Ne Kitapsız, Ne Vapursuz     

Deneme

Ne Kitapsız, Ne Vapursuz     
                                                  
Sibel Ünal

Ada vapurlarının yandan çarklısına yetişemedim. Ne de kadife kumaştan çizgili koltuk ve perdelerini gördüm. Büyüyüp de artık tek başıma vapura binmeye başladığımda lüks mevki hâlâ duruyordu yerli yerinde. Arka kısımda ve büyük salondan ayrıydı. Yuvarlak pencereli iki kanatlı dar bir kapıdan girilirdi. Alışkanlıktan olmalı, yaşlılar otururdu daha çok. Bir de ben. Şık ve ölçülü oluşları üstümde bir çekingenlik yaratmıyor değildi ama lüks mevki sessizdi. Sessizlikse beni çekerdi. Konuşmaktansa sessiz kalmayı yeğlerdim o zamanlar da.  Saf, katışıksızdır sessizlik. Yapmacıklı davranıştan, samimiyetsiz tutumdan uzaktır. Sonuçta başkaları için konuşur, kendimiz için susarız. 

Şimdi yıllar sonra vapurun penceresinden lodosun çırptığı denizi izliyorum. Bu beni, adayı, vapuru saran aynı denizdi. Ayna yüzeyine düşen genç yaşlı simalarımız orada saklı hâlâ. İçinde hüzünlendiğimiz, sevindiğimiz, ağladığımız aynı yansımalı yüzey bu. Aşinayız bu yüzden ona ve birbirimize. Papyonlu yaşlı beyle de öyle aşinaydık. Sabah vapurunda karşılaşırdık onunla. Aramızdaki küçük masanın iki yanına yerleştirilmiş tekli deri koltuklarda karşılıklı otururduk. Elinde gazetesi olurdu mutlaka. Arada ince tel çerçeveli gözlüğünü titrek, yumuşak işaret parmağıyla geriye iter, başını bir anlığına dışarıya çevirir; geriye doğru yavaşça akan suya, yakından uçan martıya bakardı. Bazen bakışları bende dururdu.  Soracak gibi olur, vazgeçerdi sonra. Neyi merak ettiğini merak ederdim. O gazetesine bense kitabıma dönerdik az sonra. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum o sıralar. Derslerden vakit buldukça okurdum. Vapur Burgazada iskelesine yanaşmak üzereydi. “Ne okuyorsunuz küçük hanım, merak ettim de” demişti elimdeki kitabı işaret ederek. Kitabın arasına ayıracı koyup kapağı göstermiştim. “Yabancı’yı  okuyorum. Okumuşsunuzdur mutlaka…” Sahaflardan yeni almıştım. O zamanlar yalnız lüks mevkiinin sessizliğini değil, Albert Camus de severdim.  Başını hafifçe eğip bir süre baktı. “Yok okumadım. Anlaşılır buluyor musunuz peki?”                                                                                                                                         

“Anlaşılır evet. Ölen annesinin yasını tutmasını bilmeyen bir karakter var,” deyip gülümsemiştim. O da karşılık vermişti. Zayıf, kırışık yüzündeki ince derisi kibarca gerilmişti. “Demek yas tutmasını bilmeyenler, ha! Türlü huylar, fikirler öğreniyoruz kitaplardan.”
Doğruydu, Yabancı’daki Meursault gibi varoluş acısı çeken biriyle ancak okuyarak tanışırız. Okuma uğraşı bir arayış olduğu kadar, yaşama değer katma ya da anlam yükleme çabasıdır. Yoksa böylesine kasvetli, tekrarlayıp duran bir döngünün saçmalığı karşısında ne yas tutabilir ne de herhangi bir duyguya girebilirdik. 
Faust: 
Tanrım, bu duvarlar nasıl sıkıyor ruhumu                                                                                                         
Bu lanetli, boğucu hapishane deliği…
Ve sen hala sorabiliyorsun, neden
Kalbin sıkışıyor, üzünç içinde diye göğsünde,
Neden bilinmez bir acı ve keder içindesin,
Bütün gücün ve sevincin alınmış elinden
Burada oturuyorsun ve çevrende
Canlı doğa değil de Tanrı’nın yarattığı
Günkü gibi; iğrenç kokular ve küf içinde
Çürüyen hayvan ve insan kemikleri  

“Yakmak Bir Zevkti” 
Okumak, yaşama anlam katma uğraşı dışında başkaldırıdır da. Geçmişi çok eskilere dayanan atalarımın sözlü geleneğinin bir uzantısıyım sonuçta. Deyişlerin, efsanelerin, mucizelerin, kehanetlerin, sırlı masalların anlatıcısıydı onlar. Yasaklı coğrafyalarından bana kadar gelen ve mitoslarla örülen hikayeleri vardı. Köklerimin fısıltıları hâlâ kulaklarımda. Bu aktarımlar, anlatılar varoluşla eşti. Nesilden nesile yaşamın imleri, deneyimleri gizliydi onlarda. Yazmaksa yasaklıydı; iz bırakan, ithama açık bir kara dökümdü. Boşuna tehlikeli saymamıştı Yunus Emre onu. Güçlünün elindeki silah olarak bellemişti. Elbette, çok şey değişti o günden bugüne. Yine de yazının, belgenin bir iktidar yaratmada, güce dönüşmede etkisi yok değil! Darbe dönemlerin baskıcı ortamında veya faşizmin kol gezdiği dönemlerde bundan çekmeyen ülke ve halklar yok gibidir. Hatta, Fahrenheit 451adlı romandaki Guy Montag adlı itfaiyecinin işi böyle bir iştir! Yasadışı olan üretimlerin en tehlikelisini yakıyordu o: Kitapları!  Romanlara da konu olan kitap yakma ve yasaklama konusu uğursuz zamanların karanlık eylemleridir. Bizde de sıkça uygulanan baskı araçlarından biridir. Yazdıkları nedeniyle cezaevlerinde çürüyen, işkenceden geçen, bedel ödeyen pek çok insanımız var. Kısaca, bu ve benzeri durumlarla dolu kirli bir tarihimiz duruyor geride.  

Ne olursa olsun, nasıl bedeller ödenirse ödensin, her zaman bir değer olarak kendini var eder kitaplar. Geçmiş ve gelecek arasında köprü kuran miras taşıyıcısıdır çünkü onlar. Yaşama dirençle devam etmemizi söyleyen atalarımızın, ölümü devreden bir gerçeklik olarak salık veren inancımızın kelamı var onlarda. Böylece, yaşam ve ölüm sarmalı sükûnetle, dinginlikle mayalanır içimizde. Ancak doğaldır ki bunu nitelikli eserler sağlayabilir. Schopenhauer’ un da eleştirdiği boş, vakit kaybı olan ve düşündürmekten alıkoyan, putlaştıran kitaplarla bu dönüşüm gerçekleşemez. Söz konusu olan düşünceyi derinleştiren, genişleten, zihni alevlendiren okumalardır. Yazma ve öteki yaratım süreçlerini de dahil edebiliriz buna. Ölümsüzlüğe ulaşma, kalıcılaşma gayretidir en nihayet. Varoluş döngüsüne bir çentik atmak, sınırlı yaşama bir işaret bırakmak, ölüme boş bir ev bırakır gibi boş bir beden bırakmak içindir hepsi!

Okuma Büyüsüne Kapılmak!

Kitaplara, harflere, sözcüklere sarılmak, manasızlığı yarma atağıdır bir bakıma. Sevdiğimiz bir sözü imlemek, sayfa kenarına küçük yorumlar, notlar iliştirmek, iç alemimize değip genişletir bizi bazen.  Başka bir yaşantıya taşır bazen de. Buzzati’nin Tatar Çölü’ndeki  gibi beklenen ama gelmeyen o uzak gölgeleri gördüğümüz olur. Var olmaya zorladığımız yanılsamalı bir gerçekliğe dönüşür okuduklarımız. Karmaşık dünyaların kaosunda dolaşırız; kiminde umutla, özgürlükle bezenen âlemler açılır önümüze. Dalgaların arasından, sisin içinden geçen vapurun, bir iskeleden ötekine giderken ki esrarengiz yolculuklarına sürükleniriz. Sözcükler, harfler martılar gibi eşlik eder bize. Çırpınan lodosta, sallanan vapurda bir not olsun düşmek isteriz okuduğumuz sayfanın kenar boşluğuna.

Zor oysa! Ne kalem durur o satıhta ne de kalemi tutan elimiz; titrek ve uslanmazdır her şey. 
Yine de yavaş ve duygusal eylemi yani okumayı sürdürebiliriz. Her sözcüğün, her satırın üstünden geçer gözlerimiz, yeni kapılar çalarız; düş evlerine, düş denizlerine dalarız. Deniz canavarlarına, ejderhalara meydan okuruz; batık gemilerin tuhaf sakinliğini, geride kalan eşyalara sinen yalnızlığı, terk edilmişliği keşfederiz. Çürümüş kapıların paslı halkalarından tutup gıcırtıyla iteriz.  O evrenden bir başkasına…derken başkasına geçeriz.

Eski konakların çıngıraklı kapılarından, güllerle süslü bahçelerinden girdiğimiz de olur. Ahşap, tozlu zemine ürkütmekten korkarcasına basar, sessizlikle sarılan konağın serin vitraylı avlulularında dolanırız. Yüksek tavanlardan sarkan avizeler solmuş nefesler gibi ışıltısız sallanır tepemizde. Sıkı sıkıya kapalıdır odaların her biri.  Kefenlenmiş, örtülmüştür geçmiş ve her şey. Bütün o sözlerle kurulan bilinmez kıyılar, ışıklı ülkeler, kasvetli şehirler, gaip antik kentler gibi konak da yittiğiniz bir yer olur. Hangi köşeye yakıştırırsınız kendinizi? Nerede durursanız bu geçmişin bir parçası olursunuz sahi? 

Okumaların yakınlaştırıcı sihrini de unutmamak gerekir. Sizinle geçmişte yaşadığım bir anımı paylaştım: Yıllar öncesi vapurda karşılaştığım yaşlı papyonlu bey ve onunla Camus ’nün Yabancı’sı üzerine konuştuklarımızı… Aynı mekânda, aynı zamanda, aynı düşüncede olmayabiliriz de… Ama şimdi, şu anda birlikteyiz. Yakınız. Buluştuğumuz yer burası. Okuma büyüsüne kapılmış halde. 
Bu arada buluşmanın ayrılıkla iç içe olduğu gerçeğini de hatırlatmak isterim. Kitapların bizi ayıran tarafları da var çünkü.  Okuma, yazma veya sanatsal bir etkinlikte bulunan kişi giderek yalnızlaşabilir, ötekilerinden sıyrılabilir de. Hatta kimilerinin taşkın bir ruh haline teslim olup uyumsuzluk alanına çekildiği de olur. İçinde başka bir ateş alevlenir; esrik ve tuhaf. Uçlaşarak uyumsuzluğa dek yol alır bu. Haberdardır tuhaflığından. Çarmıha gerileceğini bilen İsa’nın Zeytin Dağı’na gidip dua etmesi gibi, bile isteye yalnızlık dağını tırmanır uyumsuz.

Okuma uğraşı salt dönüştüren değiştiren bir eylem değildir, varoluşun nabzıdır aynı zamanda. Bir çoğalma, bir ölümdür. Bir yaşam, bir solmadır. Yüzü bize dönük insanların, bize değip geçen yaşamların izleri vardır onda. Damıtılan bütün o şeylerin bıraktığı tat, koku, his ve hayranlık uyandıran bütün o hayatlar… Hepsi ama hepsi tükenmek bilmez evrenin çağrısıyla doludur. Bütün o çeşitlilikte gizlidir yaşam. Hepsini biriktiririz içimizde; gözlerimiz, yüreklerimiz, ellerimiz, kollarımız topladığımız onca şeyle doluncaya kadar. Bizden öncekilerin tecrübeleri, izlekleri de saklıdır onlarda. Geriye kalan duvar işlemelerinin, hayratlardaki imgelerin, mezar taşlarındaki şekillerin ve dünya kederleri de söyler bize. Ninelerimizin türküleri-şarkıları, annelerimizin ninnisi de yinelenir durur orada. 

İster karada ister denizde olalım, hatta yandan çarklı vapurda, aynı akış geçer içimizden. Derler ki siyahmış bir zamanlar vapurlar. Öylesini hiç görmedim. Benim bindiklerim beyazdı, martılarla yarışırlardı. Tek tek dolaşırlardı adaları beyaz bir mendili bırakır gibi. Hafif çırpıntılı yüzeyde rengarenk yansımalı ışıklarla süzülürlerdi suda. Benim vapurlarım, hayali bir rotada ufka doğru gözden yitenlerdi.

Dipnotlar
1 Albert Camus, Yabancı, Varlık Yay.
2 Alberto Manguel, Okuma Günlüğü, Şiirin çevirmeni: Can Yücel, YKY, s.86
3 Ray Bradbury, Fahrenheit 451, Çeviren: Dost Körpe, İthaki Yay.
4 Dino Buzzati, Tatar Çölü, Çeviren: Hülya Tufan, İletişim Yay.

sblunal@hotmail.com
 

Yorum

Hacı Tekin (doğrulanmamış) Pa, 15 Ocak 2023 - 13:41

Emeğinize ve yüreğinize sağlık hocam. Yüreğinizdeki ufuk çizgisini sis bile yok edemez! Keyifle okudum...

Saat Yuce (doğrulanmamış) Pa, 15 Ocak 2023 - 21:18

Sibel hanım yazıyı vapurda okudum sonra çevreme baktim 4 kişi hariç herkes vapuru seçmişti. Biraz üzüldüm. Ama kitapsız olmayacak bu işler diye de hayifllandim. Kaleminize sağlık

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.