Bizim artık iyi edebiyatı okumamız gerekiyor.
İnci Gürbüzatik
“Okumayan bir kimsenin, okuma bilmeyenlere karşı bir üstünlüğü yoktur” diyen Mark Twain’e bilmem hak verir misiniz? Çok okuyan, okuma hazzını yaşayan biri olarak biraz sert bir söz gibi geldi bana ama hiç üstüme alınmadım.
Okumayan bir toplum olduğumuz göz önüne alınırsa ‘o’ küçük yaşlarından itibaren okula alışkanlığı kazanan, kitaptan haz alan kesim iyi ki var diyorum. Onlar da olmasa istatistiklerde yerlerde sürüneceğiz. “Ama çok kitap basılıyor. Çok kitap satılıyor.” dediğinizi de duyar gibiyim. Doğru, çok kitap yazılıyor, çok kitap satılıyor. İyi de okunuyor mu? Okunan, okutturulan ne? Yayın dünyasında basılan kitaplar da türlere ayrıldı, çeşitlendi ama bunları okuyanlar kim? Kim tarafından, nasıl yazılmış, ne tür, hangi nitelikte kitaplar ki dizi dizi rafları süslüyor ya da broşür gibi bedava dağıtılıyor? Bu sorunun cevabı ne yazık ki hem çetrefilli hem uzun, bu yüzden ben edebi olarak tanımlanan kitaplarla sınırlıyorum bu konuyu. Edebi değeri olan kitaplar nitelikli okurun ilgi alan çünkü.
Hız çağında zamanla yarışırken, kitap için ayırdığımız o değerli saatleri, okuduğumuza değer kitaplara ayırmak zorundayız, zira ortalık belli bir amaca hizmet edip reklam kokan, okunmasa da olur kitaplarla dolu. Çöp kitaplar konumuz dışında ama kötü kitap iyi kitabı kovuyor mu kovmuyor mu? Sorusunun yanıtı tüketici okurların tercihiyle ilgili.
Hepimizin bildiği gerçek ne yazık ki kötü olanın iyiyi kovması. Bizim sözümüz, saman alevli yazarların bir çırpıda yazıverdiği, mal gibi köpürtülerek pazarlanan nabza şerbet kitaplara değil. Biz gerçek anlamda önem verilerek, dert edinerek yazılan edebiyatta kalıcı olmuş, gelecekte de kalıcı olacak kitaplardan söz ediyoruz. “Okur bunu okurken zorlanıyor daha basit yazın! Kısa yazın! Çabuk yazın aman eğlenceli bir şeyler olsun, okur sıkılmasın, hemen anlasın” talepleri, görünen o ki okuru giderek tembelleştirdi hatta dibe çekti. “Okur bunu, böyle istiyor” cümlesini duymak bile istemiyorum. Nitelikli okur, seçtiği kitabı okurken düşünce üreten, aydınlanan insandır. Kendi aklıyla, başkasının aklıyla değil.
Çevremizde hiç kitap okumamış insanlar var. Okul’ da eğitim zorunluluğuyla okumuş, sonra hiç okumamış, gelecekte de okumayacak insanlar var. Çocuklar var gençler var ve onlara ne yazık. Okuma alışkanlığı olmayanlar, kitaba, araştırmaya, öğrenmeye merakı olmayanlar var. Moda kitaplar okuyanlar var. Hani şu basımı özellikle yaz aylarına denk getirilen, plajlarda sere serpe güneşlenirken, orada burada elde taşınan, ona buna görünsün cinsinden kitaplar var, onları yazanlar, basanlar, pazarlayan, allayıp pullayanlar var. Biz onları çok gördük. “Aaaa, ben de okudum. Ay ben daha okumadım. Nasıl buldunuz? Çok beğendim bir çırpıda çok kolay okunuveriyor zaten.” türünden kitaplar. Kitabı okumuş olmak için ya da bir furya, reklamı bol olduğu, köpürtüldüğü için okuyanlar var. “Çocuğum kitap okumuyor” diye yakınan, aslında kendisi kitap okumayan anne, babalar, öğretmenler, eğitimciler, yöneticiler, siyasiler var.
Rol modeller çok önemli.
Kitaplar, pazarlama teknikleri uygulanarak satılan ürünler artık. Bu da bir gerçek. Kitap mala dönüştü. Gündemi, sosyal gelişmeleri koklayan yazarların, pazar malı tanıtım üretimi sanki. Yazarların bir kesimi kapitalist sistemin açlığını besleyen üreticilere, toplum mühendisliğinin mimarları arasına karıştı çoktan. Bu korkutucu olan yazar tarifi. Yazarın bir de öteki yüzü var. İlgili, okuma hazzını yaşayan, araştırıcı, iz sürücü, meraklı, fikir üreten, görünenin ardındaki gerçeği yansıtan, muhalif, direnen bunun için bedel ödeyen insan yanı var. Onlar da iyi ki var.
Okur, okuyacağı kitabın nasıl bir kitap olduğunun merakıyla başlar okumaya ama yazar de okurunu merak eder. Okur kim? Kitaba nasıl ulaşmış. Hangi yollarla. Beklentisi ne? Kitap hakkındaki düşüncesi ne? Okur’un yazarla, kitabıyla ilgili beklentisi varsa, yazarın da okurdan beklentisi vardır bunu unutmamak gerekir. Tabii yaşayan yazarlardan söz ediyoruz. Kitap okumak için önce okuma isteği, dürtüsü gerekiyor. Sonra da ne okuyacağım? Kimi, hangi yazarı okuyacağım? Hangi sırayla okuyacağım?
Okunmaya değecek kitaplar, yazarlar kimler araştırması gerekiyor. Kitabın alıcısı, yazarın hedef kitlesi, tüketicisidir okur çünkü. Yazarın, kitap aracılığıyla kurduğu okur bağı da okuma eyleminin en can alıcı noktası. Yazar, yazarken sancı çekip emek veriyor, okur da okurken veriyor, o zaman bu duygu bağı, kitabın değeri hakkında ortak bir noktada buluşmak değil mi?
Mengeneye sıkışmış, nasıl yaşadığını, yaşamdan ne istediğini sorgulamayan insanların içinde, kitap okuma isteği olmayanlar Mark Twain’in sözünü ettiği, ya da işaretlediği insanlar olmalı. Okuma istatistiklerini olumsuzlayanlar yani. Kendilerince haklı gerekçeleri vardır elbet. İnsanlar için okuma ihtiyacı, isteği, kişisel gereksinimlerde kaçıncı sırada yer alıyor?
İnsan önce kendisine bunu sormalı. “Ben kitaba gereksinim duyuyor, okumak istiyor muyum?” sorusunu. “İstiyorsam niye okumuyorum, neden böyle bir alışkanlık edinemedim ya da niye kendimi haklı çıkartacak bahaneler yaratarak okumuyorum? Niye zamansızlıktan ya da başka şeylerden yakınıyorum?” Bence artık ülke olarak bu toz duman arasında, bu çalkantıda eskisinden daha da çok kitap okuyarak ruhumuzu beslemeli, değerli yazarlara, eserlere sarılmalıyız. Kitaplar, yazarlar, okuma eylemi daha da önem kazanmalı. İnadına okumalı, çocuk, genç, yaşlı sosyal konumu ne olursa olsun ne okuduğunu bilen, bilinçli, nitelikli okurlar olarak çoğalmalıyız. Okumak, gerçek dünyadan başka dünyalara kaçış, belki de bir çeşit savunma, kendini direngen kılıp güçlenme, korumaya almak, savunmaktır artık okur için.
Bir sıkıntım bir buhran durumum varsa hemen Rus klasiklerden birini, kitaplarımın arasından çeker okurum. İvan Turgenyev’in en ünlü eseri olan “Babalar ve Oğullar” ını okudum geçenlerde can sıkıntısından. Daha önce bir iki kez okuduğum kitap, bu kez öyle bir sarstı, öyle bir kendime döndürdü ki beni şaştım kaldım. İçsel bir ışık yakıp aydınlattı adeta. Son aylardaki ruh halimle ilgili olmalı bu etki, düşünüp çözümledim sonrasında. Kitaptaki babalarla oğullar arasındaki ilişki, kızlarla analar, arkadaşlarla arkadaşlar, yönetenlerle yönetilenler, ezenlerle ezilenler arasındaki ilişkinin de can damarıydı. Kitabın orijinal adı “Babalar ve Çocuklar” olduğu göz önüne alınırsa, yarattığı duygu bu hassas ilişkide tam da titreyen bam telimdi. Yaşlılarla gençler arasındaki kuşak çatışmasını, görüş farklılığının hem de Rusya'nın çalkantılı bir dönem fonunda Bazarov karakteriyle anlatıyor Turgenyev. Kuşkusuz çok büyük, çok önemli bir yazar. Eski nesille, nihilist gençlik arasındaki ilişkiler tam da bugünü, bizim de yaşadığımız toplumsal, insani değişimleri, yozlaşmayı anlatıyor sanki. Kitabı bitirdiğimde terapiste gitmiş gibi bir ferahlama hissettim. “Babalar ve Oğulları” ın günümüzle örtüşmesi çok iyi geldi bana. Okumanın tam zamanıymış meğer. 1862 yılına tarihlenen klasik bir kitabın, yıllarca sonra etkisinden hiçbir şey kaybetmeden bugünün insanına hem de bana dokunabilmesi değerini ortaya koyuyor. Ne büyük bir haz benim için!
Sonrasında yine bir klasik kitap ‘İnsancıklar’ı okudum Dostoyevsky, yine her zamanki gibi parlak fikirler verdi bana. Dostoyevsky ile ilgili kimselerin görmediğini sandığım kendimce bir bakış açısı yakaladım bu kez. Bu beni sevindirdi. Bütün kitaplarında var olduğunu düşündüğüm bir ortak nokta, kendim için yeni bir keşifti. “Bunu belki yazarım!” deyip kendime bir görev bile çıkarttım. Kitabın, yazarın gücü, okur merakıyla bir duygu bağına, keşfe, bir ilhama dönüşebiliyor. Haz bu işte. Okuma hazzı bu. Kitabın zaferi de diyebiliriz. Okurun da zaferi elbet. “Okur define avcısıdır.” sözünün tam zamanıdır işte böyle okumalarda. Defineyi bulmuş olanın gönenci, sevinci. Yakın okumaydı yaptığım çünkü. Yazar, eseriyle okuru kıskıvrak yakalayabildiği gibi salabilir de. Benim bazen okurken itirazlarım olur yazarla, karakterle kavga bile ederim. Kolay kolay kanmam, bazen de tutsak olur akışa kaptırırım kendimi çünkü eser buna değer. Yazar gibi okurun da özgürlüğü elindedir kendimden bilirim. Elbette bu yazarın hüneriyle de ilgili. Neyi nasıl anlattığıyla. Dostoyevsky’den söz ediyoruz, idolümdür kendileri. İnsancıklar’ daki insanlardan bugün de ne çok var, o insanları düşünerek okudum. Kitabın finalinde yine aynı etki ile yine kahroldum.
Abdurrezak Gurnah’ ın Hacılar yolu kitabı bir başyapıt. ‘Nurol Kitap Kulübü’müzde okumak için seçmiş, 2023 yılının başında da mayıs ayına listelemiştik. Zamanlamasının müthiş olduğunu ‘seçimler zamanı telaşında’ okuyunca anladık. Bu kitabı sanki bu ayda, özellikle seçmişiz gibi bir etki yarattı hepimizde. Biraz gizemli olsun diye kitaptan çok söz etmeyeceğim ama kahramanı Daut bizi çarptı attı. Yıllar öncesinde, 1988 yılında yazılan ama ancak 2022’de Nobel Ödülü alabilen kitap gerçekten okunasıydı. Bir insanın dışlanıp ötekileştirildiği bir yaban ortamda, kendisini nasıl koruyup savunabildiğini, nasıl böyle güçlü ayakta kalabildiğini gördük. Müthiş bir hiciv, inceden inceye alay, ironi vardı kitapta.
Dünya’nın bir göç dalgasıyla neredeyse bir kaosa sürüklenmeye başladığı günümüzde Tanzanya, Zengibar’lı Gurnah’ın, “Hacılar Yolu”nu yıllar önce bir öngörü ile yazdığı belli oluyordu. Tehlikenin sinyallerini çok önceden almıştı. Sinyal de ta kendisi, yaşadıklarıydı. Belki de onca yıl sonra Nobel’e değer görülmesi, işaretlediği tehlikenin şimdi artık önlenemeyecek boyutta, çözümsüz, güncel oluşuydu. Ayrımcılık karşısında hissizleşen bir göçmenin, kendince geliştirdiği yöntemlerle topluma, düzene, insanlara zekice direnişi şimdiki zamanda elbette yol göstericiydi. Yazar karakterlerine hikayelerini anlattırırken ‘Yalnızca göster, anlatma’ yöntemini uyguladığından okura da çok iş düşüyor okurken. Yazar ile iş birliği yapmak için de ayrıca düşünmek gerekiyor çünkü. 2021’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Abdulrazak Gurnah’ın sömürgecilik sonrası edebiyatın özgün ustası olduğunu görüp öğrenmek çok iyi geldi.
Abdulrezak Gurnah’ın yıllar önce yazdıklarını, Daut’un yaşadıklarını sanki şimdi bütün insanlar kendi ülkelerinde yaşıyor gibi bir hissiyatla okuyunca, kitap insanı sağaltan bir şifacıya dönüştü kuşkusuz. “Biz de kitaptaki kahraman Daut gibi yapalım” dedik kendi aramızda. Ülkenin içinde bulunduğu koşullarda öteki olmamak için kendimizi nasıl koruyabiliriz yoksa? Kitap okumaktan haz almak güzel bir duygu. Okur için önemli bir özellik. Keşke okumaktan haz alan çocuklar, gençler, ana-babalar, öğretmenler, eğitimciler, siyasiler nitelikli okurlar artsa çoğalsaydı ülkemizde.
İnsanda farkındalığı arttıran, çevresine, topluma, kendisine karşı duyarlılığını geliştiren edebiyatın iyi edebiyat olduğunu biliyoruz. İşte o yüzden seçici olup edebi kitaplar okumalı özellikle, çocuklara, gençlere kitap okumayı sevdirmeliyiz. Günün gelişen koşullarında bunun yolu yöntemi neyse bulmalı, geliştirmeli, öğretmeliyiz. Bizim kuşak kitap okumayı sevmeyi okullarda öğrendi bunu da hatırlatırım. Benim nitelikli okur olarak tanımladığım özellikteki okur olmanın yolu temelli, köklü bir alışkanlık. Okuma istekli, seçici, zamanla okuma alt yapısını geliştirmiş, okurken düşünen, araştıran yan okumalar yapıp iz süren, iyi-kötü yazarı, iyi-kötü kitabı fark eden okur. Hem eğitim sistemimiz hem de toplumsal uyarıcılar bizi engelleriyle nitelikli okuma eyleminden uzaklaştırıp yoldan çıkartırken belki de kişisel gelişimin direnişi bu olmalı.
Okumak. Nitelikli kitaplar, yazarlar okumak.
Düşünmek sonra da.
Ben kimim? Nasıl bir okurum?
Haziran 2023, Bodrum
Yorum
Makale hakkındaki görüşüm
İnci Hocam her zamanki gibi gine
meselenin içine tam girmiş. HARİKA BİR saptama ve anlatımla yazmış. Edebi değeri olan kitapların hayata katkılarını duyumsadım okurken. Kitapların hayatın iyi ve kötü gününde kolumuza giren arkadaşlar olduğu ve çok küçük yaşta çocuklarımızın yanına bu arkadaşları katmamız gerektiğini de duyumsadım .
Tabi kitapçı raflarını dolduran kıymetsiz kitaplar ne yazık ki edebiyat zararlıları. Hepimizi bu derdini de İNCİ HOCAM gündeme getirmiş
Popülizm
İnci hocam,
Yazınızı heyecanla okudum öğretmen bir anne olarak.Ev de çocuğumuza okuyan anne ,baba olarak rol model olduk ama ne yazık ki okuyan gençler tüm mücadelemize rağmen yetiştiremedik.Demek ki öncelik ailelerin.Toplumların gelişmesinin birinci mimarı anneler.
Kitap rafları popülizmin güzel örnekleri.Çok satanlar sabun köpüğü yazarlar ?Yazar mıdır değil midir buna tarih karar verecek.
On sene sonra o kitapları okuyucu bulabilecek mi?
Sanatçı eser bırakır geleceğe,Sanat eseri olmayanlar ise doğal elemede silinip gideceklerdir.
Makale hakkında
İnci hanım gerçekten çok etkilenerek okudum makalenizi, Satırların çoğunda okur olarak kendimi buldum, Nasıl güzel bir analiz, ne kadar doğru tespitler, Hani “ okumaya başlangıç/ giriş” gibi ders niteliğinde inanın .
Okuma yolculuğunda ,biz okurları “ define avcısı” olarak nitelendirmenize bayıldım, aslında kitap klubümüzde okuduğumuz kitabı tartışırken ben hep diğer okurların yorumunu merak etmişimdir, onlar benim bulamadığım hangi hazineyi keşfetmişler diye.
Kaleminize, yüreğinize sağlık, siz hep yazın, yazın ki bizim gibi okurları aydınlatın.
Merhaba inci hanım kutlarım…
Merhaba inci hanım kutlarım güzel yazınız için. Etrafımda herkes yazar ama okunacak yazar bulmakta zorlanıyorum. Tuhaf buluyorum bu durumu. Sizce de öyle değil mi.
Merhaba inci hanım kutlarım…
Merhaba inci hanım kutlarım güzel yazınız için. Etrafımda herkes yazar ama okunacak yazar bulmakta zorlanıyorum. Tuhaf buluyorum bu durumu. Sizce de öyle değil mi.
Yeni yorum ekle