Okuma Üzerine…

Deneme

Okuma Üzerine…

Prof. Dr. Hasan Erkek

Yıl yıla eklemleniyor… Her şeye, hatta üstünde döndürülmeye çalışılan dolaplara rağmen, dünyanın yönünü şaşırmadan dönüyor olması insanda heyecan uyandırıyor. Başlangıç noktası olarak hangi tarihi seçersek seçelim, döngünün tamamlanması, yeni döngüye girilmesi mucizevi geliyor insana. Sömürülere, katliamlara, savaşlara rağmen yaşam kutsanıyor sanki. Her yeni yıl kutlaması, yaşamın bir zaferi olarak alınmalı…

Bu sevinçle yüz yüze bakarak, bir kez daha, birbirimizi biraz olsun mutlu etmenin yollarını arayacağız. Aldanmayı göze alarak, renkli, parlak kağıtlarla kaplanmış armağanlara yöneleceğiz. Büyük bir olasılıkla incik boncuk almaya kalkışacağız birbirimize. Sağlığımıza iyi gelmeyen, bizi toplumca obez hale getiren sağlıksız gıdalar sunacağız sevdiklerimize. Sevgimizi, birbirimize alacağımız nesnelerin maddi değeriyle tartmaya kalkışacağız. Ne alırsak az gelecek. Ne veren olarak, ne alan olarak yeterli bulmayacağız…

Dahası, “tüketim toplumu” sıfatımızı pekiştirmiş olacağız böylece. Bu sömürü çarkının dönmesine biraz daha destek olacağız. Kazandıkça iştahlananların iştahını köreltmeye yetmeyecek alınterimizden arttırdığımız paralar. Çocuk işçiliğin, ucuz işgücünün dolaylı sebebi olacağız. “Ecel tezgahlarında” “iş kazası”ndan ölenlerin, yaralananların acısını hiç duymayacağız belki o şatafatlı armağanları alırken… Çünkü ruhsal olarak da, giderek obez olmaya başlıyoruz… İncelik yoksunu, katı ve duyarsız…

Oysa birbirimize, şatafatlı ve pahalı nesneler yerine kitap armağan edebiliriz. Sıcak, heyecan dolu kitaplar… Okundukça hiç tükenmeyen, tersine giderek çoğalan satırlarla, dizelerle dolu… Yaşamı kutsayan, eşitliği yücelten, yüreği özgürlük için atan… Haksızlıkları eleştiren, yaraları iyileştiren, sevgiyi pekiştiren… Değeri üzerlerindeki etiketlerden yer alan rakamlarla ölçülemeyen kitaplar…

Yerini ne tutabilir ki, okunup armağan edilen ve paylaşılan bir kitabın?.. Kişiye özel seçilmiş bir kitabın?.. Elden ele dolaşırken kanatlanıp uçmaya başlayan?.. Önce ellerimizi, sonra da yüreklerimizi ısıtan?.. Akıl teriyle yazılmış, sahici yaşanmışlıklarla dolup taşan bir kitabın?..

Farkında mısınız, ne kadar az kitap okuyoruz ve ne kadar az kitap armağan ediyoruz artık birbirimize. Artan nüfusumuzdan ve ülkemizde yayımlanan düşük kitap sayısından belli değil mi?.. Üstelik buna da, toplumca çok üzülüyoruz… İçten içe suçluyoruz kitap okumayanları. Oysa bir eylemi/edimi gerçekleştirmenin bir tek yalın ve etkili yolu var, o da o eylemi/edimi gerçekleştirmektir. Okumak da onlardan biridir işte. OKUMANIN TEK YOLU OKUMAKtır. Kestirmesi, daha kolay, daha hızlı yolu yoktur. Zaten zor bir edim de değil. Okudukça etkisi çoğalan bir edim/eylem… Az okumamıza oturup ağlamaktansa, onu başkalarından beklemektense, işe kendimizden başlamalıyız, birçok eylem ve edimde olduğu gibi, öyle değil mi?..

Yeterince okumayı beklediğimiz öğrencilerimiz az okuyor, kabul. Onlara hep “okuyun” diyoruz… Ama biz hocalar da az okuyoruz. Hatta hocalarımız da az okudular. Anne-babalar da öyle… Yazarlar/şairler olarak bile ne kadar az okuyoruz. (Bir şiir ya da roman yarışmasına katılan dosya sayısı, binleri buluyor da, basılan ve okura ulaşan kitap sayıları onların altında kalıyor.) Okumadan yazmak nasıl mümkün oluyor?.. Gerçekten okuyanların bunu anlaması kolay değildir. Okumayan bir toplumda, okumadan yazanların yazınsal bir değer taşımayan yazdıkları peynir ekmek gibi satın alınıp sonra da okunamadan bir yana atılması doğal değil mi?.. 

Dahası yazarlar, şairler olarak birbirimizi bile ne kadar az okuyoruz. Zaten bu yüzden, birbirimizden habersiz okuma ve yazma yolunda yeterince yol alamıyoruz. Yazdıklarımız birbirine eklenip ciddi bir gelenek oluşturamıyor… Sınırlarımızı yeterince aşamıyor… Sevdiğimiz yazarları, şairleri bile çok az okuyoruz. Hatta sevdiklerimizin yazdıklarını bile okuma gereği duymuyoruz. Çünkü onları seviyoruz ya… Onlarla gurur duyuyoruz ya… Öyleyse, okumasak da olur mu yani?.. Bir sevgi köksüz ve temelsiz olabilir mi? Somut olarak beslenmeyen bir sevgi zamanla yok olmaya yazgılı değil midir?.. Sonuç ortada değil mi?.. (Geldiğimiz noktadan, bulunduğumuz durumdan memnunsak sorun yok. Ama değilsek yapılacak şeyler var hepimiz için ve bunlar hiç de zor değil… )

Öte yandan yalnızca “kitap okumak iyidir, kitap okumalıyız” demek de yeterli değildir kuşkusuz. Çok iyi bildiğiniz gibi, sosyal medyada kitap paylaşımlarını “beğen”mek onları sevmek, okumak anlamına gelmez. Dahası altlarına “yorum” yazmak da. Okumadığımız bir kitabın altına nasıl “yorum” yazabiliriz ki… Ferhan Şensoy, “şimdiki gençler ben o kitabı gördüm diyorlar, okudum demek yerine” diyordu. Oysa şimdi yalnız gençler değil, yetişkinler de benzer bir eğilim içinde. “Sosyal medyada beğen”dim, “yorum da yazdım, daha ne yapayım, başkaları da alıp okusun artık” konforundan çıkmamız gerekiyor. Bu sanal ortamın aldatıcı vicdan dindirme konformizmine hiç düşmemeliyiz. Tabii tanıdığımız kitapları beğenebilir, onlar için güzel yorumlar da yazabiliriz. Ama toplumsal okuma ediminde tek işlevimiz, tek görevimiz bu olmasa gerek. Sosyal medyadaki bu rahatlatıcı edimlerin ne yazarlara, ne çevirmenlere, ne yayınevlerine, ne bize, ne de çevremize bir yararı var. Ülkemizin ve dünyanın geleceğine böyle sahip çıkamayız, öyle değil mi?..

Hani kaygı duyuyoruz ya çocuklarımızın, ülkemizin, dünyanın geleceğinden… İşte onun için kitap okumalıyız, kitap okutmalıyız. Çünkü insanlığın ve dünyanın geleceğini düşünen filozoflar, sanatçılar ve gerçek politikacılar düşüncelerini kitaplara döküyorlar. Kitaplar insanların beyinlerindekileri birbirine aktarmak için buldukları en güçlü araçlardır. Elden ele geçebilir, çantada hatta cepte taşınabilir bu kitaplar. En güzel yanları da okunmakla tükenmemeleri, okundukça çoğalmalarıdır.

Hani yakınıyoruz ya, halkımızın tercihlerinden. “Yanlış oy kullanıyorlar” diyoruz, “kendi yöneticilerini bile seçmekten acizler” diyoruz… Sonra maruz kaldıkları durumlara üzülüyoruz.. Öyleyse onlarla birlikte kitap okumalıyız, kitap okutmalıyız. Yalnız aynı geminin değil, aynı kitaplığın da içindeyiz. “Onların kitaba ihtiyaçları yok, çorbaya ihtiyaçları var” demeyelim. Her ikisine de ihtiyaçları var. İhmal etmeyelim, komşumuza bir kase çorba ikram edersek, yanında bir de kitap armağan edelim. Çorbayı bedenen, kitabı ise ruhen doymaları ve bir daha aç kalmamaları için… Okunan her kitap dünyanın kaynaklarını eşit ve adil bir biçimde paylaşmak için atılan bir adımdır. Benzer bir biçimde, bize bir bardak çay, bir kase çorba ikram eden olursa, tabağı boş göndermeyelim, biz de onlara kitap ikram edelim. Tapduk Emre’nin “nefes” dediği şeydir kitap…

Hani çok üzülüyoruz ya şiddet eğilimlerine… Kedilerin, köpeklerin, kuşların iç burkan şiddet sonucunda öldürülmelerine… Konuşmayı beceremeyip sorunlarını şiddet yoluyla çözme yoluna gidenlere… Şiddet kurbanı çocuklara… Onun için de kitap okumalı, kitap okutmalayız. Melih Cevdet Anday, “insan zalimdir, Dostoyevski okur, zalimlikten kurtulur” diyordu. Aynı sözü Shakespeare, Kazancakis, Pirandello, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Gülten Akın,… için de söylebiliriz. Ancak bireylerde duyarlılık yaratacak kitapları (kuşkusuz yaş konusuna göre kitap niteliğini de gözeterek) erken yaşlardan itibaren okutmalayız. Aksi halde kitaplar daha az etkili olur. Kitaplardaki duyarlık kitaplarda kalır. Bireylerin davranışlarında, erken çocukluk yıllarında edinilen kalıplaşmış doğru/yanlışlar yönlendirici olur. Durup dururken üniversiteli genç bir erkek, genç kız arkadaşını döver. Bu durum, yanlış bir teşhisle, bizi kitapların yeterince etkili olmadığı yönünde kuşkulara salar.

Şiddet mağduru/kurbanı kadınların hali bizi kahrediyor ya… İşte onun için yalnız erkeklere değil, kadınlara da kitap armağan etmeli, o kitapları okumalarını sağlamalıyız. Çünkü o erkeklerin öyle yetişmelerinden yalnız erkekler ve eril düzen değil, kadınlar da bir miktar sorumludur. Ataerkil, erkek egemen toplum yapısını yalnız erkekler değil, o değerleri benimseyen, dahası yücelten kadınlar da ayakta tutmaya katkıda bulunuyor, bilerek, bilmeyerek… Ancak kitaplarla bilinçlenebilir, duyarlılık kazanabilirler. Çocuklarını başka türlü yetiştirebilirler, dünya başka türlü olabilir… 

Kitap karın doyurmaz da demeyelim, doyurur, dolaylı olarak. Çünkü kitap okuyan insan daha duyarlı olur, çalıp çırpmaz. Yöneticiyse rüşvet almaz, müteahhitse malzemeden çalmaz, satıcıysa kırmızı bibere kiremit tozu katmaz… Seçmense sorumlulukla hareket eder, yöneticilere eleştirel bakar, uygun adayları arar, bulur, tanır, seçer. Seçmekle kalmaz, onları sıkıca denetler. Denetleyici sistemlerin kurulup işlemesine katkıda bulunur. Yalnız edilgin bir biçimde seçmekle kalmaz, etkin ve sorumlu bir tutumla aday olur. Seçilince vicdanla, akılla hareket ederek topluma çeşitli hizmetlerde bulunur. Toplum daha iyi bir toplum haline gelir, geleceği daha parlak olur. 

Kuşkusuz yalnız kitapla eşit ve özgür bir dünya yaratılamaz. İnsanlar yalnız kitap okuyarak mutlu olamaz. Ama bu yola girmek için çok önemli bir adım atmaktır kitap okumaya başlamak. Her kitap, hemen olmasa da, gerçekleşmesi mümkün olan bu ütopyalara bizi biraz daha yaklaştırır… Bu süreci hızlandırır, kolaylaştırır, dahası tatlandırır…

“Kitap okuyalım” demenin modası geçti demeyelim içimizden. Kitap, (daha geniş açıdan bakacak olursak sanat ve bilim) modayla ilişkilendirilemeyecek önemde bir konudur. Ekmek ve su gibi temel bir ihtiyaçtır. Kuşkusuz şimdi internet var, internette okunacak başka alanlar var, twitter, facebook, instagram bunlardan bazıları. Ama internetteki her bilgiye kuşkuyla yaklaşmalıyız. Sağlamasını yapmak için yine internetten bulduğumuz bir başka bilgi de eksik olabilir. Ayrıca, Goethe’nin bir oyunu, Saramago’nun bir romanı, Baudelaire’in bir şiir kitabı bir twitter mesajına sığmaz… Instagramda, Tolstoy’un, Virginia Woolf’un, Sartre’ın, Habermas’ın fotoğrafını paylaşmak onları okumak anlamına gelmez. Tablet üzerinden bir kitap okumak da, kuşkusuz yine kitap okumaktır, pdf okumak da öyle. Ama unutmayalım ki, telif ücreti ödenmemiş ve yazarının izni dışında okunan her PDF korsan kitaptır. Korsanlık kitap okumakla bağdaşmaz. Kitap okuyan kişi en azından korsan olmamayı, emeğe saygı duymayı öğrenir…

Kimimizin kitap okuma alışkanlığı zaten var. Onu daha da güçlendirmeliyiz. Kitaplardan yana umudumuz zayıfladıysa onu yeniden canlandırmalıyız. Hani Rıfat Ilgaz diyor ya “bul içine türükdüğün kitapları yeniden / her satıtırında buram buram alın teri / her sayfası günlük güneşlik” diye… İşte onu yeniden hatırlamalıyız. İçimizi kitaplardan gelen ışık hüzmesiyle ışıtmalıyız… 

Ancak her kitabı değil kuşkusuz, iyi yazarlarca yazılmış ve/ya da iyi çevirmenlerce çevrilmiş kitapları alıp okuyalım. O kitapları yayımlayan iyi yayınevlerine katkıda bulunmak için satın alıp dostlarımıza, sevdiklerimize armağan edelim. (Yoksa, bu gidişle ne yayınevleri kalacak, ne özveriyle yazan yazarlar, ne de bilgiyle, ince bir işçilikle çeviren çevirmenler.) Hangilerinin iyi olduğunu da ancak kitap okuyanlar bilebilir. Bilmeyenler de, okuyarak zamanla öğrenebilir ve yanındakilere öğretebilirler. (Unutmayalım ki kimse “kendinde olanı”ndan başkasını veremez. Bilgi de içe doğuşla değil, dışarıdan bir etkiyle ve içten bir çabayla, çalışmayla edinilebilir ancak.)

Dedim ya, yeni bir yıla doğru hızla ilerliyoruz. O nedenle bu satırları yazma gereği hissetim… İçi boşalmış dileklerde bulunmamak ve sahici yeni umutlar beslemek için kitap alalım. O kitapları okuyup sevgilimize, eşimize, dostumuza, çocuklarımıza, öğrencilerimize, öğretmenlerimize, konu komşuya armağan edelim. “Bir kitapla ne olur ki” demeyelim. Gücümüzü küçümsemeyelim. Kadim insanların dediği gibi, bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir yiğit, bir yiğit bir ordu, bir ordu da bir ülkeyi kurtarabilir. Kitabın işlevini anlatmak için benzetme buraya uygun düşse de, bizler kurtarıcı yiğitleri beklememek, hep birlikte, bugünümüze ve geleceğimize sahip çıkmak için dört koldan okumalıyız. Bu konuda bir “seferberlik” başlatmalıyız.

Bizi aşan çok karmaşık bir noktadan değil, işe bir kitapla başlamalıyız. (Kendimizden başlamaktan başka çaremiz yok. Ayrıca, bu çare çok heyecan vericidir.) Hiçbir şeyi değiştiremezsek, kendimiz değişiriz. Çünkü her şey değişimimizle başlar. Değişirsek değiştirebiliriz. Hayatlarımız ancak böyle renklenebilir, tatlanabilir ve yenilenebilir. Denemeden bilemeyiz..

Öyle ise ne duruyoruz?.. Yeni yıl armağanlarından başlayabiliriz…Gelecek yılı kitaplayabiliriz. Bakarsınız birlikte bu yönlü bir kampanya başlatabiliriz. Elbirliği, gönülbirliği ile, akılbirliği ile gelecek yılları kitap yılları haline getirebiliriz… Herbirimiz bir ucundan tutabiliriz bu heyecanın. Dedim ya, gücümüzü hiç küçümsemeyelim… Yaparsak olur…

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.