleri ve kompozisyon kurallarını ve benzeri diğer düzenlemeleri bazen çok hızlı uygulamak zorunda kalabilir. Bu genellikle sokak fotoğrafçılığı olarak tabir edebileceğimiz biçimde gezerek fotoğraf kovalanan durumlarda ya da beklenmedik biçimde tesadüfen karşımıza çıkan, karşı karşıya kaldığımız durumlarda, bir anda kendimizi bir olayın ve hareketin içinde bulduğumuzda gerçekleşir. 

Olaylar, durumlar ve görünümler karşısında algıların hep açık olması nerdeyse bir zorunluluktur. İşte “an” fotoğrafı ya da “enstantane fotoğrafçılığı” hikayeyi yakalayan, etrafında en uygun fotoğraf anı için çaba sarf eden fotoğrafçının üstesinden gelmek zorunda olduğu; yine bir başka “Master of Leica” Henri Cartier- Bresson ‘un değişiyle “instant decisif” yani “karar anı” dır. “Karar anı” ile geri dönülemez biçimde geçici “an” ın sonsuza kadar sabitleyen fotoğrafa dönüştürecektir. Her karar anı zorlu bir mücadeleye dönüşürken fotoğrafçı “o an” ı tam anlamıyla görselleştirip aktaramayabilir.

Kullandığım “Geri dönülemez biçimde” ifadesi aslında doğrudan -müdahalesiz fotoğraf anlayışına sahipseniz geçerlidir. Fotoğrafın ilk yıllarından itibaren fotoğrafın inandırıcılığı ve gerçekliği yapılan karanlık oda ve fotomontaj çalışmalarıyla sarsılmaya başlamış günümüzde ise zaten dijital fotoğraf bambaşka bir şeye, yeni anlamlar aktarmak için gerçekliği manipüle eden bir yapıya bürünmüştür.

Anlam uyum, karşıtlıklar, benzeşimler ve çağrışımlar üzerinden kurulur. Bu çerçevelemeleri ve düzenlemeleri yapan fotoğrafçı kadar fotoğraf okuyucusu olarak da dünyayı nasıl algıladığımız ya da hangi aralıktan baktığımızla ilgilidir aslında…estetik anlayışımız, seçimlerimiz, gerçeği kurgulayışımız yaşama bakış ve yorumlayış biçimimizdir. Biçim görsel dünyada bizi amaca götüren bir şifreleme yüzeyidir ve görüntünün anahtarı olan “biçim” sanatçının tarzını belirlerken anlamın oluşmasında da etkili olur.
Fotoğrafları teknik bağlamda ve içerik bağlamında değerlendirip nasıl çekildiklerine dair ip uçlarına ulaşma işlemine “fotoğraf okuma” diyoruz.  Fotoğraf okumaları bir fotoğrafın nasıl bir objektifle (geniş açılı, normal odaklı, dar açılı vb.), nasıl bir ışık altında (gün ışığı, yapay ışıklandırma) ve hangi kompozisyon kurallarına uyularak çekilmiş olduğunun keşfedilmesidir.

Fotoğrafta yer alan insanların gözleri, bakışları, duruşları, vücut dilleri çok şey anlatır. Duygu aktarır. Kadrajın içinde yer alan nesneler ve mekanlar coğrafyayı da yaşam biçimlerini de okuyabileceğimiz ip uçları içerir. Anlatılan konu, içerik, söylem, hikaye ne derseniz; görüntülerin, fotoğrafların anlamlarını çözmek ve hikayelerini okuyabilmek adına Göstergebilim- Semiyoloji biliminden (simgeler bilimi) yararlanmak ve “Göstergeler- Gösteren ve Gösterilen” arasındaki ilişkileri kurabilmekle mümkün olur. Roland Barthes (Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni) fotoğrafa yönelen ilgiyi Studium ve Punctum öğeleriyle tanımlar. Barthes’ın “Camera Lucida”- “Fotoğraf Üzerine Düşünceler” adlı kitabında örneklerle değindiği bu öğelere bakalım.

STUDİUM: Latince kökenli bu kelime “genel heves” anlamını, bakılan fotoğrafa karşı duyulan genel ilgi anlamını taşır. Studium görülen ile anlaşılan arasındaki bağıntıdır. Görüntüde, fotoğrafta anlam kazanma sürecini ifade eder. Gazetedeki bir kaza fotoğrafı studium içerir, bize bilgi aktarma maksatlı bir fotoğraftır. Studium fotoğrafta sabitlenen görüntünün seyircide uyandırdığı kültürel çağrışımdır. Klasik bir bilgi kitlesine gönderme yapar ve binlerce fotoğraf bu alandan oluşur; bu yüzden Barthes’a göre herhangi bir fotoğrafı ifade etmek için kullanılır.

PUNCTUM: Latince de küçük ısırık, benek, küçük delik anlamına gelir. Herhangi bir fotoğrafı diğerinden farklı kılan şeydir. Barthes bir fotoğraftaki beni delen(aynı zamanda bana acı veren, bereleyen)şeydir diye ifade ediyor. Barthes için Punctum tutku olarak tarif edilirse Studium aşk bile değil; yarı hoşlanmadır. 
Fotoğrafa bakan kişi studium yoluyla biçimler, yüzler, hareket, eylem ve mekanlara kültürel olarak katılır. Punctum; Studium’u kırar, deler…başka bir değişle üst anlamsal katman olarak tanımlanabilir. Punctum (diken batması) özne için yaşantı üreten, tetikleyen, kanırtan, görmeyi mümkün kılandır…insanca ilgi ötesinde farklı olarak konusundan kaynaklanan ve insanı etkileyen duygusal yönü (ufak bir ayrıntıda gizli olan) farklılaştıran unsurdur. Punctum, fotoğrafın çekiliş amacına hizmet etmeyen, onu farklı kılan ayrıntıdır. Studium her zaman kodlanmıştır. Bu yüzden çoğu fotoğraf studium içerir. Planlanarak ve düzenlenerek çekilmiştir. Aksine spontane biçimde çekilen “an” fotoğrafları çoğu zaman Punctum içerir. Punctum tamamen izleyiciye özel bir şey olduğu için bir fotoğraf içerisinde onun varlığı fotoğrafçının inisiyatifi dahilinde olmayabilir. Punctum izleyici için sarsıcıdır, fakat bir fotoğrafı sevmek için illaki sarsılmak gerekmiyor.

Şimdi şu iki fotoğraf üzerinden bir okuma denemesi yapalım. 
1-Bizde ölü evinde, cenazelerde pek fotoğraf çekilmez...o üzüntülü saatleri kimse geriye dönüp hatırlamak istemediğinden midir yoksa ölüye saygıdan mıdır? Bir fotoğraf neşeli bir anı ölümsüzleştirdiği gibi hüzünlü bir anı da hapseder içine...

zorbatv.dergiBu fotoğrafın hikayesini bilmiyorum. O ve diğer birkaç fotoğrafı "bit pazarı" ndan buldum. Geçmişinden kurtulmak isteyenlerin ya da dağılan ailelerin eşyaları bu pazara düşer; sanırım bu aile tamamen dağılmış. Beni delip geçen bir şey var mı diye defalarca baktım. Yer Arnavutluk, Bulgaristan olabilir dedim kendi kendime...sonra herkes ölmüş kadının başında toplanmış dururken fotoğraf makinesine bakan kişinin bakışları beni deldi. O üzüntünün içinde bir o yakalamıştı o fotoğraf anını...  toplu-kalabalık bir fotoğrafta herkes objektife bakar ve poz verir, buna rağmen gruptan biri istenmedik bir şekilde yakalanır(gözü kapalı, esnerken, yamuk bakarken vb.). Bu özellikle çektirilmiş bir fotoğraf değil ama o fotoğrafın çekildiğini fark etmiş, dikkati bir anlık makineye gitmiş... zamanın ve mekanın ötesinde kurulan bu sessiz ama görsel diyalog bana da ulaşıyor ve beni etkiliyor. Roland Barthes’ın da ifade ettiği gibi fotoğraf makinesinin objektifine doğru bakan izleyiciye bakar. Bir özdeşleşme-empati kurulur. Bir anda makineyi ve fotoğraf çekildiğini fark etmeyen ve fotoğrafa hapsolan savunmasız bakışlar makinenin varlığının fark edilmesiyle birlikte fotoğrafın çekiliş amacına hizmet edecek bakışlara dönüşür, poz verme ve fotojenik olma çabasına varır. Bu davranış ters bir etki yaparak fotoğrafın, anlatımın doğallığına zarar da verebilir.

O cansız bedenin gövdesini örten beyaz örtünün üzerinde taze kır çiçekleri vardı...bir de “o” . Sonra üst köşede asılı put, diğer köşede objektife bakan kadın ve ortada çiçekler arasındaki üçgende gelip gittim... siyah beyaz fotoğrafta siyah kıyafet ve baş örtüleri o matemi içime doldurdu. Birileri daha üzüntülüydü fotoğrafta...fotoğrafın arkasına baktım ama yazıyı tam çözemedim:"voloned ya da voloried- vienel. Sonja..."olabilir...ama bir yere varamadım...ben fotoğrafın ismini "Sonya halanın ölümü" koyuyorum!

2-Diğer cenaze fotoğrafında ise Sonya halanın tabutu kapatılıyor...birkaç kişi tabutun içine çiçekler atıyor...arka sırada duranların arasından kafasını uzatmış meraklı meraklı bakan çocuk çekiyor dikkatimi...önde adamın koluna tutunarak destek almaya çalışan kadının ağlamasını dolduruyor fotoğrafı...küçük çocuk yaşam ve ölümün ayrımına varmaya çalışıyor...destek alarak ağlayan kadından daha fazla küçük çocuk etkiliyor beni...

zorbatv.dergi

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.