Tarihte İlk Pehlivan Yürüyüşü
Kemal Ateş*
İki buçuk yıl kadar süren bir güreş hevesim oldu, Türk güreşinin altın yıllarıydı. Büyük şampiyonlarla aynı salonda, aynı minderde çalıştım. Bazılarıyla terlerimiz birbirine karışacak denli yakın olduk. İçimden bir ses, kulağını kırdırmadan bırak bu işi dedi. Üstelik kısa zamanda 57 kg. Ankara bölgesi gençler birinciliği gibi bir derecenin hemen ardından bu kararı aldım.
Zaman zaman o iki buçuk yılım boşa mı gitti, diye aklımdan geçse de, gene zamanla gördüm ki, yazarsanız yaşadığınız her şey size bir kazanç olarak dönebiliyor. O boşa geçmiş gibi görünen iki buçuk yılım, son yıllarda iki roman kazandırdı bana. Birini Destek Yayınevi 2015 yılında Neşter ve Madalya adıyla “Edebiyatımızı olimpiyat ateşiyle ışıtan ilk roman” diye sundu. Ardından modern güreşin ve olimpiyatların 2. romanını yazmak da gene bize kısmet oldu. Köy enstitülü bir güreşçimizin trajik yaşamını anlattığım “Sessiz Şampiyon” 2021 yılında H2O Yayınevince basıldı. Bu iki romanın ardından arada güreş yazıları da yazıyorum. Rahmetli Ali Gümüş de ölünce sanırım benden başka yazan kalmadı.
Anlayacağınız yıllar sonra mayomla değil, kalemimle minderlere yeniden dönmüş gibiyim.
O şampiyonlarla aynı minderde boğuşurken kurduğum madalya düşlerinin yerini şimdi kitaplar aldı, kitaplarım yayınladıkça madalya kazanmışçasına seviniyorum. Ve dünyaya pazılarımla değil de kalemimle meydan okuyorum.
Bir zamanlar Türk güreşinin en büyük sıkıntısı yersizlik, salonsuzluktu. Bizden önceki kuşak mescit altlarında, gazinolarda, sinema, tiyatro salonlarında güreş yaptılar. Atatürk Maksim’in havasız ortamında güreş seyretti. Güreş için çırpınıp duranlar bu acı gerçeği şöyle anlatırlardı:
“At var, meydan yok!”
Yaşar Doğu’ların, Celal Atik’lerin, Gazanfer Bilge’lerin, Nasuh Akar’ların, Mersinli Ahmet’lerin dünya minderlerinde fırtınalar estirdiği yıllarda bu söz çok duyulurdu: At var, meydan yok!..
Bu yokluklar döneminde 1953 yılında Ankara’da Hasan Baldudak adında DP’li bir iş adamı Maltepe’de Gölbaşı Sinemasının altında ikinci bir sinema olarak yaptırdığı salonu Yaşar Doğu’nun hatırına ortaya bir branda minder koydurup güreşçilere verdi. 1962 yılında bu salonda büyük şampiyonlar arasında buldum kendimi. Dışardaki uzun merdivenleri antrenmanımız varsa ayrı bir heyecanla, maçımız varsa ayrı bir heyecanla inerdik. Biz gençler farkında değildik, salon devlete aitmiş gibi gelip gidiyorduk. Biz burada güreş tutup boğuşurken, meğer sahibi Hasan Baldudak Yassıada’da idamla yargılananlar arasındaymış.
Dünya güreşinin büyük devlerini Gölbaşı Sinemasının altındaki bu salonda yakından tanıdım. Hamit Kaplan, İsmet Atlı, Mustafa Dağıstanlı, Rıza Doğan, Hüseyin Akbaş, Ahmet Ayık, Hasan Güngör, Ahmet Bilek, Tevfik Kış, Mahmut Atalay, İsmail Ogan, Sırrı Acar, Müzahir Sille, Yavuz Selekman… Güreşimizin bu büyük ustalarını saymakla bitiremem. Hangisi, hangi oyunun ustasıydı bilirdik. Ağır güreşçi bulmak zordu o yıllarda. Hamit Kaplan, ağır sıklette rakipsizdi. Minderde değil de podyumda yürür gibi yürürdü rakibinin üstüne. Yumuşak, telaşsız, rahat güreşir, karşısındakini biraz evirip çevirdikten sonra altına alıverirdi. Hüseyin Akbaş’ın sakat bacağına dalanın vay haline!.. Güreşin Paganini’si diyorum ben ona. Paganini’nin bir kolu sakatmış, sakat koluyla çaldığı kemanı kimse çalamazmış. Kolunda şeytan olduğuna inanılırmış. Hüseyin Akbaş’ın da sakat olan sol bacağında şeytan vardı sanki. Onunla maça çıkan her güreşçi, “bacağına dalma!” diye defalarca uyarılır, ama o bacak ne yapıp eder rakibi kendine çekerdi. Bu yüzden hocasından yumruk yiyen yabancı güreşçiler olmuştu. Mahmut Atalay, birden tek dizinin üstüne çöküp kaldırıverirdi rakibini. Ahmet Ayık’ın Hasan Güngör gibi bir şampiyona attığı kündeyi yakından gördüm. İsmet Atlı, çift daldığında, parmaklarında katran varmış gibi yapışırdı rakibin etine. Altta bir süre uğraşır, sonra kendine bir yol bulup üste çıkardı.
1964 yılının bahar aylarıydı… Bir gün bu salonun önünde kalakaldık. Adını andığım şampiyonlar ellerinde çantalarla gelmişler ama salonun kapısı kilitli. Hocalarımız Celal Atik, Bayram Şit, Halit Balamir… Onlar da kapıda… Vaktiyle bu salonu bize kazandıran, minderimizin söküklerini kendi elleriyle diken Yaşar Doğu’nun ruhu da bizimleydi sanki. O da kalakalmıştı.
Meğer Hasan Baldudak ölmüş, vârisleri bu salonu sinema yapmaya karar vermişler.
Ankaralı güreşçiler bir süre çalışacak salon bulamadılar. Bir gün çantalarını ellerine alıp Kızılay’dan Meclis’e kadar “Salon istiyoruz!” diye topluca yürüdüler, çantalarını Meclis’in önüne bıraktılar. Sanırım bu yürüyüş, tarihte ilk pehlivan yürüyüşüydü.
*Prof.Dr., E. Akademisyen, Yazar
Kemal Ateş Kimdir!
1947 Kırşehir/Kaman’da doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Ankara Üniversitesinin çeşitli fakültelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı; Türk Dili, Çocuk Edebiyatı dersleri verdi. Aynı üniversitede doktorasını yaptı. Varlık, Türk Dili, Virgül, Hürriyet Gösteri gibi dergilerde ve çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, Veresiye Defteri, Bir Başka Şehir, Küskün Fotoğraflar, Bir Şarkıyı Dinlerken gibi roman ve öyküleriyle Edebiyatçılar Derneği, TESK, Lions, PEN Yazarlar Derneği - Orhan Kemal Ödüllerini kazandı. Edebiyat dünyasında özellikle gecekonduları içerden gösteren roman ve öyküleriyle ilgi uyandırdı, eleştirmenler bu yapıtlarından övgüyle söz ettiler. Yetişkinler için yazdığı kitaplarının yanı sıra “Yitik Kuzular” adını verdiği romanını çocuklar için yazdı. Destek Yayınevi’nce yayımlanan son romanı Neşter ve Madalya’da Yaşar Doğu, Celal Atik, Gazanfer Bilge, Mustafa Dağıstanlı, Mithat Bayrak, İsmet Atlı, Ahmet Bilek gibi efsane şampiyonların hayatını konu aldı. Ağırlıklı olarak 1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatlarını anlattığı bu kitabı, edebiyatımızda olimpiyatları konu alan ilk romandır. Spor dünyasında da ilgiyle karşılanan Neşter ve Madalya’nın yayımlanmasından sonra Ateş, Türkiye Güreş Federasyonu onur kuruluna seçilen, efsane şampiyonlarla bu kurulda görev yapan ilk edebiyatçı oldu. Köy enstitülerinden yetişen olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek’in yaşamını konu aldığı Sessiz Şampiyon romanı H2O Yayınevince 2021 yılında yayımlandı.
İlk baskılarını Cumhuriyet’in yaptığı Öğretemediğimiz Türkçe, İmge Yayınlarından çıkan Türkçem Mahzun Ben Mahzun, Dil Hurafeleri yazarın dil yanlışlarını, Türkçenin güncel sorunlarını ve Osmanlıca konusunu tartıştığı kitaplarındandır. Yazarın gene ilgi gören kitaplarından biri de “Saklı Sözlük”tür. Bir mizah kitabı gibi de okunabilecek bu sözlük dilimizin tarih boyunca nasıl ihmal edildiğini sözcük sözcük gösteren bir çalışmadır. “Kendi Diliyle Kavrulmak” adını verdiği kitabı Bilgi Yayınevince yayımlandı. Kısa bir süre Talim ve Terbiye Kurulu’nda üye olarak görev yapan Kemal Ateş, yirmi yıl yürüttüğü Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü Başkanlığından 2012 yılında emekli oldu.
Yeni yorum ekle