Yaşayan Son Sümer Kraliçesi Muazzez

Deneme

Yaşayan Son Sümer Kraliçesi Muazzez

20 Haziran 1914 yılında Bursa’da dünyaya bilgeliğiyle mühür vuracak bir kız çocuğu gözlerini açar. Bu kız Muazzez İlmiye Çığın ta kendisidir. Kırım göçmeni olan ailesinde eğitimci bir baba, ev hanımı bir anne ve iki erkek kardeşe sahiptir. Baba, anne vizyoner ve gelişime, değişime açık kafa yapısındalardır. İşgalle beraber Çorum’a yerleşirler İzmir’den. İlkokula çorumda başlar ve bursaya taşınırlar. 1926 yılında Bursa Kız Muallim Mektebine girerek, 1931 yılında Eskişehir’e öğretmen olarak atanır. Baba mesleği olan öğretmenliği dört buçuk yıl yapar.

Çocukluğu ise esasında döneminin toplumunun yansımasıdır.Kıt kanaat geçinen bir eğitimcinin çocuğudur. Durumları hiçte iyi değildir. Fakat yeterince maddiyat olmayıp sıkıntılar çekseler de gönül haneleri sıcacık ve çok zengindir. Çünkü evde iletişim, sevgi, şefkat, saygı ve beraberlik vardır. Üç kardeştirler birisi abi, diğeri küçük erkek kardeşidir. Bursa’ya yerleştiklerinde babasının maaşı yetersiz olduğu için annesi şapka ve kıyafet dikerek kızlarına keman alırlar. Keman dersi alır ve Fransızca öğrenir. Merzifon’da büyüyen bir baba kızının gelişmesi için elinden gelen herşeyi ekonomik zorluğa rağmen yapmaya çalışır. O dönemde babalar kız çocuk olduğunda utanırken aksine babası kızım olsun diye çok dualar eder ve muradına erer. Anne ile de arası çok iyidir lakin önce korku ve disipline güdüsü ona karşı daha fazladır. Fakat çocukluğunda Çorumda yaşadığı olay Muazzez’in hayatında silinmeyecek iz bırakır. Sokakta arkadaşları arasında kavga ederken ev sahibeleri gelir ve onlara der ki: evladım dargınlık çamaşırın ipe serilip kuruduğu zamana kadar sürmeli. Siz asla küs kalmayın diye uyarır. Ve Muazzez bundan sonra; Kin kalbi çürütür, nefret ruha yüktür diyerek hayatına yeni bir bakış açısı kazandırmış olur.

Ve Ankara ona kapı aralamaktadır. Eskişehir’de öğretmenlik yaparken Dil Tarih ve Coğrafya fakültesi açılır. Öğretmenler bir defaya mahsus alınacaklardır. Arkadaşı Hatice Kızılyay ile kafaları karışır gitmek isterler fakat ekonomik sorun vardır. Hatice’nin ısrarıyla giderler Ankara’ya. Okula gidip kaydolurlar. Konağın alt katında bir oda kiralarlar ve elektrik gelmesin diye kestirirler parasızlıktan ve gaz lambası alırlar. Lokanta ile anlaşırlar her gün bir kişilik yemek alırlar ve iki kişi paylaşır. Evin banyosu yoktur. Okulun yöneticisi farkına varır ve okul yurdunun banyosunu kullanmalarına izin verir. İş ararken konsolosun çocuklarının özel ders verileceğini öğrenirler ve muazzez Türkçe ve tarih dersleri verir ve haticeyle geçinmeye çalışırlar. Aynı zamanda iki bilge Anadolu kızı derslerindeki ilgi ve başarıları ile öğretmenlerinin dikkatini çeker ve yurda girmeye hak kazanırlar.Dört yılda akadca, sümerce, hititçe ve almanca öğrenirler. Ayrıca evliliğe uzak olan muazzez farkında olmadan eşi olacak Kemal Çığla’da orada tanışır.

Kemal beyle okulda almanca dersinde tanışırlar. O da edebiyat okumaktadır. Öğrenci iken nişanlanırlar ve okul bitince 1940 yılında evlenirler. Anadolu erkeği olan eşi çok kıskançtır. Fakat muazzez onun zihnini açar ve yavaş yavaş ilmek ilmek işler hayata karşı. İki kızı olur birisi Yülmen diğeri Esin adında. Uzun yıllar Topkapı Sarayında yaşarlar ve sekiz yıl eşi Topkapı Sarayı müzesi müdürlüğü yapar. Maalesef ki 33 yıllık güzel giden bir beraberlik 1983 yılında son bulur.

İlk dönüm noktası entelektüel bir muhacir aile de dünyaya gelmek. İkinci önemli nokta ise; Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinde Sümeroloji okumak. Ve tabi ki asistanlığı kabul etmeyip İstanbul Arkeoloji müzesine başlamasıdır. Çünkü bir sürü çeviri yaparak alanında dünyadaki en iyi hocalarla çalışmasıdır.

Öncelikle müzenin ilk üniversite mezunları muazzez ve arkadaşı hatice. Uzman olarak atanıyorlar. Ve o dönem ismi müzenin İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi. Burası onlar için harika bir çalışma alanı. 74 bin tablet ve çivi yazısını belgeleyip, tasnif ediyorlar. Ve 3 bin tanesini kopyalayıp yayın yapıyorlar. Özellikle Ulu Önderin Hitler döneminde ülkemize davet ettiği bilim insanları araştırmalarında onlara ciddi olanak ve katkı sağlıyorlar ve beraber makale, kitap konferanslar düzenliyorlar. Birçok Türk akademisinden engellenmeye çalışıp şevkleri kırılsa da kadının ve azmin gücüyle asla yılmıyorlar ve köklerimizi Atamızın aydınlattığı yolda ilerlemeye ve yeni bilgilerle katkı sunmaya devam ediyorlar. Ta ki takvimlerden yıl 1972’yi gösterene dek. Ve haticeyle emekliye ayrılırlar.

Tabi ki Muazzez’in yaşamında iz bırakan çok değerli insanlar vardır. Tarih öğretmeni ve ilk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen, coğrafya hocası Edip Öymen, Edediyat öğretmeni Edip Ulvi Elöve (aynı zamanda Dağ başını duman almış marşının şairidir), Beden Eğitimi öğretmeni Naciye Akören, Psikoloji öğretmeni Faika Hanım iz bırakan hayatındaki öğretmenleridir.

Bütün bu entelektüel kazanım ona aynı zamanda birçok ödül ve kazanım getirmiştir. Tabi ki 1957’de Münih’te yapılan Oryantalistler kongresine katılır. 1960 Heidelberg üniversitesinde 6 ay çalışmalar yapmıştır ve burada ilginç bir şey olur. Almanya’da olduğu sürede Japon Prensinin Muazzez hanımla görüşmek istediği iletilir. Eşinin Anadolu Medeniyetleri sergisini önceden Japonya’ya götürdüğünde ziyarete Prens Mikasa ziyarete gelir. Kemal beyde eşinin bu alanlarda çalışmaları olduğundan bahseder ve Prens etkilenir. Bundan dolayı da Almanya’da görüşmek ister. Üniversite heyeti heyecanlanır, panik yapar. Prens muazzez hanımın ziyaretine gelir, yaptığı çalışmları dikkatle inceler. Ve bir incelik yaparak gelirken hediye olarak eşarp getirir. 1965’te Roma’da açılan Hitit sergisini Londra’ya götürür. 1988 yılında Philadelphia’dakiAsuroloji Kongresine katılır. Sedat Alp’in yaptığı Anadolu’daki kongreye katılır. Çalışmaları nedeniyle 2000 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından “Fahri Doktor” unvanı verilir. 2005 yılında Osmaniye’nin Çardak köyündeki Anadolu Kültür Araştırmaları Derneği tarafından “Özgür İnsan” ödülü verilir. Adana kültür ve sanat derneğinin 18. Puduhepa ödülünün de sahibi oldu 2019 yılında.

Ulu Önder Mustafa Kemalin izindedir ve onun en önemli özelliği ülkeye kazandırdığı kültür mirasıdır. Atatürk, “Benim güzel halkıma Türk olduklarını öğreten ve Türklüğün ne derece yüksek olduğunu göstermek lazım” diyordu. Ve bundan dolayı Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesini açması çok kıymetli. Bu fakülte Türk dili, kültürü, kökenini araştırıyor. Türklerin münasebette bulundukları milletler ve ilişkilerini öğretiyor Esas yönetim devrimiyle beraber kültür devrimi yapması muazzam. Ayrıca kul iken yurttaş konumuna yükseltmesi müthiş bir şey.

 

 

 

 

 

 

Foto Galeri

Yorum

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 14 Şubat 2024 - 22:06

Yaşayanların değerini bilelim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.