İlhan İrem’in Ardından

Deneme

İlhan İrem’in Ardından

Prof.Dr. Hasan Bacanlı

zorbatv
İnsanın ölüme bakışı yaşama bakışının yansımasıdır. Hayata ölümün anlam kazandırdığı söylenir. Ölüm olmasa hayatın anlamının nasıl olacağını kestirmek zor. İnsanlar öldüklerinde arkalarında iyi bir hayat yaşamış olarak gitmek isterler. En azından Türk toplumunda böyledir. Arkasından kötü şeyler söylenmesi istenmez. Din bu noktada devreye girer ve ölenlerin ardından cenaze namazında “iyi bilirdik” denmesini temin eder. Bu bir anlamda ölen kişinin iyiliğinin kalanlar (genel toplum) tarafından tecil ve tasdik edilmesi anlamına gelir. zorbatv

Ölen kişinin ardından söylenen söz son zamanlarda oldukça karışık bir hal almıştır. Normal şartlarda Müslümanlar ölülerinin ardından rahmet okurlar; “Allah rahmet eylesin!” derler. Ölen kişinin “büyük” bir kişi olduğunu düşünürlerse, zaten öbür dünyasının iyi olacağını düşündükleri için, kıyamete kadar rahat etmesini dilerler; “Nur içinde yatsın!” derler. Eğer ölen kişi Müslüman değilse “Toprağı bol olsun!” denir. Aslında bu deyişin eski Anadolu kökenli olduğu söylenir. Eskiden insanlar öldüklerinde çeşitli yerlerden gelen ziyaretçiler mezara toprak getirirlermiş. Dolayısıyla (insanca) “ziyaretçisi bol olsun” anlamına gelen bir dilektir bu. 

Son zamanlarda yeni bir deyiş ortaya çıktı: “Işıklar içinde uyusun!” Bu deyişin anlamını çıkarsamak zor. Çünkü bu deyişi kullanan kişiler bunu “dini olmaması” amacıyla kullanırlar. Onların düşüncesine göre öbür dünya diye bir dünya yoktur. Burası anlaşılırdır. Anlaşılması zor olan ise ölen kişinin mezarında “yattığı”, “uyuduğu” düşüncesidir. Bu uyumanın uyanışının olup olmadığı veya kişinin bu uyuma sırasında ne yaptığı ile ilgili bir bildirim yoktur. Hatta kişi öldüğüne göre, bu uyuyanın ne veya kim olduğu konusunda da net bir bildirimde bulunmaz. Biraz zorlama ile bu deyişin “nur içinde yatsın” deyişinin “nur”suzu olduğu söylenebilir. Çünkü “nur” dini imalarda bulunan bir kelimedir. Tüm anlam belirsizliklerine rağmen, bu dileğin de iyi bir temenni niteliği taşıdığına kuşku yoktur. Kısacası, ölenin ardından iyi söz etmek, insani bir şeydir. Tek fark, ölümden sonraki durumla ilgili inanç ve düşüncedir. İnsanlar aynı inanca veya düşünceye sahip oldukları kişilere yönelik, bir anlamda son görevlerini yerine getirirler. 

Dini açıdan bakıldığında, kimin cenaze namazının kılınacağı veya kılınmayacağı ile ilgili hükümler vardır. Zaman zaman ortaya çıkan “bu kişinin namazı kılınmazdı” gibi söylemler ve tartışmalar daha çok politik veya ideolojiktir. Dini olarak bakıldığında, “imanın ve paranın kimde olduğu belli olmadığı” için, halkı büyük ölçüde Müslüman olan toplumlarda ölen kişinin de büyük olasılıkla Müslüman olduğu varsayılır ve namazı kılınır. Aksi takdirde herkesin dini inancı sorgulanmaya başlar. Eğer kişi özellikle namazının kılınmasını istemiyorsa ve başka bir dine mensup ise kendisi veya çevresi onun bu durumunu belirtir ve uygun şekilde defnedilmesini temin eder. Hatta bazen Aziz Nesin gibi, kişi özel olarak namaz falan kılınmamasını ve hatta mezarının yerinin belli olmamasını, üzerinde çocukların oyun oynamasını isteyebilir. Ölümden sonrası için herhangi bir beklentisi olmayan biri için oldukça tutarlı bir yaklaşımdır. 
Aslında buraya kadar yazılanlar hemen hemen herkes tarafından bilinmekle birlikte, zaman zaman karıştırıldığı için belirginleştirme amacıyla ifade edilmiştir. 
İnsanlar hayatları boyunca birçok değişik dönemler geçirirler ve bu dönemlerde bazen inançla ilgili değişimler de yaşarlar. Önceden dindar olup daha sonra dinden uzaklaşan veya önceden dinden uzak durup hayatının son zamanlarında dindarlaşan insanlar vardır. Bu da hayatın cilvelerindendir. Birtakım yaşantılardan sonra da insanlar dinle ilgili görüşlerini olumlu veya olumsuz olarak yeniden değerlendirmek durumunda kalabilirler. Bunun da örneklerini çevremizde görmek mümkündür. 
Sıradan insanlar için durum böyle işlerken, topluma mal olduğu kabul edilen kişiler için durum biraz farklıdır. Çünkü bu kişilerin bir özel yaşamları bir de kamuya mal olduğu düşünülen yaşamları vardır. Dolayısıyla, bir sanatçı bir yandan özel hayatında yaşarken, bir yandan da halka arz edilen hayatında yaşar. Hatta sanatçılığın bu yüzden zor olduğu söylenir. (Deyim yerindeyse) Kamusal hayatınız genişlerken, özel hayatınız daralır. Artık “kafanıza göre” takılamazsınız, çünkü gözler üzerinizdedir. Biraz komplo teorisi ile, sizi halka arz eden sistem sizin neler yapmanız ve yapmamanız gerektiğini belirler. Bu yüzden sanatçılar ikili bir hayat yaşamak durumunda kalırlar. 
İlhan İrem 1 Nisan 1955 yılında dünyaya gelmişti, 28 Temmuz 2022 tarihinde öldü. Özel bir sese sahipti ve hatta sesiyle “tedavi” çalışmaları yapıldığı rivayetleri ortaya çıktı. Yetmişli yılların önde gelen sanatçılarındandı. Bir takım ideolojik yorum ve eğilimlere rağmen sanatında efendiliği ile saygı duyulan biri oldu. Deyim yerindeyse “solcusu da sağcısı da” onu sevdi ve şarkılarını dinledi. İyimser ve umutlu şarkılar söyledi. Doksanlı yıllardan sonra ise köşesine çekildi. Hatta “ulaşılmaz” oldu. Onunla program yapmak isteyenler ona ulaşamadı, ama o katılmak istediği etkinliklere katıldı. Bu dönemde dindarlaştı. Hatta ilahi albümü yaptı. 
İrem’in metafizik düşünceleri ve yaşantıları konusunda değişik söylentiler varsa da (neo-spiritüel bir tarikatın lideri olduğu gibi), Cennet İlahileri albümünde Allah’a inandığı ve “hu” çektiği açıktır. Bize düşen “Allah rahmet eylesin” demektir. 
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.