Keçivan Kalesinde

Kültürel Miras

Keçivan Kalesinde[1]...

Yücel Feyzioğlu

zorbatv

Keçivan Kalesinin önemi nedir bilir misiniz? Bayramdan itibaren 15 gün Kars’ta kaldık. Dostlarımızı, akrabalarımızı gördük, köye gittik, kirvelerimize konuk olduk. Yine köyümüzün en yaşlısı Esmer Mamayı ziyaret ettik, elinden öptük. “Bizde kalın,” diye ısrar etti, mutlu oldu. Başka kentlerde çalışan çok arkadaş gelmişti. Dostluk, yakınlık, içtenlik, hürmet, sohbet... Kendimize geldik. Doğduğumuz topraklarda canımız ısındı. Uzaklarda olduğumuz için bir daha acı duyduk. Gelmişken yine Keçivan Kalesine gidelim dedik. Acımızı efsaneler diyarı bu mekanlarda dindirelim.

Keçivan Kalesinin önemini anlatayım size. Bir yurt, geçmişi, yaşanmışlıkları, kültürü, insanların bıraktığı izlerle önem kazanır ve yurt olur ancak. Sınırlarla çekilmiş insansız sade coğrafyanın ne önemi olur ki?.. Efsaneye göre Alp Er Tunga verimli yaylalar bulmak için yoldaşlarıyla bu coğrafyaya geldi.

zorbatv

Karsak yaylalarının düzlüklerine  indiklerinde yemyeşil çayırlar, rengarenk çiçekler ve meyve çeşitleri ile büyülendiler. Güneşli güzel bir günde dupduru akan ırmak kıyısında durdular, soyunup çimdiler, üstlerini yıkayıp kuruttular. Surlar, sulama arkları, güzel yapılar vardı bu topraklarda. Tuğla ve taş yapılı evlere hayran oldular. Kimdi bu toprakların hakanı? Sordu, soruşturdular: Hepsi Urartular’ın eseriydi. Ama Urartular İran Şahı Kiros’a daha yeni esir düşmüştü. Kiros zalim bir insandı. Keçivan Kalesini almış, Karsak hükümdarını ağır vergiye bağlamıştı. Alp Er Tunga ile yoldaşları Keçivan Kalesi’ne geldiler. Kaleye giriş tek yoldan sağlanıyor, yolun iki yanı sur duvarları gibi dimdik ve tehlikeli biçimde derinleşiyordu. Alp Er Tunga’nın dor atı uçurumun kıyısında durdu. Giriş  kapısının her iki kenarında yarım dairevi iki kule yükseliyor, kulede İranlı askerler nöbet bekliyorlardı. Sur duvarları geçilmez gibi görünüyordu. Alp Er Tunga atının başını nöbetçilere çevirerek Saka (İskit) hakanı olduğunu söyledi, Karsak hakanıyla görüşmek istediğini bildirdi. Nöbetçiler eteğinden öpmedi, kaba bir davranışla izin verdiler ama Alp Er Tunga’nın kaleye geldiği haberini posta güverciniyle derhal Şah Kiros’a gönderdiler.

Yedi sekiz metre yükseklikteki kavisli kale kapısından içeri girerken Alp Er Tunga nöbetçilerin o kaba davranışının bir tehlikeye dönüşebileceğini düşünüyordu.

Hakanın konutu kalenin orta yerinde yükseliyor, çevresindeki evlerde yüksek rütbeli subaylar oturuyordu. Yer yer kayalarla kesilmiş dar yolları dönemeçliydi. Evlerin arka tarafı sur duvarlarına yaslanmış, hepsi tek katlı, küçük pencereli, çatılar kil toprakla kapatılmış sağlam yapılardı. Daracık yollarda tavuklar, kazlar, keçi ve inekler dolaşıyor, surlar her yönden esintiyi kestiği için ortalık ağır gübre kokuyordu.

Kadınlarla kızlar çeşme başındaydı. Doldurmak için testilerini sıraya dizmiş, söyleşiyorlardı. Karsak hakanının kapısını sorup, kadınlardan aldıkları işaretle atları oraya sürdüler. Subaylar karşıladı, Saka hakanının gelişi büyük heyecan ve umut yarattı. Hemen içeri buyur edildiler. Hürmet sonsuzdu. Yemek yenildi, sohbet derinleşti. Karsak hakanı:

zorbatv

“İran ordularına yenildik dostlar, Şah Kiros bütün dünyayı almak istiyor,” dedi yılgın bir sesle. Güçlü Saka hakanının yardıma geldiğini düşünerek anlattı anlattı.

“Yanlış anlamayın,” diye yanıt verdi Alp Er Tunga, “Üzüldük bu durumunuza. Ama biz sürülerimizi yayacak daha verimli yaylalar bulmak için yola çıktık.”

“Ooo, buradan daha verimli yaylaları hiç bir yerde bulamazsınız hakanım. Dinlenin size her yeri göstereyim.” Konuklara kendisi hizmet etti, dinlendikten sonra atlara bindiler. Kaleden itibaren göz alabildiğine yemyeşil vadiler, uçurumlar, yarlar ve meyve bahçeleri başlıyor, vadinin dibinden Aras akıyordu.

“On altı kale var bu sıra dağların sırtında,” dedi Karsak hakanı. “Hepsi surlarla çevrili, surların içinde sarayları ve tapınakları var beylerin. Hepsi Kiros’un eline düştü. Kiros’un adamları delik deşik ederek altın aradılar sur duvarlarında. Şimdi Mezopotamya’yı almaya çalışıyorlar. Önlem almazsak yarın size de saldırabilirler.”

Alp Er Tunga bunu biliyordu, ancak Saka ülkesini o kadar büyütmüştü ki, kendine güveniyor, Şah Kiros’un cesaret edemeyeceğini düşünüyordu.

Karsak hakanı vadileri gösterdi. Sağ kolda başı hâlâ bembeyaz olan Aladağ’ın yanında çukurluk derinleşiyor, hava yumuşuyor, iklim değişiyor, bitki örtüsü fışkırıyordu. Dere boyunca bahçeler, meyve ağaçları daha doğuda başı bembeyaz karla kaplı Ağrı dağına kadar bu muhteşem görüntü sürüp gidiyordu.

Alp Er Tunga: “Biraz daha dolaşalım bu yaylaları,” diye önerdi. Atlara sürdüler.

Dağlardan çağıl çağıl akan dupduru dereler obalara hayat taşıyordu.

“Elma, armut, dut, kayısı, zerdali, ceviz, erik, kiraz ve vişnenin en lezzetlileri burada yetişir. Sebzelerimize doyum yoktur,” diye sözünü sürdürdü Karsak hakanı. Kiraz ağaçlarının dibinde durdular. Olgunlaşan kirazlardan tattılar.

Bir yandan söyleşiyor, bir yandan da Aras’a uçsuz bucaksız koridor açan yalçın dağlardan gözlerini alamıyorlardı. Dağlar Keçivan Kalesi önünde koridoru genişletiyordu. Yamaçlarda yayılan o kadar çok sığır, at ve koyun sürüsü vardı ki... Alp Er Tunga:

“Bu dağlar sadece düzlükler ve zirveler açmıyor, aynı zamanda ufuk da açıyor insanlara,” diye düşündü. “Burada durunca dağların hakanı oluyorsun,” dedi.

Bir mağara ağzından içeri girdiler. Kristalleşmiş tuz tabakalarıyla kaplıydı mağaranın içi. Tuzlar oyulup çıkartıldıkça tünel açılmıştı. Öküz arabalarıyla tuzlar çıkarılıyordu. Ortalık karanlık, göz gözü görmüyordu. Meşaleler yakılıp ellerine verildi. Mağaranın içi çok soğuktu. Çökme tehlikesi olan yerlere tuz taşlarından duvarlar örülmüştü. Tuzlu hava gözlerini acıtıyordu. Tuz ihtiyacının bu ocaklardan karşılandığını, komşu hakanlıklara da tuz satıldığını söyledi Karsak hakanı. Oradan çıkıp ikindi üzeri bir oymağa geldiler. Duvar gibi yükselen dik kayaların dibine sığınmıştı bu oymak. Kayalar bakır rengindeydi. Buradan da altın ve bakır çıkıyor, bölgeye zenginlik yağıyordu. Ocaklara girdiler, içeride bakır tozu kokusu vardı, insanlar çalışıyordu.

Alp Er Tunga kararını verdi: “Bu verimli topraklar yaylağımız, Keçivan Kalesi de konağımız olmalı.” Karsak hakanı ile anlaşmak için kaleye döndü. Bu kez nöbetçiler saygılı bir biçimde haberi verdi: Haber Şah Kiros’tan gelmişti: “Barışalım, barış içinde yaşayalım. Size Urmiye gölü sayfiyelerinde bir davet vermek istiyorum.”

Davete icabet etmek Sakaların şanındandı. Ancak Karsak hakanı uyarmadan edemedi: “Dikkat edin hakanım, Şah Kiros mert bir adam değil, her işi hileyle başarmayı sever.”

Alp Er Tonga, teşekkür edip yoldaşlarıyla birlikte Urmiye Gölü’ne doğru yola çıktı.

Bir daha onlardan haber alınamadı. Geriye şu ağıt kaldı:

Alp Er Tunga öldü mü?
Dünya sahipsiz kaldı mı?
Hain öcünü aldı mı?
Şimdi yürek yırtılır.

Hainin silahı hazır
Gizli tuzak kurdurur
Beyler beyini vurdurur
Kaçsa nasıl kurtulur?

zorbatv

[1] Tomris Ana kitabından. Doğubatı yayınlarından çıkacak

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.