Piyasa Yazarları ve Market Malı Kitaplar Arasında,
Okur Sorunumuz Var Bizim…
İnci Gürbüzatik
Bu başlığa itiraz edenler olacaktır biliyorum. Bile bile yazıyorum. Gerçekten kitaplarla ilgili bir sohbet açılıp da bu sözleri söylediğimde beni dinleyenler söyle bir duruyorlar. Okumayan bir toplum olduğumuzu istatistik verilerden biliyorlar çünkü. Sözüm gerçek okurlara değil. Yani nitelikli kitap okuyan, okuduğunu anlayan, kitabı yazan yazar kadar okumak için emek verenlere, kitap, yazar, bilgi izi sürüp yan okumalar yapanlara, kitap ne kadar pahalansa da alanlara, ona bir biçimde ulaşanlara değil. Zaten bu tür okur nüfusumuza bölündüğünde o kadar az ki. Ne mutlu onlara ve iyi ki varlar. Keşke çoğalsalar. Dünya okur yazar ölçümlerinde son sıralarda yer almanın acı gerçeği aynamız işte.
“Evet ama çok da kitap basılıyor”, dediğinizi duyar gibiyim. Basılan kitapların çoğu edebiyatımızın kalıcı kitapları olmayacak. Unutulup gidecek, öyle parlayıp çok satan raf ömürlü, üçüncü sınıf edebiyat dediğimiz o çöp kitaplar, edebiyat kanonundan ne yazık ki akamayacak.
Yazar muhaliftir. Uzlaşmacı değildir. Çağının tanık çocuğudur. Görünenin ardındaki gerçeği görmesi gerekendir, yazar sanatçıdır. Görüp izlediklerini eserlerinde estetikle yansıtması gerektiğini bilendir. Yazdıklarıyla tarihe not düşendir. Onun için de yazarlık mücadele istiyor, sabır istiyor, emek istiyor, bilgi, birikim, özgünlük, yaratıcılık kısacası göze alınacak bedel istiyor. Bakın Dünya edebiyatında yer edinmiş yazarlara, eserlerine, yazım sürecinin acılarını, ödedikleri bedelleri içiniz acıyarak görürsünüz.
Herkes yazıyor artık. Ne güzel! Yazsın… Artık bir-iki ayda roman yazan, çevresinde de onun yazacaklarını merakla bekleşen müthiş yetenekli yazarlar, onların ajansları, reklamcıları, pazarlamacıları, fanları, imza kuyrukları oluşturacak okurları var. Tek fişeklik tüfek gibi birden patlayıp sonra yok oluveren kimi kitaplar ve onların yazıcıları var. Birden popüler oluveren parlayıp sönenlerin çoğunu daha şimdiden hatırlamıyoruz bile. O yüzden kitap yazan herkes yazar değil benim gözümde.
“Bu anlatacağım konuyu, ben, kendi bilgi birikimim, dil bilgimle yazabilir miyim?” sorusunu bazıları keşke yazmadan önce sorabilseler kendilerine. Kitap yazanların yazdığı dilde yetkin olmak gibi bir zorunlulukları var çünkü. Bozuk cümlelerle yazılmış, edebi değerden yoksun, klişe konu içerikli kitaplar dağlar gibi yığılı kitapçı girişlerinde. Dil yok ki, anlatım olsun. Yazar cümle kuramıyor, sözcüklerin anlamını bilmiyor, dil üstünde çalışmıyor, kafa yormuyor. Kimi editörler de hak getire bu arada.
Herkes yazsın ama yine de bazıları keşke yazmasa. Onlar o kadar kötü yazmasa, okurlarını yazma konusunda yüreklendirmese. ‘Yazmak buysa, ben bunun yazdığından daha güzel yazarım’ dedirtmese keşke birilerine. Ortalık sahte isimler, hayalet yazarlar, yazdığını sananlardan geçilmiyor. Raf ömürlü ürünler gibi artık onların edebiyat olarak tanımladıkları ‘şey kitaplar’, ‘mallar’ market raflarında son kullanma tarihleri geçtiğinde edebiyatın çöplüğüne gitmeyi beklerken okur ne yazık ki onları okuyor.
Burada şunu sorabiliriz “yazar okur için mi yazmalı, para için, kendisi için, ün için mi?” Şimdi bu tartışılıyor da ondan soruyorum. Yani eskiden “Sanat toplum için mi, yoksa sanat için mi?” türünden artık mazide kalan çeşitli türden önemli tartışmalar vardı. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, okur artık çok seçici. Öyle böyle değil. Eğlenceli mutlu, kolay okunur, kolay anlaşılır eften püften konularda yazan popüler yazarların, renkli görünümlü kitapların peşinde. Kitabı okumak bir alt yapı gerektiriyor oysa. Sistematik bir biçimde okumak, sürdürülebilir bir okuma alışkanlığı edinmek hem emek hem bilinç hem zaman istiyor. Dünya edebiyatının kilometre taşlarını döşemiş yazarları bilip okumak onları anlayıp çözümlemek okuma alt yapısının sağlam kılıyor. Okuma alışkanlığı öyle kolay kazanılan bir alışkanlık, ‘boş zamanlarınızda ne yaparsınız? Kitap okurum’ demek değil. Reşat Nuri Güntekin yıllar önce bu soruna bir yorum getirmiş. Haklı bir yorum kesinlikle katılıyorum. Diyor ki,
"Niye kitap okumuyorlar? demek; "Niye piyano çalmıyorlar?" demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelir. Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya kurmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir."
Çocukluktan başlayan bir alışkanlık olmalı kitap okumak. Okumanın hazzını keşfetmek çok önemli bir başlangıç. Bodrum’da Yaz okullarından birinde Drama dersi verirken bir anne yanıma gelip çocuğunun hiç kitap okumadığından yakınmıştı. Onu yalnızca dinlemiş ve “Siz okuyor musunuz?” demiştim. “Hayır!” demişti. Sorunun çözümü ortadaydı işte. Reşat Nuri Güntekin’in demek istediği de bu kitap okuma alt yapısını çocuk yaşta oluşturmak, okuma hazzını keşfetmek ve sürdürülebilir bir okuma alışkanlığıyla gelecekte nitelikli okur olabilmek.
“Ben bir zamanlar çok kitap okurdum” derler. Moda kitaplar, özellikle yaza denk getirilip basılan ‘Sen okudun mu? Aaaa, ben okudum. Sen okumadın mı daha?” soruları aslında ne kadar yanıltıcı. Yüzeysel okumalar ne kadar kof. Hani derler ya, ‘O kitabı okumuştum ama hiçbir şey hatırlamıyorum’ işte tam da bu.
Kuşkusuz edebiyatın piyasa ile ilişkisi okuru etkiliyor. Sosyal medya gibi dev bir yönlendiricinin, okuru memnun etmek, onu giderek kültürsüzleştirmek gibi bir çabası var. Aynı bakış açısıyla belirlenmiş konu ve tiplerle dolu izleyicisinin beynini yıkayıp algı oluşturan tv dizilerinde olduğu gibi, kitaplar da bu kültürsüzleştirme çabasının bir parçası olarak görülüyor. Okurun artık aklını başına alması. Okuyacağı kitap konusunda ciddi ciddi seçici olması, ayırdığı zamana değecek kitaplar konusunda, yazarlar konusunda düşünmesi gerekiyor.
Bir kitabın kaç bastığı, hangi baskıyı yaptığı, ne kadar sattığıyla, kaç liraya satıldığı değil, okunup okunmadığıyla ilgileniyorum ben. Çünkü önemli olan, bir kitabın ya da yazarın kaç yıldır okunuyor olduğu, yıllar sonra da aranıp aranmadığı benim ölçüm. Nitelikli okurun okuduğu, insanın yaşamını, kişiliğini etkileyen, geliştiren, ruhunu doyuran, yıllar sonra bile içeriği hatırlanan edebi kitaplardır benim kitaplarım.
Hız, sabun köpüğü gibi ‘bir varmış bir yokmuş’ kitaplar üretiyor. Kitap satılıyorsa da okunuyor mu? Bir de bu var. Alınıp da okunmamış, okunamamış kitaplar var. Moda yazarlar var. Üç beş isim magazinsel bir biçimde piyasada dön ha dönüp çok satıyor. Baskı üstüne baskı yapıyor. Sanki başka yazar yok. Sokaktaki en okur kişiye sorsan, onların isminden başka yazar, isim tanımıyor ne yazık. Televizyonlara en çok onlar çıkıyor. Eeee! O zaman ne yapacağız? Okurumuz böyle dibe vurmuş tv dizileriyle avunup sıradan şeyleri okumaktan hoşlanıyor diye onların gönlüne göre yazıp daha da mı dibe çekeceğiz edebiyatı? Aman çok satsın, tez zamanda tanınayım, diye mi yazacağız? Yani biz de mi yazar olarak dibe vuracağız?
Edebiyat magazinleşecek, yazar da öyle, ha?
Eeee sonra? Ya toplum? Ya gelecek? Okur?
“Resimli roman gibi olsun yazdıklarınız çünkü günümüz okurları artık böyle sabun köpüğü, musmutlu kolay okunur kitaplar istiyor.” Bu, ‘musmutlu’ sözcüğü işte tam da bu tarz kitap okuru olmayı tercih eden zamane okurlarının çarpıttığı değişimi tanımlıyor benim için. Ancak o tür kitapları okuyunca mutluluktan öte musmutlu oluyorlar demek ki. ‘Kalın kitap yazmayın, kolay anlaşılır, basit bir dille yazın, okur anlamıyor, aman uzun uzun atmosfer oluşturmayın onların anlayacağı dilde yazın’ diyor yayınevlerinin çoğu peşin peşin. Gülüyorum acı acı. Bazı yayınevlerinin özel siparişleri var yazarlara. “Şu, şu, şu güncel konularda, hemen bir kitap yazın.” Önerilere atlıyor kimi yazarlar. Google amca sağ olsun. Tanıklığım var da ondan bu örneği veriyorum. Nasıl da hiç bilmediği bir konuda oradan buradan derleyip toparlayıp ahkam kesmişti yazar arkadaşım. Çoğu yayınevi nitelikli öykü kitaplarını basmıyor. “Sadece anlatın, hoşa giden, okurun duymayı istediği şeyleri oradan buradan toparlayın basitçe anlatın, edebiyat yapmayın, birkaç da özlü güzel sözle soslayın, tamamdır. Sonları da mutlu olsun ama. Okurun gönlünü okşarken, dilden, konudan, edebiyattan ödün verin. Çekirdek çitleyebilsinler okurlarımız sayfaları çevirirken.” Böyle bir piyasa ortamında, gerçek yazarların okuruna aktarmak istediği her şeyi vermesi olanaklı geliyor mu size? Bu çok zor.
"İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız, okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar." Diyor oysa Franz Kafka. Gerçek bir yazar o. Nasıl da haklı.
Biraz kendi gözlemlerimden hareketle okurları anlatayım size. Çeşit çeşit okur var bildiğiniz gibi. Ooooo! Hem de nasıl! Benim merakım da bu yüzden okuradır. Okur nasıl okuyor? Öylesine, sıradan, göz okumasıyla, derinliğini anlamadan mı okuyor, yoksa yazılanları ölçüp tartarak, düşünerek, yazarın sezdirdiklerini ya da ironik yaklaşımlarını, metaforlarını yakalayarak, nitelikli bir okuma mı yapıyor? Yani kafasını çalıştırıyor emek veriyor mu okurken?
Sıra dışı okurdan, farklı okumalar bekler yazarlar. Ben de düşlüyorum bunu. Yazarken benim hiç aklımdan geçmeyeni yakalayan okurlarım var, biliyorum. Edebiyat bir yaratım sürecidir bunu yazan da okuyan da bilir. Sancılıdır yazmak, ağır bedellidir okumak da öyle. Yazarın kitabında gizlediklerini keşfedebiliyor mu okur? Alt metni okuyabiliyor mu? Yazarın yazarken verdiği emek kadar okur da okurken emek veriyor mu? Bu sorular çoğaltılabilir. Sıradan okurların neler okuduğuyla ilgilenirken neler okumadığını da görüyorum ne yazık. Şimdilerde Google’dan kitap özetleri okuyanları biliyorum. Kitabı okumuş olmak için özet yetiyor onlara. Benim hedefim, sözüm, toplum olarak ihtiyacımız olan okur, seçici, kararlı, ne istediğini bilen gerçek edebiyatın nitelikli okurudur.
Artık kitapların ‘Raf Ömrü’ nün hesaplandığını, bazı kitapların çok kısa bir zamanda okunur olmaktan çıktığını, başlatılan reklam kampanyasında bir deterjan satar gibi artık o furyada ne satarsa ne kadar satarsa o kadar allanıp pullanıp pompalandığını görüyoruz. Kitapevlerinin girişinde yeni çıkan kitap yığınları küçük tepeler oluşturuyor. Kimi kitap eki, edebiyat sitelerinde, yazılan haksız övgüler, okuru yanıltan bilgilerle kitap pazarlanırken okur küçümseniyor.O yüzden satın alınıp da okunmayan, okunamayan kitaplar, evlerdeki kitaplıkların raflarını süslüyor. Bu konuda ben biraz daha ileriye giderek, tüketici yasasında bir değişiklik bile önermeyi düşünüyorum. Satın alınıp da bir türlü okunamayan kitapları kitapçılara geri verip paramızı da geri alabilsek. Keşke!
Çok satan yazarların çalışma koşullarını şaşırtıcı buluyorum. Televizyonlarda, gazetelerin kitap eklerinde reklam kokan röportajlarında nasıl da ballandıra ballandıra anlatıyorlar ekip çalışmalarını, editörlerini, sekreterlerini, araştırmacılarıyla ajanslarını. Eee, çalışsınlar tabii. ‘Sanatın içine tükürülme’ çağında okuru kültürsüzleştirme yolunda ‘Yazar Pazarlamacıları’ nın nasıl da hararetli çalıştıklarını görüp seyir defterimize kaydediyoruz.
Yazar yol ayrımında artık, ya sabun köpüğü yazacak çok okunup tanınacak, çok para kazanacak ya da çağa not düşüp nitelikli okur için yazıp, yayınevi, yayın evi dolaşıp kitabını bastırmak, sonra da sesini duyurmak, kitabını tanıtıp okutmak için debelenecek. Hangisi? Tanınmaya karar verenlerin attıkları taklaları görüyoruz. Diğerleri görünmediğinden okunmuyor, sıradan okur tarafından okunamıyor, onlara bu tür kitaplar ağır geliyor zaten. Zaman ölçüdür.
Okur mu yazarları, yazar mı okurları etkilemeyi sürdürecek?
Bekleyip göreceğiz. 06.01.2023 Bodrum
Yorum
Inci hanım önce kutlarım. …
Inci hanım önce kutlarım. Güzel bir yazı. Tespitlerinize katılıyorum. Ciddi hir okur sorununuz var. Ama ondan önce yazma yetisi olmayan yazarlar ve kitap evleri yerine avm raflarında dışı süslü içi boş kağıt yığını. Yüreğinize sağlık.
Çok doğru saptamalar. Sosyal…
Çok doğru saptamalar. Sosyal medya, internet, dünyanın gidişatını temelden değiştirdi. Yazıda sözünü ettiğiniz durum aslında yalnızca Türkiye için değil, pek çok ülke için geçerli maalesef.
Okur , kitap , yazar hakkında
Bir çok yönden size katılıyorum.
Çorba kaynadığında üzerine biriken köpüğü alış atarsınız , geriye çorbanın lezzetli olan özü kalır, afiyet olsun
Çok doğru ve yerinde bir tespit
İnci hocam ellerinize sağlık, müthiş bir yazı olmuş. Günümüz popüler kültürüne hitap eden sabun köpüğü kitapların kalabalığından gerçek edebi değer taşıyan bir sürü değerli eser kendine yer bulamıyor. Çok üzücü bir durum. Yazar kimliği taşıyan ama aslında bu kimliğin hakkını veremeyen insanların basit cümlelerle yazdığı kitapların peynir ekmek gibi satılması da ayrı bir konu. Bizim hem yazar hem de okur sorunumuz var maalesef ama okur bilinçlenirse yazar da daha nitelikli yazmak zorunda kalacak, yazamayan zaten yazar olamayacak
Okuma bir kültür ve bizbunu…
Okuma bir kültür ve bizbunu oluşturmanın derdine düşmedik toplum olarak. Okuyucunun bir sonrası okur yaratmadık. Saygılar sunuyorum
Okur sorunu
Doğru söze ne denir... Elleriniz dert görmesin.
Okur sorunu
Doğru söze ne denir... Elleriniz dert görmesin.
İnci Gürbüzatik'in "Okur sorunumuz var bizim"başlıklı yazısı
Eline,kalemine sağlık, hem yazar,hem okur için dikkate alınması gereken doğruları yazmışsın. 👍👏💐
Yeni yorum ekle