İnsanı İnsanda Tanımak…

Deneme


İnsanı İnsanda Tanımak…

Eliz Avaroğlu


Hiçbiri birbirine benzemez kalabalık insan yığınlarının tam da merkezinde nefes alıp vermesine rağmen, durmaksızın kendilik mücadelesini veren, "iyi/kötü" "doğru/yanlış" terazilerinin ayarını "ille de güzel" olarak tartmaya ayarlamış, duyarlı, hassas, bir o kadar da aklıyla barışık olan ve zamanla  biricik yalnızlığından ne denli mutlu olduğunu kavramış bir ruhun kaleminden dökülen satırlardır okuduklarınız; -bence durumu dünya realitesinde- hem çok ironik ve hem de çok trajiktir...

İroniktir çünkü, insan (buradaki tekil özne elbette Eliz'dir)  tek başına yaşaması mümkün olmayan, her türlü ihtiyaç ve gelişimi için toplumsal hayatın içinde olmaya muhtaç ve mecbur olan ,-esasen- büyük bir kudret emanetiyle yaratılmış ve fakat dünyaya gözlerini açar açmaz kudretini kullanma potansiyeli aile, toplum, coğrafya, dönem, çağ tarafından kısıtlanmış bir garip canlıdır; üstelik, geliştikçe kavradıkları onu giderek daha çok yalnızlaştıracaktır...

Ve trajiktir çünkü, insanın yaşam ve gelişim süreci -özü gereği- çelişiktir; insan olmak her yönüyle güzeldir (ben olmak da sahiden öyle), toplumsal beraberlik içinde dayanışarak mevcudiyet de güzeldir (benim için de kesinlikle öyle) ama, insanın biricik hakkı olan düşünsel ve yaşamsal özgürleşme sürecini toplumsallık içinde kararlılıkla tamamlaması, kendi özgün bakış açısıyla kavradıklarını, hayatını daha insana yakışır şekilde yaşamak üzere sahiplenip - her ne pahasına olursa olsun-  savunması, toplumun hiç de azımsanmayacak kadar büyük bir çoğunluğu açısından aşırıdır, oyun bozanlıktır, kabul edilemezdir-ve hatta- çirkindir...(iki "güzel" durumdan doğan "çirkin" sonucun, bir insanın hayatına yansıması ise elbette trajiktir)

İnsanın "insan"ı ( ki buna "insanın bizatihi kendisi" öncelikle dahildir), yine ve yalnızca insan marifetiyle tanımak mecburiyetinin olduğunu fark eden bir anlayış seviyesinde, önceleri çaresiz bir döngüye düştüm ben de -benden önce "insan" olmak ve "insan" kalmak derdine düşmüş olan diğer arayıcılar gibi- ; temas etmek- yara alıp köşesine çekilmek- bir süre kendini onarıp (bu süreci hakkıyla anlayarak tamamlayan için savaşın ganimeti tam da bu aşamada kazanılır) yeniden cesaret edebilmek- bir daha temasa yeltenmek,.....

Çok yara aldım şüphesiz ama pek çok şey de öğrendim insanlarla olan insanî münasebetlerimden...

Bir kere; "üst seviyedeki meziyetlerle donanmış bir insan olmak"ın yolu, teker teker temas edilen insanların duygu ve davranışları üzerinden dışarıdan içeriye doğru keşifler yapıp, kendine ders ve tecrübeler çıkararak ilerlemek gibi görünse de, bu tümevarımcı yaklaşım maalesef, (tek, tek, tek" ler üzerinden kavranması mümkün olmayan) bütünsel bir "insan" kavramı karşısında aciz kalıyor, yolu zor'a sokuyor...(Pek çok insan tanıyarak -ne yazık ki- daha çok "insan" olunmuyor)

Sonra; -ağır bir yüzleşme belki ama- "doğru" ve "iyi" daima "olumlu" sonuç vermiyor; rasyonel bir yaklaşım olan doğruluk hassasiyeti, irrasyonel olan iyilik mutluluğunu çoğu zaman gölgeliyor...Öyle ki, hani neredeyse "doğru", iyinin önüne engeller koyan dev bir probleme, "iyi" de doğru eğilip bükülmeden yaşanması mümkün olmayan ütopik bir beklentiye dönüşüyor ( Doğru olanın talibi de alıcısı da -ne yazık ki- pek olmuyor/ İyi diye genel kabul görenlerin iyiliği de biraz kafa yorup sorgulandığında -ne yazık ki- doğrudan şaşmış oluyor)....Peki ya "güzel"???

"İnsan olmak" yolculuğuna çıkan cesur, sabırlı, kararlı, gayretkeş insan için hayata dair ironi de, trajedi de, kalabalıklar arasında yapayalnız kalakalmanın -önceleri canı bir hayli yakan- gerçekliği de işte -tam- buradan başlıyor...

Zira "güzel"de, tıpkı "yetkinliğini eline almış biricik insan" gibi sebep değil, bir sonuç; doğrunun ve iyinin -her ne kadar zor da olsa- kendini gerçekleştirmeyi başardığı bir tepe anlayışta, kendiliğinden beliriveren bir tamam olma hâli, "insan" olanın en büyük mükâfatı, incelmiş bir ruhun en doyurucu tatmin olma kriteri...

Ve insan bir kere güzelin güzelliğine şahit olunca, ondan bir an olsun uzaklaşmak istemiyor...Biliyor ki "güzel", yığılmış kalabalıklar içinde ahenkli dansına yer bulamıyor;  eğilip bükülmüş doğrularla şaşı olmuş gözlerin iyicil rüyalarına rağbet etmiyor, soğuk bir hakikat iklimine ise canı dayanmıyor, nefesi kesiliyor, rengi soluyor...İnsan kalabalıklarının hezeyanları ve ayarsız heyecanları her temasında onu ürkütüp daha uzaklara kaçırıyor...

Peki ne mi oluyor; güzelin derdine düşen insan seve seve/ koşa koşa yalnızlığına sığınıyor...Çünkü orada, -kendine ve topluma rağmen- bütün putlarını kırmak pahasına düşüncelerinde dosdoğruyu inşa edip, kendi hırsını/ öfkesini/ korkusunu/ aşkını/arzusunu dizginleme mücadelesini vermek pahasına duygularında en iyiye kavuşmak imkanını buluyor; "güzel" ona kalabalıklar içinde değil, ancak yalnız iken tam anlamıyla kendini açıyor ve onu sarıp sarmalıyor...

Aziz ruh, gönül aynasında kendini, bir kanadı doğruyu  bir kanadı iyiyi yüklenip yükselten bir Zümrüd-ü Anka suretinde görüyor, yerden yükseldikçe zirvelerdeki güzellikleri keşfediyor, gördüklerini ve bildiklerini kimselere anlatması mümkün olmasa da bu sırları taşımaktan asla yorulmuyor... Genellikle susuyor ve sessizliğindeki kerameti ancak bir diğer zümrüd-ü anka'nın bildiğinden emin bir huzurla yalnızlığının aydınlık göklerinde süzülüyor, süzülüyor...

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.