Türkçe Dublajlı Mitolojik Bir Aşk Hikayesi

Kültürel Miras

 Türkçe Dublajlı Mitolojik Bir Aşk Hikayesi.

Yatağanlı Hemşerimiz Tanrıça Hekate’nin bizden Hikayeleri Bölüm I

Çok değil 2364 yıl kadar önceydi, sonbahar yağmurları başlamış, yağan yağmurun yerdeki sararıp dökülmüş yapraklar üzerine düşen damlalarından ve heyecandan körük gibi inip kalkan göğüs kafesinden çıkan nefesten başka bir ses duyulmuyordu. Gecenin zifiri karanlığı altında Bizantion’un (İstanbul) dış surlarının hemen önünde Büyük İskender’in babası II. Filip’ten gelecek saldırı emrini büyük bir heyecanla, ölüm sessizliğinde bekleyen askerler son kontrollerini yapıyordu.

Parlak bir dolunay olmasına rağmen Bizantion’un üzerine karanlık bir şal gibi çökmüş yağmur bulutlarından dolayı zifiri karanlıktan göz gözü görmüyordu. Büyük Makedon Kıralı II. Filip tam altı aydır kuşatma altına aldığı Bizantion’u ele geçirmek için bundan daha iyi şartlara sahip değildi. Kuşatma harekâtı için şartlar son derecede elverişliydi, yağmur, çöken bulutlar, oluşan sis, görüş mesafesini neredeyse bir metreye düşürmüştü. Kuşatma için her şey mükemmelken zamanlama ise bundan çok daha iyi olamazdı.

Altı aydır büyük bir sabırla kenti kuşatmanın sabırsızlığı II.Filip kadar bütün Makedon askerlerini de sarmış, son derecede elverişli hava koşulları sayesinde şehiri düşürmenin an meselesi olduğu heyecanını iliklerine kadar hissediyorlardı.

Hassas kulaklara sahip bir insan, şehrin dış surlarının önünde bekleyen Makedon askerlerinin gelecek olan taarruz emrin heyecanıyla hızlanan ve adeta buharlı bir tren lokomotifinin çıkardığı ses misali kalp atışlarının sesini yapraklar üzerine düşen yağmur damlalarının sesinden ayırt edebilirdi.

Yağmur bulutlarının kurşun gibi ağırlaştırdığı ve bir karabasan gibi üzerine çöktüğü Bizantion’un kasvetli havasının sağladığı karanlık, şehrin üzerine adeta yorgan gibi örtülmüş ve şehirdekiler bu yorganın sıcaklığının rehavetinden, birazdan başlarına gelecek felaketten habersiz gaflet uykusunun en derin hallerini yaşıyorlardı.

Şehir, ölüm sessizliğinde uyuyordu, ancak uyumayanlarda vardı. Makedon askerleri yağmurlu gecenin zifiri karanlığından istifade ile ani bir taarruzla şehri ele geçirmek için son hazırlıklarını yaparken Bizantion’un kurtarıcı Tanrıçası Muğla’nın Yatağan ilçesinde yaşayan hemşerimiz Hekate şehrin yardıma yetişir ve Hekate’nin sadık dostları ve hiçbir zaman yanından ayrılmayan köpekleri Hekate’nin işaretiyle havlamaya, ulumaya başlayarak bütün şehri bir anda uyandırır, uyanan insanlar ve askerler hemen savunmaya geçerken Hekate gökyüzündeki yağmur bulutlarını aralayarak dolunayın çıkmasını ve gökyüzünün aydınlanmasını, buna destek olarak da şehrin üzerine bir meteorun düşmesini ve bir meşale gibi gökyüzünün aydınlanmasını sağlayarak şehri kuşatmaya çalışan Makedon askerlerin, ışık tutulmuş tavşan gibi ortada tabak gibi görünmelerine sebep olurken daha sonra alınan önlemlerle, şehri kuşatan askerler derhal püskürtülmüş ve Bizantion’u altı aylık bir kuşatma ile de işgal edemeyeceğini anlayan II. Filip bu sevdasından vazgeçmiş ve Makedonya’ya geri dönmek durumunda kalmıştı.

Bizantion’u Makedonyalılardan II.Filip’in işgalinden kurtaran Tanrıça Hekate İstanbul’un ilk atası ve koruyucusu sayılmış ve Bizantion’un kurtarıcı Tanrıçası olarak çok büyük saygı görmüştür.

M.S. 5. yüzyılda yaşayan Miletoslu Hesychios, Byzantionluların bu olayın anısına Meşale Taşıyan Hekate onuruna bir heykel diktiklerini kaydetmektedir. Stephanos, Byzantion’un limanı Phosphorios’un (“Işık taşıyan”) adını bu olaydan aldığını ileri sürer.

Eğer ki geceleri köpekler havlamaya uzun, uzun ulumaya başladıysa bilin ki tanrıça Hekate’nin sadık dostları köpekleriyle çevrenizde dolaştığı ve köpeklerin Tanrıçayı ve yanındaki köpeği gördükleri için havladıklarıdır.

Hekate, M.Ö. 3100’lerden itibaren Mısır tanrıçalarından Heket ile bağlantılı olduğu söylense, Mısır’da Heket tapınımı görülse de Hekate kültünün Anadolu’ya ne zaman ve nasıl geçtiği bilinmemekle birlikte Frigyalılar ve Karyalılar Hekate’ye büyük önem vermişlerdir. Eskişehir Arkeoloji Müzesi’nde bulunan ve Frig dönemine ait Hekate heykelciklerinin çokluğu bunun kanıtıdır. Karya, Frigyalılar tarafından ele geçirildikten sonra Hekate kültü bu bölgede kök salmıştır.

Tanrıça Hekate Olympos’un 12 tanrısı arasına girmeyen, çok gizemli, Anadolu’ya özgü, Karia kökenli bir tanrıçadır. Homeros’un eserlerinde tanrıçanın adı geçmemesine rağmen, Anadolu kökenli antik yazar Hesiodos Theogonia’da ondan çok bahseder.

Hekate Karya’lı, yani Anadolu’nun batısında Güney Ege’den Aydın, Muğla bölgesin de yer alan Yatağan ilçesinden, bizden biri buram, buram Anadolu kokan yerel bir Tanrıça. İmkan olsa zamanda yolculuk yapabilsek Tanrıça Hekate’nin nasılda bizden biri olduğunu anlayabilsek..

Mutlaka, sabahları uyandığında bahçedeki dut ağacının hemen dibindeki tulumbanın soğuk suyuyla yüzünü yıkadıktan sonra, atkı ve çözgüsü pamuk ya da keten olan düz veya karışık dokumalar, bez ayağı tekniği ile yöre halkının tezgahlarda dokuduğu kumaşa, çamaşır ipeği, metal yassı gümüş ve altın rengi tel, metal bükümlü ipek iplik ve altın rengi metal iplikler ile, düz-verev hesap iğne, düz-verev sarma, gidip-gelme gözeme, verev pesent, balık sırtı, civan kaşı ve üçgen susma iğne teknikleri ile işlenen motifler, mor’dan gül kurusuna, açık-koyu yaprak yeşilinden nar çiçeği kırmızısına rengin her türlüsü ile kumaşa nakşedilirken, çoğunlukla bitkisel bezeme motifler, doğada bulundukları biçimlerinden farklı olarak, anti natüralist ve sürrealist yaklaşımlarla çoğunlukla doğadan stilize edilerek, somut, geometrik bezeme motifleri nonfigüratif bir yaklaşımla soyutlanarak işlenmiş Muğla yöresinin ünlü Peşkir’i ile sabahın seher vakti serinliğinde ıslanmış yüzünü kurular ve kahvaltıya geçmeden önce ıslanmış peşkiri çardağın iki direği arasına gerdiği çamaşır ipine mandalla asardı,

Dut ağacının gölgesinde, kaçak çıktığı katın pergolesini yaptığı beş’e on dediğimiz ahşap direklerden arta kalanlardan yapılmış, üzeri yeni yaptırdığı mutfağın şap, kara beton zeminine güzel görünsün diye döşediği parke desenli kahverengi yer muşambasından arta kalan parçasıyla kaplanmış basit bir tahta masada, kesinlikle 3,4 tane sıcacık taze ‘’boyoz’’’la birlikte haşlanmış yumurta, yeşil zeytin yanında da bir demet roka, hemen yakınlarında çevrede bulunan Türkmen köylerindeki Yörük kadınlarının yaptığı ekşi mayalı ekmekten büyükçe bir lokma koparıp, annesi Asteri’nın annesi, yani Hekate’nin ananesi Titanis Phoebe'nin çeyizinden kalma tabanı çivit mavi gül desenli beyaz çinko emaye küçük tepsisine özenle doğranarak konmuş, taze henüz yeni dağdan toplanmış kekikli domates üzerine boca edilmiş Bafa Gölü-Milas arasında dağ köyleri civarındaki güneş görmeyen güney yamaçlarındaki zeytinliklerden elde edilmiş soğuk sıkım zeytinyağına banıp, banıp yerken su bardağında, bol şekerli ama demli çay içtiğini, öğle yemeğinde ise yine bol zeytinyağlı hesaplı köylü pazarından alınmış börülce yemeği, yalnızca domat, kuru soğan ve acı yeşil biberden yapılmış bol limonlu salata ve yanında da biraz ekşimiş ev yoğurdunu kaşıkladığını görürken, akşamları ise imar affından istifade ederek Tapınağının yanına kaçak çıktığı katının terasında çardağın altında, biraz İzmir tulumu, domat, roka, birazda kırık yeşil zeytin, ceviz, acı pul biber üzerine dolaştırılmış zeytinyağından oluşmuş mezeleri, hırsız almaz kavunu eşliğinde çay bardağında rakı ile yudumladığı, ay ışığının aydınlattığı Stronekia kara çam ormanlarına baka, baka demlenirken içtiği rakının efkarından olsa gerek Anadolu erenlerinin fotoğrafının asılı olduğu yeşil badanalı duvardaki on’luk inşaat çivisine asılı Olimpos’un 12 Tanrısından biri olan Hermes’in icad ettiği ve kardeşi Apollon’un sürüsünden çaldığı 50 büyükbaş hayvan için laf söz etmesin, çenesini kapasın diye Apollon’a hediye ettiği, kaplumbağa kabuğundan gövdesi, keçi boynuzundan yapılmış kolları arasındaki yedi telinden çıkan hafif ve hüzünlü sesi, aynı zamanda ahenkli bir evrenin simgesi olarak da kabul edilen ve Platon tarafından da sesinin insan ruhunu arındırdığını, aynı zamanda insanın zihnini dinginleştirip ahenkli bir yaşam sürmesini sağlayan. yedi telli antik ‘’LİR’’ ini alır ve başlar mırıldanmaya, mırıldandıkça efkarlanır, efkarlandıkça çay bardağındaki rakının biri dolar biri boşalır, daha da efkarlanınca lir’in 7 teli arasında dolaşan o narin parmakları Evfer usulünün 9-4 luk ölçüsünün ağır aksak ritmini çalmaya başlar ve kaçınılmaz sonuç olarak ‘'               

‘’Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya,

               Bay Mustafa çağırdı, dama oynamaya,

                Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,

 Söz anlamaz Ormancı, çekmiş kafayı,

 Aman Ormancı, canım Ormancı

 Köyümüze bıraktın yoktan bir acı,

Tevfik'imi vurdular, hiç mi hiçine,

Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine… ‘’

diye Ormancı türküsünü Müzeyyen Senar gibi başlar söylemeye, en çok da iki can arkadaşın çıkan hengâmede Mustafa’nın elindeki silahın patlamasıyla kazara can dostu Tevfik’in vurulup ölmesine yüreği dayanamaz, tanrıça da olsa kadın yüreğidir, hele ki yörenin, Anadolu’nun vefakar ve cefakeş bir kadını, tanrıçası olması daha da vicdanlı, yufka yürekli yapar Hekate’yi, hiç benzer mi bi kere Olimpos Dağının kibirli, kompleksli 12 tanrısına.

Türkü bitince de büyük bir şaşkınlıkla liri çekyatın kenarına koyar ve ‘’ Yaa Belen Kahvesi neresi, Mustafa kimm, dama oynamak nedir, Tevfik kim, Tevfik’i kim niye vurmuş, Ormancı kim, niye masayı dağıtmış ben bu türküyü nereden biliyorum da dilime pelesenk oldu, daha bu türkünün yakılmasına binlerce yıl var ama bana nerden ilham geldi, ucuz olsun diye İsmail emminin yaptığı ev yapımı rakıyı fazla mı kaçırdım, yoksa ucuz olsun diye rakıya metil alkol mu koydu, ulennn kör olmayalım bak şimdi, daha kurtaracak bir çok şehir var, benim köpeklere kim bakacak, barınaklara götürüp orada uyutmasınlar sonra, uleen şimdi de bişi olmazsa söz bundan sonra çakma rakı içmicem, pahalı da olsa Strenokia anfi tiyatrosunun yanındaki Hüsnü abinin sabaha kadar açık olan Tekel bayiinden bandrollü rakı alıcam ‘’ deyip , biraz dinlenmek, uzanmak için çekyata geçip sol ayağını çekyatın yaslanma tarafına kaldırıp sağ elinde de uzaktan kumanda ile uzanıp hafiften şekerleme yaparken de 37 ekran renkli TV de kadın programlarını seyrettiğini görürdünüz.   

Üç farklı yöne bakan, üç yüzü olan bir kadın olarak tasvir edilen ve bu özelliği nedeniyle, koruma amaçlı yol ayrımlarına ve eşiklere heykelleri yerleştirilen, ay, gece, ölüler, anahtarlar, sınırlar, kapılar, yeraltı, büyücülük, yol ayrımları ve eşikler ile ilişkilendirilmiş bir Tanrıçadır hemşerimiz Hekate.

Karyalılar yani Muğla ve civarında  yaşayanlar, hemşerileri tarafından oldukça sevilen ve sayılan Tanrıçamız Hekate, Titan soylu Perses ve Asteria'nın kızıdır, aynı zamanda anne tarafından Artemis ve Apollon ile kuzendir yani Olimpos’un 12 Tanrısından biri olmasa da bir hayli nüfuzlu bir soya, aileye aittir. Yani sıkışınca ‘’ Sen benim kim olduğu mu biliyormusun? ‘’ diyecek kadar nüfuzlu bir aileye sahipti. Bu özellikleri sayesinde Tanrıların kralı Zeus gökyüzünü kendine ayırırken, kardeşleri Poseidon’a denizleri, Hades’e ise yeraltının sorumluluklarını alacak şekilde paylaştırırken tanrıça Hekate’ye ise asli vazifesi uhdesinde kalmak üzere bu üç önemli alanda da yetki verir.

Tanrıçamız Hekate, Olimpos’un o kendini beğenmiş Tanrılarına da pek benzemezdi hani, Yatağanın hemen ilerisinde, yaşadığı Antik Lagina beldesinde bir kahramanlık görevi olmadığı sair zamanlarda dönemin antikçağın geleneksel, kare şeklindeki tek parça beyaz keten kumaşından yapılmış, o muhteşem omuz başlarını ve o omuzlara mesnet olan geniş, gergin sırtı açıkta bırakan ve derin göğüs ve sırt dekoltesine sebep olan, o beyaz keten kumaşın ne kadar da gizlemeye, baskı altına almaya çalışsa da, biraz da Efe ruhundan olsa gerek baskılara boyun eğmeyen, kendini gururla gösteren isyankâr, başkaldıran o diri göğüsleri örtmeye çalışan ve o ince belini ortaya çıkaran bir bağcıkla ya da bir kemer vasıtasıyla belinden büzdürülünce tanrıçaya yakışacak şekilde adeta mermerden bir heykele dönüştüren ve tüm vücut hattını ortaya çıkaran Peplos’unu giymez, kendini daha rahat hissettiğinden olacak ki genellikle yöresel kıyafetler giyerdi.

‘’Sakağı’’’nda yani başına giydiği fes benzeri şeyin üzerinde, tabii ki bakır üzerine sarı kaplama altın görünümlü ‘’marçıl’’ ya da ‘’mançur’’ denen taklidinden değil, en hasından Tanrıça olmasına yakışır biçimde 20’lik denen altınlardan bulunurdu. Sakağının hemen altından alnı kapatacak şekilde baş çevresinin tamamını sardığı  krem rengi krepten ‘’çeki’’si ve bunların üzerine de ince delikli tülden yapılan ve üzeri tel işi olan ‘’üsküf’’’le başın tamamını örten Hekate, Eğribaş Sakağı’nın üzerine de taze, mevsiminde açmış çiçeklerden oluşmuş ‘’Dal Elmas’’ ’lar ile bezediğini görürüz.

Kırmızı ya da lacivert zemin üzerine altı renk çubuklu (yollu) olarak dokunmuş ‘’Altıparmak’’, çözgüsünde ipek, atkısında pamuk kullanılarak dokunmuş ince bir kumaş olan ‘’Çitare’’ ya da, mavi-mor-lacivert tonlarında çuha ve kadife kumaşlardan yapılmış ve üzeri renkli malzemeden, sim sırma, çoğunlukla sarı nakışlar ile işlenmiş, dar kesimli kısa, ancak dolgun göğüslerini örtecek şekilde önden biraz zorlansa da kopçalanarak kapanan, kısa kollu bir yelek ya da kadın cepkeni olarak da bilinen ‘’ Fermene’’sinin altına da,

 Krem rengi, yerli ipek dokumadan mamul, yakasız önden üç-dört düğmeli, kol uçları geniş ve pembe boncuklarla bezenmiş, iğne oyalı uzun bir gömlek olan ‘’Bürümcük’’’ü ipeksi tenini, bedenini sarıp sarmalarken, pespembe topuğu, yuvarlak, parlak ve üzerinde herhangi bir kusur olmayan ve çok nadir bulunan Güney Denizleri dediğimiz South Sea’de Avustralya, Endonezya ve Filipinler'de yetişen siyah inci gibi ojeli parmakları, narin ve uzun, pir-ü pak bakımlı ayağının ince bileğinden büzgülü Altıparmak, çitare ve boyama (pembe-lacivert-uçuk mavi) düz yerli dokuma kumaşlardan yapılan şimdilerde şalvar dediğimiz ‘’Topdon’’ ya da ‘’Topandon’’ giydiğini

Topandon’un da beline ipek dokumadan olan, “Trablus” veya “Kalbur” adı verilen kuşağı bağladığını ve bazen de bu kuşağın sardığı, kuşattığı ince belinin üzerine gümüş tokalı kemer taktığını, gümüş kuşağı kapatmayacak şekilde yerli dokumadan değişik desenli bir önlük takan ve hemen onun altına da Altıparmak ve Çitare kumaştan ‘’üç beş entari’’ denden üç etek türünden bir üstlük, ayağına da kırmızı renkli yemeni, içine de krem renkli yün çorap giydiğini görürdünüz.

Tanrıçamız Hekate, Stronekia, Lagina ve Yatağan’ın kırsalında yani memleketinde, çeşme başında, köy pazarında belki de kına gecelerin de geleneksel kıyafetleriyle, köylü kadınlardan pek ayırt edilemese de, ne zamanki Tanrıçalık vasıflarına uygun, kahramanlık gerektirecek bir görev olur, o zaman bir telefon kulübesinde kıyafet değiştiren Süperman misali, nasıl ve nerde kıyafet değiştirdiği fark edilmeden hemen üstüne beyaz ketenden Peplos’unu, ayağına da, diz altına kadar bağcıklı askeri bota benzer deriden Krepis’ini ya da Tanrıça Atena’nın avlanırken giydiği Embases’ini giyer, yanına, çizgi roman kahramanı Kızılmaske’deki Fantom’un görev arkadaşı Kurt Köpeği misali sadık görev arkadaşı Köpeğini, eline de meşalesini alır ve derhal vakit geçirmeksizin yardım istenen yere hızlıca ulaşırdı. Taa Yatağan’dan İstanbul’a ya da Persopones’un kaçırılmasında, anında hızlıca olay yerinde görülmesi anlaşılır gibi değildi, herhalde Hermes’in uçmasını sağlayan kanatlı sandaleti olan Talaria’sını mı giyiyordu bilinmez.

Hekate tanrıçalığına uygun ulusal ya da uluslararası bir görev aldı mı aşırı gururlanır ve göreve çıkmadan önce son kontroller için aynaya baktığında aşırı gururlanmasından kabaran göğsü aynaya sığmaz, görüntüsü adeta aynadan taşardı. Kabaran ve aynaya dahi sığmayan göğsü, aşırı gururlanmasından mı? yoksa kalıplara sığmayan, cüretkâr, isyankâr, baş kaldıran, asi olan, ağır beyaz keten kumaştan yapılmasına rağmen Peplos’unun dahi dizginleyemediği, gizleyemediği ve bir hayli zor durumda kalmasına neden olan dolgun, diri göğüslerinden midir? Bilinmezdi.

Hekate sıradan bir öğleden sonrası, diz yapmış, gri çakma pazar işi eşofmanıyla çek yatta uzanmış televizyonda, traktörle mahalle, mahalle dolaşıp satış yapan mahalledeki kadınlarla gayet samimi bir biçimde goy goy yapan karpuzcu için evini terk edip karpuzcuya kaçan ve üç çocuğunu kocasına bırakan kadının hikâyesini ballandıra, ballandıra büyük bir heyecanla anlatan kadın programlarını kola, çekirdek yaparak büyük bir keyifle izlerken, kanatlı sandaleti Talaria’sının kanat seslerinden irkilen Hekate, bir güvercin misali pencereye konan Hermes’i görür.

Zeus’un haberci, ulak Tanrısı Hermes tuzlu çekirdek ve kola eşliğinde dedikodunun belini kırarken  Hekate’ye güncel dedikoduları anlatır ve Homeros'un destanlarında, "güzel saçlı kraliçe" ya da "güzel örgülü kraliçe " diye geçen, insanlara toprağı ekip biçmesini öğreten, tarımın, bereketin, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçası, ekinleri, özellikle de buğdayı simgeleyen Demeter’in minnak kızı Persopones’in Yeraltı tanrısı Hades tarafından kaçırıldığını, Demeter’in üzüntüden migreni tuttuğunu ve günlerdir dağı taşı aramaktan helak olan ve kızını bulamayan Demeter’in üzüntüsünden hayata küstüğü ve bu küskünlükten dolayı toprağın bereketinin kalmadığı, yeryüzünde kıtlıklar oluştuğu ve birçok faninin kıtlık tehlikesiyle baş başa kaldığını büyük bir telaşla anlatır. Hermes bunları anlatırken duvarda asılı olan ve Apollo’ya hediye ettiği lir’i görür ve buraya nasıl geldiği hakkında kendi kendine düşünür ama çok da üstünde durmaz.

Ölüler ülkesi, ölülere hükmeden ve yeraltının tüm hazinelerinin, zenginliklerinin sahibi, yerden çıkan değerli madenler sayesinde bolluk, çokluk ve servet tanrısı olan, dilediğini zengin, dilediğini fakir yapan yeraltı tanrısı Hades, yeraltında tek başına yaşamaktan, her gün küçük ayran eşliğinde, çift lavaşlı, bol salçalı, patatesli az tavuklu öğrenci işi, duble zurna dürüm yemekten artık bıkkınlık gelmiş, sıcak bir tas çorbaya hasret kalmış, yalnızlık canına tak etmiş, o karanlık yeraltında tek başına yalnız yaşamaktan bunalmış, her gün meftalarla ‘’ ben yaşarken şöyle büyük adamdım, şöyle zengindim, köyün en zengini varlıklı ağasıydım, şu kadar marabam, şu kadar toklu’m, bu kadar tosunum vardı… ‘’gibi yıllardır emekliler kahvesindeki dayıların ya da ordu evlerinde emekli albayların bin kez yaptıkları muhabbetleri gibi tekrarlanıveren hep aynı ölü muhabbetinden sıtkı sıyrılıp yaşama sevinci kalmamış, her ne kadar tüm zenginliklere sahip olsa da bu zenginliği ile taçlandıracak bir eş, bir hayat arkadaşı bulamamanın sıkıntısı ile yaşadığı yalnızlığın vermiş olduğu bunalımdan çıkmak için radyoyu açar ve Sezen Aksu’nun    ‘’Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar, Kalbimde sevgin oldukça, Zenginlik mal mülk para neye yarar, Yanımda sen olmayınca,… Altın, gümüş, pırlanta Zümrüt, sedef, yakutla, Kim mutlu olmuş dünya da … Olmaz olsun tek dikilmiş ağacım, Kalbimde sevgin oldukça, Neye yarar olsa da altın tacım, Yanımda sen olmayınca ‘’  şarkısını da dinleyince ‘’ yaa sanki benim için yazılmış bir şarkı ‘’ der ve iyice efkarlanır, yaz tatilinde ucuz olduğu, zaten vatandaşı ve diplomatik kırmızı pasaportu olduğu için kolaylıkla gittiği Yunan adasından uygun fiyata aldığı Uzo’sundan iki duble rakıyı mezesiz yuvarlar, dertlenir dertlendikçe bir iki duble daha yuvarlar, sevgisizlik ve yalnızlık tan iyice daral gelir,  bir de radyodan Ferdi Tayfur’un ‘’ Neyleyim sen yoksan eğer, dünyanın serveti, Neyleyim sen yoksan eğer, ahiretin cennetini, Neyleyim sen yoksan eğer, sahilleri kırları, Neyleyim sen yoksan eğer, yaz kışı baharı’’…damar şarkısını dinleyince, ilerleyen gece vaktine rağmen, eşraftan tanıdık bir kızçazzz ile evlenmek yuva kurmak için anasına, bacısına, akrabaların bütün çöpçatan kadınlarına haber salar, mutlu, sıcak bir yuva sahibi olmak benimde hakkım, Olimpos’un Tanrısı da olsam yalnızlık bana göre değil diyerek evlenmeye karar verir.

 Almanya’da kurulu düzeni olan gurbetçi dayı misali hali vakti yerinde, garanti geliri, SSK’sı en yüksek pirimden ödenmiş, EYT’ye takılmamış, kirada bir dairesi ve caddenin en işlek yerinde bir büfesi olan, gelecekte hiçbir ekonomik sıkıntısı olmayan bir tanrı olan Hades  ‘’ şu karanlık dünyamı aydınlatacak bir eş bulursam, nişanda  en irisinden yetişkin Karacabey Merinos koçunun sağlı sollu boynuzlarına beşer den on tane Tuğralı kelepçeli Adana  burması bilezik takıcam, Telkâri akıtmalı gerdanlık, yirmi sıralı altın akıtma kolye, Gerçek Bahreyn incili(Kelep) Frenk Kolyesi,sağ kola on, sol kola on tane Gaziantep sepet örgü bilezik,birde yirmi sıralı, tam oymalı akıtma Urfa bileziği, her bir parmağına incili telkari yüzük,beline Urfa akıtma altın tokalı kemer,yani tepeden tırnağa, elinden ayak bileğine kadar vücut derisi gözükmeyecek şekilde tüm bedenini altınla kaplatacağım, altına boğacağım, çifte davullu, zurnalı düğün yapıcam ,vallahi de billahi de yapıcam, yapmazsam insan evladı değilim ‘’ der.

Hades’in evlenme isteğini duyan akrabalarda bir sevinç bir telaş ile hemen mahallelerinde uygun gelin adaylarına bakmaya, hamamlarda genç kızları görmeye giderler. Gelin adaylarına oğulları Hades’in nasıl iyi bir damat adayı olduğunu, işinin Almanya’dan güzel olduğunu, kurulu düzeni olmasa yeryüzüne çıkacağını ancak kurulu düzenini bırakamayan gurbetçi dayılar misali yeraltında kalacağını ama çok zengin olduğunu ballandıra ballandıra görüştükleri bütün gelin adaylarına anlatırlar,

Gelin adayları kollarına takılacak olan onlarca şıkır, şıkır burma bileziklerinin, gerdanlıkların, kemerlerin hayalini kurarlar ancak devamlı yeraltında kalmaları hiç de hoşlarına gitmez hani, nasıl olur da kollarındaki onlarca bileziği eltisine, görümcesine, komşularına gösteremezler, kına gecelerinde, düğünlerde, mahallede kadınların katıldığı günlerde o ziynet eşyalarını, takılarını gösteremedikten sonra ne anlamı vardı ki o kadar zenginliğin o kadar şatafatın ve sırf bu nedenle kimse bu cazibeli, baştan çıkarıcı ve hatta kışkırtıcı teklifi değerlendirmeye bile almaz, altına boğulacaklarını bilseler bile o karanlık, sıcak, ateşler içindeki yeraltı dünyasının kraliçeliğini kimse istemez.

Hades karanlık dünyasını aydınlatacak bir eş bulamayınca gönül rızası ile kimseyi ikna edemeyince işi metazori bir halle çözmeye kalkar. Beğendiği bir eş adayını kaçırmayı planlar. Değil mi ki abisi Zeus, neden korkacaktı ki, kendisi de bir tanrı değimliydi ki, ona kim karşı çıkabilirdi ki, hem yengesi yani abisi Zeus’un ikinci karısı adalet tanrıçası Themis varken kim ona dur diyebilirdi ki, kim şikâyet edebilirdi, hem şikâyet etseler n’olucaktı ki, adalet tanrıçası yengesi Themis’in koruması varken kim yargılayabilirdi ki Hades’i.

Hades aynı zamanda ölüler ülkesinin de tanrısıdır, ölüler ülkesini yönetir ve ölüleri sorgular, çok önemli görevi vardır. Nasıl olsa her canlı bir gün ölümü tatmayacak mı? Ee tüm faniler, bir gün Hades’in eline, inayetine kalmıcak mı? Hades’te bunu çok iyi bildiğinden kız kaçırma olayında ona zorluk çıkaracaklar bir gün onun eline düşeceğinden, kendisi hakkında kovuşturma neyin yapamayacaklarını düşünen Hades gönül rahatlığı ile her türlü kanunsuzluğu kız kaçırma eylemini rahatlıkla yapabileceğini düşünür.

Hades’in yeraltı dünyasında üç ayrı yer olduğunu bilen fanilerin ‘’aman Hades’çim eline düştüm, bana şefaat et de iyilerin yerleştiği Elysium’e(Cennet) giriş yapayım, ne iyilerin ne kötülerin yaşayacağı Asphodel’e ya da maazallah Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları, katillerin vb. kişilerin ceza olarak gönderileceği, Tartarus'a zinhar gönderilmeyelim’’ diyeceklerini çok iyi bilen Hades elindeki bu yetkiyi dibine kadar suistimal eder.

Hades kendine uygun, gönül rızasıyla bir eş, gelin adayı bulamayınca metazorik yöntemlere başvuracağını ve kendine eş olacak kişiyi zorla kaçırma yoluna gideceğini söylemiştik. Hades bu fikrini öncelikle hem abisi hem de kıdemli tanrı olan Zeus’a açmaya düşünür.

Akşama doğru güneşin batmasına yakın deniz manzaralı bir yere beyaz şahin’i çekerler, arabanın teybinden de Cengiz Kurtoğlu’nun ‘’Gelin olmuş gidiyorsun…’’ şarkısını açıp kırmızı ekstra kutu biraları, tuzlu fıstık eşliğinde yuvarlarken Zeus, Hades’in tuzlu fıstıkları habire tavuk gibi hızlıca götürmesine ayar olur ve ‘’oğlum az yavaş ye lan, bize fıstık neyin kalmadı, aç karnına içiriyon kırmızı Tuborg’ları maymun mu edicen bizi bu yaştan sonra ‘’ diyerek azarlar. Neyse bu minik tuzlu fıstık krizinden sonra Hades arabanın bagajından 3,4 paket daha en büyüğünden tadım tuzlu fıstıkları Zeus’un önüne koyar ve siniri yatıştıktan sonra, bol tuzlu fıstığı gören ve morali yerine gelen Zeus’a konuyu açar ve sohbeti kız kaçırma olayına getirir. ‘’ Abi ben n’apayım o kadar yere haber yolladık, tüm çöpçatan akrabaları seferber ettik, kabul edecek gelin adayına kilosu kadar altın takacağız dedik bi Allahın kulu gelin olmaya yanaşmadı ben şimdi n’apayım, o karanlık yeraltına mahkum kaldım, o karanlık dünyamı aydınlatacak bir eş adayı bulamadım ‘’ der ve abisi Zeus’tan yardım ister.

Hades çekinerek de olsa Zeus’a bereketin tanrıçası Demeter’in kızı olan Persophone’e aşık olduğunu hiç olmazsa onunla evlenmek istediğini ama Demeter’den çekindiğini söyler. Zeus, hem kardeşi hemde kızının annesi olan Demeter’in bu olaya sıcak bakmayacağını, güzeller güzeli kızının çok daha iyi adaylara layık olacağını ve yeraltına, ölüler diyarına gelin olarak gitmesine kesinlikle izin vermeyeceğini çok iyi bildiğinden Hades’e, biraz da aç karnına içtiği kırmızı yüksek alkollü biranın etkisiyle olsa gerek ‘’ oğlum maden seviyorsun bence git konuş ve kızı kaçır der ‘’  

Abisi Zeus’tan icazet alan ve sevindirik olan Hades hemen bir plan yapar ve sevdiceği Persophone’in yerini araştırmaya başlar. Bereketin tanrıçası Demeter’in minnak kızı Persephone ise o arada,

İsviçre Alp’lerinin Maienfeld beldesi Heididorf köyünün cennet misali yemyeşil çayırlarında saanem keçilerinin peşinde Peter’le beraber neşeyle koşan ve ‘’Yavru ceylan gibi kaçar, Seke, seke, çaydan geçer, Nazo gelin ayağına takar, Hal hal, ‘’ şarkısını da terennüm eden Heidi misali arkadaşlarıyla yeşil çayırlarda seke seke dolaşıyordu.

Persophone’e sahip çıkan Sicilyalılar, tanrıçanın adadaki Enna civarındaki, Giritliler kendi adalarının, Eleusinianlar, Boeotia'daki Nysian ovasının, Atinalılar ise Atina yakınlarına veya Eleusis yakınlarındaki çayırlarda Persophone’i hayal ederlerken İzmirli Homeros ise ünlü destanında hayali bir yer olan efsanevi bir yer olan Nysion' çayırlarında Persophone’i dolaşırken hayal ediyorlardı.

Persophone haftalardır ilk kez çarşı izine çıkmış asker gibi çayırlarda diğer peri arkadaşlarıyla neşe içerisinde çoşkuyla seke seke dolaşırken yemyeşil çayırlardaki kır çiçeklerinin büyüsüne kapılarak peri arkadaşlarından oldukça uzaklaşır, ormanın ücra köşelerinde yeşilliğin arasında göz kamaştırıcı, ışık saçan bir nergis çiçeğinin çekim alanına girer ve ona yaklaşmaktan alıkoyamaz kendini. Nergis çiçeğinin o muhteşem ışıltısının cazibesine kapılan Persopohone o çiçeği koparmak ister ama nereden bilecekti ki o nergis çiçeğinin oraya Zeus tarafından konduğunu ve kendisine Hades için tuzak kurulduğunu,

Persophone nergis çiçeğini koparmak için uzandığında artık çok geçti, mutfak balkonuna her sabah gelen çifte kumrulara hazırlamış olduğunuz ekmek kırıntılarını, kendi halinde büyük bir huşu içinde her şeyden habersiz yemeye çalışan kumruları dakikalarca büyük bir sabırla takip edip yavaş, yavaş ve sinsice yaklaşıp çevik bir hareketle üzerine atlayan ve bir anda savunmasız kalan ve neye uğradığını anlayamadan çaresizce son bir umut kanatlarını çırpmaktan başka yolu kalmayan kumruyu hızlıca eşinin yanından o keskin dişlerinin arasına alıp oradan süratle yüksekçe bir çatı ya da tavan arasına kaçan kedi misali Hades’de o anı bekliyordu.

Persophone nergis çiçeğini kopardığı anda gökyüzü karabulutlarla kaplanır, yer yarılır ve Hades yer altından, isimleri Orphnaeus (vahşi ve çevik), Aethon (bir oktan daha hızlı), büyük Nyctaeus (Cehennem atlarının gururlu şanı) ve Alastor (Dis işaretiyle damgalanmış) olan dört ölümsüz, siyah attan oluşan bir takımın çektiği altın bir araba ile yeryüzüne çıkar ve Persophone’i tutuğu gibi arabasına atar ve tekrardan ölüler diyarı, hükmettiği cehenneme geri dönerken neye uğradığını şaşıran Persophone acıyla çığlık atmaya başlar, kızının çaresizlik içinde atmış olduğu bu son haykırışı annesi tanrıça Demeter yüreğinde hisseder ve kızının başına kötü bir şey geldiğini anlar ve panik içerisinde adeta üstünü başını yırtarcasına kendini dağa taşa vurur ve  bir umut kızını aramaya başlar, ancak Hades’in siyah atlarla çekilen arabası çoktaaaan yarılan yeryüzünden cehenneme açılan gedikden hızlıca bir giriş yapmış ve açılan gedik tekrardan kapanmıştı bile.   

Bir sokak kedisinin balkonda ekmek kırıntılarını yiyen kumruyu kapıp çatıya kaçması gibi Hades’inde Persophone’i yeraltına kaçırması üzerine tanrıça Demeter, tanrıçada olsa nede olsa bir anneydi ve annelik içgüdüsüyle kızının başına kötü bir şey geldiğini anlamış panik ve üzüntüyle her yerde küçük kızı Persophone’i tam dokuz gün elindeki iki meşale ile yemeden içmeden kesilmiş, deli divane olmuş bir halde aramış ancak bir türlü bulamamıştı.

İşte tam bu olayların yaşandığı anda yani dokuzuncu günün sonunda çekyatta uzanıp kadın programı seyreden Hekate’nin penceresine uçan kanatlı sandaletleriyle bir güvercin misali gibi konan Zeus’un haberci tanrısı Hermes dedikodu tadında olanı biteni Hekate’ye tüm heyecanıyla tüm ayrıntılarıyla çoktannn anlatmıştı bile.

Hekate durumu öğrenir öğrenmez hemen harekete geçer, tanrıça Demeter ile buluşup Persophone’i aramak için hazırlığa başlar. Hazırlığın ilk aşaması hemen her daim yardımcısı olan siyah köpeğini, meşalesini ve boyutlar arası seyahatini sağlayan anahtarını alır ve görev kıyafeti olan peplos’unu giyer, operasyon hazırlıklarını tamamlar olay yerine gitmek üzere de ilk kalkan Pamukkale Turizmden 2+1 olan lüks otobüsten ilk 3 koltuğu ayırtır.

Hekate görev kıyafeti olan peplos’unu giyerken Hermes’ten peplos’u belden sıkılayan kuşağını bağlamasını ister, Hermes kuşağı beline dolarken, Hekate’nin ikili balık sırtı saç örgüsünün altında kuğu gibi boynunu, simetrik yuvarlak muhteşem omuzlarını, başkaldıran, asi, baştan çıkarıcı, iri, dolgun ve dik göğüslerinin peplosunun sırttan bağlanmasını engelleyerek ortaya çıkardığı davul gibi gergin geniş sırtını ve aşağıya doğru küçük bir krater gölü misali bel çukurunu ve kalçasının iki gamzesini, ince narin bileklerine doğru uzanan sütun misali bacaklarını ve pempe topuklu inci taneli, narin parmaklarıyla ayaklarını görünce, uçmasını sağlayan kanatlı sandaletinin talariasının kanatları kedi ağzında son nefesini veren kuş misali çırpınmaya başlamıştı. Kalp atışları kanatları gibi düzensiz atmaya başlamış ve ‘’yaaav arkadaş, biraz önce diz yapmış gri eşofman, üzerinde uzun kollu bol kazağı ve el örgüsü geyik desenli yün çorapları ile çekirdek çitlediğimiz dünya ahiret bacım gibi duran Hekate meğersem taş gibi, mermer heykel gibi muhteşem bir tanrıçaymış ‘’ diye düşünüp libidosu tavan yapınca bu halet-i ruhiye’sinden, hırlayınca tüm dehşetiyle bembeyaz dişleri panoromik film gibi ortaya çıkan, kanlı gözlerini kendisine dikmiş ve her an üzerine atlayacakmış gibi hazır olda bekleyen Hekate’nin simsiyah koskocaman köpeğini görünce hemen o şehvet modundan çıkmış ve tekrardan dünya ahiret bacım moduna dönmesi çok uzun bir süre almamıştı, korkudan olsa gerek kalp atışlarıyla talaryasının kanatları hemen düzene girmişti.

Normale, dünya ahiret bacım moduna hemen dönen Hermes, bacısı Hekate’ye gideceğin yere seni uçan sandaletlerimle bırakıyım der, ancak Hekate, gideceği yerin Denizli olacağını en fazla iki saat süreceğini ve gerek olmadığını söyler Denizli adını ilk defa duyan Hermes şaşkınlığını gizleyemez ve ‘’ Denizli’de neresi ? ‘’diye aşırı bir merakla sorar.

Anlamsız ve meraklı bakışlarıyla Hekate’den bir cevap bekleyen Hermes’e gayet rahat ve bir bilgiç tavırla ‘’ Yaaa sorma Hades’çim orası aslında seninde çok iyi bildiğin gibi Hierapolis ama çooook uzun yıllar sonra buraya at sırtında, ok atan, kımız içen Türk denen bir kavim gelecek ve buranın adını Denizli olarak değiştirecekler, yani bende anlamış değilim, burada deniz olsa gam yemicem ama deniz de yok ki kardeşim, bu gelenler çok değişik insanlar, sahil kıyısına, Bodrum’a, Datça’ya, Çeşme’ye gelirler, kuzu çevirme, Adana kebap yerler, yemyeşil çayırlarda, taze kekik otlamış kuzuların olduğu dağlık yerlerde de tereyağında, kiremitte Alabalık yerler, akıl sır erdirecek bir insan evladı değil bunlar Hades’çim ‘’der

Hades verilen cevapta herhangi bir mantık görmese de daha fazla uzatmaz ve ‘’ iyi güzelde sen niye Denizli’ye, yaaa bak beni de şaşırttın ne Denizli’si, niye Hierapolis’e gidiyosun ki, söylencelere, efsanelere göre Hades Persophone’i büyük ihtimal ya Sicilya ya da Atina yakınlarında çayırlardan kaçırdı ne işin var Hiyerapolis’de.’’ der ve merakı bir türlü bitmez Hades’in ve soru sormaya devam eder ‘’ tamam anladık yakın diye otobüsle Hiyerapolis’e yani senin deyiminle Denizli’ye gidiyon da neden üç koltuk ayırttın ki ‘’ demesi üzerine, Hekate’de ‘’ ilk iki koltukta ağır bir görevi olacak olan kömür karası siyah köpeğim, diğer sağ tarafta da tek başıma ben oturup gideceğim, ha unutmadan Hermes’çim bana bir çakmak neyin ver de meşaleyi tam mağaraya gireceğim zaman yakayım, şimdi boşuna yanıp masraf olmasın, yoksa tam mağarada o karanlıkta sönüverir de Hades’in yer altı dünyasında karanlıkta kalmayalım mazallah’’  diye cevap verir ve bir önceki sorusuna da  ‘’ Hermes’çim medyayı takip etmiyorsun galiba, bak daha yeni çıktı haberlerde, Hades’in yer altı dünyasının, cehennemin kapısı Denizli’de, Hiyerapolis’de bulundu, yani yaşadığı yeraltının kapısı Denizli’deyse büyük ihtimal bu kapıdan girecektir, ne işim var Sicilya’da Atina’da dimiii yaa, akıllı ol Hermes, bana boşuna üç yerin, gökyüzü, denizler ve yeraltının sorumluluğu verilmedi‘’ der ve Demeter ile buluşmak üzere büyük bir heyecan ve hızla yola koyulur.

Demeter dokuz gün boyunca kızı Persophone’i arar durur ancak bir türlü bulamaz, Hekate durumu öğrenir öğrenmez Demeter’e yardım etmek ve kaybolan kızını bulmak için Demeter’in yanına gider, Hekate dokuz gündür yemeden içmeden kesilen, saçı başı homeless’ler gibi olmuş Demeter’i elinde iki meşale ile çaresiz, bitap ve yardıma muhtaç bir halde bulur.

Neredeyse dokuzuncu gün dolmak üzereydi, onuncu günün ilk ışıkları dünyamızı aydınlattığında Demeter’in dünyası hala kapkaraydı. Demeter her şeyden umudu kestiği bir anda bir yıldız gibi parlayan, elinde meşalesi yanında köpeği, belinde alemler arası seyahati sağlayan anahtarıyla Hekate emre amade bir biçimde Demeter’in yanında bitiverir.

İsimleri Eous(Pyrois) (onunla gökyüzü döner)( şafaktaki)(ateşli olan), Aethiops(Aethon)(Phlegon) (ateş gibi, tahılı kavurur)(Alev saçan)(yanan), Bronte ("Gök gürültüsü") ve Sterope ("Yıldırım"). olan ve çeşitli efsanelerde isimleri farklılıklar gösterse de isimlerinin her zaman ateş, alev, ışık ve diğer ışıklı niteliklere atıfta bulunduğunu kabul edilen dört beyaz atın çektiği göksel ‘’quadrigası’’ altın bir arabayı süren ve bu altın ya da bazen pembe olarak tanımlanan dört atın çektiği quadriga’sı ile her gün doğudan batıya arabasını sürerek Oceanus Nehri'nden yükselen ve batıda yerin altına yerleşen bir tanrı olan, her şeyi görebilme yetisine sahip, hem Güneş'in hem de onun ardındaki temel yaratıcı gücü üzerinde toplayan, ışığının parladığı yerde olan her şeyi gördüğü ve tanıklık ettiği bilinen ve bu özelliklerinden dolayı Hades’in Persophone’i kaçırırken Helios’un görebileceğini düşünen Hekate, Güneş Tanrısı Helios’u görmeleri gerektiğini Demeter’e söyler ve Ana Tanrıça Demeter’e meşalesiyle yol gösterir.

Hekate yardımcı olduğu Demeter ile birlikte güneş tanrısı Helios’a giderler ve Persophone’i nerede bulacaklarını, başına ne geldiğini sorarlar;

Helios; “Demeter, kalbini yakan ızdırap ateşini biliyorum. Duyduğun sonsuz kederin büyüklüğünü anlıyor ve bundan ötürü sana acıyorum. Ne yazık ki, senin felaketine Hades sebep olmuştur. Çünkü o, senin kızını beğendi ve kaçırdı. Baştanrı Zeus da onun kendi kardeşi olan cehennemler tanrısının karısı olmasına müsaade etti. Artık senin güzel kızının yüzünü hiçbirimiz göremeyeceğiz. Artık o, bundan sonra Persephone adını alarak daima cehennemlerde kalacak, cehennemler kraliçesi olacaktır. İşte Baş-Tanrının takdiri budur.“ diye olanı biteni, gördüklerinin hepsini Demeter ile Hekate’ye anlatır.

Demeter Persophone’in Hades tarafından, kaçırıldığını duyunca; bir dönemin çocuklarını travmaya sokan ‘’ Boş Beşik ‘’ filminin en travmatik sahnesindeki gibi, çok uzun yıllar bir bebek sahibi olamamış ve sonra muradına ermiş ve en sonunda bir bebeği olmuş Fatma Girik’in devenin üzerindeki beşikte uyuyan bebeğini çalan ve dağın başında bebeğini parçalayarak yiyen kartalı gören bahtsız gelinin çaresizlikten ne yapacağını bilmez halde çırpınması misali Demeter de adeta çılgına döner, çaresizce Fatma Girik gibi çırpınır. Hele Hades’e kızını kaçırması için Zeus’un izin vermesini asla affedemez ve o kadar üzülür o kadar sinirlenir ki tanrılar diyarı, Olympos’u terk eder ve yaşlı bir kadın kılığına girerek deli divane, bir halde yeryüzünde gezinmeye başlar.

Demeter’in bu üzüntüsü ve yapması gereken görevleri yapmaması nedeniyle tarlada ekinler kurur, ağaçlar meyveler meyve vermez olur. Dünyanın çoraklaşmasına ve oluşan kıtlığa aldırış etmeyen Demeter Dünyada korkunç bir kıtlığın oluşmasına da seyirci kalır. Kıtlığın ve açlığın, bir aşk oyunundan ve kız kaçırma olayından dolayı perişan olan bir annenin içine düştüğü çaresizlik ve bunalımdan dolayı olduğunu anlayamayan insanlar bu çaresiz durumdan kurtulmak için tanrılara adaklar adayıp dualar etmeye başlar.

İnsanların bu haline üzülen Zeus, Demeter’in tekrar tanrılar âlemine Olimpos’a dönmesi ve doğayı uyandırması için çare düşünmeye başlar. Önce haberci tanrı Hermes’i Demeter’e göndererek ondan inadından vazgeçmesini  rica eder. Ancak Demeter’in bu öneriye yanıtı olumsuz olur. Zeus Demeter’den olumsuz yanıt alınca habercisi Hermes’i bu seferde Persophone’i kaçıran ölüler diyarı, yer altı tanrısı Hades’e elçi olarak gönderir. Hermes biraz da çekinerek de olsa Hades’e, abi elçiye zeval olmaz ama Zeus kıtlıktan ve açlıktan perişan olan insanlara acımasını, dünyayı açlığa mahkum eden Demeter’in bu inadından vazgeçirmek için kızı Persophone’i annesine geri göndermesini ister ve ivedilikle cevap verilmesi koduyla çift hilalli çok gizli evrağı tebellüğ etmesi için Hades’e verir

Zeus işleri rayına sokabilmek için tanrılar arası bir diplomasi mekiği kurar ve bir mesajı da Demeter’e göndererek ‘’ gelişmelerin umut verici olduğunu, kızına tekrardan kavuşabileceğini ancak Persophone’in o ölüm meyvası olan nar’dan inşallah yememiş olsun’’ der.

Demeter Hekate ile buluşur. Hekate, Hermes dışında üç dünya yani gökyüzü, denizler ve yer altı ölüler diyarı arasında dolaşabilen, anahtarıyla Hades’in kapısını açabilen tek tanrıçadır. Demeter’i arkasına alır ve anahtarıyla ölüler diyarının, Hades’in cehennem kapısını açar ve elindeki meşalesiyle Demeter’e ışık tutarak yol gösterir. Karanlıklar içerisinde meşalesiyle Hekate önde Demeter arkada mağarada, ölüler diyarında el yordamıyla Persophone’i aramaya koyulurlar.

Hekate ile Demeter zifiri karanlığı meşale ışığıyla aşmaya çalışırken, cehennemin yedi katından bağımsız olarak öteki dünyanın en azap çekilen yeri olan, içinde akreplerle yılanların bulunduğu, günahkârların içine atılarak azap çektikleri, gece kadar karanlık ve katran kadar simsiyah olan cehennem ateşi olan Gayya Kuyusunu’dan dikkatlice, tedirgin ama korkmadan cesaretle geçerler.

Geçtikleri bu azap vadisinde günahkârlar acıdan bağıramadıkları, durdukları yerde sessizce acı çektiklerinden ortamda sinirleri geren bir ölüm sessizliğin hâkimiyeti vardı. Birazdan çok derinden, ama anlaşılır bir kız çocuğunun hicranlı sesi, efsanevi cehennem kuyusunun ölüm sessizliğini bozar.

‘’…Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim…’’

Demeter biran için sesin geldiği yere dikkat kesilir ve birden kalbi hızlı, hızlı atmaya, gözleri aşırı sevinçten parlamaya başlar. Evet, evet bu gelen sesin sahibi yer altına kaçırılan minnak kızçesi Persophone’den başkası değildi.

Persophone, Malkaralı bahtsız gelin Zeynep’in ayrılık, hasret, sıla ve aile özleminin en hicranlı, en insanın bam teline dokunan, acılarla notalara dökülmüş türküsünü söylerken annesi ve Hekate sesin geldiği yere varırlar, Persophone kendini türkünün özlem yüklü ezgisinin havasına kaptırmış gözleri kapalı bir biçimde ‘’ Annemin yelkeni olsa açsa da gelse, … Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim…’’diye gözyaşları içerisinde, kına gecesinde hem ağlarım hem de giderim diyerek ağlayan gelin adayı gibi hem ağlayıp hem de içli, içli türküyü söylerken birden Hekate’nin meşalesinin parlak ışığı ile irkilir ve Hekate’nin arkasında annesi Demeter’i görünce de ne yapacağını şaşırır bir halde sevinçten çılgına döner.

Demeter kızına kavuşmuş ve günlerdir yaşadığı umutsuzluk ve çaresizlik gibi sıkıntılar şimdilik sona ermişti. Bu mutluluk dünyanın kuraklıktan ve kıtlıktan kurtulması, insanlığın açlıktan dolayı yok olmaması için bir umut doğurmuştu.

Hades’le konuşması ve Persophone’i geri yollaması için Zeus’un gönderdiği diplomatik elçi Hermes’ten haber gelir ve Hades’in Persephone’ye Yeraltı Dünyası’nın meyvesini yedirdiğini ve artık Persophone’nin Hades’in eşi olarak yeraltında kalacağını öğrenen Hermes, Zeus’a biraz çekinerek de olsa bu istenmeyen haberi iletir.

Demeter kızının yeraltı meyvesini yediğinden habersiz olarak, ilk şaşkınlığı ve evladına kavuşmanın vermiş olduğu sevinç sarhoşluğu geçer geçemez ilk sorduğu  şey ‘’ o boyu, posu devrilesice, gözü kör olasıca, boynu altında kalasıca, akşam ıscak yatasaca, sabah soğuk kalkasaca, cehenneme direk olasıca, teneşirlere gelesece, sürüm sürüm sürüneeeeeesece...kurşunlara gelesece,.o gara beygirli Hades olacak o cehennem zebanisi,cehennemin bekçi köpeği Kerberos suratlı Hades sana herhangi bir şey yedirdi mi ?  aaa benim kınalı guzummmm ‘’ olur. Bu kadar böğründen, taaa ciğerinden gelen bu beddualardan bir hayli şaşıran Persopohone ‘’ aaa anammm, garip anammm, çilekeş, cefakeş anammmm, senin dilin neler söylerrr, aaa anammm, sen günlerdir dağa taşa vurdun kendini, deli divane oldun, nerelere gettin, kimlerle konuştun, bu nasılll sözler aaa anammmm…’’  der ve ana kız biraz daha ağlaşırlar.

Persophone ve anası Demeter biraz daha dertleşirler o arada Hekate’de olanı biteni anlamaya çalışır. Persophone annesine geldiği günden beri hiç bir şey yemediğini, hatta Hades’in, istiyorsan dışarıdan dürüm ayran, ya da lahmacun neyin söyleyeyim dediğini anlatır. Bunları duyan Demeter derin bir ohh çekmeye hazırlanırken, Persophone, ‘’ ama annecimmm Hades geçen gün İzmir Pınarbaşı’nın ünlü nar’larından almış üç dört tane kadar nar tanesi yediydim ‘’ demesiyle Demeter’in saçlarına ak düşmesi bir olur. Zeus’un ‘’ Persophone’in o ölüm meyvası olan nar’dan inşallah yememiş olsun’’ dediği aklına düşer ve kızının ölüler yemeği olan nardan yediğini öğrenince yere diz çöker, peplos’unun cebinden çıkardığı mor mendilini başına bağlar, Urfa usulü hibri’sini (başörtü, eşarp) de şakaklarını ve alnını sıkıca saracak şekilde mor mendilin üzerine bağlar, diz çöker ve ellerini dizlerine vura, vura, başını sağdan sola çevire, çevire başlar ağıt yakmaya, ‘’ oyyyy gınalı guzummmmm, gınalı kekliğimmmm, yavrimmmmmmm, minnak kızçemmmm o cenennem köpeği Kerberos suratlı Hades sana ölülerin yimağından mı yedirdiiii, seni karanlık ve kasvet alemine mi mahküm ettiiii, yeraltı dünyasına bağlayıp gençliğini mi çürütecekkkkk  yavrimmmmm, evladımmmmm,bahtsız kızçemmmmm’’ diye başlar ağlamaya.

Hekate yürek parçalayıcı sahneyi içi acıyarak izlerken ana kızın bu durumuna daha fazla dayanamaz, hemen biraz ötede kayanın dibinde semt oturuşunu yapar peplos’un sol üst cebinden uzun Samsun paketinden bi dal sigara çıkarır, yola çıkarken Hermes’ten aldığı çakmağı bulamadığından elindeki meşaleyle sigarasını yakıp, derin bir nefes çekerken ince, ince sızan gözlerindeki yaşların akmasını da engelleyemez.

Annesinin bu şekilde dizlerini döverek ağlamasına bir anlam veremeyen Persophone annesi Demeter’e ‘’ yaaa annecim nedir bu haller, nereden öğrendin bu şekilde ağlayıp üstünü başını yırtıp kendini yerden yere atmayı ‘’ diye sorunca o da ‘’ nebilimmmm yavrimmm ana yüreği işte kendiliğinden, doğaçlama gelişti,içimden geldi, bazıları buna improvisation da diyooo geçen bi tv’de Sibel Can’ın Berivan dizisin de görmüştüm bu şekil ağlamayı, kadınlar üzülünce, bu şekil bağırıp,çağırıp ağıt yakıyorlardı,benimde canım çektiğdi ,ama iyi oluyormuş insan rahatlıyor valla..’’  diyerek …kızına durumu açıklamıştı..

Yeraltı dünyasının yönetmeliğinde yer alan ‘’Yeraltı Dünyası'nda bir şey yiyenler yeraltı dünyasından ayrılamazlar. ‘’ maddesi gereği Persophone’in Hades’in vermiş olduğu nar yani ölüm meyvesini yemesi onu yeraltında yaşamaya mahküm etmişti. Demeter’in tek korkusu buydu ve çektiği acının kaynağı buydu. Demeter çektiği, evlat hasretinin, sevgisinin, ayrılık acısının dayanılmaz acısıyla dünyayı kuraklığa ve açlığa mahküm etmişti. Zeus bu duruma çare bulabilmek için haberci tanrı Hermes’i tekrardan Hades’e gönderir ve bir anlaşma zemini, ortak bir yol arama yollarına gider, Hades Persephone'nin Dünya'ya dönmesine izin vermeye ikna edilebilirse, Demeter’de Persephone'yi görebilir ve tekrardan dünyayı kuraklıktan ve açlıktan kurtarabilirdi.

Hermes Zeus’un direktifiyle hemen yeraltına Hades’in bölgesine gider ve Zeus’un anlaşma şartlarını iletir. Hades Zeus’a karşı gelemez ve antlaşma şartlarını kabul eder.

Hades, sevgili Persophone’inden ayrılmak istemez ancak hem Zeus’un ricasını kıramaz hem de yeryüzünün kuraklık ve açlık nedeniyle kavrulmasını, insanlığın yok olmasına gönlü razı olmaz aynı zamanda kaynananın kuraklık ve açlık ile insanlığa bunları yapanın bana neler yapmaz diye düşünür ve Zeus’un şartlarını kabul ettiğini bildirir.

Hades bi konuşma yapmak üzere kendini toparlar Hekate’den bir dal uzun Samsun alır ve içli içli derinden bir nefes çeker ve tekrardan Hekate’ye döner İzmir sigara fabrikasının üretimi uzun Samsun’un bir başka güzel olduğunu, 6,7 aydır sigarayı bıraktığını ama bu derde düştü düşeli tekrardan başladığını söyler

Hades Persophone’e döner ve ‘’ Şimdi git Persephone, koyu cübbeli annene, git ve kalbinde bana karşı şefkat duy: bu kadar fazla üzülme; çünkü ölümsüz tanrılar arasında senin için uygunsuz bir koca olmayacağım, baba Zeus'un öz kardeşiyim. Ve sen buradayken, yaşayan ve hareket eden her şeye hükmedeceksin ve ölümsüz tanrılar arasında en büyük haklara sahip olacaksın: seni aldatanlar ve gücünü, adaklar, saygılı ayinler ve uygun hediyelerle yatıştırmayanlar sonsuza dek cezalandırılacaklar ‘’ der ve dudaklarının titremesini engellemek için ısırır, sesi titrer, boğazına oturan yumru nedeniyle konuşamaz ağlamamak için kendini zor tutar, göz yaşlarını içine akıtır. O sırada Bergen’den ‘’ …Yaşamayı sen'le anladım, Sende öğrendim ben sevmeyi, inan aşk nedir bilmiyordum, Sende tanıdım bu duyguyu, Hissetmeyi sen'le yaşadım, Sende tattım ben bu duyguyu, Söylemekten hep korkuyordum, Şimdi dinle bütün aşkımı, Elimde duran fotoğrafın, Baktım, inan tanıyamadım, Bu şarkıyı ben sana yazdım, Sense hâlâ anlayamadın…’’ ‘’ Elimde Fotoğrafın’’ şarkısı arka fonda çalmaya başlayınca Hades hıçkıra, hıçkıra ağlar ve sevgili Pesophone’sine ‘’ hadi minik aşkım, kızçem, arkana bakma ve dünyaya, annene geri dön ama beni unutma ‘’ der.

Bu aşırı duygusal sahneden sonra taraflar birbirine sarılır ve barışırlar, anlaşmaya göre Persephone yılın üçte ikisini yeryüzünde annesiyle, üçte birini yeraltında Hades’le geçirecekti, tabii ki bu süre bazı efsanelere daha farklı geçer, değişik efsanelerde bu süre yarı yarıyadır, yani altı ay dünyada, altı ay da yer altında Hades’in yanında yaşayacaktı.

Bu anlaşma şartları aslında dünyanın mevsimlerini de oluşturacaktı, Demeter'in kızını kaybetmenin verdiği çaresizlik, dünyanın bitki örtüsünün ve florasının solmasına neden olacak ve bu da Sonbahar ve Kış mevsimlerini simgeleyecektir. Persephone'nin zamanı dolduğunda ve annesiyle yeniden bir araya geldiğinde, Demeter'in neşesi, yeryüzündeki bitki örtüsünün çiçek açmasına ve yeşermesine neden olacak ve bu da İlkbahar ve Yaz mevsimlerini simgeleyecektir. Bu ayrıca Persephone'nin neden İlkbahar ile ilişkilendirildiğini de açıklar: Yeraltı dünyasından yeniden ortaya çıkışı İlkbahar'ın başlangıcını simgelemektedir. Bu nedenle, Persephone ve Demeter'in yıllık buluşması yalnızca mevsim değişikliklerini ve ekinler için yeni bir büyüme döngüsünün başlangıcını sembolize etmekle kalmıyor, aynı zamanda ölümü ve yaşamın yeniden doğuşunu da sembolize ediyordu.

(Bu yeraltına kaçırılma, mevsimlerin oluşması efsanesi nedense Sümer Mitolojisini hatırlatıyor insana, İnanna/İştar'ın antik Mezopotamya yeraltı dünyası Kur'a inişinin ve oradan geri dönüşünün hikâyesi ve İnanna’nın kocası Dumuzid’in yer altı hikayeleri ve mevsimlerin oluşma efsanesi bir hayli benzerlik gösteriyor Antik Yunan Efsaneleriyle. Neyse kültürler arası aktarım olmasa bu hikâyeleri de öğrenemeyecektik )

Hekate, Hermes dışında üç dünya arasında dolaşabilen tek kişi olduğundan Persephone’nin yeraltında ve yeryüzünde yol göstericisi, elinde meşalesi ile Hekate olmuş, Persephone’nin Hades’in yanına ve dünyaya annesinin Demeter’in yanına her altı ayda bir gidiş gelişlerinde ona arkadaşlık eden ve yer altı dünyasında yol gösteren yine Hekate olmuştur. Persephone ve Hekate arasında derin bir dostluk ve işbirliği başlar arkadaşlıkları ayrılmaz bir hal alırken Persephone, Hekate ile paylaşır .

Mutlu sonla biten bu olaylar neticesinde Zeus ve Olimpos Tanrıları rahat bir nefes alır, Demeter kaybolan kızı için protesto amaçlı terk ettiği Olimpos’a tekrardan dönme kararı alır, dünya açlıktan ve kuraklıktan kurtulur, her iki tarafın da istediği olur. Olay mutlu sonla nihayete erince Demeter ve Persophone biraz kaynatmak üzere balkona çıkarlar sigara, kahve eşliğinde biraz dedikodu yapmaya başlarlar.

Demeter kızına süreli de olsa kavuşmanın mutluluğu ile bir hayli rahatlamıştı, sade Türk kahvesi ve tellendirdiği sigarasıyla iyice gevşemiş, balkondaki çekyatın köşesine kaykılmış bir biçimde hafiften uzanarak ‘’ eee anlat bakalım kızım, neler yapıyorsun alıştın mı buralara..’’ deyince Perspohone’de kikirdeyerek alıştım annecim der yanakları hafiften kızararak.

Hadesçiği akşam yorgun argın eve gelince ..’’ akşam eve gelince bi Ezo Gelin çorbası,yeşil mercimekli meyhane pilavı bide ayran çırpıveriyom ki değme gitsin, Hadesçim, aslanparçam çok mutlu oluyor annecimmm..’’ diyerek annsiyle konuşmaya dertleşmeye başlar.

Hades’in ne kadar yorulduğunu bütün gün ölülerle uğraşmanın ne kadar yıpratıcı olduğunu anlatmaya başlar. ‘’ anneciğim, Hadesçim bütün gün ölülerle uğraşıyor, kolay mı anne, adamlar ölmüş ama ruhları hala ölmemiş, habire gelip, gelip Hadesçiğime ‘’  ‘’Yaa Hades kardeş, benim bi Amel Defterime  bir daha bakıversene, bizim durum nolucak, sanki defterde bazı eksik, yazılmamış sevaplar var gibi, aslında benim kredi notum bir hayli yüksek olmalı, Turuva savaşı var diye sevapları yazan meleklerin başı bir hayli kalabalıktı, Sparta Kraliçesi ve tüm kadınların en güzeli olan Helen'in Turuvalı Paris'e aşık olup kocası Sparta kralı Menelaos'u terk ettiğinde,.ortalık harman yerine dönmüştü, Aşil ile Hektor’un mücadelesini tüm dünya merak ediyordu, o arada bizim meleklerde yoğundu herhalde bizim sevapları eksik yazmış olmasınlar Hadesçimmm ‘’ diye Hadesçiğine düşük kredi notunu yükseltmeye çalıştıklarını anlatır, Hades de onlara defterde ne yazıyorsa doğru olduğunu eksik kayıt olmadığını anlatmaya çalıştığını ama hala itiraz edenlerin olduğunu anlatır. Bazı kaynaklarda Demeter’in Zeus’dan olma çocuğu, bir yerde de Hades’in kayınçosu olan Şarap tanrısı, bağbozumu tanrısı Diyonysos adına düzenlenen şenliklerde bu ölmüş işgüzarların nasıl atraksiyonlar yapıp Hades’e yaranmaya çalıştıklarını Persophone annesine anlatır.

Amel defterindeki eksik sevaplar için itiraz edenler belki bir umut olur diye Hades’e ‘’ Yaa Hadesçimmm, bak Diyonsos şenliklerinde taaa Trakya’dan Tekirdağ’dan kasalarca şarap getirdim, akşam şenlik sofralarında gariban vatandaşlara dağıttım, yemekler yaptırdım, gerçi şaraplar erken hasat, ucuzundandı ama olsun garibanlar şenliklerde bir hayli sevindiler, yüzlerce kişiye iftar çadırları gibi çadırlar kurdum, yedirdim, içirdim, dönemin şarkıcılarını çağırdım milleti hem doyurdum hem eğlendirdim, bunların sevabı bir yerlerde sıkışmış olmasın bi bakıver tekrardan şu deftere, hem Diyonsos senin kayınçon hem de komşun bak senin mağaranın, yeraltı dünyanın kapısı Denizli’de, o da senin hemşerin sayılır o da Denizli Çal’lı  ‘’diyerek her türlü ortamdan sevap çıkartmaya çalışırlar.

Hatta, yaşarken de oportünist, çakal, işgüzar bazı müteveffalar bu tip konuşmaları Hades’in kaynanası Demeter, müstakbel eşi Persophone ve Hekate’ninde şahit olacağı şekilde yüksek sesle yapıyorlardı ki Hades biraz daha zorlansın ya da onlara biraz şirin davransın ki kenara, köşe bucağa sıkışmış sevapları da kendi hanelerine işletsin diye. Bu durumu oldukça istismar eden işgüzar müteveffa konuşurken bir ara Hekate’ye dönüp Diyonysos ‘da bak senin hemşerin sayılır o da Denizli Çal doğumlu Yatağan’a ne kadar yakın diyerek Hekate’den şefaat dileniyorlardı..

Hades hem kaynanası Demeter hem müstakbel eşi Persophone’nin de olduğu ortamda belki kaynanaya şirinlik olur diye müteveffaya tamam bi daha bakayım amel defterine ama bi farklılık göremediğini iletince kendi ölmüş ama işgüzarlığı hala ilk günkü gibi diri olan müteveffa, Hadesçimmm  bidaha bak diyince Hades de ‘’ kardeşim amma pazarlık yaptın sen nerelisin, memleketin nire ‘’ diyince göya ölmüş olan kişi ‘’ Hades’çim Cappadocia bölgesinin Caesarea şehrindenim ‘’ deyince Hades de, anlamalıydım bu kadar pazarlık yapmandan, pastırma işiyle falan mı uğraşıyordun der ve müteveffayı azarlayarak diğer ölünün defterine bakmaya başlar.

Sıradakinin amel defterine dikkatlice bakınca Diyonysos şenliklerindeki kurmuş olduğu çadırlarda vermiş olduğu yemeklerin faturasını firmalara ödettiğini ve oluşan masrafı da vergiden düştüğünü görünce, ölüye çıkışarak bu rezilliği sorar. Şahsiyetsiz ölüde ‘’ valla haberim yok Hadesçimmm muhasebecim yanlışlıkla vergiden düşmüş, olur mu öyle şey, tamam bazı şeyleri vergiden düştüm ama kalbimde kötülük yok bilirsin yanlışlıkla olmuştur’’ diyip kıvıran müteveffaya Hades ‘’ Elysian Çayırları’na girebilmen için yani Cennete döşenen yolda hiçbir emeğin, bir tuğlan bile yok, tapınaklara ne bir adak adamışın ne de bir bağışta bulunmuşsun,  bir de hala amel defterinde sevap arıyorsun, bak Mylasa’a giderken yolun solunda Euromos da abim Zeus için yapılmış tapınağın beş sütununu kamu görevlisi Menekrates ile kızı Tryphania, yedi Tanesini de Quintos adlı bir başka kamu görevlisi tarafından parası ödenerek yaptırılmış, isimleri bak hem benim amel defterimde kayıtlı hem de o tapınağın sütünlarına da yazılmış , şimdi seninle onların durumu bir mi ‘’  diye atarlanan Hades son bir kez daha deftere baktığında tapınağa bağış olarak kayıtlarda yalnızca bir demet maydonoz bir tane de kırmızı plastik gül olduğunu görür ve bunlarla mı cennete girmeyi düşünüyorsun diye ölüye atarlanmasını devam ettirir.

Hades’in atarlanması üzerine durumu açıklamaya çalışan müteveffa  ‘’ Valla Hadesçimmm geçen, yani ölmezden önce koskocaman, boynuzu dört kıvrımlı, pöstekisinden yirmi kilo yün çıkacak kadar bir koçu Zeus tapınağının altar’ında Zeus’a kurban edeceğdim ama gel gör ki bak şu Allah’ın işine bu koç elimden kurtuluverdi ve taa Bafa yani Heraklia Gölünün oraya Latmos dağlarına kaçıverdi, peşinden koştuk ama yakalayamadık ‘’ diye kendinin de inanmakta zorlandığı açıklamasından sonra, Hades  ‘’ Eee tamam hadi inadık diyelim bir demet maydonozla o plastik kırmızı gül neyin nesi ki anlamdım ‘‘ diyince de  ‘’ yaaa Hadesçimmm o maydonozu adaklık koça yedireceğdim ama kurban bayramında bilirsin haberlere de konu olur bir çok kurbanlık kaçar, işte korktuğumuz başımıza geldi ve tam altar’da kurban edeceğim, adağım elimden kurtuluverdi, koç kaçınca da maydonoz elimde öylece kalıverdi ‘’ bu akıllara ziyan mazereti büyük bir şaşkınlıkla dinleyen ve inanmış gibi bakan Hades ‘’ ee o plastik gülün açıklaması nedir ‘’ diyince de hala cennetin kapısını aralayabilir miyim diyen ölmezden önceki pişkinliği, işgüzarlığı, oportünistliği hala devam eden antik çağın Zübük’ü ‘’ Hadesçimmm koçu altar üzerinde kurban ettikten sonra hemen orada derisini yüzüp derisini at arabasıyla ellerinde megafonla kurban derilerini kendilerine isteyen Olimpos vakfına bağışlayacağdım, yüzülmüş kurbanı da tapınağın hemen girişine herkesin görebileceği yere de çengelle asacağdım ki  kurbanı benim bağışladığım belli olsun, n’olur n’olmaz sevaplar karışmasın, sevaplar başka birine yazılmasın hani.. ‘’diye açıklamasına devam eden, ölse bile zübüklüğü hala canlı olan müteveffaya Hades ‘’ kurban derisini ihtiyacı olmayan olimpos vakfı yerine, Pegasus Vakfına bağışlasaydın ya, bak gökyüzünde devamlı uçan atların Pegasus’ların en azından, yem, veteriner, kanat bakım masrafları karşılanırdı ‘’ der ve hala plastik gülün ne işe yarayacağını tekrardan sorar büyük bir merakla.

               Pişkin zübük müteveffa ‘’ yaaa Hadesçimmm kurbanı kesip, yüzdükten sonra çengelle tapınağın girişine astıktan sonra o plastik kırmızı gülü de koçun kuyruk sokumuna sokacağdım, bilmiyom bir yerde görmüştüm, kasapta galiba, onlarca kesilmiş ve asılmış kuzuların kalçasına bu kırmızı plastik gülleri sokmuşlar çok da şık hatta estetik duruyor gibime gelmişti, işte nebilimmmm koç da elimden kaçınca elimde bir demet maydonozla bu plastik gül kaldı, tapınağa da elim boş gelmeyeyim, hiç olmazsa bu maydonozla plastik gülü bağışlayım dediydim sevap sevaptır hani.’’ diye cevap verince, Hades kaynanası ve müstakbel eşinin yanında iyice dellenir ve ‘’ hadi kardeşim, hadiii bekleme yapma, al evraklarını doğruca Tartarus’a, seni gidi riyakar, işgüzar, zübük seni,hem vergi kaçır, hem yaptığın gösterişli sofraların faturasını firmalara ödet, hem yalandan tapınaklara bağış yap, senin eşgalini, kokunu iki başlı cehennem zebanisi Orthus’un kardeşi, üç başlı Cehennem bekçi köpeği olan Kerberos’a da göstereyimde kıyamete kadar peşinden hiç ayrılmasın ‘’ diyerek o günkü mesaisini sinir bozukluğu içinde tamamlar.

Hades’in işinin ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunu annesine anlatan Persophone sohpeti başka yöne çevirir, akşamları Hades’in sevdiği yemekleri hazırladığını, yemekten sonra pasta, kek ve tatlılarla tosununu nasılda keyifle beslediğini büyük bir gururla anlatır Demeter de kızım bu kadar yedirme adama, bu gidişle tosuna çeviricen koca Hades’i deyince Persophone de ‘’ yaa anne aman kilolu, milolu olsun, tosunum benim eteğimin dibinden ayrılmasın, baksana ortama, etraf da bi dolu gözü başı oynayan bekar peri, tanrıça ile kaynıyor.’’ diyerek kikirdeyen Persophone annesine ‘’ amannn anne sende babama sabahları boyoz’ları, Boşnak böreklerini, gözlemeleri, şerbetli Bodrum lokmalarını yedire yedire adamı ne hale getirmiştin adamcağızı, koskoca Zeus sabahları kahveye bile ofluya pofluya gidiyordu, adamcağız göbeğinden ayakkabısını bile eğilip giyemiyordu.’’ diyince Demeter birden büyük bir kıskançlık krizine girer ve ‘’ O gözü kör olmayacası o tosun haliyle,o koca göbeğine kadar uzamış ak düşmüş sakalıyla bile gözlerini cumbaların pencerelerinden ayırmazdı ‘’ diyerek kızıyla dertleşmesini sürdürürler. Hekate de ana kızın bazen gerginleşen bazen de neşeli geçen bu dedikodu tadındaki sohbetlerini ilgiyle dinlerken iyi ki bekar kalmışım da böyle dertlerim olmuyor diye hem kahvesinden keyifle bir yudum çeker, bir yandan da sigarasını tellendirirken bir görevini daha başarıyla tamamlamanın haklı gururunu için, için yaşıyordu.

Hekate ve Demeter, Perophone ve Hades ile vedalaşıp yeryüzüne çıkmak üzere sarılıp kucaklaşırlar, Hades birazda mahçup bir halde kaynanasına, ‘’ yaa annecim yaptık bir hata, senin icazeti almadan kaçırdık Persephone’yi ama işte seven ne yapmaz dimi ‘’ diyerek şirinlikle ortamı yumuşatır ve anneciğim gideceğiniz yere dört siyah atın çektiği altından yapılmış quadriga’m ile bırakayım der ama Demeter ‘’ zahmet etme evladım buraya gelirken de, Persophone’yi bulurken de Helios ile konuşurken de devamlı yanımda olan meşalesiyle bana yol gösteren refakat eden sevgili Hekate ile biz konuşa, konuşa gideriz, sen yorulma ‘’ der ve yeraltı dünyasından Hekate’nin yardımıyla yer yüzüne çıkarlar…

Yeni bir hayat kuran Persophone yeraltında yaşamaya, alışmaya başlar ancak Persopones kaçırıldıktan, bir süre yeraltında yaşamaktan, anasından, babasından köyünden ayrı kalmanın üzüntüsüyle bir hayli zor günler geçirir, gurbette olmanın, köyünden uzak kalmanın acısıyla sık sık ‘’Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, Annesinin bir tanesini hor görmesinler,Uçan da kuşlara malum olsun, Ben annemi özledim, Hem annemi hem babamı, Ben köyümü özledim’’ türküsünü söyledikçe Hades’in yüreği parçalanır, sevdiceği bu türküyü söyledikçe kendini suçlu görür ve sevdiceğine daha iyi nasıl davranabilirim diye çareler arar. Kendi kendine de ‘’Ulan kızın hayatını da cehenneme çevirdik ‘’  der ve sonra kendi kendine güler ve ‘’ oğlum zaten burası cehennem değil mi ki ‘’

Personphone daha sonraları biraz zaman geçtikten sonra, her ne kadar kendi rızası ile Hades’e eş olmadıysa da nedense Hades’e yavaş yavaş alışır ve onu sevmeye başlar, zengin ve şımarık ailenin genç kızını zorla kaçırıp bir eve kapatan ‘’Yaban’’ Kadir İnanır’a bi süre sonra aşık olan Gülşen Bubikoğlu, ya da dönemin ünlü şarkıcısını dağ evine kaçıran ve orada zorla tutan Cüneyt Arkın’ın oynadığı Rüzgar filmindeki gibi sonra,sonra kendini kaçıran Cüneyt abimize aşık olan Emel Sayın misali  Persophone de zorla tutulduğu yeraltında Hades’e aşık olur ve onu kıskanmaya da başlar. Bu yeraltında ne olabilir ki demez ve Hades’e nefes aldırmaz, ensesinde boza pişirir, her an peşine düşer yakın takibine alır.

Hades binbir zorlukla kendine eş bulduysa da rahat durmaz, kaşı ayrı gözü ayrı, sağı solu farklı oynamaya başlar ve yeraltında akan “ızdırap nehri” Kokytos’un perisi Menthe‘ye gönlünü kaptırır, Persopones kocasının nehir perisi Menthe’ye hızlı adımlarla yürüdüğünü, yediği naneleri öğrendiği zaman, Zeus yarattı demez Menthe’yi yakalayarak mahalle ortasında, saçını başını yolar, kıyamete kadar bekleyecek olan ölüler bile meraktan dirilir seyre dalarlar, Persopones daha sonrasında da hıncını alamayarak Menthe’yi ayakları altında ezerek işkenceyle öldürür.

Mahalleliye rezil olduğuna mı, sevgilisinin Persophone tarafından çiğnenerek öldürülmesine mi üzüleceğini bilemeyen Hades, öldürülen Menthe’yi “nane” bitkisi olarak yeryüzüne çıkarır. Günümüzde menthol, mint vs gibi sözcüklerin kökeni bu elemli yasak aşk kurbanı olan bahtsız peri kızı Menthe’den çıkıvermiştir. Bazen aşırı mentollü şeker ya da sakız çiğnediğimizde gözümüzün yaşarması kim bilir belki de Menthe’nin yaşadığı bu trajik kaderinden midir diye düşünmeden edemiyor insan.

Persophone su perisi Menthe’yi nane’ye çevirdikten sonra, bazı efsanelere göre, kendisinden önce Hades’in aşık olduğu ve yine yeraltına kaçırdığı, Titan Oceanus ve karısı Tethys'in kızı, peri Leuke’yi de etkisiz hale getirmiş ve peri kızını beyaz kavak ağacına dönüştürmüştü.

Farklı mitolojik efsanelere göre ise, Hades'in Leuke adlı bir okyanus perisini metresi yapmak için kaçırdığı, ancak perinin öldüğü ve Hades'in o kadar üzüldüğü belirtiliyor ki, Elysian Çayırları'nda onun anısına beyaz kavak (Leuke) ağacının yetiştirilmesine neden olduğu belirtiliyor .

Elysian Çayırları; günümüz anlamıyla cennetti temsil etmekteydi. Antik Yunanlıların kendi ahiret versiyonları vardı: Hades tarafından yönetilen bir Yeraltı Dünyası. Homeros, Virgil ve Hesiod'un eserlerine göre orada kötü insanlar cezalandırılırken iyiler ve kahramanlar ödüllendirilir. Ölümden sonra mutluluğu hak edenler kendilerini Elysium'da veya Elysium Tarlaları'nda bulurlar; bu pastoral yerin tasvirleri zamanla değişse de her zaman hoş ve pastoral olmuştur.

Homeros’un ünlü dizelerinde bu antik çağın cenneti; ‘’Elysian Fields veya Elysium, Zeus'un gözdelerinin mükemmel mutluluğun tadını çıkardığı Yeraltı Dünyası'ndaki güzel bir çayırı ifade eder. Bu, bir kahramanın ulaşabileceği en nihai cennetti: temelde antik Yunan Cenneti. Homeros, Odysseia'da bize Elysium'da "insanların dünyanın herhangi bir yerinden daha kolay bir hayat sürdüğünü, çünkü Elysium'da ne yağmur, ne dolu, ne de kar yağdığını, ancak Oceanus'un [tüm dünyayı çevreleyen dev su kütlesi] denizden yumuşakça şarkı söyleyen ve tüm insanlara taze hayat veren Batı rüzgarıyla sürekli nefes aldığını"  şeklinde dile gelir.

Homeros’un çağdaşı Hesiod (MÖ 8. veya 7. yüzyıl) ise cenneti "Kronos'un oğlu Zeus babası, insanlardan ayrı bir yaşam ve mesken verdi ve onları dünyanın uçlarında oturttu. Ve onlar, derin girdaplı Okeanos (Okyanus) kıyısı boyunca uzanan Kutsanmışlar Adaları'nda kederden etkilenmeden yaşıyorlar, tahıl veren toprağın yılda üç kez çiçek açan bal tatlısı meyveler verdiği mutlu kahramanlar, ölümsüz tanrılardan uzakta ve Kronos onları yönetiyor; çünkü insanların ve tanrıların babası onu bağlarından kurtardı. Ve sonuncular da aynı şekilde onur ve şan sahibi." Şeklinde dizelerine yansıtır. Nasıl da cennet tasvirleri bir hayli benzerlik gösteriyor dinler tarihinde inanılır gibi değil hani..

Farklı mitolojik efsanelerde değişik yorumlar olsa da, kıskandığı periyi ayaklarının altında çiğneyerek nane’ye çeviren bir Persophone’in Leuke’ya neler yapacağı hiç de merak edilesi bir durum değil hani, kıskandığı periyi naneye çeviren Persophone diğer periyi de kavak ağacına çevirmesi çok da yadırganacak bir durum değil gibi.

Hekate, Demeter ile yeryüzüne çıktıktan sonra Demeter ile vedalaşır, sarılır öpüşürler Demeter Olimpos’a Hekate’de Yatağana dönmek üzere ayrılırlar. Hekate Denizli-Muğla karayoluna çıkar ve şansına Karadeveci Turizmin otobüsü denk gelir ve siyah köpeği ve meşalesiyle otobüse biner, şansına en önde boş koltuk vardır hemen oturur, Hekate’yi bölgede herkes tanıdığından kaptan şoför saygıda kusur etmez ve ablacım hoş geldin der ve önce, ablacığım o yanan meşaleyi istersen söndürelim de otobüsümüzü yakmayalım, daha taksitleri yeni başladı der ve kırmızı uzun malrboro’dan bi tane ikram eder, tabii ki o yıllarda otobüslerde sigara içildiğinden görev sonrası sigarasını, ne zor bir görev başardığını düşünerek keyifle tellendirir.

Yatağan’a az bir süre kala Hekate, bi eve varsam da dut ağacının altında bi mangal yapsam, iki kadeh bir şey içsem diye düşünür, bunu hak ettiğini düşünürken birden yaa kim hazırlayacak şimdi o sofrayı der ve Yatağan’a çok yakın Pınarbaşı denen yerde otobüsten iner ve ulu çınar ağaçlarının gölgesinde akan buz gibi berrak suyun içine atılmış tahta masalara servis edilen lokantaya gider, kömür ateşinde pişmiş çıtır çıtır tavuk kanatlarını, kasap köftelerini buz gibi rakıyla götürürken içinden de neşeyle  Dilber Ay’dan ‘’ Tavukları pişirmişem, hacıyı da çarşıya göndermişem… ‘’ türküsünü söyler.

Hesabı ödemek üzere peplosunun cebinden, Büyük İskender’in babası Makedonya Kralı II. Philipp’in, M.Ö. 340 yılında İstanbul’u kuşattığında Tanrıça Hekate Makedonyalıların kenti almasına engel olmuş ve o günden sonra İstanbul’un koruyucu tanrıçası olarak anılmış ve bunun üzerine Byzantionluların Hekate’ye şükranlarını sunmak üzere onuruna bastığı ve binlerce yıl sonra Türk Bayrağının da sembollerinden olacak olan Hekate’nin Ay ve Yıldız simgesinin üzerine işlenmiş olan Byzantion sikkelerinden çıkarıp masa üzerine bırakırken, bir tanrıçaya yakışan şekilde hayli yüklü bir bahşiş bıraktığı da gözlerden kaçmaz.  

Hekate güzelce demlenip günlerin yorgunluğunu üzerinden atıp, helva gibi yumuşamışken birden gökten üç elma düşer, birinci elma, arzu ettiği mutluluğu yakalamak isteyen kız çocuklarına, ikinci elma bu mutlulukların yaşanmasını sağlayan Yatağan’lı hemşerimiz Tanrıça Hekate’mize, üçüncü elma da masanın üzerine düşüp oradan sekerek masanın altından akan suya düşer ve kime nasip olacağı, kimlere mutluluk getireceği müphem bir şekilde meçhule doğru sürüklenmeye başlar.

"Onlar ermiş muradına biz de çıkalım kerevetine"

Bakarsınız su da sürüklenen elma belki bir yerde takılır ve Hekate’nin diğer öykülerinin anlatılmasına vesile olur.  Neden olmasın ki.

*   *   *

Belki devam edebilir…Suya düşen elmanın takılacağı yere bağlı.

 

 

 

Yorum

HÜSEYİN GÜRSOY (doğrulanmamış) Per, 14 Kasım 2024 - 19:11

Kaleminize sağlık Şenol Bey. Ne kadar akıcı bir dille yazmışsınız. Kutluyorum.

bircan (doğrulanmamış) Per, 14 Kasım 2024 - 21:15

bir sure once Kirke adinda bir mitolojik kitap okumustum .orda mitolojik isimler gorevleri beni yormustu ama burda cok keyifle gulerek hatta bazen kahkaha atarak okudum.. yine cok derin aradtirma iceren bir yazi olmus ...tebrik ediyorum ...bravooooo

Salih Sarısoy (doğrulanmamış) Cu, 15 Kasım 2024 - 16:37

Masalsı bir konuyu, entelektüel birikiminin yoğurduğu bilgi dağarcığın ile doldurduğun fevkaledenin fevkinde bir yazı olmuş. Anlatımında ki tasvirlerin ile inceliklerin hayran bıraktı, birde ince düşündüren latifelerin varya yazıyı bir solukta okumamı sağladı . Emeğine ve beynine sağlık...

Halil KORKMAZ (doğrulanmamış) Cu, 15 Kasım 2024 - 18:18

Teşekkürler, bilgilendirirken eğlendiriyorsunuz kıymetli yazar'ım.

Konuk (doğrulanmamış) Pa, 17 Kasım 2024 - 14:07

In reply to by Halil KORKMAZ (doğrulanmamış)

Teşekkür ederim sevgili arkadaşım, Okuyup yorum zahmetine kapılmanız ne kadar ince bir davranış, teşekkürler

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.