ŞEHİRLER, KEPÇELER TALAN:

Deneme

ŞEHİRLER, KEPÇELER TALAN:
Çocukluk Ülkemiz Hayal’
İnci Gürbüzatik


Değişimleri önlemek doğal olarak mümkün değil biliyorum ama değişim kentin dokusunu, eski varlıklarını, tarihini, ruhunu koruyarak olmalı. Kentin tarihi, coğrafyası, toplumsal hayatı, geçirdiği değişimler, insan tipleri, atmosferi, doğal güzellikleri, unutulan değerleri, yeme içme kültürü, gecesi, gündüzü, eğlence dünyası,     gelenekleri, görenekleri, daha bin türlü özelliği, gözlem ve yaşam ışıklarıyla orada yaşayan aydın,  yazar ve sanatçıların korunmasıyla olur. Geçmişin bellek birikimi aslında kentin hayati cevheridir. Bu birikimin varlık bilinci, kitlelere ulaşma, benimsenme olanağı bulabilirse eğer değerlerini geleceğe taşır. Bir kentin yıllar içinde planlı olarak nasıl yaşanılamaz hale getirildiğinin en çarpıcı örneği bence Ankara. Bu değişim, kentin yaşam serüveninin bu gün de sürdüğü anlamına geliyor. Kentsel dönüşüm, yıkımlarıyla, anlam taşıyan mimari harikası binaların, mahallelerin, tarihi yapıların bir gecede sessiz sedasız yıkılıp yok edilmesine, tarih izi, silinmelerine çok tanıklık ettik biz Ankara’da. Şimdi artık çocukluk ülkemiz olan bu kadim başkente, anılardan bakmanın acısını ziyadesiyle yaşıyoruz. 

Ankara’yı değiştiren zaman değil de, zamanın erk sahibi insanları oldu. Onlar bu işi çok kolay yaptı. Pervasızca, bir o kadar da görgüsüzce yükselen kentin bağrındaki çoğu tartışmalı, estetik yoksunu yapılar, eski kent dokusu, tarihi, yiten, yakılıp yıkılan yapılar, onunla birlikte yok olan insani ilişkiler, değer yargıları birbirine sarmal, derin derin düşündürdü bizi.

Benim çocukluğumun Ankara’sı güzel bir şehirdi. Umudun, kavakların, akasyaların, sinemaların, tiyatroların, parkların, statların şehriydi. Medeni, zarif, birbirine saygılı kibar insanların. Bozkır şehri dediğimiz cumhuriyetimizin kalesi Ankara; kıyılarında piknikler yapılan, kuş seslerinin dinmediği, Kalaba Deresinde balıkların tutulduğu, suyundan bir içenin bir daha içtiği bu gün inandırıcı gelmeyen o güzel derelerin, çayların, bağların, bahçelerin, mahalle aralarındaki çeşmelerinden buz gibi Elmadağ sularının aktığı bir şehirdi. Çocukluğumun Ankara’sı, Ulus, Hisar, Anafartalar Caddesi, Saman pazarı, Dörtyol, Hacettepe, Hamam önü, Cebeci’den oluşuyor. Sonra;  Sıhhiye, Yenişehir,  Kızılay. Daha sonra Bahçelievler, Emek, Yenimahalle, Kavaklıdere, Cinnah’tı. Şimdi şehrimi tanıyamıyorum. Genç kuşaklar, bir kente sahip çıkmanın gereği ‘Hemşehrilik Ruhu’ nun, ya da ‘Hemşehrililik Bilinci’nin ne demek olduğunu biliyorlar mı diye soruyorum kendime. O ruhu hissetmeden kenti sahiplenebilirler mi? Bizim hep hissettiğimiz bu kavramları onlara hissettirip anlatmadan bu ruhu nasıl yaşatacağız? 
Yüzümüzü Ankara’ya döndüğümüzde yakın bir zamanda o gün için yeni proje fikirlerinin gündemde uçuştuğunu görmüş şaşırıp kalmıştık. Açıkça ilan edilen bilgiye ulaşılamadığından kuşkuyla karışık korkulu bir merakla bekledik o günlerde. Çünkü havaya üfürülen her söylentinin bir süre sonra gerçeğe dönüşüverdiğini biliyorduk.  Teleferikleri, Disneyland’ları, Güven Park’a dikilecek dönme dolapları, yıkılıverecek tarihi mahalleleri duyuyorduk. Atatürk Orman Çiftliğinin bağrını delen bir Saray’ın gerçeğe dönüştüğünü seyretmiştik. ‘Ankara hızla değişiyor’ diyorduk ama nasıl? Tanıklık yalnızca seyretmek, gördüğünü kabullenmek değildir. Tıpkı bakmakla, görmenin farkı gibi derin anlamlar içeren, bambaşka, özle ilgili bir şeydir. Hele çağının tanıklığını yapan yazarlardan öngörülü  birkaç örnek vermeliyim.

Erendiz Atasü ‘Hayat ve Roman’ kitabında Ankara’yı anlatır. ‘Doğduğum şehir, yurt Ankara’ ydı, ’der. ‘Ankara içimi acıtıyor, yüreğime dokunuyor. Karnı delik deşik, bağırsakları dışarıya dökülmüş, can çekişen bir canlı gibi çaresiz uzanan Yenişehir sokaklarına, kaldırımlarına, caddelerine bakıyorum da gözlerime inanamıyorum. Hani Nazım der ya ‘ateşi ve ihaneti gördük’ diye. Ankara da,’ inşaatı ve ihaneti’ gördü. Kalbi olduğu devrime, adım adım ihanetin önce tanığı ve kurbanı, sonra suç ortağı ve sonunda somut göstergesi haline geldi. Benim Ankara’m öldü.’ diyor.

Erendiz Atasü’ nün dile getirdiği gibi yakın tarihte herkes seyir halinde yok edilişi izledi. Yazarların tanıklığı yalnızca seyretmek, bakmak değil, görünenin ardındaki gerçeği görüp belgelemek, tarihe not düşmek. Ankara’ya yakışan, gerçekleri gören, kent bilincinin oluşmasına katkıda bulunacak çağın tanıklığını yapan araştırmalar, öyküler, romanlar, anıların yazılıyor olmasının beklentisi içindeyim. Yalnızca Ankara’yı değil bütün değişim geçiren kentleri yazıp belgelemek gerek. Gözümüzün önünde olup bitenlerle içimizi acıtan ne varsa yazmalıyız. Tanığı olduğumuz ihanetin hem kurbanı, hem de suç ortağıyız çünkü.

Bilmeyenler vardır belki, diye sözümü Ankara’nın tam kalbinden bir kadın yazara Sevgi Soysal’a getirmek istiyorum. Tepesinde koca bir ay duran, sarı boyalı o güzelim Kızılay binasında geçen onun ‘Ayı Boyamak’ öyküsüne. Çatıda. Ay’ın yanı başında geçiyor öykü. O boyacıyı çok iyi tanıyoruz çünkü içimizden biri.  Zaten konu da işte o kırmızı ayı boyamak. O ay bir simge. Gizemli bir metafor. Öyküyü okuyup lütfen o gizemi çözün.  Bize bir insanın koşulları dönüştürüp nasıl olumlandırdığını, Kızılay’ın anlamının gerçekte ne olduğunu en güzel anlatan öykü diyebilirim. Ankara’daki can acıtan değişim, ironik bir biçimde tepesindeki kocaman ay’ıyla bir simge bina olan Kızılay Binasından başlamıştı çünkü. Öngörü işte. Şimdi yerinde yeller esse de değerli arsası üzerinde heyula gibi dikili bir alış veriş merkezi olsa da zaman yok edilen tarihi simgeleri hatırlama zamanı. Sevgi Soysal ‘Sanatın olduğu yerde karamsarlığa, çirkinliğe kötülüğe yer yoktur. Üretilen sevgidir, hoşgörüdür, güzelliktir.’ Diyor. 

Kent ve insan ilişkisi onur,gurur, o günlerin deyişiyle haysiyetle bağlantılıydı. İlişkinin, insanın yapı taşı onurdu. Onurlu olmak utançsız olmayı gerektirirdi. Öyleydi ve bu çok önemliydi. Onur da anlam değiştirdi çoktan. Varmış gibi ama yok çünkü ruhsuz artık.
Pek çok kentin geçmişi viran biliyoruz. Çünkü hız çağındayız, her şey şeffaf artık.  Değişip dönüşen yalnızca zaman değil, insan, erk, geçmişin görkemini, güzelliğini yok edip çirkinleştiren ya da güzelleştiren hep insan. 

‘Derken onlar geldiler usulca; öçlerini aldılar: Önce akasyaları kestiler, sonra gururlarını kırdılar çocukların; anılarını bulvarlarda çukurlara gömdüler; sanatçıların izlerini sildiler; esnafın hünerli ellerini budadılar ve Başkenti demir parmaklıklarla parçaladılar’ 
Işık Kansu da bir tanık olarak ‘Akasyalı Sokaklar’ da yıllarca yaşayanları, yaşananları değişimi, dönüşümü, yok oluşu, böyle yazdı, belgeledi yazar sorumluluğu, duyarlılığı ile. 

Direnmek sözcüğünü seviyorum. Aykırı belki ama inatçılığı, ısrarı, kararlılığı gösteriyor. Çünkü içinde inanç barındırıyor. Direnmek bir biçimde yaşanabilecek bütün olumsuzlukları da göze almaktır. Başkent Ankara, hem antik dönemden gelen köklü tarihiyle, hem Cumhuriyet Türkiye’sinin tanıklığıyla direnmeyi bilen özgün bir kenttir.  Başkentin semtleri, kimi noktaları, özel yerleri, kabuk değişiminin anlatılmasını beklerken doğaya, zamana ve erk kararlarına da itiraz edip direniyor. Şehirlerin tarih kokan kimi binaları, yıkıntıları, kalıntıları, harabeleri sanki yılkıda. Allah’a emanet, doğaya, zamanın zulmüne salınmış, sahipsiz atları gibi dirençle, bencil erk kararlarına karşı direnerek bekliyorlar. Kentsel dönüşümün iştahlı dişlileri, Azrail ‘in tırpanı gibi tarihe, geçmişin belleğine acımasızca iniyor görüyorlar. Çocukluk Ülkelerimizin yitip kayboluşunu, anılar barındıran mekânların moloza dönüştüğünü görmek yıllar sonra yıkıyor insanı. Bu yok ediliş korkutucu, ümit kırıcı. Görevimiz işte o yok oluşun öncesinde tehlikeyi sezip uyarmak, yazmak, ya da dirençle belgeleyip fotoğraflamak. Bu eylem de Çocukluk Ülkelerimizde çocukken attığımız çığlıklar gibi bir itiraz, bir karşı çıkış, uyarı sayılır.  
Biri duyardı. Kesin duyardı.

Temmuz, 2022, BODRUM

Yorum

Nurhayat Bezgin (doğrulanmamış) Cu, 15 Temmuz 2022 - 18:15

Değerli yazar İnci Gürbüzatik' in her yazısı çok güzel,yazınsal olarak zevkle okunuyor.B ü son yazıyı da aynı duyguyla okudum ve çok hüzünlendim.Başkent' imize neler ettiler?..

Ayşe Ertübey (doğrulanmamış) Cu, 15 Temmuz 2022 - 19:07

Yüreğinize , elinize sağlık. Ankara'da kısa bir süre yaşamama karşın anlattıklarınızı kalbimle hissettim. Başçavuş Sokak, Cebeci, Keçiören, Kızılay ve daha pek çok yer gözümün önüne geldi. Kavaklar, akasyalar, tertrmiz sokaklar ve farklı yerlerden gelen ailelerin kaynaşmasını, uyumunu yıllarca unutamadım . Kirli hava da çok etkilemisti yıllar önce. Kuşlar ölmüştü, Nefes alamıyorduk hastanede bile. Ancak Atamızın başkent olmaya laýık gördüğü bu kent, kadim kültürlerle örülüydü. Yazınızı zevkle okudum. Kişiliği yok edilen şehirlere Ankaramız da katılıyor. Birbirine benzer kişiliksiz şehirlere doğru yürüyoruz. Sesinizi duyan olsun dileğiyle sevgili yazarım.

Sevgi atalay (doğrulanmamış) Ct, 16 Temmuz 2022 - 00:47

Harika bir ANKARA YORUMU OLMUŞ... Hüzünlü ve lirik

Demet Kayiran (doğrulanmamış) Ct, 16 Temmuz 2022 - 01:25

Sevgili Inci, cocuklugumuzdan baslayarak, yasadigimiz kentlerin surec icinde nasil bozuldugu, cirkinlestirildigi, tum degerlerin hice sayilarak nasil talan edildigi gercegini kuskusuz her zaman ki sorumlulugunla, tarihe belge birakmak adina kaleme aldigin cok ta duygu yuklu bu yazin icin sana tesekkurler ediyorum. Yazarlik yetenegine, romanlarinin disinda boylesi sosyal farkindaliklar icin de zaman ayirman seni daha da ozel kiliyor.
Benim de cocuklugum dahil, yasamimin buyuk bolumu Ankara’da gecti. Cumhuriyet’imizin baskenti güzelim Ankara’mizin tarihsel surecte ne denli cirkinlestirildigi, politikacilarca kimi zaman da ihanet adina nasil katledildigine yasayarak ne yazik ki tanik olduk. Kizilay binasi mi, Gaziosmanpasa’da ki guzel villalar mi, Iller Bankasi binasi mi, yerine saray kondurmak icin yikilan Marmara Oteli mi, cocuklugumuzun buyulu mekani AOC deki Hayvanat Bahcesi mi hangi birini sayalim…
Su ara Berlin’deyim, burasi da Avrupa’nin bircok kenti gibi tarihsel, kulturel ve sanatsal acidan ozenle korunuyor. Bu korunmus güzel kentleri hayranlikla gezerken, ulkemin korunmayan kentlerini, en cok ta Ankara’yi animsiyorum uzulerek.
Yazin bu acidan oyle yerinde ve gerekli ki. Dilerim bolca okunur ve degerlendirmelerinden dersler alinir.

Nevin Konuk (doğrulanmamış) Ct, 16 Temmuz 2022 - 09:40

Emeğine sağlık değerli arkadaşım. İçimizi acıtan, aslında bütün kentleri anlatan dertlere değinmişin. Bunu sadece belli grupların değil tüm halkın görmesi gerek. Hepimiz bir şeyler yapabilmeliyiz. sevgilerimle.

Esen arslandoğan (doğrulanmamış) Pa, 17 Temmuz 2022 - 21:29

İnci gürbüzatık ın uslubu zaten zorlayıcı tıkanıp kalan bir uslup değildir. Burada da çok boyıtlu bir sorunu çok rahatlıkla ve çok eleştirel bir yaklaşımla anlatmış. Bir yorumcu ankara nın haline üzüntüsünü vurgulamış. Doğru ama bir de istanbul var ki mekanlar bize yasak hale geldi.hafıza kasıtlı olarak sikindi ge siliniyor. Kıssca bu önemli konuya parmak basan yazarımızın eline sağlık.

Aslı Özer (doğrulanmamış) Pt, 18 Temmuz 2022 - 14:44

çok uzun zaman oldu bu kadar uzun yazıları pek okumayalı. ama su gibi aktı, sizin kaleminizden olunca. siz hep yazın anlatın ve evet sizin gibi cesurca ve sorumluluk bilerek alarak, iyi yazan anlatan herkes yazsın yazılacakları. ülke geneli böyle, memleketim Nazilli bile beton şehre dönüştü. köy, bahçe, hayvan, tarla, yeşillik, bereketli toprak bırakmadılar; Ege, Ege’likten çıktı. Bodrumda da ne değişiklikler gördünüz kimbilir yıllardır, her yer ev, beton, mekan ve bir küçük İstanbul. ah bu memleket, yönetimler aydınlık okuyan kültürlü sanatsever nazik insanların ellerinde olsa.. ah! nasıl yazsak yeniden bu aydınlıkları..
yazınız zaten beni hırpalayan bir konuydu ama gündeme gelmeli, hep yazılmalı konuşulmalı ve dur diyebilmeli!
çok teşekkürler

Müjgân Taner (doğrulanmamış) Çar, 20 Temmuz 2022 - 18:26

Sevgili İnci güçlü ifadelerinden keyf almayı isterdim...Ama ele aldığın gerçekler buna izin vermedi ...

İçinden geçtiğimiz bu karabasan Türkiyesinde ;
Demokrasiden, hukuk devletinden uzaklasma,
ülke genelinde yağma, demografik yapımızın değişmesi, insani değerlerimizin unutulmasıyla çürüyen toplum, kadın cinayetleri, yakılan ormanlarımız...maalesef bunların üzerine satırlarca ilave yapılır...

Bu cumhuriyet düşmanı zihniyetin kazanımlarımıza saldırması, yok etmesi elbette kaçınılmazdı...
Lakin cüretkarlık boyutunu öngöremedik... Elimiz, kolumuz bağlandı.
Çook üzgünüm
bizi aciz yurttaşlar yaptı...
Nereye bakacağımızı şaşırdık ...
Neye direnç göstereceğimiz konusunda odaklarımız şaştı, her yerden savrulduk.
Bu travmatik çaresizliğimizi yaşarken bütün değerlerimiz hunharca yağmalandı

Biz ki bu işgali endişe ile izleyenler olarak ne yaptık ???
Hangi taşın altına elimizi koyduk???
Hepimiz sorumluyuz ve suçluyuz

Toplumun çoğunluğa yakın kesimi yaşatılanların acı sarmalı içindeyken
tabiiki senin tuttuğun projektör layıkıyla,
hak ettiği ciddi sorunlar arasında gerçek yerini bulamadı ...

Ankara özelinden tüm kentlerimize bakmamız gereğine işaret ettin.
ŞEHİRLER, KEPÇELER TALAN yazın
tüm naifliğini koruyarak, çığlık attığın bir yazı olmuş
Bu anlamda sana teşekkürü bir borç bilirim.
Düşüncelerine, eline sağlık arkadaşım.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.