Sahipsiz Canların Çığlığı ve Adaletin Ekmeği
BertoltBrecht’in dediği gibi, “Halkın ekmeğidir adalet”. İnsanlık, doğanın efendisi olma yolunda ilerlerken, şimdi de sokak köpeklerine savaş açmaya karar verdi. Doğanın hükmedeni olarak, sahipsiz köpeklerden mi korkar olduk? Şimdi bu sorularla yüzleşme zamanı. Öldürmeye sahipsizlerden mi başlanacak? Neden olmasın? Sonuçta onlar kendilerini savunamayacak kadar güçsüz, seslerini duyuramayacak kadar sessizler.
İnsanlık tarihinde hep böyle olmadı mı?
Güçlü olan zayıfı ezdi, sesi gür çıkan sessizleri susturdu.
Nitekim, tarihin sayfaları bu tür zafer çığlıklarıyla dolu.
Köle sahiplerinin, zalim diktatörlerin, hatta bazı demokratik!liderlerin bile aynı yöntemi benimsediğini görüyoruz.
Bu yüzden, sahipsiz köpekler neden bir istisna olsun ki?
Birinin hayatta kalmasına kim karar verebilir?
Elbette gücü elinde tutanlar.
Tarihin hükümranları, zalim kralları, diktatörleri… Hepsi aynı yolu izlemedi mi?
Yani, neden bu kez de farklı olsun?
Ancak burada ince bir noktayı kaçırıyoruz: Birinin yaşam hakkını elinden almak, sadece onun değil, tüm toplumun vicdanını yaralar.
Her ne kadar güçlülerin karar verdiği bir dünyada yaşıyor olsak da, bu kararların etkisi her bireyi sarsar.
Tarihe baktığımızda, neyin yasallaştırılamayacağını görmek zor değil.
Kölelik yasallaştırıldı, kadınların oy hakkı yasaklandı, ırk ayrımcılığına yasal zemin hazırlandı.
Bugün de aynı zihniyetle sokak köpeklerinin öldürülmesine yasal kılıf bulundu.
Kendi güvenliğimizi savunmasız ve güçsüz olanları yok ederek mi sağlayacağız?
İlk adımda en güçsüz olandan başlamak elbette en kolayı.
Sonuçta kimse sahipsiz bir köpeğin sesi için sokaklara dökülmezdi, değil mi?
İşte tam da burada yanılıyoruz.
Bir köpeğin sesi, bir çocuğun gülüşü, bir ağacın hışırtısı… Hepsi bir araya geldiğinde, toplumsal bir vicdanın sesi olur.
Brecht’in “Halkın ekmeğidir adalet” sözünü yeniden hatırlayalım.
Bu söz, adaletin toplum için ne kadar hayati olduğunu vurgular.
Sahipsiz hayvanlar ve doğadaki diğer canlılar için de durum farklı değil.
Onlara yaşam hakkı tanımadan, kendi insani değerlerimizi nasıl savunabiliriz?
Sahipsiz canların yaşam hakkını korumak, sadece onlara değil, tüm topluma daha güvenli ve huzurlu bir yaşam alanı yaratmanın anahtarıdır.Bir yandan kendimize medeni, insancıl ve adaletli bir toplum olma sıfatını yakıştırırken, diğer yandan savunmasız hayvanları yok etmeye çalışmak, ironinin ta kendisi oluyor.
Hayvanlar ve doğadaki diğer tüm canlılar, insanların yaşam alanlarını işgal eden değil, bizimle bu dünyayı paylaşan varlıklardır.
Onların yaşam hakkını tanımak, insanlığımızın ve medeniyetimizin bir göstergesidir.
Yoksa kendi güvenliğimiz için onlara kıymak, aslında kendi insanlığımızdan bir parça koparmak değil midir?
Sahipsiz canların yaşam hakkını savunmak, adil ve eşit bir toplumun temelidir.Bu konuda sessiz kalmak, onların sessiz çığlıklarına kulak tıkamak demektir.
Toplum olarak, adaletin ve vicdanın sesi olmalıyız.
Sahipsiz canların yaşam hakkını savunarak, daha yaşanabilir bir dünya için adım atabiliriz.
Unutmayalım ki, güvenli ve huzurlu bir dünya, tüm canlıların yaşam hakkını tanımaktan geçer.
En savunmasız olanı hedef alarak kendimizi koruyacağımızı sanıyoruz.
Ama asıl tehdit, içimizdeki vicdanın sessiz çığlığıdır.
Güvenliğimizin temeli, güçsüzlerin yaşam hakkını tanımakla atılacaktır.
Herkese güvenli alanlar yaratmak için önce savunmasız olanları korumalıyız.
Medeniyetimizin temeli, güçsüzlere gösterdiğimiz merhamet ve adaletle yükselecektir.
Bununla birlikte tüm baskı ve şiddet mağdurlarını, kayyumları, katledilen çocukları, erkek şiddetiyle yaşamını yitiren transları, açlığı ve yoksulluğu, engellileri, kadın cinayetlerini, Filistin’i, Rojava’yı, Roboski’yi, zaman aşımına uğramış insanlık suçlarını, depremleri, mültecileri, KHK’lıları, iş bulamayan LGBTİ+ bireyleri, seks işçilerini ve katledilmeye çalışılan sokak hayvanlarını hatırlıyoruz.
Onların mücadelesini kendi mücadelemiz biliyoruz.
Çünkü bu mücadele, sadece onların değil, hepimizin özgürlüğü ve insanlığı içindir.
Hazal BATTALOĞLU
Yeni yorum ekle