Dıranas’ın ve Pir Sultan’ın Gülleri
İhsan Kurt
Gül atmak, gül koklamak, gülü gül ile tartmak sözlerinin ne kadar da gül kokmakta olduğunu hissediyorum.
Uçsuz bucaksız bir gül bahçesinde güller arasındayım. Sabahın seher vaktinde her bir gül yaprağının üzerine düşmüş çiy tanelerine baktıkça içimi aydınlatıyor. Bir gül ile aydınlanmanın da ne kadar güzel olduğunu hissediyorum.
Bağrımı güneşe çevirmiş kucağımı güllere açarak derin derin gül rayihalarını içime çekip, işte gül özgürlüğü diyorum. Sizler isterseniz gönül özgürlüğü de diyebilirsiniz.
Güllerle çevrilmiş hayalimden, kendi kendime gülümsemelerimden bir gül buketi yapıp gülce ellere sunmak geçiyor içimden. Uzaklardan, gül dudaklardan bir türkü gülce yankılanıyor. Yağmur sonrası gül sinelerin ıslandığını çığırıyor. Yağmurdan hemen sonrası bir havadayım. Yıkanmışlığın, arılığın ve duruluğun huzuru yaşanıyor her yerde. Yağmur damlaları çiğ damlaları olup güller üzerinde her biri bir firuze olup ışıl ışıl parlamakta. Şiirler gül türküsü, türküler şiir dizeleri. Güller şiir kokuyor, şiirler ve türküler gülü terennüm ediyor.
Güller gülü derken geçenlerde bir edebiyat sevdalısı ile güzel şiirlerden bahsederken şimdilerde çok az hatırlanan veya hiç hatırlanmadığını düşündüğümüz şairlerin kimler olduğu üzerinde konuşuyoruz. Söz arasında biz hatırlıyorsak herkes hatırlıyor derken buna pek inanmadığımızı belirten imalardan da geri durmuyoruz. Unutulup unutulmadığı üzerinde pek durmadık ama Dıranas’ı ve ardından Pir Sultanı birlikte hatırladık aralarında şiirlerinden hareketle bir bağlantı kurduk. Yahut öyle hissettik de diyebilirim. Benzer duyguları hissetmenin konuşmamızı tatlılaştırdığını ve derinleştirdiğini anladım. Farklı öyküleri olsa da farklı anlamlar çağrıştırsa da Dıranas’ta ve Pir Sultan’da “gül” motifinin ortak olmasını hatırladım.
Bilindiği gibi Ahmet Muhip Dıranas daha çok sahici sahneler betimleyen Fahriye Abla şiiri ile belleklerde yer etmiştir. Lakin Olvido adındaki şiirinde anıları ve onların çağrıştırdığı buruklukları, hüzünleri çok kuvvetli metaforlarla duyurmuştur.
Hoyrattır bu akşam üstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dıranas’ın bende daha çok duyarlılıklarımı çoğaltan, ilk gençliğimin bahar bahçelerini ve başımda esen kavak yellerini hatırlatan, zihnimde imgelemi zenginleştirerek artıran şiiri ise Serenad şiiridir. Bu şiir belki “lavanta çiçeği kokan kederleri” değil ama beni dünyanın bütün dertlerinden arındıran, kalbimin içini ışıklarla dolduran, uçurarak mutluluğa konduran duygularıyla gönül hanemde yer alır. Gençliğimin bütün zamanları gelir şimdiki zamanıma konar. Cahit’in de dediği gibi yeni baştan yaşarım gençliğimi.
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Şiirini okuyunca sahiciliği, duyarlılığı sadece hissetmiyor yaşıyorum. Eski bir Türk filminden doğal bir sahneyi izliyorum sanki. Atılan bir gülün kalbi ışıklarla doldurmasını maddeleşmiş zihinlerin ne kadar anlayabileceği konusunda kaygılarım olsa da bu şiiri o kaygıları giderecek güçte görüyorum. Çünkü şiirdeki soyut zenginliği ve metaforları yaşadığım hayatın sahnelerinin birçoğunda somut olarak duyuyorum.
Sonra nereden, nasıl oluyor bilemiyorum ama gülün hem acıtan hem hüzünlendiren, tarihe damgasını basmış hikayesini hatırlıyorum. Siz de hatırlayacaksınız, bilinen bir hikâyedir: Pir Sultan dar ağacına doğru yürürken Hızır Paşa tarafından herkesin onu taşlaması emri verilir. Pir Sultan’ın can yoldaşlarından biri acılar içerisindedir, taş atmayı aklının köşesinden bile geçiremez. Aklına aniden bir fikir gelir. Hemen bir gül arar, gül bulur ve Pir Sultan’a bir gül atar. Pir Sultana değen gül onun gönül hanesinde derin yaralar açar. Daha doğrusu incinen, kırılan Pir Sultanın yüreği bu sefer ışıklarla dolmaz çünkü yüreği yaralanmış, kanamıştır.
Bunun üzerine Pir Sultan’ın dilinden dökülenlerden bir kısmını hatırlamamak mümkün mü? “Gül” deyip geçemiyor, gülün yaptığına yapacaklarına bir de bu gözle bakıyoruz. Pir Sultan bir şiirinde ifade ettiği gibi artık “Al gül olup al gerdana takılamaz” ama kendisine al güller atıldığında hayal kırıklığına uğrar. Bunun için gönül dilinden dökülenler şu mısralarda can bulur:
Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Haktan emrolmazsa rahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni
Gül sunma şansınız yoksa gül atsanız da o gül dost için, ahbap için, sevgili için bir gülle bile olabilir, en onulmaz yaraları açar.
Anlaşılıyor ki bazen sıcaklık, sahicilik, duyarlık insanlıkta gül olup açıyor. Gül yüzlüler gül sözlüler insanlıktan kaygıları tek tek siliyor. Kinin, öfkenin girdabında gelenlere gül sunuluyor. Güller gizli kapaklı bütün maskeleri indiriyor. Sahiden gül yüzlü insanlara baktıkça….
Düşe yazmıyor insanlar güle yazıyor. Sözler gülden kitaplar gülden gül kokuyor kitabevleri. Ancak tarihte öyle bir sahne var ki gül bütün zengin özelliklerinden ve güzelliklerinden sıyrılarak kalbimizin içini ışıklarla doldurmuyor. Pir Sultan’da yaptığı gibi bizi yaralıyor, içimizi acıtıyor. Bırakalım başka şeyleri dostun gül bile atmadığı, gül sunduğu, kalbimizin içinin ışıklarla dolduğu gül özgürlüğü günleri hepinizin, hepimizin olsun.
Yeni yorum ekle