Belleğimin Damak Tadı-2

Edebiyat

Belleğimin Damak Tadı-2

İnci Gürbüzatik

 

Her yer sinema, her yer film. Elimizin altındaki seçeneğin bini bin para. Onca film adı gözlerimizin önünden kayıp giderken izlenecek birini seçememek çok acı. Bu kadar mı müşkülpesent ya da beğenisi yüksek insanlarız? Hiçbiri değil. Sinema sektörünün film bombardımanı karşısında biz de onlar gibi hızlıyız da ondan. BigBrother’ın isteklerine boyun eğip ‘İzle ve unut, sil kafandan’ komutuna uyma hali. Zaten belleğimizin kapasitesi ülke sorunlarıyla taşmış durumda. Biz de önce filmi izliyor kayda değer bulsak da bulmasak da -emriniz olur- unutuyor, silip gidiyoruz. ‘Biz bu filmi galiba izlemiştik, ne zaman, nerede?’ demelerimiz, hatırlayamama ya da az biraz hatırlama hallerimiz hep bu yüzden. Ama seyredip de unutulmaz bulduğumuz filmlere ne demeli? Niye unutamıyoruz o filmleri, artistlerini, hatta gösterilen sinemaları, zamanı, niye unutamıyoruz? Neden bizde iz bırakıp hep hatırlanan filmler onlar? Aynı nostaljik hazla yeniden seyredilen, belleğin damak tadı filmler niye unutulmuyor? Saymakla bitmez şöyle bir harman etsek neler neler!

Sinemamın tarihi unutulmaz filmlerle dolu. Hatırlamak canlanmak, anı tazelemektir benim için. İşte onlardan, yıllar önce seyredip de unutamadıklarımdan biri ‘Zorba theGreek’. Siz unutmuş muydunuz yoksa? Aynı haz aynı tatla hatırlatmak size benden olsun. Film 1964 yılında çekilmişti. 1965 yılında 7 dalda Oscar adayı olmuş ama ancak üç Oscar kazanabilmişti. TwentyCentry Fox stüdyoları yapımıydı. Filmin afişinde üç büyük önemli isim göze çarpıyordu, Anthony Quinn, Alan Bates ve İrini Papas. Filmin özgün adı ‘Alexis Zorbas’ idi ama tüm dünyada Zorba dendi mi Antony Quinn akla geliyordu. Hala da öyle.

Ankara’ya geldiğinde hemen sinemaya koşmuştuk ama siyah beyaz filmi bilinçli sorgulamalarım daha sonraki seyirlerimde oldu. Hem de ne sorgulama. Zorba Dünya’da döne dolaşa arada bir sinemalarda gösterime giriyor biz de hiç usanmadan afişi her gördüğümüzde hiç seyretmemiş gibi bir kez daha sinema salonlarında koltuklarımıza gömülüyorduk. Kuşkusuz pek çok filmi böyle nostaljik bir zevkle her yeniden seyredişimizde bir önceki seyirlerde neler kaçırmış olduğumuzu anlayıp ‘dank’ ediyorduk.  Zorba’yı her izleyişimde o kadınlara hep acıdım. Erkeklere de elbet. ‘Erkekler öyle olduğu, öyle istediği için kadınlar değersiz, bir hiç ama kesinlikle ulaşılamazdı. Erkeğin olmadığı yerdi aslında orası. Böyle ne çok ülke coğrafya vardı ve orada yaşayan aynı yazgılı ne çok kadın ve erkek

Sonrasında filmin kitabını da okudum elbette, hatta bir solukta. Kazancakis’in kitabını çok etkileyici buldum. Hakkını vereyim ki film de kitap kadar etkileyiciydi. Bunda kitabı okumadan önce o muhteşem filmi görmüş olmamın etkisi de vardı kuşkusuz. Rejisör, oyuncu, yazar, senarist, müzisyen iş birliği ustalığının sergilendiği bir filmle karşı karşıya kalmıştık çünkü.

Zorba, benim için boş verişin, unutup kopuşun, yenilgilerimi kabullenip sevişimin, yeni başlangıçlarımın filmiydi. Çok yorum yapıldı. Pek çok insan kendisini buldu, gördü, hayatını sorguladı. Ah’landı, vah’landı feleğe kahırlandı. Ama ben onlar arasında değildim daha, çünkü çok genç çok toydum ilk seyrettiğimde. Hayatımla ilgili felsefi derinlikte düşünmeye başladığım söylenemezdi. Yalnızca seyretmiş, anladıklarımı içselleştirmemiştim. Çünkü kendi coğrafyamı, ailemi, toplumumu, içinde olduğum durumu, sınırlarımı, hayal ettiğim özgürlüğüme karşı ödeyeceğim bedeli biliyordum. Çok gerçekçiydim, ayaklarım yere basıyordu yani. Koşullarımı kabullenişim filmindeki hayalleri kurdurmuyordu henüz bana. Ama Yunanistan’da bir ada coğrafyasındaki insanlar ve onların yaşam tarzı çok benziyordu bize. Tutucu toplumun, sekse aç erkeklerin kadına bakış açısı neredeyse aynıydı. Adadaki kadınların yazgısı çok korkutmuştu beni.

Film, denizi olmayan bozkır Ankara’ya sanki Ege’den bir kıyı kumsal getirip ayaklarımızın altına kumlarını serivermişti. Bu yetmemiş gibi denizin tuzlu suyu dalgasında şıpırdarken, birden hiç bilmediğimiz bir enstrümandan içimizi ürperten bir ses, bir müzik duymaya başlamıştık. Daha önce hiç dinlemediğimiz tınılarla ruhumuza işleyip tıpkı filmdeki gibi bizi de el ele tutuşturan, yaşama kışkırtıp dostluğa, insanlığa çağıran garip bir müzikti bu. Derin eslerle salına salına başlayan, nazlanan ama sanki birazdan tıpasından fırlayacak şarap sabırsızlığıyla tıngırdayan müzik, bir santurdan geliyordu. Zahme denilen tahta saplı iki küçük tokmak, santurun tellerinde Zorba’nın ellerinde atlaya zıplaya gezinirken kesinlikle yaşamın şiirini yazıyordu. Titrek salınımında ritmi giderek yükselmiş, yükselmiş kreşendosuyla coşturmuştu dinleyenleri. Şurası bir gerçek ki müziği, filmden daha fazla tanınıyor ve tüm zamanların en iyi film müziği listelerinde bugün bile hala hep üst sıralarda yer alıyor.

Nikos Kazancakis, filme konu olan Zorba romanını İkinci Dünya Savaş’ı yıllarında kaleme almış. Nobel Edebiyat ödülünün de güçlü adayları arasında gösterilmiş o yıllarda ama benim hiç haberim yok. Kitap henüz Türkçeye çevrildi mi çevrilmedi mi daha onu da bilmiyorum.  1946 tarihli bu romanı MihalisKakoyannis, sinemaya uyarlayıp Girit adasında çekmese haberimiz bile olmayacak. Bugün seyredildiğinde sanki bir belgesel. O yılların Dünyasında ülkeler birbirlerine ne kadar da benziyor. Savaş sonrasında insanların yaşam tarzı, yoksulluk, yoksunluk, kıyafetler saç biçimleri bize ne kadar da benziyor.

Zorba’da herkesi sarıp sarmalayan basit bir konu, güzel bir hikâye var. Yaşam görüşü birbirine tamamen zıt iki insanın ilginç bir biçimde tanışmasıyla başlıyor drama. İki adamın ilişkilerindeki kesişme, zıtlık, statü farkı hikâyeyi birdenbire evrensel boyuta taşıyor.

Yunanlı dedelerinden miras kalan maden ocağı için adaya giden genç bir İngiliz var. Okumayı sürdürdüğü elindeki kitap Dante’nin. Anlayın işte okuma derinliğini. Adı Basil, Alan Bates oynuyor. Yunan kökenli Basil adlı buyabancı genç, feribot yolculuğunda Yunan’lı bir garip adam, hayalperest biraz serseri, yalandan kim ölmüş, Alexis Zorba, Anthony Quinn ile tanışınca kader ağlarını örmeye başlıyor.

Zorba ve artık patron konumuna erişen genç adam, adada kalacakları pansiyona kitaplarla yüklü bir taksiyle gelirler. Zorba’nın da koltuğunun altında santur olduğunu anladığımız büyükçe bir paket vardır. Taksinin daha uzaktan, bir toz bulutunun ardından belirmesiyle birlikte ada şöyle bir silkinir. Tepe üstündeki evlerin kapı, pencereleri bir bir açılır meraklı başlar sarkar. Adaya bir gelen olduğunu birbirlerine haber veren insanlar, arabanın orasını burasını elleyip okşayan, peşinde koşan çocuklar, bizim gecekondu mahallelerinde çekilen Yeşilçamlı filmlerimizden fırlamış gibidir. İren Papas’ı ilk kez gördüğümüzde ‘kesin bir şey olacak’ diyorum. Nokta atış. Olmaz mı, oluyor elbet. Keçisi kaçıyor. Kaçmaz olaydı. Kahvedeki oturup zaman öldüren, boş gezenin boş kalfaları için tam bir eğlence. Erkeklerin taş döşeli dar yollardan geçerken keçiyi sevinçle yakalayıp saklamaları da çok haince. Kadının kahveye girip hayvanı çekip alması, yağmaya başlayan yağmur, tam kapıdan çıkacakken o anda şemsiyesiyle geliveren esas oğlanımızın kadınla yüz yüze gelmesi, o inanılmaz tesadüf, müthiş an. İlahi zamanlama da diyebiliriz. Filmdeki dramanın dönüm noktası, kader anı yani, anlamaz mıyız? Nefis bir sahne. Patron ne yapıyorsun sen farkında mısın? Kahvedeki onca aç erkeğin gözünün önünde kadının eline şemsiyeyi tutuşturuvermek de ne, ölümüne mi susadın? Ya o göz göze geliş? O bakış o yakıcı bakış onca aç erkeğin içinde? Vay canına sanki İren Papas benim.

Erkeklerin hayal ettikleri ama hiçbirinin elde edemeyeceği dul kadının söze gerek bırakmayan bakışı seyirciye çok şey anlatıyor.Kadını bütün o erkeklerin arasında bir tek patronun elde edebileceğinin sinyali şimşeğini çakıyor o eşikte.

Müthiş bir hayal gücü var Zorba’nın. Atıyor işte. Anlattıkları doğru mu değil mi artık inanıp inanmamak size kalmış. Etik değerleri olan, ölümlerden dönmüş, her türden felaketi yaşamış hatta adanın milis güçleri arasında bağımsızlık için çarpışmış yaralanmış bile. Üç yaşındaki erkek çocuğunu kaybettiğini bir ara ağzından kaçırıyor. Ailesi karısı çocukları olduğunu da ama hikayesinin üstü biraz kapalı.Tam olarak bilemiyoruz.

Filmde beni en etkileyen kısım kadınlar. Pek çok coğrafyada kadınların aynı kaderi paylaştığını görmek acı verici. Recm gibi çağ dışı, insanlık onurunu hem kadın hem erkek açısından zedeleyen, örseleyen bir cezalandırma nasıl kabul edilebilir? Neredeyse gerçekleşecekti. O ilk taş atılmadı şükür. Kadınların kadınlara karşı gösterdiği hoşgörüsüzlük daha da acı verici. Haince kötülükler nasıl hoş görülüp kabullenilebilir? Filmdeki kadınlar çok etkileyiciydi. Buruşmuş yüzleriyle bin yıllık koca karılar, kargalar gibi kara gölgeleriyle çöküp çörekleniyorlardı duvar diplerinde. Bekliyorlardı öyle. Birinin ölümünü beklemek ne kötü.

İren Papas’ın oynadığı genç dul sanki bir sembol. Düşlerdeki kadın aslında. Köydeki erkeklerden uzak kendi dünyasını kurmuş tek başına herkese meydan okuyarak yaşayan sıra dışı bir kadın o. Erkeklerin hem de bütün erkeklerin tepesine çullanıp parça pinçik edeceği zavallı, kimsesiz, savunmasız ama direnip boyun eğmeyen çetin ceviz bir kadın. Bir delikanlının platonik bir biçimde ona âşık olduğunu ama onun kesinlikle bunu reddettiğini görüyoruz. Olacak şey değil. Reddettikçe aşkı depreşen saplantılı gencin babasının da bu aşktan haberli olduğunu, oğlunu izini sürüp onu kadından uzak tutmaya çalıştığını anlıyoruz. Kadın ne yapsın? Bu imkânsız aşkı zaten reddediyor zavallı kurban kadın.Üstelik babanın da oğlu gibi gözü var kadında ne acı. Oğlanın intiharında İren’ciğinhiçbir suçu yok. Ne yapmalıydı, yapabilirdi ki kadın? Oğlanı kabullenmeli ona evini,kucağını mı açmalıydı? Gönlünü hoş mu etmeliydi saf oğlanı eğlemeli miydi? Bu kabul edilebilinir miydi öylesi avuç içi bir yerde? İki ucu şeyli değnek. Herkesin gözü birbirinin üstünde. Kadın ne yapsa kabahat, suç. Akbabalar gibi leş, patlak bir olaybekleşen insanlar çok zalim. Acıdım ben orada sıkışıp kalmış bütün o kadınlara.

Filmdeki ikinci kadın, adanın yabancısı, zavallı bir Rus şarkıcı. Orta yaşı geçkince çılgın mı çılgın erkeksiz kalmış eğlenceli bir kadın.  Adada demirlemiş gemilerle, Rus amiral şöyle dursun, Fransız ve İtalyan, amiral sevgililerin bir zamanlardaki varlığıyla bir hayal dünyası kurmuş kendi hikayelerindeavutuyor kendini. Doğrumu söylüyor yoksa uyduruyor mu bilemiyorum. Ama inanmak zorundayız kendisine.İnanılır gibi değil savaş ortamında Amirallerden birinin savaş gemisiyle gelmiş adaya ve heyhat savaş bu, koşullar her an değişebilir. Öyle de oluyor ve garibim Constanza’cık gemiler de onu almadan demir alıp tornistan edince bir başına kalakalıyor adada.

Elbette Constanzaüstünden adanın siyasi tarihine dokundurmalarvar.Çeşitli milletlerden dört amiral sevgilisi olduğunu anlatmasa bilemeyiz ama bu Amirallerin varlığı elbette eğlendiricibir o kadar da düşündürücü geliyor seyirciye. Constanza’nınAmiral trafiğini karıştırdığını ancak kullandıkları parfümlerinden onları ayırt ettiğini öğrenmek de güldürüyor olmalı seyirciyi. Ne fantezi. Hele savaş sürerken.Constanze’nin bombalamayı engelleyerek ada halkının hayatını kurtarmış olduğu hikayesi gerçekten ironik. ‘Sonra kötü günler geldi çünkü barış imzalandı’ sözü çok derinlikli bir dokundurma. Barışın gelmesini kendi kötü günlerinin başlangıcı saymasına ne demeli? Öylesine Dünya’dan bihaber bir kadının adadaki varlığı gerçekten çok renk katıyor filme.

Düşünün işte topraklarını savunmak için dağlara çıkıp mücadele eden bu kahraman insanlar, şimdi bir kadını kendilerini hiç de ilgilendirmeyecek ilişkisi konusunda taşlayabilecek insanlara dönüşmüş. Hoş filmde o taş atılmadı. Yazar da senarist de o taşı attırmadı. Atılmasa da ben atılmış saydım. Atılmıştı gözümde. Zira eğer Zorba kahramanca yetişmeseydi olacağı oydu. Orada ya da burada, Dünya’nın neresinde olursa olsun kadının kaderi erkeğin bakış açısında değişmiyor. Böylesine kadınların,filmlerdeki sonu drama gereği ölüm. Yoksa o kadınlar o noktadan sonra yaşayamazlar o toplumun içinde.

Constanza’nın ölümünden hemen sonra evinin yağmalanma sahnesi unutulmazım. Aşkı tanımamış, ömürleri boyunca mutlu olmamış öylesine solup pörsümüş karalar içindeki iki kukumav kadının Constanze’ninölümünüevi yağmalamak için bekleyişi ve karnavalı andıran yağmalama sahnesi çok hüzün verici. İnsanın düşüncesizliğinin, kötülüğünün, aç gözlülüğünün, doyumsuzluğunun, saygısızlığının göstergesi tarumar edilen o ev.

Zorba nasıl da zeki, nasıl da akıllı ve en olmadık zamanda durumu kurtaracak inandırıcı bir yalanı uydurabilecek zekaya, hayal gücüne sahipti öyle. ‘Yalan ona inanmaya hazır olan insanlar varsa yalancıyı şahlandırır’ derler. Onun yalanlarına inanma ihtiyacı içindeki insanlar öyle çok ki.Yalan yalan üstüne ama yalanlar umut barındırıyor. Beş metre beyaz saten ve beş metre beyaz tül gibi. ‘Almadım’ diyor ölmek üzere olan kendisiyle evlenme hayalleri kuran Constanza’ya. ‘Ama ısmarladım,gelinlik kumaşların gelecek. Üstelik beyaz satenin üstü incilerle süslü.’ Katmerli yalan derler buna ama ben bile seyrederken güldüm Constanze’ninZorba’nın kollarında ölmek üzereyken inandığı bu kuyruklu yalana. Rus oyuncu Lila Kadrova’nın ismi küçük mü küçük hem de alt sıralarda yazılıydı oysa ismi afişte. Ama bu onun filmdeki rolüyle 1964 yılı ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ Oscar’ını almasına manîdeğildi. Aksine ödülüyle şaşırtıyor herkesi. Çünkü gerçekten de oyunculuğu müthiş kadının.

Zorba, filmde ‘Bana güveniyor musun?’ diye kilit bir soru soruyor patronuna. Çünkü aklında çılgınca bir fikir var. Mühendis değil ama dağdan kesilmiş ağaç tomruklarını getirecek bir mekanizmayı hayal edip tasarlayabiliyor. Uygulaması hayal ötesi işte. Hayallerin devrilip çöküşüde artık yitiriş değil.

‘Bana dans öğret’ diyor çünkü artık her şeyini yitirmiş esas oğlan o müthiş final sahnesinde. Zorba işte tam da bu teklifi bekliyor ve ‘son’ yazısı neredeyse perdeye inmek üzereyken bizi önce koltuklarımıza çakan sonra da yerimizden zıplatan o müthiş final ‘Bana dans öğret’ cümlesiyle başlıyor. Zorba’nın elini şaklattığını görüyoruz sonrasında da MikisTheodorakis’in muhteşem ezgileri eşliğinde sirtakinin ilk adımları havaya kalkıyor. Bu şarkı o andan itibaren bir marka artık. 1965’te plağı çıkıyor, binlerce versiyonu yapılıyor. Sirtaki aslında bir Arnavut halk dansı ama bu filmle artık bundan böyle Yunanlı bir halk dansı olarak tanınmaya başlıyor.

‘Beraber.’

Başlıyoruz. Hop!

Tekrar hop!

Trimmmm…trimmmm…trim… Çapraz adımlar atıp çöküş,

Hayda bre!

Patron sana anlatacak öyle çok şeyim var ki.

‘Hoop!’ Çöküp diz vuruyorlar yere.

Onca emek, umut ve paranın gömülü olduğu dağdaki maden ocağının çöküşünü ima ederek gülmektedir Zorba’mız. Büyük bir hayal kırıklığının enkazı, dağdan aşağı devrilip bütün umutları elbette bütün sermayeyi yok eden bir görüntüdür artık gözümüzde.

‘Bundan daha muhteşem bir çöküş görmüş müydün?’ diyor patronuna Zorbamız. Ne gam. Çökerse çöksün, yaşıyoruz bak hayat devam ediyor. Ve gülmeye başlıyorlar. Patronumuz ilk kez böylesine gülmektedir. Hem de iflasına, yok oluşuna kahkahalar atarak. Katılırcasına seyircilerle birlikte.

‘Her şey dümdüz oldu. Yerle bir.

Daha hızlı!

Hop!hop!’

Trimmmm…Trimmmm…Trim’ınkreşentosu ile müziğin köpük köpük fışkırıp taştığını hem gözlerimizle görüp hem de kulaklarımızla duymuştuk. Kulaklarımızla duyduğumuz önemli bir şey de akılda kalması gereken tembih bir cümleydi.

Bir erkek arada sırada çılgınlık yapmalı. Yoksa iplerinden kurtulup özgür olamaz.’ diyordu Zorba patronuna. Yalnızca patronuna değil, sanki kadın erkek, hepimize söylüyordu bu sözü. Keşke adadaki bütün o insanlar kadını erkeği çocuğuyla böyle çılgınlıklar yaparak biraz rahatlayabilselerdi. Elbette ayrımcılığa itirazla kendi üstüme de alınıyordum ben de pek çok kadın gibi. Arada sırada çılgınlık yapma önerisini ciddiye almak önemliydi, görüyorduk çünkü gülüyordu çılgın insanlar.

‘Bundan daha muhteşem bir çöküş görmüş müydün?’

Biz de görmemiştik. Bomboş kumsaldamüziğin büyülü ritminde, unutuşun şerefine omuz omuza vermiş iki adam ‘Son’ yazısı üstlerinde belirene kadar dans etmeyi sürdürmüştü. Ama sanki onlar değil bizdik orada o adada omuz omuza olup hayata meydan okuyan.  İçimize işleyen müzikle beyaz perdenin öylesine derininde, öylesine o kumsaldaydık işte. Film’in en unutulmaz dans öğrenme sahnesiydi bu. Seyredenlerin belleklerine kazınan santurun sesi herkes gibi beni de ayaklarımın altındaki dalgalara savuruyordu. Genç adamla birlikte bütün dünya sirtaki öğreniyordu kesinlikle.Yenilgiyi umursamamak ne güzel.

Aleksi Zorba karakterinin aslında var olduğunu, Nikos Kazancakis'e bu kitap için ilham veren bir kişi olduğunu yazarın onunla ilgili olarak “ruhumda iz bırakan dört kişiden biri” deyişinden bunu Zorba’nın ön sözünde yazışından biliyoruz.İren Papas o muhteşem kara kaşları saçlarıyla benim gözlerimin önünden gitmeyen bir görüntü şimdi.Seyretmediğim filmi kalmamıştı Antony Quinn’in de. Unutmamak ne güzel.

İyi seyirler, iyi okumalar. 04 Haziran, 2024

 

 

Yorum

Nermin Küçükceylan (doğrulanmamış) Cu, 14 Haziran 2024 - 23:58

Tam da yayımlandığı dergiye layık bir yazı olmuş. Belki İnci Gürbüzatik pek çok kez filmi izleme sonunda bu denli ayrıntıyı yakalayabilmiş ama sonunda iyi ki yakalayabilmiş. Dört dörtlük bir yorum. Kalemine, yüreğine sağlık İnci Gürbüzatik.

çiğdem Erko (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 00:24

Artık, ara sıra belleğimin ihanetine uğrar olmaktan sıkıldığım bu dönemde, düşünerek asla anımsayamayacağım pek çok sahneyi izlemiş gibiyim an itibariyle. Filmin bende yarattığı tüm duyguları yaşadım, sayısını unuttuğum izlemelerden pek bir şey kalmadığını zannederken, bu şahane aktarım ile keyifli ve uzun süren bir zaman dilimi yaşattınız, ancak bu kadar güzel, eksiksiz ve etkileyici yazılabilirdi, kaleminize sağlık, teşekkürler.

Sevgi Aydın (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 01:25

İnci Gürbüzatik o güzel lirik etkili kalemini bu kez insan hafızasının Nisyan halinden başlayıp, bir filim üzerinden unutmama öğüdüne götürürken , kadınları tek tek irdeleyip , dönemin tarihi içinde Harika bir yorumlama yapmış . İnci bu kez filim değerlendirmesinde de ne kadar yetkin olduğunu ortaya koymuş. Filim seyreder gibi okuyucuya görsellik sunmuş .
Zevkle okunan bu makale için kutluyorum kendisini

Esin Gürel (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 10:57

Sevgili
İnci Gürbüzatik
Bize hem filmi hem kitabı ve hem de sirtaki müziğini böylesine yakın izlemişcesine net ve bütünlük içinde yasattığınız için tesekkür ederim. Kaleminize sağlık.

Esin gürel (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 11:03

Kulağımda sirtaki melodileriyle okudum bu muhtesem yazıyı.
Kitabı , müziği, oyuncuları canlı izlemiş gibi bütünsellik içinde , daha güzel anlatılamazdı.
Kaleminize , belleğinize sağlık.Doyumsuz bir makale olmuş.

Barış Korkmazgil (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 11:13

".... Daha önce hiç dinlemediğimiz tınılarla ruhumuza işleyip tıpkı filmdeki gibi bizi de el ele tutuşturan, yaşama kışkırtıp dostluğa, insanlığa çağıran garip bir müzikti bu. Derin eslerle salına salına başlayan, nazlanan ama sanki birazdan tıpasından fırlayacak şarap sabırsızlığıyla tıngırdayan müzik, bir santurdan geliyordu. Zahme denilen tahta saplı iki küçük tokmak, santurun tellerinde Zorba’nın ellerinde atlaya zıplaya gezinirken kesinlikle yaşamın şiirini yazıyordu....
Bir müzik, görsel somutluk kazandırılarak bu kadar mı yazıdan zihine yükseltilir!

Füsun Berksoy (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 11:25

Yıllar önce izlediğimiz, çok beğenip,etkisinde kaldığımız bu güzel filmi, ayrıntılarıyla ele aldığınız yazınızla hatırlattınız ve üzerine düşünmediğimiz önemli noktaları üzerine düşündürdünüz. Elinize, kaleminize sağlık İnci hanım.

Gunes gunter (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 16:08

Güçlü bir hafıza lanettir. Her yaşadığın çoğu acı azı tatlı olayı her kavgayı her sohbeti her kitabı her filmi hatırlamak kabustur.
Ne mutlu bazı filmleri yaşamları unutabilenlere

Senay Öztrak (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 16:38

Sevgili İnci Gürbüzatik, bu ne güzel, ne kadar başarılı bir değerlendirme..Zorba filmiyle ilgili olarak , o unutulmaz Sirtaki sahnesi ve müziği dışında hafızamda bir şey yokken, her cümlenizle filmin her karesini ayrıntısıyla yaşadım. Kaleminize sağlık.. Gönülden kutluyorum. Hep yazın biz de okuyalım.

Senay öztrak (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 16:45

Sevgili İnci Gürbüzatik, bu ne güzel bir yazı, ne güzel bir film değerlendirmesi. Filmin her karesi, her bir cümlenizle gözümün önünde canlandı, filmi sizin gözünüzle tekrar izledim..Hele de o unutulmaz Sirtaki sahnesini...Kaleminize sağlık.Siz hep yazın biz okuyalım.Gönülden kutluyorum.

Sevgi Güney (doğrulanmamış) Ct, 15 Haziran 2024 - 23:47

Son derece akıcı ve lirik bir yazı olmuş. Bir solukla, keyifle okudum. Zorba nın Fikret Hakan lı tiyatrosunu, Anthony Quinn li sinemasını izlediğim halde ilk defa deneyimliyormuşum gibi hissettim; yerinde saptamalar nakış nakış psikososyal ve sosyo-kültürel temalı donelerle özenle bezenmiş. Yolu edebiyatın eğlenceli ve çok keyifli patikalarına rastlanan herkesin bu lirik
yazıyı okumasını öneririm. Çok teşekkür ederim İnci Gürbüzatik üstad'a.

Melike Bayazıt (doğrulanmamış) Pa, 16 Haziran 2024 - 02:10

Sayın İnci Gürbüzatik filmi ne kadar içselleştirmiş. Yazıyı okurken adeta filmi yeniden seyrettim. Kaleminize sağlık sayın hocam.

Necla Göçmen (doğrulanmamış) Pa, 16 Haziran 2024 - 21:13

Sayın İnci Gürbüzatik
Yaşadığımız gerçekleri çok güzel dile getirmiş siniz. Gerçekten de akşam evde dinlenirken film izlemek istesek bir sürü alternatifin arasında keyifle izleyeceğimiz, bizde iz bırakacak bir film bulmak oldukça zor. Bu konuda söylediklerinize katılıyorum. Zorba filmini de o kadar güzel anlatmışsınız ki yazınızı okurken filmde ki bir çok sahne tekrar gözümde canlandı. Elinize sağlık.

Filiz Hıncal (doğrulanmamış) Pa, 16 Haziran 2024 - 23:42

Harika bir film anlatımı ve yorumu. Sevgili İnci Gürbüzatik’i içtenlikle kutluyorum. Bir çokları gibi yıllar önce ve defalarca seyrettiğim filmi tekrar görmüş kadar oldum ve derinlemesine yaşadım. Ama daha da önemlisi anlatımın tadı damağımda kaldı!!

Konuk (doğrulanmamış) Pt, 17 Haziran 2024 - 09:18

Her yazınızda yaşadığım duygu selinde boğulmak, hala hissedebildiğimi fark etmek, yaşama olan inancımı tazeliyor. Siz hep yazın ve biz nefes almaya, bütün olumsuzluklara, dertlere, tasalara rağmen kalbimizi yumuşak tutmaya devam edelim.

Mehmet Tuncer (doğrulanmamış) Sa, 18 Haziran 2024 - 17:57

Sevgili yazar Inci Gurbuzatik in unutulmaz Zorba filmini anlatan çok güzel bir yazısı bayram armağanı gibi geldi bu gün..Kendisini kutluyorum..

Aysel Oğuz (doğrulanmamış) Sa, 18 Haziran 2024 - 20:06

Filmi yeniden görmüş kadar oldum Daha da fazlası hatta Bbu kadar güzel bir yorumla anlam kazandı film

Aysel Oğuz (doğrulanmamış) Sa, 18 Haziran 2024 - 20:06

Filmi yeniden görmüş kadar oldum Daha da fazlası hatta Bbu kadar güzel bir yorumla anlam kazandı film

Sevin Sezgin (doğrulanmamış) Sa, 18 Haziran 2024 - 20:29

Filmi yeniden izlemiş gibi oldum. Sanırım bizim kuşağın en unutulması. Anthony Quin ve İrene Papas harikalar yaratmıştı.Müzik deseniz bir efsane. Sevgili İnci Gürbüzatik’e sonsuz teşekkürler anımsattınız için.

Meral Yoksoy (doğrulanmamış) Çar, 19 Haziran 2024 - 07:37

Hocam ne güzel anlatmışsınız. Maalesef utanarak söylüyorum filmi izlemedim. Sayenizde izlemiş gibi oldum. Film listeme geç de olsa aldım. Sevgilerimle.

Günay Güner (doğrulanmamış) Pt, 24 Haziran 2024 - 15:48

Sevgili Gürbüzatik,
Neredeyse yaşıtım Zorba filmi. Hâlâ söz ettiriyor. Kaleminizden, yeniden izlercesine söz ettiriyor. Sizden okumak bambaşka. Çok sağ olun. Değindiğimiz gibi, oyuncular görkemli, unutulmazlar. Biz Türklerle ilgili anlatıkları da vardı diye anımsıyorum Zorba'nın. Ve Constanz... Evet, müthiş. Yalan nedir gerçek nedir?..
Bilincinize sağlık.
Sevgiler.
Günay Güner

Günay Güner (doğrulanmamış) Pt, 24 Haziran 2024 - 16:01

Sevgili Gürbüzatik,
Neredeyse yaşıtım Zorba filmi. Hâlâ söz ettiriyor. Kaleminizden, yeniden izlercesine söz ettiriyor. Sizden okumak bambaşka. Çok sağ olun. Değindiğimiz gibi, oyuncular görkemli, unutulmazlar. Biz Türklerle ilgili anlatıkları da vardı diye anımsıyorum Zorba'nın. Ve Constanz... Evet, müthiş. Yalan nedir gerçek nedir?..
Bilincinize sağlık.
Sevgiler.
Günay Güner

Zeynep Aktoğu (doğrulanmamış) Sa, 25 Haziran 2024 - 09:55

Sevgili İnci, Zorba hakkında yazdıklarına katılıyorum. Anlatımın şahane. Kalemin hep yazsın. Belleğin damak tadını tatlandırdın. Sizinde günleriniz tatlı geçsin. Sizi seviyorum güzel kadın, çelik yürekli kadın💜💐

Gozdem Gurbuzatik (doğrulanmamış) Çar, 26 Haziran 2024 - 22:57

Anne, bu yazıyı epey geç olarak şimdi okudum. Hafıza ve koku arasındaki bağı bu kadar çok çalışmakta ve kafama takmaktayken senin yazının şimdi bende yarattığı "bellek tadı" inanılmaz. İşaret ettiğin şey, aslında insanın içine yer ettiğini düşündüğün anların bir yaşa geldikten sonra nasıl algılar katmanlarında olgunluğa ulaştığı. Her bir kelimen bir sirtaki adımı gibi. Yazdıklarını notalarda atlar gibi sanki dansı öğreniyormuş gibi pür dikkat ve nefes nefese okudum. Filmi seyreden de seyretmeyen de bu ritmi yakalar. Aklına kalemine sağlık. Hafızanın ve bilincin içimizdeki yansımalarına böyle bir ışık tuttuğun için. Film ile akis halimizin dili damağımızda şimdi. Bu yazı için çok teşekkür ederim. Kızın Gözdem.

Gozdem Gurbuzatik (doğrulanmamış) Çar, 26 Haziran 2024 - 22:58

Anne, bu yazıyı epey geç olarak şimdi okudum. Hafıza ve koku arasındaki bağı bu kadar çok çalışmakta ve kafama takmaktayken senin yazının şimdi bende yarattığı "bellek tadı" inanılmaz. İşaret ettiğin şey, aslında insanın içine yer ettiğini düşündüğün anların bir yaşa geldikten sonra nasıl algılar katmanlarında olgunluğa ulaştığı. Her bir kelimen bir sirtaki adımı gibi. Yazdıklarını notalarda atlar gibi sanki dansı öğreniyormuş gibi pür dikkat ve nefes nefese okudum. Filmi seyreden de seyretmeyen de bu ritmi yakalar. Aklına kalemine sağlık. Hafızanın ve bilincin içimizdeki yansımalarına böyle bir ışık tuttuğun için. Film ile akis halimizin dili damağımızda şimdi. Bu yazı için çok teşekkür ederim. Kızın Gözdem.

Tülay Tulun (doğrulanmamış) Ct, 29 Haziran 2024 - 00:29

İnci Gürbüzatik okurken yaşatan bir yazar, dili mukemmel, turkcenin tüm detaylarini ince, ince ıslıyor, okurken akiyor,filmi sanki o çekiyor…Hep yazsın,hep okuyalım, hararetle kutluyorum.

Hatice Yücel (doğrulanmamış) Cu, 05 Temmuz 2024 - 16:52

Sevgili İnci Gürbüz Atik,
Bu yılın Haziran sıcakları sevdiklerimize ulaşmamızı da etkiledi desemkaçamak olmaz sanırım.
Gerçi bu yazına ulaşmam için bir özür olmamalı.
Ancak gerçekten bugün torundan yardım alarak okudum, kusura bakma. Böyle ciddi yazıların emeğine karşı saygımı bilirsin;affola…
Sinemayı biz kasaba insanları çoook sonradan değerlendirebildik; bu nedenle konuya yazık ki uzağım. Yazmadaki titizliğin, oyuncu gibi konuya sarılışın,onlardan yeni yollar bulup okuyucuyu zenginleştirmenle sıkılmadan donandım. Dilinin temizliği, cümlelerin açıklığı, sevgiyle yazıldığı belli.okuyucuyu da yazının ve oyunun içine alman becerin en önemlisi!
Yüreğine, aklına , kalemine sağlık ..
Başlığını da çok beğendim, Belleğinin damak tadı var gerçekten. Varol. Nicelerine…
Sevgiler…

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.