Sanat Sadece Sanat Değildir
Prof. Hasan Pekmezci.
Giriş I
Tarihin sayısız tanımı içinde; Üzerinde yaşadığımız dünyada, insanoğlunun örgütsüz ve örgütlü olarak; birbirini takip eden siyasal, sosyal, ekonomik, teknolojik, kültürel, sanatsal ve sportif değişimlerin birbirine bağlı ya da birbirinden bağımsız serüveni; ‘’geçmişteki olayları, yer, zaman ve failleri göstererek, kaynaklara dayalı olarak, sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilim dalıdır.’’ Tarih insanın kendini, atalarını, başka toplumları tanımasına, olaylar ve durumlardan ibret almasına, ne olup olmadığını sorgulamasına, ‘’duygusal ve düşsel yaklaşım geliştirmesine fırsat sağlar’’. Bu genelleme içinde her toplum ulusal kimliğiyle var olma mücadelesi ile yer alma, insanoğlunun yaşamını saran her değerde başarılı olma savaşımındadır. Bu alanlarla birlikte, insani değerler sayılan kültür, sanat ve spor toplumsal ilişkilerde ön sırada gelir. Çünkü bunlar ulusların psikolojik, sosyolojik üstünlük, en üstünlük duygusu ve moral değerleridir. Dünya değerlerine ‘’biz ne katabildik, hangi alanlarda biz de varız diyebildik’’ sorgusu tutucu bir saplantıyla değil; evrensel bakış açısıyla ivme yaratır. Ulusal bilinç içinde bunları korumak, geliştirmek ve uluslararası birikime değer katmak amacı ve ülküsü yatar.
Bu sorgulamaları yapamayan; aklını, beynini, duygu, düşünce ve inançlarını başkalarının güdümüne bırakan bireysel ya da toplumsal iradenin; içten ve dıştan kişi ve kümelerce sürüleşme ve sömürülme girdaplarında debelenmesinin kaçınılmaz bir tarihi gerçek olduğunun bilinmesi.Tarih dersi denen eğitimin ana amacının düşünce ve sorgulama yoksunu; sayısal ezberler yerine ibret alma olduğu bilincinin özümlenmesi, özümletilmesi. Tarih masallar, efsaneler manzumesi değildir; ders alma, günü ve geleceği bu bilinçle değerlendirme alanıdır.
Giriş II
İngiliz eğitim bilimci Ken Robinson TED konuşmalarında, kitaplarında ‘’çağımızdaki eğitim sistemlerinin 18. yüzyıl Endüstri devriminin istediği insan modelini yetiştirmeyi amaçladığını, bunun artık modası çoktan geçtiğini’’ vurgular. ‘Yaratıcılık, Aklın Sınırlarını Aşmak’’, ‘’Okullar Yaratıcılığı Öldürüyor’’ kitapları ve TED konuşmaları bu konuları kapsar. Özet olarak endüstrinin ve makinelerinin bir parçası olması istenen insan modelidir bu. Bu kafa yapısı esir ve köle ticaretini, çocukları, kadınları vahşi sömürü çarkının ve makinenin bir yakıtı olarak kullandı.Burada bir soru sormak gerek. Endüstri devriminin yetiştirdiği insan modelinin bir bölümü endüstrinin parçası olurken, geride kalan tüm toplum bireyleri psikolojik ve sosyolojik olarak ne yaptı? Sürü psikolojisi ile ilkel duyguları sömürülerek ve gaza getirilerek cani ruhluların peşine takıldı.Dünya tarihi bunun yanıtlarını çok acı olaylarla yaşadı. Suçlu-suçsuz toplumları yıkımlara sürükleyen I. Dünya Savaşı’nı, bu yetmedi II. Dünya Savaşı’nı Endüstri Devrimi eğitimi denen ve insanı makine sayan eğitimin etkili olduğu sömürgen ruhlular çıkardı. Batı etkilerini 100-200 yıl geriden takip eden bu nedenle endüstri çarkı insanını yetiştirmeyen Osmanlı ya da Orta Afrika ülkeleri çıkarmadı.
Yine benim yorumlarımla, bu eğitimi dayatanlar; bilim, fen, matematik, endüstri, teknoloji derken; insanın insanlığını yaşatacak, duyumsatacak olan kültürü, sanatı, edebiyatı yok saydılar. Yani insanın elbette gerekli olan bir yanını bilim, fen, teknoloji alanlarını var sayıp, öteki yanı olan insanlığını kurban ettiler. Düşünme, duyumsama, empati kurma, muhakeme ile özüyle karar verme mekanizmaları makineleştirilen insan yığınları, el kaldıranların işaretiyle her emre amade sürü oldular.II. Dünya Savaşı’nın bütün vahşetini Nazi kamplarında yaşayan Prof. Dr. Victor Frankl bu travmaları yaşayanların tedavisinde Logoterapi ekolünü geliştirdi. ‘’İnsanın Anlam Arayışı’’ adlı eseri bu konuda ilgiyle okunacak, ders alınacak bir eser. Frankl’ın ana dayanağı sanatın her alanının logoterapinin konusu olduğudur. Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak ülkemizdeki eğitim serüveninde endüstrinin esiri insan modelinden uzak, gerçek insan eğitiminin amaçlanmaya çalışıldığını, özgün eğitiminden sapmaların yarattığı günümüz eğitimindeki çıkmazları görmezden gelmek devekuşu örnekliği sayılır.
Ulusal Kültür ve Sanat Ulusal kültür ve sanattan söz edebilmek için tarihsel süreç içinde nirengi noktalarına çok kısa olarak değinmek gerekir.Asya kültürümüz içinde köklü ve her yönüyle doğaya ve insani değerlere dayalı bir kültür söz konusudur. İnceledikçe, sorguladıkça bu değerler çok daha iyi anlaşılır. Örneğin; Doğanın kutsallığı; suyun, toprağın, havanın, güneşin kirletilmemesi öğretisi bugün insanlığın en çok üzerinde durduğu, en hayati gördüğü konulardır. Sanatımız ‘’Türkler hangi topraklarda yaşamış olursa olsun; Türkistan Orta Asya Türk Sanatına dayanır. Türklerin Yontma Taş Devri de, Demir Devri de, Neolitik Devri de Türkistan’da/Orta Asya’da yaşamıştır.’’ Günümüze kadar yapılan bütün arkeolojik araştırmalarda Türk Sanatının kökeninin Türkistan/Orta Asya olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir. (Türk ve Türkistan. Makale.BekirDeniz)Doğal olarak bu tarihi dönemin resim ve heykel anlayışı ve özellikle bunların mimari ile ilişkisi Asya kültürü içinde kalmamış, Selçuklular tarafından Anadolu’ya taşınmıştır. Ağrı’dan başlayarak Erzurum, Sivas, Kayseri, Niğde, Ankara, Konya ve Alanya’ya kadar uzanan; bugün hayranlıkla izlenen Selçuklu eserleri gibi. Elbette saydığımız iller dâhil olmak üzere Sivas ve Divriği ilçesi her Türk gencinin görmesi gereken baş eserler bölgesidir. Divriği Ulu Caminin Ahmet Turan Sultan ve bitişiğindeki Şifahane’nin Mengücek Sultan için inşa edildiği bilinmektedir. Tarih 1225-1245 yılları arası. Bu tarihlerde Avrupa Ortaçağ karanlığındadır ve Giordano Bruno gibi İtalyan filozof, gökbilimci, rahip, okültist insanlar meydanlarda diri diri yakılmaktadır. Bu coğrafyada Afganistan örneği gibi kırk yöne çekilen inanç sömürüsü debelenmelerinden sıyrılıp Ata kökenimiz olan Selçukluları tarihimizin başköşesine koymamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Çok yönlü bir kültür zenginliğinde insana insanlığını yaşatacak değerleri eğitim sisteminin ilk aşamalarından başlatarak yaşamın vazgeçilmesi saymak, sadece elitist bir anlayışın gerekliliği olarak görülemez.
Bu bağlamda sanat denen insana özgü her çabanın bireysel ve toplumsal kimlikteki rolü ve önemi de sadece sanat için değildir.
Özellikle istesek de istemesek de başta içinde yaşamak zorunda olduğumuz coğrafyamızın kaotik yapısının dayatmaları ve yarattığı boğucu psiko-patolojik atmosfer kültür ve sanat alanlarını hayati derecede gerekli hale getirmektedir. Özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin kendileri ifade edebilme, yapay- aktarmacı olmama, kendilerini kendi değerleriyle tamamlayabilmeleri bu zamana kadar sürdürülen dayatmacı eğitim sistemini sorgulamamızı gerektirmektedir. SirKen Robinson’un ısrarla üzerinde durduğu ‘’Okullar yaratıcılığı öldürüyor mu’’ sorgusu bizim de ana gündemimiz olmalı. Çocukları, gençleri zorlamalarla okula giden, sadece diploma için gitmek zorunda olan bir okul sistemi bu sorgulamadan ayrı tutulamaz. Her şeyden önce severek, isteyerek, koşarak okula gidilmemesinin ‘’neden’’ sorgusuna ihtiyacı var.
İnsan duyan*düşünen varlık olarak tanımlanır ilk olarak. Ama en önemli yanı aslında muhakeme-sorgulama bilincine sahip olmasıdır. Bunun ilk ayağı da neden, niçin, nasıl yaşadığının, yaşama ne kattığının, yaşadığı toplumdan ne aldığından çok ne verebildiğinin sorgusudur.Bu sorgulamada Logoterapik kodlamanın bilinci saydığım örnekler yer alır. Kendimi özgürce ve yeterince ifade edebiliyor muyum? Kendimi renklerle, biçimlerle, çizgilerle, yontarak, yoğurarak, seslerle, enstrümanlarımla işte ben buyum diye ortaya koyabiliyor muyum? Yaptıklarımla paydaş yaratabiliyor muyum? Bunlarla ‘’aferin’’ başardın’’ değerlendirmelerinin onurunu yaşıyor muyum?
Logoterapinin kurucusu Prof. Dr. Victor Frankl işte bunları beynimize sokmaya çalışmış. Bu nedenle ‘’İnsanın Anlam Arayışı’’ mutlaka okunması gereken bir eseri diye tekrarlıyorum.
Toplumsal yaşamımızdaki her kademede insanımızın davranış modelleri günlük basınımızın, medyamızın her saatini dolduran haberleri, programları içinde. ‘’Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz’’ sorguları yaratıyorsa kültür, sanat, spor, drama, tiyatro, konser, arkeoloji ve müze eğitimi, doğa sporları gibi insani etkinlikleri sadece sanat sayıp afaki değerlerle saf dışı, ilgi dışı etmemeliyiz.
Burada saydığımız eğitim alanlarından geçen; travma yaşamış çocuklarımızdan resim örnekleri var. Aslında her alandan örnekler de var ama yazının sınırlılıkları içinde. Çocuklarımızın yaşadıklarını resimle, heykelle, seramikle, müzikle, sporla, şiirle, drama ile anlatmaları girecekleri test sınavlarından daha az önemli değildir. Test çocukları yetiştirme oyununun bizleri nerelere getirdiği görülmektedir. Eğitimciler, eğitim yöneticileri, yönetimi elinde bulunduranlar bu saydığımız anlatım alanlarını ‘’zurnanın son deliği’’ olarak görmekten kurtulmalıdır. Bunları tuzu kuru toplumların; tuzu kuru insanlarının, boş zamanları değerlendirme oyunu sayma yanılgısından kurtulma çabası günümüz eğitiminin ana sorunudur.
Bu toplumun çocuklarından sınırlı sayıda örnek. Her baktığımda içimi yakan yaşam izdüşümleri, hayal değil.
İzleyin.
Ankara. 2024
Yeni yorum ekle