Sayılar

Deneme

Sayılar


İnci Yılmaz Şimşek*

inadinakivircik@gmail.com


“Sayılar, sayılar, sayılar... Her yerde sayılar...” diyerek iki elinin arasına aldığı karmaşık saçlarının yer yer terk ettiği kargacık burgacık kafasını öne ve arkaya sallamaya başladı. 
Çok değil son on dört yıl, iki ay, on sekiz gün, altı saat, yirmi dakika, on saniyedir buradaydı. Aslında her şey bundan yirmi yıl önce üniversite kantininde bir grup arkadaşıyla oturup gelip geçen kızlara on üzerinden puan vermeleri ile başladı. Sonra öğretmenlerine, sonra girdiği derslere, sonra yediği yemeklere, sonra gördüğü kıyafetlere, sonra gittiği mekanlara, sonra yaşadığı her güne sayı değerleri vermeye başladı. Sonra yaşadığı her anı sayılarla ifade etmeye başladı. Sayılar, sayılar, sayılar... 

Her yerde sayılar vardı! Sonra kelimeler gitti, uzaklaştı yok oldu ve yerini sadece sayılara bıraktı. Sayılar o dönemde ne çok şey ifade ediyordu onun için. Üniversite bitti, bir kaç arkadaşın arasında başlattığı bu eğlenceli muhabbet artık can sıkıcı bir durum almaya başlayınca çevresindekiler bir bir terk etti onu. Attığı adımları, yolda gördüğü arabaları, insanları, evleri, çöp kutularını, sokak hayvanlarını saymaya başladı istemsizce. 

Zihninde dolaşan sayılar bir süre sonra gözlerinin önünde belirmeye başlayınca, ailesinin de baskısıyla bir uzmandan yardım alması gerektiğini anladı. Uzmanla konuşurken yine gözlerinin önünde sayılar beliriyordu. Uzman gülümseyince uzmanın hemen göğsünün altında masanın ortalarına doğru bir kadrajdan beğeni sayıları çıkıp kendi kendine artmaya başladı. Gözünü dikip uzun uzun bu sayılara baktı, nasıl olur da başka insanlar görmezdi? O görüyorduysa o halde vardı bu sayılar, var olmalıydı. Yoksa niye görsündü? Böyle başladı Behçet’in beyaz boyalı dört duvarı olan odaya geliş hikayesi. Tabii sayıları görmediğini iddia eden o uzmana saldırıp darp ettiğini, gencecik, kibarcık adamcağızı ellerinden zor almalarının da küçük bir payı vardı bu işte. Ama sorun sayılardı, Behçet’in gecesini gündüzünü kaplayan sayıları başka insanların gördüğünü inkar etmesiydi. 

Aklının bir yerinden hızlıca geçti uzman, başını iki yana sallayıp attı aklından bu düşünceyi Behçet. Başladı odanın içinde saymaya adımları, yüksek pencereden geçen kuşları saymaya, saatin tik taklarını saymaya, dışarıdan gelen adımları, öksürük seslerini saymaya... Ne çok işi vardı Behçet’in o olmasa tüm bu sayıları kim sayacak, geçip giden hayatı kim hesaplayacaktı. Hayat dediğin şey yok olup gidecekti ve Behçet dışında bunu düşünen, kayıt altına alan kimse yoktu. Asıl mesele Behçet’in farklı olmasıydı.  Diğerlerinden farklı olduğu için ayrıştırılmış, yalnız bırakılmıştı. Kapitalist düzenin bir oyunuydu bu. Bu düpedüz kültür endüstrisinin şekillendiremediği Behçet’le amansız savaşıydı. 

“Endüstri... Kültür... Kültür endüstrisi, kültürün kendisi endüstriye dönüştü. Kültürün kendisi bir endüstri haline geldi, üretilen kültür ürünleri de metalara  dönüştü artık. Alınan satılan, sayılan, sayılar, sayı... Bir kitap otuz lira, iki kitap elli lira söylemlerinden öte bir şey ifade etmiyor kitaplar. Satılan, sayılan, sayılar, sayı... Her yerde sayılar var... 

On dört yıl, iki ay, on sekiz gün, altı saat, kırk iki dakika, yirmi dört saniyedir beni buraya kapattılar. Bugün sadece yedi kuş geçti pencereden, ama günden ümit kesilmez, güneşin batmasına dört saat, on yedi dakika, yirmi bir saniye var. Ben bugün  on dört bin  altı yüz seksen dört adım attım. Kitap okumalıyım kitaplarım kaldı saat on altı elli dört. Beş dakika on üç saniye sonra kitap okumaya başlayacağım az kaldı.” 

Dönüşen ve değişen dünyada artık Behçet de sayısal olarak kendini ifade ediyordu. Üstelik insanların birbirlerine sürekli sordukları soruları o daha sorulmadan cevaplayabiliyordu. Kaç kitap okudun, kaç sayfa okudun, kaç kelime okudun, okuduğun kitap kaç kere tıklanmış, kaç kere satın alınmış, kaç kere beğenilmiş, kaç kere yorum yapılmış, kaç kere paylaşılmış... Bitmeyen sayılar. Ne çok sayı vardı etrafında insanlığın. Behçet’in gördüğü ve insanların inkar ettiği sayılar. 
Neden Behçet diye sesleniyorlardı ona? O devletin ona verdi koskoca on bir rakamlı bir insandı. Ki o mukaddes on bir rakam olmadan hiçbir şey yapılamayan, hiç bir adım atılamayan. Çok önemliydi on bir rakam  bağırdı birden var gücü ile;

“Benim adım: on milyar  iki yüz otuz dört milyon beş yüz altmış yedi bin sekiz yüz doksan!” 
Bu rakamlar o anda rastgele yan yana gelmiş on bir rakam değildi, bu Behçet’in ta kendisiydi. 
Bağırdıktan sonra hastabakıcıları odaya toplamamak ve  ilaç almamak için hemen yatağına uzanıp tavana bakmaya başladı. Dört saniye sonra kitap okumaya başlayacaktı.  
Üç, iki, bir... 

“Aydınlanmanın Diyalektiği, Theodor W. Adorno” yazıyordu kitabın kapağında. 
Gülümsedi bir an. Adorno’yu düşündü istemsiz. Adorno haklıydı belki de... Üniversite yıllarında İtalyan taklidi yapar gibi ismini uzatıp R harfine bastıra bastıra Adooornno deyip güldüğü zamanları hatırladı. 

Üç yüz dört sayfa, yüz altmış dörtte kalmıştı. Sesli olarak okudu; 
“Şimdilik kültür endüstrisinin tekniği işi ancak standartlaştırmaya ve seri üretime vardırmış, yapıtın mantığını toplumsal sistemin mantığından ayıran şeyi feda etmiştir.” 
Yirmi kelime yüz elli harf boşluklu yüz altmış dokuz. Artık beyni otomatik olarak hesaplıyordu her şeyi. Sayılar, sayılar, sayılar... Her yerde sayılar var! Bu nicelik deryasında yitip gidiyor muydu nitelikli olan yoksa daha mı ön plana çıkıyordu rakiplerinden ayrılıp. Birbirinin aynı kitaplarda birbirinin aynı konuların aynı kelimelerle anlatıldığı bu birbirinin kopyası sistemde farklı olan ötekileştirilip yok sayılıyordu. Tıpkı Behçet gibi... 

Her şey birbirinin aynısı olmalıydı, aynı giyinen, aynı şeylerden zevk alan, saçlarını aynı biçimde kesen, aynı biçimde düşünen, birbirinin aynı fabrikasyon insanlar.  Tıpkı elinde kumanda kanal değiştirirken birbirinin aynı konularda yazılmış senaryolarda ki filmlere denk gelmek gibiydi belki de aynı konulara denk gelmek. Düzenin yonttuğu kitaplar da bir kaçış bileti sunuyordu insanlara cehennemden kaçış bileti. Bir nevi geçici mutluluk... Uyuşmuş beyinler, ağızlar  yarı açık, sular akarken ne izlenilenden  ne de okunandan yarına taşınacak bir katkı sağlanabiliyordu. Sadece o günlük, sadece o anlık, sadece zaman geçene kadar.

Gündelik yaşamlarındaki temel gerçeklikleri, haklarını ve haklarını yok sayan baskıları, ve... zulmü, ve... yoksunluklarını, ve... yoksullukları, ve... adaletsizliği, ve... haksızlığı, ve... zorbalığı, ve... geçim sıkıntısını, ve... sınıflar arasındaki uçurumun artmasını, ve... sosyal adaletsizliği, ve... ekonomik adaletsizliği, ve... kadın cinayetlerini, ve... çocuk istismarını, ve... yakılan ve satılan ormanları, ve... ve... ve daha fazlasını unutmak için emzik görevi görüyordu sanat ürünleri. Televizyonda kötü bir şey yoktu, her şey toz pembeydi.  Dünyada hiç bir sorun yok ve olmadı da.  Televizyonu aç, kitabını oku, yemeğini ye, önüne bak, başını kaldırma. Unut bunları ve yeniden  yarın için güç topla, çalışma azmini yeniden bul. Daha çok kitap oku, daha çok film izle, daha çok müzik dinle. Gerçeklerden kaç ve sana biçilen rolle hayatı yaşamaya devam et. Behçet gibi olma. Kaç, kaç, kaç... Ama nereye kaçarsan kaç yine kendine çarpacaksın bu devasa boşlukta. 

Daha çok tüketim, daha çok tüketim, arz talep meselesi. Bu okunuyor bu tür kitaplar yaz, bu izleniyor bu tür filmler yap. Peki insanlara dayatılan seçimleri kim yönetiyor.  Küçük mutsuz azınlık olup ötekileştiriliyordu Behçet gibiler. Herkesin izlediği filmi izlemeyen bir ucube her kesin okuduğu kitabı okumayan bir geri kafalı. Modern dönemde özne ve nesne yer değiştirdi. Çağın ve insanların ürettiği kültür yerine kültürün ürettiği insanlar oluştu.  Kültür endüstrisi, var olan kültürün oluşmasında kitlelerin rolünün azaldığı ve oluşan bütünün içerdiği parçaları kendine uymak zorunda bıraktığı bir düzendi. Kim okurdu Adorno’yu Behçet’ten başka? Behçet kafasında çözmesi gereken itabı eline alarak yürüdü odanın içinde. 
“Ne okursan o’sun, ne izlersen o’sun. Kapitalist düzen, kültür gibi dinamik bir olgunun, nesnel endüstri düşüncesiyle algılanmasına ve metalaşmasına sebep olur. Kültür, üretilen sanayi ürünleri kalıplarına girerek bir meta halini alınır, endüstrileşir. Kültür endüstrisi, özgün olan her şeyi yutar ve kendi evrensel kültürü doğrultusunda, metaları, bireyleri, toplumları aynılaştırır. Kültür endüstrisi, insanlar üzerinde hakimiyet kurar ve tikeli genele uymaya zorlar. Bunu yaparken de nitel olarak farklı olanı, nicel kalabalık içinde asimile eder. 
Okuduklarımız düzenin bekası için bal çalıyordu ağzımıza. Sonra kepçe ile dalıyor, bir cebimize soktuğunu öbür cebimizden misli ile alıyor. Yayıldıkça yayılıyor kahrolası düzen, birbirinin aynı onlarca jelatinli kitapla. Okudukça daha çok içselleştiriyoruz son yüzyılın trendlerini. Kültür endüstrisi durmadan vaat ettiği şeylerle tüketicisini durmadan aldatır. Ne ekonomi mi, ne siyaset mi? Aman, sen de! Televizyonda aşk temalı bir dizi var.  Aldatılan kadın kocasını affedecek mi, bu daha önemli. Mutluymuşuz gibi, iyiymişiz gibi yaşamaya devam etmeliyiz. Düzenin minnoşlaştırılıp damarlarımıza zerk ettiği irini  uyuşturuyor beynimizi. Saymaya devam etmeliyim, düzene yenilmemeliyim.  İki yüz yirmi sekize geldim, altmış dört sayfa daha okudum. Damarlarımızda dolaşıyor, sayılar, sayılar... Her yerde sayılar!”
Hem yürüyüp hem konuşan Behçet bir yandan kitabını okurken bir yandan da kitapla amansız bir tartışmaya girmişti. Kapısının kilidi açılıp hafifçe aralandığında saymayı durdurmadan kapıda dikilen doktor ve hemşirelerle göz göze geldi. 

“On dört yıl, iki ay, on sekiz gün, yedi saat, otuz iki dakika, dört saniyedir buradayım. Bugün sadece on dokuz kuş geçti pencereden, ama günden ümit kesilmez, güneşin batmasına üç saat, yirmi yedi  dakika, kırk bir saniye var.  On sekiz bin  üç yüz kırk bir adım, on sekiz bin  üç yüz kırk iki, on sekiz bin  üç yüz...”

Kısa Özgeçmiş*
Eğitimci-Yazar, Hükümsüz Kimlikler, Ölümüne Aşk, Öğretmenler için Yaratıcı Yazarlık El Kitabı, Şen Yuva ve Kayıtsız Kimlikler kitaplarının yazarı. 

Yorum

Ahmet Ozan (doğrulanmamış) Sa, 18 Ocak 2022 - 22:02

İnci hanım Düzen her şeyi yenerken yazarın buna karşı duruşu büyük bir ironi olabilir mi.
Farklı bir yaklaşım. Kutluyorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.