Müge İplikçi: Beklemek, elbette güzeldir de

Deneme

Müge İplikçi
Beklemek, elbette güzeldir de
 
Ya Godot diye biri yoksa..


Elbette Samuel Beckett bunu epey önce keşfetmişti ve Godot’yu bekleyerek zamanın dehlizlerinde oyalanan insan için alenen ‘boş yere beklemeyin’ demeyi uygun görmediği için olsa gerek, dayanamayıp, bunun üstüne bir de oyun yazdı. İnsan için bir kader ve talihsizlikti bu. Beklemek!
Evet, bekleriz. Bir sürüsünü...


Linç toplumunun geçmesini, hatta sağalmasını bekleriz.


İnsanın içinde kümelenmiş, karşısındaki için katli  vaciptir levhalarının erimesini bekleriz.
Hatta duvarın içerisinden geçip, başka bir yer ve zamana yollanmayı da bekleriz.
Tıpkı Lewis Caroll’ın Alice’e aynanın içerisinden geçirtmeyi başarttığı gibi.
Şuna inanmak da mümkündür elbette: Öteki tarafa geçtiğimizde başaracağız!
Öyle değil mi?


Buradaki soru ya öteki taraf diye bir şey yoksa değildir.


Olsa olsa ya öteki taraf da böyleyse sorusu ise duruma cuk diye oturur.


Başka bir deyişle kaçacak delik ve bekleyecek Godot kalmadığında ne yapacağız? Bu anlamda buharlaşan aynanın içerisinden geçmek de bir fayda sağlamayacak.
Ancak burada da söz söylemek isteyenler olacak.


Sözler ve üçüncü yola dair olan
Kimi buna en büyük değişimin insanın kendisinde olduğunu iddia ederek cevap verecek, kimi ise boş bunlar deyip, hayattaki en büyük gailenin komşusuyla çekişmek olduğunu savlayacak. Komşu burada topyekun bir sembol elbette. Sevgililik ve eş durumundan, farklı dünya görüşlerinde olma haline, bazen bir garsona, bazen bir şoföre, bazen mendil satan bir çocuğa, bazen de bir Suriyeli ya da Afgana, farklı dinlerden olanlara, başarıyı kuşanmış olanlara ve daha nicesine uzanabilir...
 
Bu hengamede ise bir üçüncü yol ya da tali bir yol var ise,  o  kala kala yaşamın meczuplarına ya da edebiyatçı-sanatçılara kalacak. Onlar ‘aktaracak’.  Tıpkı Beckett’ın yaptığı gibi Godot ya da Tanrı’yı beklemenin altına parmak basacak. Ha onların arasında da fire verenler çıkacak elbette! Bazıları iktidarı şuyu buyu aklayacak-aklanmayı hayal ederek. Dahası bunun edebiyat, sanat, hakikat olduğunu da söyleyecek. İşin içine dini, ahlakı, sözcükleri katacak da katacak.
Ya ağaçlar ?


Peki 21. yüzyılın bu beklentisi içerisinde edebiyatın ya da sanatın  (ancak ben bunu daha çok edebiyatçı cephesinden düşünmek istiyorum) gerçek varlığına nasıl bir ad bulabiliriz?  Bu noktada ‘ağaçlar’ diyeceğim ve başka bir şey demeyeceğim. Nasıl ki bir ağacın gökyüzüne ulaşma potansiyeli yeraltına inme potansiyeli ile ölçülebilirse, edebiyat ve sanatın temeldeki çıkış noktası da budur diyesim var; evet evet aranacak temel budur... Hayatı takip etmenin burada hasıl olduğu bir ‘gerçekçilikten’ bahsettiğim de su götürmez. Köklerini hayatın içerisine salan bir varoluş, oradan aldığı hazla gökyüzüne ulaşacaktır-olsa olsa. İşte tam da burada, böyle bir sanat duygusunun insanları da tetikleyeceğine inanıyorum.
21. yüzyılın hakikat sonrası (post-truth) yüzleşmesiyle karşılaşamazsak, ruhumuzu dev aynasında görmeye devam etmemiz pek mümkündür; beklentilerimiz de o çerçevede olacaktır! Ah biz mükemmelizdir, şuyuzdur, buyuzdur safsatalarıyla vasat bir umuda duacı olup yaşayıp gideceğiz. Onu bunu suçlayarak, sürekli ‘mağdur edebiyatına’ sığınarak, kendini hep haklı ve muhteşem görerek..

.
Bizi bize çağıracak en esaslı çağrı ise yine edebiyat (ve sanatın) keşfettiği derinlik ve gökyüzü buluşmasıdır.
Aranacak temel ya da varsa, kaide budur işte.


Ya beklenti? ‘Görürsek’, beklentinin sırrını da çözeriz. Aynanın içerisinden geçerken sadece biz değil, aynanın da değiştiğini görmekle başlayabiliriz buna. O zaman Godot olsa da olur olmasa da.
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.