Edebiyat Her Şeydir…

Deneme

‘Yaşama dair ne varsa’ diyerek, sorumlulukla bir güç birliği oluşturup ‘Zorba Dergi’ ile heyecanlı, dinamik bir başlangıç yaptık. Zorba’nın her bir sayfası, okurlarına umut müjdeleyen, bilgi yüklü, toplumsal düşlere açık bir kapıdır artık. Yeni dergimiz yeni bir heyecandır bizim için, dileriz sizin için de öyle olur. Dergi’ye sahip çıkmanın sevincini birlikte paylaşarak, umudumuzu daha da arttırıp hikâyelerimizi çoğaltabilir, ‘Edebiyat Her Şeydir’ diyerek yepyeni öyküler bile yazabiliriz. Edebiyatın zengin dünyasında da, kendi dünyamızda olduğu gibi çok şey oluyor çünkü.

İnsanı odağına alan Zorba Tv- Dergi’nin adı da elbette bir ironi, okunası anlam yüklü edebi bir hikâye barındırıyor. 
Aslında bakıp düşündüğümüzde yaşam, doğa, insana, canlılara dair her şey hikâyeyle dolu. Romanlar, öyküler, şiirler, denemeler, gezi yazıları, mektuplar, filmler, resimler, heykeller bize görüntüsünün ardından çok şeyler anlatıyor. Drama’ yı yaratan bütün unsurlarıyla hem de. Olay, amaç, hedef, engel, karşı duruş, eylem, gerilim, çatışmasıyla öncelikle insanı sorguluyor elbet. Günlük yaşantımızda hep bir kurgu içinde yaşıyoruz. Bakın çevrenize Dünya’ya, bir olay, bir engel, adalet için karşı çıkış, mücadele, savaş, odakta insan hep var.  ‘Her yer hikâye dolu’ sözü, farkına varalım ya da varmayalım, görüp görmediğimiz önemli bir gerçeğe vurgu yapıyor. ‘Yazılacak her şey yazıldı’ diyenler var. Hatta konu sıkıntısı çekildiği bile söylenir oldu ama hikâye anlatıcısı her dönemde yeni bir dil, söylem, tarz ile yeni bir anlatım yolu bulup hikâyeleri yeniliyor. Edebiyat sürdürülebilirliğini bu yenilikleri yapan cesur öncü sanatçılara insanlara borçlu.“Ya en ya da ilk olmak”  sözünde de vurgulandığı üzere, söylem, dil, anlatım, tarz konusunda fark yaratmak itiraz ya da aykırılık, sanatı etkileyip dönüştürerek ona yeni bir bakış açısı, boyut kazandırarak sürdürülür ve yaşamsal olarak vazgeçilmez kılıyor.

zorbatv.dergi

Konumuz sanatın önemli bir dalı olan edebiyat olunca önce okumaktan söz etmeliyiz, neyi nasıl okuduğumuzdan, neler okuduğumuzdan, yazarlardan, bizi besleyen, etkileyen eserlerden, içeriklerinden.
 Çoğumuz okuma alt yapımızı oluşturmaya klasiklerle başladık, onlarla beslendik. 19.Yüz yıl Roman çağıydı. Klasikler de yazıldıkları dönemin öncü metinleriydiler, ilk’tiler, en’diler farkındaydık. O zaman için gerçekten yeniydiler. Biz de okurken değişip dönüşüyorduk. Haz alırken düşünüyorduk. Zaman, dönem değişse de değerler, ilişkiler açısından sonraki yüzyıllarda da insan farklı yaşam alanlarında, farklı coğrafyalar, siyasi koşullarda yine de aynı insan. Aşkları var, ilişkileri var, ihanet, sadakat, dürüstlük, ümit, öfke, adalet duygusu, iktidar hırsı, öç, intikam, vicdan, merhamet, şefkat, ilişkilerde hep var. Hümanite diyoruz biz buna. 

İnsanın olduğu her yerde doğası gereği sahip olması gereken temel özellikler. İnsanın özü, insan olmanın anlamı yani. 20.Yüz yıla da Film Çağı dendi. Yaşadığımız yirmi birinci yüzyılı daha tam olarak tanımlayıp anlamlandırmak mümkün değil. Her konuda öyle bir hız, değişkenlik, tüketiliş var ki. İlişkiler de metalar gibi hızla yön değiştiriyor.  Sonrasında unutulup gittiğinden güncelin izi bile kalmıyor. 21.Yüz yıldaki günümüz insanı, gelişen teknolojiye bağlı olarak sosyal medya seçeneklerini kullanarak kendisini selfilerle odağa alıp görünür olmak istiyor. Her şeyiyle görünür ama. Paylaşıyor her halini. ‘Varım! Bakın ben buradayım’ diyor. Gülüyor hep, çok mutlu çünkü. Çok eğleniyor, çok güzel giyiniyor, yüzünde bir tek çizgi, leke yok, foto shoplarla kendisini, gerçek olmayacak kadar güzelleştiriyor. Nasıl da alımlı ya da kaslı, fit ve yakışıklı. Çok güzel şeyler yiyor. Üstelik çok özel mekânlarda geziyor.

Gerçek olmayanı gerçekmiş gibi hissetme üzerine Google amca’nın olanaklarıyla öznesi kendi olan kurgusal hikâyeleri yazıyor. Görsellerle süsleyip daha da görünür olmak istiyor. Tıklanma sayısını çok önemsiyor. Hikâye anlatıcılığını kitaptan öte mecralarda yapanlar giderek çoğalıyor. Çok renklilik, bezeme, görsellik, içeriğin önüne geçip insana dair bilinen bütün konular, kaçınılmaz bir değişimle farklı biçimlere bürünüp yeni alıcısına ulaşıyor. Hız ve sosyal medya yaşam biçimimizi de okuma alışkanlıklarımızı, sanatı da değiştirdi. Sanatların insanı odağa aldığını bilmesek 21.Yüz yıla hız çağı diyeceğiz belki de.

Bir zamanlar macera, polisiye, bilim kurgu, fantastik, yer altı edebiyatı, distopik, absürt ya da korku dediğimiz romanları, öyküleri yazan yazarların, bir bilici gibi geleceği görerek yazdıklarını, yarının sınırlarını zorladıklarını görmüyor muyuz? Bir zamanlar okuduğumuz akıl ötesi hikâyeler, kişiler, karakterler şimdi çok daha inandırıcı gelmiyor mu? Okuyup izlerken korktuklarımız bir bir başımıza gelmiyor mu?

Geleceği ön görmüş olan edebiyatçıların düşünceleri gerçeğe dönüştü. Onlar göremediler ama biz gördük, daha da göreceğiz gibi. Corona’ya bakın, Dünya’nın hapis-korku, yaşam-ölüm-kalım- aşılanma panik, virüs haline. İletişimin, insanlar arasında duygusal temasın, dokunuşun kesilişine. Corona sürecini, şimdi deniz salyasının bir canavar gibi denizlere yayılışını, denizin ölüşünü, suların göllerden, nehirlerden çekilişini, buzulların eriyişini, kuraklık sinyallerini almıyor muyuz?

Mantık dışı olarak tanımladığımız kurgusal öyküler nasıl da gerçeğe dönüşür oldu. Alfred Hitchcok’un kuşlar filmini hatırlayın. İnsan yiyen bitkileri, karıncaları, virüsleri, Ebola’yı, yaratıkları, Ex Machina, maymunlar cehennemini, arıları, insanlığı ele geçiren robotları, yapay zekâ özneli kitapları. Korku, doğaüstü kurgu, gerilim yazan Edgar Allan Poe, suç, bilimkurgu ve fantazya türlerinde eserler üreten Stephen King’in hayal dünyası şimdi daha inandırıcı değil mi? Ya George Orwell’in 1947-1948 yıllarında yazdığı özgürlüğün kısıtlandığı, yaşam kalitesinin dibe vurduğu ama buna rağmen, insanlara yaşamlarının eskisinden çok daha iyi olduğuna inandırıldığı bir dünyayı anlattığı roman 1984? İnanılmaz bir hayal gücüyle yazılan romanda bu güne dair gerçekler en ince ayrıntısına kadar kurgulanmış değil mı? Dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.’ Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen başyapıttır ve artık ne yazık ki çok inandırıcıdır. 

I Pet, Kindle’ dan telefonlardan okunabiliyor artık kitap. E-kitaplar, sesli kitaplar okurun hizmetinde. Hatta, Podcast, You Tube’ dan kitaplarla ilgili söyleşileri, eleştiri, kitap tanıtım  yorumları okumak yerine, dinleyebilmek de bir tercih olarak önümüzde. “Her tercih bir vaz geçiştir” sözünü hatırlayarak görme odaklı sosyal medya, görsel kültür oluşturuyor ama kitapların yerine geçebiliyor mu? Artık okur neye nasıl okumayı tercin ediyor?  Sizi bilmem ama ben kitabı elinde hissetmek isteyenlerdenim. Kitabı okurken işaretleyen, cümlelerin, sözcüklerin altlarını çizen, notlar alan, yanlış cümleler, sözcükler, baskı hataları bulunca sevinen dedektif bir okurum. 
Yazarların pek çoğunun merakı, kitapta yazdıklarını okuyanların anlayıp anlamadığı, okurunun düşüncesi, dikkatli bir okur olup olmadığıdır. Herkes okuduğunu farklı anlıyor biliyoruz, bunda okur psikolojisi, kitabı hangi koşulda, nasıl okuduğu, kitap okuma alt yapısı da etken. Çok konuşulup tartışılabilecek bir konu bu. Yazarın, yazarken emek verdiğini bildiğimden ben de bir okur olarak, okurken emek verir, vermek gerektiğini düşünürüm.

"Okumak insanı bin bir gözlü yapar.'' Sözü 1480 yılından kalma el yapımı bir kitabın giriş cümlesidir ve çok doğru söylendiğine inandığım bir sözdür.

Kitap okurken kendimizden çıkıp bir başkasıymışız gibi düşünebilir, gözümüzü dört açıp görmediğimiz gerçekleri görebiliriz. Kendi hayatımızdan başka bir hayata ışınlanmak gibidir de diyebiliriz.  Burada siz okurların ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Edebiyatın bizi zenginleştireceğine, bin gözlü yapacağına inanarak bundan böyle Zorba Dergi’ de birlikte ‘Edebiyat Her Şeydir’ diyecek edebiyata dair çok şey paylaşacağız. Hoşça kalın, edebiyatta kalın.

*Fotograflar:Zorbatv.Dergi Arşivi


 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.