Göğe Adanan Şarkı

Deneme

Göğe Adanan Şarkı


Sude Ilgın Sak


Dolaşırdı en yüce sıra dağların yeşil çayırlarında, balmumundan yaptığı flütünü üflerdi mavi göğün yüzlerce fersah altında. Bilirdi ki var olan, nefes alan her canlı ve her canlının özü yalnızca onun nağmelerini dinlerdi, Tanrıların o görkemli çağında. Ellerinde tuttuğu bu cansız nesneyi kutsalı yapmıştı Hermes’in oğlu, bir ibadetti, bir ayindi flütüne her dokunuşu. Her nefesini üfleyişi yeni bir inanç ve yeni bir umut vaat ederdi yeryüzünün zavallı mahkumlarında. Tanrısal bir melodi yayılırdı ve mest olurdu doğa Pan’ın kendine özgü ritmiyle. Hilkat garibesinin buz gibi mermerden şekillendirilmiş yüreğinin her atışı, bir nota olarak ifa edilirdi gözlerinin önünde alabildiğine uzanan göğe karışan ıslak toprakta. Ufuk çizgisine bakakalırdı, günün en güzel anlarını yaşardı uzun ve simsiyah toynaklarına Ege’nin tozu toprağı karışmış keçi ayaklı Tanrı.zorbatv.dergi

Belki bir gün, belki de bir ömür sürerdi bu izleyiş, çünkü başlangıçtan sona kadar bilinecektir ki, zamanı sadece Tanrılar yaşar, insanoğlu ölümün soğuk yüzüyle karşılaşmaya mahkumdur; iki akış birlikte yol alır ancak asla birbirine karışmaz. Kutsallık bazen ağır gelir etten kemikten oluşmuş bir bedene; damarlarından kan yerine altın da aksa, ömrü sevildiği kadar uzun olsa bile, bir ruh ne kadar yara alırsa bir tanrının bedeni de o kadar yara alırdı kuşkusuz. Birbirine karışmış, keçe halini almış sakalının bir teli bile bir ademoğlunun kaldıramayacağı ağırlığa sahipti, arşınladığı yeryüzündeki her bir adımı insanlığın zihnini yitirmesine sebep olurdu. 

Yeryüzünden göğe uzanan şarkısı yarı keçi tanrının aşka olan tutkusunu, nefretini ve hüznünü yayardı dört bir tarafa. Güzel Syrinks’i anarak süzülürdü nehir kıyısındaki sazların arasında. Yalınayak basardı yumuşak toprağa, etrafında şekillenen insanoğlunu ve geriye kalanları, dostları ve düşmanları, güzelleri ve çirkinleri, yeni ve eski yüzleri izlerdi. Arar ve bulurdu gözleri, yaşamış ve belki de yaşayacak olan en güzel kadınları.

Nehre ilişti gözleri; bir Nymphe’e rastladı, tüm güzellerden daha da güzel, belki de mukaddes bir kainât güzeli. Düşündü Pan keçi sakalını sıvazlayarak, nasıl yaklaşılırdı ki bu uysal meleğe? Korkutmamak, incitmemek gerekirdi. Oysaki Pan’dı o! Kim korkmazdı ondan? Layık mıydı bu gece karası saçlı, Afrodit’in kutsadığı güzel periye?
Ansızın seslenir Pan ve sessizliği yarar sorusu, 

“Söyle bana en güzel kadın! Güzelliğinin duruluğunu, saflığını yıkandığı sulardan alan harikalar harikası, uzun ömürlü genç güzel, nasıl öğrenebilir senin karşında aciz kalan bu tanrı parçası, senin ismini? Dur! Sakın kaçmayasın benden! Söz veriyorum ki asla bir zarar gelmeyecektir sana, üstelik ben istesem dahi incitemem seni. Dinle, bir tanrının yeminidir bu! Niyetim lütfedersen eğer, yalnızca adını öğrenmektir.” 

Duysa da duymazdan gelir genç Nymphe, bilir ve tanır Pan’ı, duymuştur söylentileri. Uzaklaşır oradan ve dönüp bakmaz ardına. Fakat bilir bir tanrıyı cevapsız bırakmanın cezası olduğunu, basit bir yaradılıştır o, tatlı sesiyle yanıtlar,

“Dünya baştanbaşa yarılıp da nefes alan son fâni bedenini terk ettiğinde tüm özler bir olacaktır ey kudretli Tanrı! İşte o zaman, benim özüm senin özün olacaktır.” 
Tanrıların katından kopup rüzgâra karışan bir uğultu çınlar toprak anaya prangalı, bir yanı mahzun bir yanı arsız olan kırların yabanıl ruhlu Tanrının uzun kulaklarında. Bir içgüdüyle flütünü tekrar alır eline ve götürür dudaklarına. Daha önce hiç var olmamış bir müzik yayılır göğe ve yeni baştan yaratılır dünya.  

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.