Bir Yaşam Serüveni: Ressam Gür Dalkıran

Görsel Sanatlar

Bir Yaşam Serüveni: Ressam Gür Dalkıran

Gülseren Sönmez

zorbatv

İnsan insan dedikleri
İnsan nedir şimdi bildim
Can, can deyü söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim

Ayan nedir, pinhan nedir
Nişan nedir şimdi bildim

Kendisinde buldu bulan
Bulmadı taşrada kalan
Canların kalbinde olan
İnanç nedir şimdi bildim.                     

Muhyiddin Abdal


 

zorbatvBugün 83 yaşında bir delikanlıyla sohbet ettim. Delikanlıydı, sesi çok gençti, heyecanlıydı, konuşması coşkulu bir dere gibi akıp geliyordu. 

* * * * * * * * 

Gülseren, ben Üsküp’lü göçmen bir babanın oğluyum. Babam Osman Dalkıran dürüst, çalışkan, faziletli, düzgün ahlaklı bir insandı. O’nun oğlu olmaktan her zaman gurur duydum. Babam yedi yaşındayken annesini kaybetmiş, öksüz kalmış. Osmanlı ordusu Balkanlardan çekildiğinde babam onbir yaşında imiş ve dedem Nebii ile birlikte çeşitli zorluklar içinde Türkiye’ye kaçmışlar ve İstanbul’a yerleşmişler. Askerliğini Ankara’da Atamızın Muhafız Alayı’nda yapmış. Sonrasında Köşkün marangozu olarak kalmış, iyi vasıflarıyla kendini sevdirmiş. 

Benim çocukluğum, Köşkün arazisi içinde bulunan ve lojman olarak kullanılan bir bağ evinde geçti. Köşke 200-300 metre mesafedeki Ermenilerden kaldığı söylenen iki evin zemin katı kalın taş duvarlı, üst katı ise ahşap kahverengi direkler ve arası kırmızı tuğla ve beyaz harçla örgülüydü. Bahar geldiğinde ağaçların çiçekleriyle evlerin dokusu kaynaşır, organik bir mimarı oluştururlardı. Tabii sonbahar renkleri ve uzun süre kalan kar örtüsü de bu güzelliğe ayrı bir lezzet katardı. Ama evlerle asla çelişmezlerdi. Yazın ise etraf yeşillere bürünürdü. Ağaçlar çeşitli renklerdeki türlü meyvelerle donanırdı. Elma, armut, ayva, dut, erik, ceviz, fındık, üvez, ahlat hatta antep fıstığı çocukluğumuzun mücevherleriydi.

Üç kızkardeşim Güler, Gülser, Gülay ve sonra doğan erkek kardeşim Kadir ve diğer arkadaşlarımızla her yerde koşup oynardık. Çeşitli kuşlar bizi yukarıdan izler, bülbüller sabaha kadar öterdi. Evlerin bahçesinde kare planlı mermer süs havuzları vardı. Kenarlarında ise küçük arslan heykelleri; ortasındaki fıskiyelerden sular fışkırırdı. (Bütün bu güzellik eskimiş ve biraz bakımsızdı) Daha güzel ve büyük havuz, kulesi olan Eski Köşkün aşağı tarafındaki bahçede yer alırdı. Üstelik o havuzda kırmızı, pembe, beyaz, kavun içi, siyah damgalı süs balıkları vardı. Ayrıca oraya inen merdivenlerde kemerli bir niş içinde gerçek ölçekte metal bir nü kadın heykeli dururdu. Yanından sessizce geçerken heyecanlanırdık. 

                                                   

zorbatv

27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Atatürk, önce Ziraat Mektebi’ni daha sonra da İstasyon Şefi Köşkü’nü hem konut hem de çalışma yeri olarak kullanmış. Bu yapılar Ata’nın çalışma ve dinlenmesi için yetersiz kalınca uygun bir konut arayışı içine girilmiş, daha sakin ve huzurlu bir ortamda yaşamasını sağlamak amacıyla Bağlar Bölgesi Çankaya’daki bağ evi Ankara Belediyesi tarafından 30 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal’a armağan edilmiş. 1932 yılında inşa edilen Pembe Köşk’e taşınıncaya kadar Ata’mızın ikametgahı olan Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli olaylara tanıklık eden Atatürk’ün cumhuriyetin kurulması dahil devrimleri planladığı bu yapı “Eski Köşk” olarak bilinmekte idi. 

zorbatv

Ben iki yaşımdayken bir gün ateşler içinde ve çok halsiz vaziyette Ankara Nümune Hastanesi’ne kaldırılmışım. Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan Yahudi asıllı  Alman doktorlar derhal teşhisi koymuşlar… Çocuk felci…

Önceleri hareketlerimin kısıtlı olmasına rağmen ilerideki yıllarda çok hareketli bir çocuk olmuştum.. İçinde yaşadığım çevrenin güzelliklerini gözlüyor, anlamaya çalışıyordum. Hassas ve uyumlu bir çocuktum. Beş altı yaşlarımda iken havuzdan aldığımız sularla toprağı karıştırıp çamurla oynardık. Ta o günlerde toprak ve su elementlerinin birleşmesiyle oluşan, fakat “toprak ve su olmayan başka bir form” yaratmanın keyfine varıyordum. Daha sonraları babamın benim için yaptığı toz boya ve sıcak tutkalla oluşturduğu boyalarla resimler yaparken de benzer duygular içindeydim. 70 küsur senelik bu resimlerimin bazıları hala bozulmadan Galerimiz koleksiyonunda durmaktadır. 

zorbatv


Resim Yarışmaları :

Okula Çankaya İlkokulu’nda başladım. Benim resim yeteneğimi okulda  ilk keşfeden sınıf öğretmenim Atiye Süerdinç oldu. Okul Müdürümüz Rasim Akın ve öğretmenim bana değer veriyor, örnek öğrenci olarak gösteriyorlardı. Çünkü o dönemde resim yarışmalarına giriyor, ödüller alıyor ve sergiler açıyordum. 

Baş öğretmenimiz, Kızılay’ın açtığı bir yarışmaya yolladığı altı resmimden Ankara Kalesi adlı resmim birinci olmuştu. Bir jüri üyesi ödül töreninde bana: Aslında senin resimlerin birincilikten altıncılığa kadar dereceleri paylaştı, ama biz birini birinci yaptık. Çünkü diğer çocukları düşündükderken ilgi ve sevgi doluydu. Diğer bir jüri üyesi ise yanıma gelip kızgın bir tavırla: Benim oğlum senden daha iyi resim yapardedi. Böylece, daha on yaşımdayken sanat hayatı denen şeyle tanışmış oldum. 

O dönemde Yapı Kredi Bankası’nın ilkokullar arası açtığı yarışmada başka bir Ankara Kalesi resmim de  birinci oldu. Resmim daha sonra Philadelphi’daki milletlerarası bir yarışmaya yollandı ve orada da birincilik aldı. Aynı resim 1952 yılında Ankara Kızılay meydanındaki Yapı Kredi Bankası’nın dış vitrininde bir Türk çocuğunun başarısı olarak sergilendi. Artık Mimar Kemal Ortaokulu’nda idim. Her gün yürürken resmimin önünden geçiyordum. Ama utandığım için içeriye girip bu resmi ben yaptım diye kendimi tanıtamadım. 

Aynı dönemde Yeni Delhi’deki bir yarışmaya katılan başka bir resmimin başarı haberini aldım. 

O yıllarda Ankara Radyosu Çocuk Saati’nin düzenlediği yarışmalara üç yıl üst üste katıldım. İlk iki sene resimlerim birinci oldu. Üçüncü yıl ise yönetici Sn.Mükerrem Kamil Su Hanımefendi: “Gür, bu yıl seni üstün başarılarından dolayı yarışma dışı ayrıca ödüllendiriyoruzdedi. Canlı yayında Kartal Tibet benimle bir tanıtım konuşması yaptı. Daha sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Sn. Tevfik İleri kısa bir konuşma yaparak ve bir ödül vererek beni onurlandırdı.    
 

zorbatv

Cumhurbaşkanı ve Bir Çocuk:

Bir gün Köşkün bahçesinde Atatürk’ün eski Köşkünün resmine yaparken Cumhurbaşkanımız Celal Bayar yanıma kadar gelip benimle ve resmimle ilgilendi. Henüz onüç yaşımdaydım. Birkaç gün sonra Köşkten haber geldi. Beni bekliyorlarmış. Köşke gittiğimde Cumhurbaşkanı ve kızı Sn.Nilüfer Gürsoy Hanımefendi üst kattaki salonda beni misafir ettiler. Benimle sohbet ederlerken garson gümüş takım içinde çayları getirdi, durdu ve ayakta bekledi. Nilüfer Hanımefendi ayağa kalkarak bana çay servisini bizzat yaptı. Bu davranış, sanata ve çocuğa verdikleri değeri göstermesi bakımından beni çok etkiledi. Asalet ile tevazuun birlikte olabileceği gerçeğini bütün hayatım boyunca hiçbir zaman unutmadım. Cumhurbaşkanı Celal Bayar o yaz İstanbul’a  yapılan seyahatte beni resim yapmam için Yalova Termal Köşkü’ne ve Florya Köşkü’ne davet etti ve misafir edildim, resimler yaptım. Görevliler beni İstanbul’da Resim Müzesi’ne ve Yerebatan Sarayı’na götürdüler. Cumhurbaşkanımız, Yalova deniz kenarındaki bir köşkte beni Meclis Reisi Sn.Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes’e takdim ettiler. Orada yağlıboya bir deniz resmi yaptım. Daha sonra Umurbey Motoru ile Marmara’da ufak bir gezi yapıldı. 

O yıllarda iki resmim Cumhurbaşkanlığı Köşkü Koleksiyonu için satın alındı. 

zorbatv


Çocukluk Dönemi Sergileri :

İlk sergimi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi girişindeki salonda 1951 yılında 11 yaşımda ve Çankaya İlkokulu’nda iken açtım. Sergiye Sn. Tevfik İleri gelerek hatıra defterime yazı yazdı. 

İkinci sergimi 1953 yılında 13 yaşımda Mimar Kemal Ortaokulu’nda iken Namık Kemal Orta Okulu salonunda açtım. 

Üçüncü sergimi ise 1957 yılında 17 yaşımda Atatürk Lisesi’ndeyken Sanat Sevenler Kulübü’nde açtım. Açılışı Sn. Munis Faik Ozansoy yaptı. 

O dönemde bazı yerlerde üstün yetenekli çocuk olarak tanıtılıyor, yazılı basında da haber oluyordum. 

Sanat madalyonumun ön yüzü böylesine güzellik ve sevgilerle doluydu.

zorbatv

Madalyonun Arka Yüzü:

Çankaya İlkokulu’nda iken Atiye Süerdinç öğretmenim bana bayram kutlamaları için kara tahtaya  renkli tebeşirlerle resimler yaptırırdı. Diğer sınıflar bizi kıskanırdı. Diğer öğretmenler istese de beni korur, onlara yollamazdı. Üçüncü sınıftayken Atiye öğretmenim Sarar İlkokulu’na tayin olunca sınıfımıza gelen yeni öğretmen bayram süslemesi için beni başka bir sınıfa yolladı. Resmi tamamladım ve yorgun vaziyette sınıfıma döndüm. Öğretmen beni kendi sınıfımıza resim yapmadığım için azarladı. Oysa beni o yollamıştı. Çok şaşırmış ve üzülmüştüm. 

Mimar Kemal Ortaokulu’nda iken bizim öğretmenimiz olmayan Karakaş takma adlı öğretmen teneffüste beni odaya çağırıp yaramazlık yapma diye aniden tokatladı. 

Yine Mimar Kemal Ortaokulu ikinci sınıftayken resim öğretmenimiz değiştiğinde yeni gelen öğretmenimiz sınıfa girdi, kürsüye geçti. Ben kalbimin sevgi kapaklarını ona karşı çoktan açmış beklemekteyken “yaramaz çocukları gözlerinden tanırım dedi. Ayağa kalktı, yaklaştı, yaklaştı ve aniden yanağıma şiddetli bir tokat attı. Bu tokatlar çocuk dünyamda beni perişan eden depremler oldu. Çok üzgün ve arkadaşlarıma karşı çok mahcuptum. Akşam durumu babama anlattım. Babamöğretmenin adı ne diye sordu. Vehbi Öte dedim. Babam bunu duyunca şaşırdı. Hatırlamadın mı be oğlum ? kazandığın yarışmada sana benim oğlum senden daha güzel resim yapar diyen jüri üyesi dedi. 

Daha sonra resim öğretmenlerinin bu davranışlarının iyi resim yapmamı kıskandıklarından  kaynaklandığını düşünmeye başladım. 

Aynı dönemlerde annem, babamın aldığı cüzi maaşla beş çocuklu ailemizi geçindirmekte zorluk çekerdi ve resim çalışmamı hiç istemez,”git bir yerde çıraklık yap derdi. Hayatta en çok sevdiğim insan olan babam ise aksine  hep resim yapmamı istiyordu.

İşte madalyonun ters tarafı zamanla bu gibi olumsuz puanlarla dolmaktaydı. Artık daha az resim yapıyordum. Bir an geldi ki, resim yapmaya oturduğum zaman sanki biri kafama tabanca dayıyordu.  O anda resmi bırakıp kalkıyordum. Resim yapamaz olmuştum. Buna rağmen Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü giriş sınavında resimden tam puan alarak kazandım…

Güzel Sanatlar Akademisi Dönemi:

Öğrenciliğimin ilk üç yılında Öğrenci Derneği’nin açtığı giriş sınavı hazırlık kurslarında resim ve perspektif dersleri verdim. 

Akademi bir çok sanat bölümünü bağrında bulunduruyordu. Değişik bölümlerden dostlar edindim. Nurdoğan Özkaya, Kutlu Adalıgil, Deniz Akidil, Zekiye Batur, Beril ve Oktay Anılanmert ve Cemil Toka en yakın dostlarımdı. 

1967 Şubat döneminde okulu birincilikle bitirdim. Okul birincileri Avrupa’ya yollanıyordu. O dönem ise Atila adlı bir öğrenci ile aynı puanları paylaşmıştık. O nedenle, bize para ödülü verdiler. Fakat yurt dışına göndermediler.          

Okul Sonrası Dönemi:

Askerlik görevimi yedek subay olarak Hava Destek Üssü’nde Mimar olarak tamamladım. Sonrasında İş Bankası İnşaat Müdürlüğünde çalışırken sevgili eşim Nihal ile tanıştım. Büyük bir aşk duyduğum, yolumun ve kalbimin ışığı bu güzel insanla evlendik. Oğullarımız Tonguç ve Boğaç Dalkıran Bilkent İç Mimarlık Bölümü’nden mezunlar. Çocuklarımız ile  torunlarımız Derin ve Ayda’dan mutluluk duyuyoruz.

zorbatv


Gür Dalkıran’ın Kendisini Yeniden Keşfettiği Gün :

1981 yılında bir gün evde yalnızken aynada kendime baktım ve sorgulamaya başladım. Diğer yandan pastel boyalarla portremi yapıyordum. Kendimle göz gözeydim. Ne yapmak istediğimi, çok sevdiğim halde neden resme ara verdiğimi sorguladım. Gözlerimden ruhumun derinliklerine indim. Zamanla iç dünyamda biriktirdiklerim bir bir ortaya çıktı. O andan sonra çocukluğumdaki coşkulu çocuğu tekrar keşfettim. Artık onun gibi korkusuzca sarılacaktım kaleme kağıda ve yılların birikimi olan iç yolculuğuma. Portre çok başarılı oldu. Kendimi çok rahat ve azad edilmiş hissetmekte idim, çünkü resim yapabiliyordum. Birden bağırmaya başladım. Resim yapıyorum, artık  resim yapabiliyorum!..

Kendisinde buldu bulan

Bulmadı taşrada kalan

Canların kalbinde olan

İnanç nedir şimdi bildim

Muhyiddin Abdal

Gür Dalkıran, Anadolu coğrafyasını ve tarihini araştırır. Öğrendikçe “ben  Hattili’yim, ben Hititli’yim, ben Likya’yılım ben Troya’lıyım, ben Selçuklu’yum, ben Osmanlı’yım, ben Cumhuriyet çocuğuyum, ben Atatürk’üm” der. 

Yeni Resimler:

Gülseren’ciğim, Anadolu Medeniyetleri birbirinin devamı olan medeniyetlerdir. Ben Anadolu’da yaratılmış tüm medeniyetlere sahip çıkıyorum. Eğer bir medeniyeti ele alır, diğerini yok sayarsak; sanat da medeniyet de öksüz ve köksüz kalır. Ayrıca tüm Anadolu dinlerini benim dinim ve Anadolu’da eser yaratmış olan bütün sanatçıları benim ustalarım olarak kabul ediyorum. 

Atatürk zamanını çocuk yaşlardan itibaren yaşamış biri olarak Atatürk’çü, laik ve çağdaş insanların düşüncelerini eserlerimle anlatmamdan daha doğal ne olabilir ki !...Resimlerimin dili benim sözcüklerle anlattıklarımdan çok daha etkili. Bir resim yapıyorum, bin yorum alıyorum.      
Sanatını bu sözlerle anlatan Gür Dalkıran’a göklerden rahmet, yerden de hayırlı bereketler yağmıştır. O, Tanrı, doğa ve insan üçlemesinde aradığını bulmuş, görevini yapmakta olan mutlu bir insandır. Artık aşıktır aşka…

Gür Dalkıran, atalarından getirdiklerini, Anadolu’da görüp incelediklerini içinde cem yapmıştır. Cem, erenlerindir. Hakkı görenlerindir. Cem’e eğriler giremez. Doğru gelenlerindir. Gür Dalkıran artık kendisiyle hesaplaşmış vahdet-i vücut olmuştur. 

Çok mutluyum ki, sergilerimi ve medyada yayınladığımız eserleri takip eden, anlayan ve değerlendiren sanatçı ve sanatsever dostlarım var. Her yaştan, her çevreden, Atatürk’çüsü, türbanlısı resimlerimden etkileniyor, bana sarılanlar hatta ağlayanlar oluyor. 

İnsanlar düşünüp anlatamadıkları olumsuzluk ve haksızlıkları benim sergilerimde karşılarında resim olarak görünce heyecanlanıyor, aynaya bakmış gibi oluyorlar.            

 İstanbul, Ankara ve İzmir’de bienal ve sanat fuarlarına; yurtiçinde ve Kazakistan, Yunanistan, Rusya, Fransa, Kosova, Bulgaristan ve Kırgızistan’da karma sergilere katıldım.

2013 Yılında Hollanda’da açtığım sergide resimlerin çok ilgi gördü. Doğru yapıtların evrenselliğine inandım. Avrupa’da böyle bir sergi açmak çocukluğumdan beri rüyalarımı süslüyordu. Hollanda’da yaşayan entellektüel, çağdaş bir Türk kadını yazar Nihal Boogaerdt ve eşi John Boogaerdt’in üstün gayreti, maddi ve manevi fedakarlıkları ile bu sergi gerçekleşti. (Maalesef, Hollanda Büyükelçiliğimiz ilgisiz ve sessiz kaldı. Ancak, sergi açılışında  memur edilen bir kişi gelerek “açılışınız hayırlı olsun. Ama niye başka konular çalışmıyorsunuz Gür Bey” dedi.)

Hollanda sergimin gerçekleşmesinde:

  • Dış İşleri Bakanlığı Kültür İşleri Gen.Müd.Yard.Sn.Esra Demir,
  • MOB A.Ş. Yöneticileri Gülen Saran ve Erkal Saran’ın 

çok büyük katkıları olmuştur.

 Avrupa çapında ün yapmış olan Rusya ve Avusturya’da kitapları olan felsefeci ve sanat tarihçi Prof.Dr.İsmail Tunalı 2013 yılında Galerimizi Yasemin Lümalı ile birlikte ziyaret etmişlerdi. O gün İsmail Tunalı resimlerimi çok sağlam ve güçlü olarak değerlendirmiş ve çok güzel bir katalog yapılması gereğine işaret etmişti. “İlk sayfa yazısını ben yazacağım” demişti. Bir müddet sonra İstanbul’daki ofisine yeni yaptığım resimleri götürdüm. Saatler süren bir sanat sohbeti yaptık. Güzel Sanatlar Akademisi hayatı ve hocalarından bahsettik. Günümüz dünya resim sanatının bir çıkmaz içinde olduğunu anlattı. Söz benim resimlerime gelince:

“Senin resimlerinde Tanrısal bir şeyler var. Olsa olsa sen Rönesansın günümüze bir armağanısın” dedi. 2015 yılında kaybettiğimiz hocamızın manevi huzurunda saygı ile eğiliyorum. 

“Gür Dalkıran’nın sanatsal ve estetik değerde güçlü eserleri Türk ve Dünya müzelerinde yer almalı ve adına bir müze kurulmalı” dileğiyle.  Gülseren sönmez .

Gür Dalkıran, eşi Nihal Dalkıran ile birlikte açtıkları Transparan Sanat Galerisi’nde çalışmalarını sürdürmekte ve resim dersleri vermektedir. 

Temmuz 2023

zorbatv























                                                                                                                     

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.