Gülhatmi
Prof. Hasan Pekmezci.
Vefa, cefa, yer ve mekan ayırmama, alçak gönüllülük, uyum, en az laya da var olanla yetinme. Su, susuzluk, kar, buz, fırtına. Taşlar, kayalar, taş gibi topraklar. Kuzey, güney, doğu, batı. Karakış, çöl güneşi. Tüm karşıtlıklara, tüm olumsuzluklara karşın “renk renk gülücüklerle ben buradayım, yaşıyorum, işte tomurcuklarım sıra sıra, işte çiçeklerim, kırmızı, pembe, beyaz, yalın katkatmerli, sizleri seviyoruuuuum”.
Anadolu’nun neresine gidersem gideyim, bir çiçeği özellikle arar gözlerim. Ege’den Ağrı’ya, Sinop’tan, Anamur’a. Yol boylarında toz toprak içinde, yaprakları yeşilini kaybetse de çiçekleri ile gelene gidene selama duran bu çiçekler benim için Ankara ve İstanbul çiçekçilerindeki pahasından ve nazından yanına yaklaşılmaz orkidelerden daha değerlidir. Çocukluğumda dağda bayırda konuştuğum, söyleştiğim, tek arkadaşım, sırdaşım, içten dostumdur. Kimsenin dedikodusunu yapmayan, hele hele kimseye iftira atmayan, kara çalmayan, arkasından konuşmayan çiçeğimdir Gülhatmiler.
Pakistan’da Ravalpindi’nin susuzluktan kireçleşmiş topraklarında, İslamabat Lahor kara yolunda elli yıllık bir dost gibi karşı ma çıkan yine bu çiçeklerdi. Kore’de İncheon’da bir çok park oluşturmuşlar rengarenk, sadece bu gülhatmilerle. Ana yol kesişmelerinde çeşitli renk armonileriyle sadece gülhatmilerle park. Her alanda ince, alabildiğine hesaplarla tasarruf yaptıklarını gözlemlediğim bir dilim değil, bir lokma ekmek kırıntısının atılmadığına tanık olduğum bu ulus en külfetsiz bu bitkiyle doğasını renklendirmenin yollarını da bilmiş. Su istemez, çapa istemez. Her yıl kendiliğinden merhaba der yaşama. Anadolu’dan binlerce kilometer uzakta içim iısıtıveren bir tanışıklık, bir dost sıcaklığı. “Burada da mı yaşıyorsunsen? Nerelerden, nasıl gelebildin bunca yolu? Ne kadar ayrımsız, ne kadar evrenselsin. Coğrafya, ırk, din, dil tek şey senin kitabında, ayrımsız: Yaşama sevgisi”. Bana evrensel bir motif çizdeseler, inan ki sadece seni çizerim, seni boyarım.” Yıllar içinde olduğu gibi. Bu yıl kaç resim boyadım seni anlatan. Yüreğimle boyadığım sizlerden biri, minik bir geleceğin çiçeğine, bir ilkokul öğrencisine armağan olarak verildi, bir yarışma birincisine. Şimdi sehpamıza yaslanan biri daha var: Kıraç, bombozbir Anadolu toprağında sımsıcak birkaç çiçek, can veren, kan veren, yürek sıcaklığı. Yüreğime sokmak istediğim bir şeyin resmini yapmak, ne müthiş duygu. Yapraklarının arasında gezindiğim, maceradan maceraya, kankırmızı bir doğa.
Neden bizde tüm parkları, bahçeleri bununla donatmazlar diye düşünürüm, Yerel yönetimler kırmızılarla bir park, bembeyazlarla bir başka park oluştursalar. Benim bahçemde yıllardır gününü şaşırmadan yeşeren, açan, gülücük saçanlar gibi. Bugün “Senin çiçeklerin açmış baba” diye seslendi Sevgi Cankızım. Öteyandan da eşim ‘’Coştu senin Gülhatmiler bu yıl’’Benim çiçeklerim ya gülhatmi. Ateş gibi bir kırmızım var şimdi, yeni evimizin, yeni bahçemizin en güzel yerinde. Hemen yanında bir de pembe. Eski evimizdekiler biz olmadan da evimizi, bahçemizi şenlendirmekte, bizim adımıza karşılamakta eve gelenleri, yoldan gelip geçenleri, sıcacık bir yürek gibi.
‘’Benimle, senin ne çok benzerliğimiz var Gülhatmi biliyormusun? Seni çok sevmemin bir nedeni belki de bu benzerlik olmasın’’
Hayatımda hiç kimseye yük olmadım, aş, ekmek, harçlık, su, temizlik, giyim, kuşam. Yük olmak istemedim, bana her şeyi sunmak isteyenlere, eşime, kızlarıma, damatlarıma, torunlarıma. Gelecekte de istemem ki, tek isteğim budur zaten. Bulabildiğim her şey en büyük nimettir benim için. Azmış, çokmuş, kaliteliymiş, kalitesizmiş, güzelmiş, çirkinmiş. Hem bu çirkin sözünü hiç ama hiç sevmem. Hiçbir şey çirkin değildir, bakmasını, görmesini bilene. Onunla hem yürek olmasını, onun özüne gizine, içine ruhuna, girebilmesini bilene. Çirkin sayılan bir nesnenin, bir taşın, bir kütüğün desenini çizmeye başlayın. O taşın, o kütüğün çok geçmeden sizlerle konuşmaya başladıklarını, içten içe hayat öykülerini anlattıklarını, duymaya, görmeye başlarsanız şaşırmayın. Hele hele çirkin sayılan birinin portresini çizmeye başlayın. Bir sure sonar neden göremediğinize kızacağınız güzellikler karşılayacaktır sizleri. Bunu afaki olarak yazmıyorum. Sevgili Hocamız Adnan Turani, 1960’lıyılların gençleri olarak değer yargımız olan güzellik anlayışımızla çirkin saydığımız, sevimsiz bulduğumuz arkadaşlarımızdan birini her defasında sırayla model durdururdu, desen dersimizde. Kısa sure sonar bunlar en sevdiğimiz arkadaşlarımızdı ve bugün de.
Çirkinlik nedir bilirmisin, Gülhatmi? Özentili, yapay, ruhsuz, sevgisiz insanların bakış açıları ve değer yargıları. Bu tür insanların “ay ne berbat şey” dediklerine ben sıkısıkı sarılırım; ne şiirler, ne öyküler, ne güzellikler çıkarırım onlardan. Ne renkler, ne armoniler, ne biçimler, ne oylumlar bulurum, hazine gibi.
Seni çok sevmemin bir nedeni de budur Gülhatmi: Seni bir villanın bahçesinde göremez insanlarımız. Sen ki her gördüğüm ülkede olduğu gibi kıraç Anadolu toprağının da vefalısı, bereketi, gülü, gülistanısın. Kıraç insanlarının sadık dostusun. Hiçkimsecikler olmasa bile esen yele, doğan güneşe ilk merhabayı sen söylersin. Bunu çoğu insanın anlaması için o tozlu topraklı Anadolu yollarında, keçi patikalarında, suyüzü görmemiş yaşlı/taşlı bozkırlarında seninle tek başına günler haftalar boyu sohbet etmesi, sıkı bir dostluk kurması gerek. Ben sana neler anlatırdım kim bilir o yıllarda. Çocukluğumun travmalarını paylaştığım dostum. Birkaç inek, çoğu zaman yaramaz birkaç keçi oraya buraya koşturan, beni canımdan bezdiren. Yalnız sen bana çeşit çeşit renkleriyle gülücükler sunandın. Dostum, arkadaşımdın, yapraklarını, tomurcuklarını, çiçeklerini, böceklerini, tohumlarını tek tek incelediğim, sevdiğim, okşadığım. Bu güneşim‘’ sen o badireleri nasıl atlatıp bugünlere gelebildin’’diyorsa bunun nedenlerinden biri de senin gibi doğa dostlarımdı. Bizim oralarda benim gibi cılız, sıska olurdunuz, çocukluğumda. Yeşilleriniz bozbulanık olurdu tozdan, topraktan. Bu boz renkler arasından kıpkırmızı bir yürek gibi ışıldardı renkleriniz, toza, toprağa aldırmadan. Benim yüreğim gibi. Yaşama her yıl yeniden merhaba demekten vazgeçmezdiniz, bıkmadan usanmadan. İçinizdeki cevheri, yaşama tutkusunu, kar, fırtına, tipi, dolu, güneşin en yakıcı tavrı yıldıramazdı, hiçbir zaman.
Bu aylarda her sabah seni okşayarak çıkıyorum evimden, kocaman yaprakların var, sapasağlam, bileğim gibi bir gövdede sayısız çiçeklerin, açmak için can atan tomurcuklarınla. Bahçemdeki en eski, en yürekten dostumla kucaklaşır gibiyim.
Sevgimizle beslediğimiz.
Ankara.2021
Yeni yorum ekle