Aklını Gönlüne Bağlayabilenin Hayatı Selîm Olur

Deneme

Aklını Gönlüne Bağlayabilenin Hayatı Selîm Olur


Prof. Dr. Süleyman Dönmez


Türkiye 6 Şubat 2023 tarihinde aynı günde iki şiddetli depremle sarsıldı. Birisi sabaha karşı dört civarında diğeri öğle vaktinde. Güney Doğu Anadolu ve Akdeniz Bölgesinde bulunan on il depremden etkilendi. Özellikle Hatay, Kahraman Maraş ve Adıyaman illeri ve ilçeleri, kasabalar, köyler neredeyse yerle bir oldu. Yüzlerce bina yıkıldı. Binlerce insan ve diğer canlılar enkaz altında kaldı…
Türkiye büyük bir şaşkınlık yaşadı. Depreme hazır değildi. Ama sağduyulu insanların yaşadığı bir ülkeydi. Hızla organize oldu. Yüzlerce insan gönüllü olarak yardıma koştu. Yurdum insanı siyasi çatışmalara kulak tıkayıp tek yürek oldu. Canla başla elinden geleni yapmaya çalıştı. Başın sağ olsun Türkiye’m! Geçmiş olsun! Allah bir daha böylesine acı imtihana maruz bırakmasın!
Türk insanı gönül sahibidir. Gönlü olana Türk denir. Türkiye yaşanan elim depremin yaralarını sarmak için binlerce gönüllüyü aynı amaçla buluşturdu. Bir araya getirdi. Birleştirdi. Gönlün dini, dili, ırkı, soyu, sopu yoktur. Gönül, insana aittir. İnsan olanda gönül vardır. Gönlü olana da Türk denir. Türklük kimliktir. İnsan olmanın adıdır.

İnsan bir bütündür. Onu bütünleyen gönlüdür. Sezişidir. Duyuşudur. Aklıdır. Fikridir.
Şimdi ne demeye çalıştığımızı felsefî göndermelerle kısaca açmaya çalışayım. Mevzuyu ilke esasında ele alacağım. Daha derinlemesine incelemek isteyenler çalışmalarıma bakabilirler.

İnsanı gönül sahibi olmasıyla diğer var olanlardan ayrıştırmaktayız. Oysa Aristoteles insanı diğer canlılardan akıllı olmasıyla ayrıştırmış. Onun akıl ile kastettiği eski Yunan’ın “logos” dediği rasyonel yetidir.
Rasyonel yeti, dile ve zihne dayalı bir düşünüş biçimidir. Bu bağlamda “logos”, “mantık” olarak da algılanır. Ancak bu mantık, zihne ve dile dayandığı için fikrîdir. Bir de “nazarî mantık” vardır. Eski Yunan’da ona “theôria” adı verilir. Theôria’nın kaynağı, psukhe’dir. Psukhe, dar anlamda nefse tekabül eder.

Fikrin çoğulu fikriyattır. Eski Yunan’da ona “logia” denir. Theôria’nın çoğulu ise nazariyâttır. Nazariyat, fikriyata indirgenemez. Ancak fikriyât, nazariyât esasında teşrih edilebilir. Çünkü fikri mantık teşkilinin esası nispetli birliktir. Nazarî mantığın esası ise gayrı nispetli birliktir. Gayri nispet esasında teşkil edilen bir birlik, nispet esasında teşkil edilen bir birlik tarafından teşrih edilemez. Ama gayri nispi birlikten nispi birlik seyredilip teşrih edilebilir. Bu bağlamda gönlü olan ile gönlü olmayan arasındaki ilişki gayrı nispidir. Nispete gelmez. Gönle aşina olmayan, logia ile gönlü idrak edemez. Çatıştırır. Oysa gönül birleştirir. 

Daha fazla açmayacağımız yukarıda ayrıştırılan iki farklı idrak biçimi (nazarî ve fikrî), insanın diğer canlılardan ayıran yönünün “logos” ile sınırlı olmadığını anlamak için yeterlidir. Aklıselim olan bunu kolayca kavrar.

İnsan, gerçekten de nispi düşünüşlerle açıklanamayan bir varlıktır. Bu nedenle sezgi gibi, nispete gelmeyen duyuşlara da ihtiyaç duyar. Gelenekte ona kalbi selim adı verilir. Kalbi selim gönle tekabül eder. Kalbi selim ile duyan ya da sezen aklıselim ile düşünür. Bu düşünüş zevkiselim bir davranışı getirir. Bu bütünlük insana hastır. İnsanın hayatı yaşamasıdır. Kalbis elim olmayan aklıselim olmaz. Aklıselim olmayan zevkiselim bir hayat kuramaz. 

Türkiye, iki büyük depremle sarsıldı. Büyük acılara gark oldu. Neden? Çünkü kalbi selim olmayanların tasallutunda kaldı. Aklıselim olmayanların etkisinde kaldı. Zevkiselimi tatmayanlara özendi. Ama yurdum insanı onca istismara rağmen gönlünü korumayı başardı. Gönlü sayesinde dağılıp parçalanmadan acılarını sarmayı başardı. Yine öyle yapıyor. Ama bir kez daha can boğaza dayandı…
Gönlü olana insan dedik. İnsanı bir gördük. Oysa Eski Yunan ve sonrasında onu takip edenler sezgisel duyuş ile rasyonel kavrayışı karşı karşıya getirmişlerdir. Zamanla da sezgi, rasyonelliğe kurban edilmiştir. Sonrasında sezgisel duyuşun örselenen itibarı, batı felsefesi zemininde –mesela Bergson gibi filozoflarca- iade edilip canlandırılmak istense de başarı sağlanamamıştır. Gelinen nokta kestirilebilir bir sonuçtur. Çünkü sezgisel duyuş gayri nispidir. Gayri nispi bir idrakin nispi bir yapının içinde can bulması mantık bakımından mümkün görünmemektedir. Hem eski Yunan hem de onun peşi sıra gidenler gayri nispi bakışı kaybettiler. Onun yerine ikame ettikleri nispi yaklaşım ise, gayri nispi olanı yeniden ikame edecek güce sahip değildi.

Türk idrakinin özü, yukarıda zihne ve dile dayalı nispi düşünüş ile nefsin icraatı olan sezgisel duyuşun iç içe oluşudur. Sözü edilen iç içe olmada indirgeme hatasına da düşülmez. Öyle ki, gayri nispi olan sezgisel duyuş, nispi olan rasyonel kavrayışı kuşatır. Biri ötekinin alternatifi değildir. Birisi için diğerinden vazgeçilmesi gerekmez. Çünkü bu iki idrak biçiminin birisi içten dışa, diğeri ise dıştan içe doğrudur. İçten dışa doğru olan sezgiselliğe, dıştan içe doğru olan ise rasyonelliğe dayanır. İçten dışa bir kuşatmayla dışta olan içte olan tarafından aşılır. Aşkın olan birliğe erilir.

Karmaşık durumlarda sezgi, rasyonel düşünüşten daha doğru sonuçlara götürmektedir. Elbette avantajın sezgisel öngörüler ile rasyonel kavrayışı çatıştırmaması gerektiğini vurguladık. 

Mevzuya zengin Türkçe kelime ve kavram dağarcığını anımsatarak hitam çekersek; Gönül ya da kalp ile rasyonel yeti olarak daralan akıl, karşıt kutuplar değildir. İç sesim ile dış dünyayı algıladığım aklım bir bütündür. Biri ötekini denetlememelidir. Aklım ile gönlüm ayrışmışsa, içine düşülen hâlin dışına süratle çıkıp doğamıza aykırı olan bu arızayı tamir etmenin bir yolu bulunmalıdır. 

Sezgi, rasyonel yeti ile kıyaslanınca kapalı görünür. Bu nedenle modern araştırmalar onu bilinçten ayırarak beynin bir faaliyeti olarak açıklamaya çalışırlar. Onu bilinçsiz karar mekanizması olarak değerlendirirler. Beynin sezgisel öngörülerde etkin olduğu açıktır. Bir dizi nöro-biyolojik çalışma bu hususta ciddi fikirler vermektedir. Beynin karar verme öncesinde ya da karar verirken –çünkü nöronal hareketler çok hızlı- alternatifleri zarar ve fayda bakımından değerlendirmektedir. 

Aşkın olan bu birlik ile içkin olan nispi birlik veya birliktelikler arasında nispi bir ilişki kurulamaz. Ancak gayri nispi bir ilerleyişle erişilen aşkınlık “o- o değil” diyalektiğiyle idrak edilir.

Türkiye'm enkaz altında harcanmayacak kadar güzel insanların yaşadığı vatandır. Gönülden anlamayanların değil… Sevgiyle kalınız.

Yorum

Safigül sevimli (doğrulanmamış) Çar, 15 Şubat 2023 - 00:05

Bu gönlü güzel insanlar bu günleri de atlatacak daha güzel yarınları inşa edecek inşallah hocam

Kenan (doğrulanmamış) Cu, 17 Şubat 2023 - 14:48

Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme. Yunus Emre (k.s)
Hocam bu yazısında bizi gönül dostlarını andırdı.

Konuk (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 12:25

Hocam aydınlık yazınız için teşekkür ederim. Yüreği güzel milletimizi yaralamasaydı herkes üzerine düşeni adaletle yerine getirseydi zamanla biriken ihmaller bu kadar cana mal olmazdı.

Kader Korkmaz (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 12:28

Hocam sizce bu depremde kaybettiklerimizi kul hakkını kim ödeyecek. Hazin değil mi. Allah cc kendi suçuna alet etmek

Cem dermann (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 12:30

Güzel yazı. Tebrikler .Merakım sizce bütün bu yaşananlara kader diyebilir miyiz?

Konuk (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 12:32

Hocam hızla organize olmayı hırsızlıklar haksızlıklar karşısında yapsak ne güzel olur. Bu mümkün mü.

S. D (doğrulanmamış) Sa, 21 Şubat 2023 - 11:49

Güzel yorumlarınız gönül sahibi olduğumuzun delili. Teşekkürler. Hayat inişli çıkışlı. Acılar da var. Neşeler de. Hayatı güzel yaşamak ya da acılara boğmak ise, yüzde yüz olmasa da, önemli ölçüde bize bağlı. Kader ölçü demektir. Ölçü az çok kestirilebilir. Deprem de bir ölçüye bağlı. Az çok kestirilebilen bir ölçü. Bu nedenle ölçüye riayet etmeyen acı çeker. Sonuç, ölçüye riayet edilmediği için ellerimizle yazdığımız bir kadere dönüyor.
İnsanı insan kılan ahlaktır. Ahlak ise iradeyi gerektirir. Birileri bile isteye ölçüyü ihlal etmişse, bedelini ödemelidir. Elbet bizler de ona fırsat vermişizdir. Ölçüyü ihlal işimize gelmiş, görmemezlikten gelmişizdir. Beni ilgilendirmez demişizdir. Belki de hiç fark etmeden destek vermişizdir. Üstün ideallere yaslanarak da cahilce hareket etmiş de olabiliriz. Suç üstten asta doğrudur.
Şöyle bir söz var. Hz. Muhammed'e isnat edilir: "Müminden bir çok kusur, hata sadır olur. Lakin iki şey ondan çıkmaz: Yalan ve ihanet."
Bir toplumu yalan yıkar. Yalan, en büyük ihanettir. Yalan dilinizden çıkan bir söz ile sınırlı değildir. Hayatın her anında görülme gücüne sahiptir. Türkiye yalanlarla yol bulamaz.
Gönlü olan muhatabının gözüne bakar. Gördüğünün yalan mı, doğru mu olduğunu hemen anlar...
Sevgiyle kalınız.

Kadir Göktürk (doğrulanmamış) Sa, 28 Şubat 2023 - 21:35

Hocam biz aklımızı gönlümüze bağladık bağlamasına da aklını cüzdanına bağlayanlar hayatımızda derin yaralar açıyor.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.