Üç Maymun!

Deneme

Üç Maymun!


Sibel Ünal

Yerüstü kaos ve karmaşayla dolu. Yükselen savaş çığırtıları, ekolojik dengenin gün geçtikçe bozulması, baş gösterecek gıda kıtlığı, bitmekte olan su rezervleri ve huzur kaçıran daha pek çok şey... Oysa insanın tek isteği; dünyanın kötücül seslerinden, gaddar oyunlarından, perde perde inen düşmanlığından uzakta bir parça dinginlik ve sükûnettir! Evlerimizin kuytu köşelerinden birine çekilip bir nebze olsun sessizce yaşamaktır. 

Tanrı yeri ve göğü yarattı, diyordu kutsal kitaplar. Bu demek oluyor ki, iki kapanın arasında bırakmış bizi. ‘Ev’ dediğimiz o korunaklı kabukta değiliz hiçbirimiz. O bir illüzyon aslında. Altımızda uğultulu, kırıklı, sallanan bir zemin ve üstümüzde fırtınalar, şimşekler, kar ve buzla dolu bir gök. Öyle anlaşılıyor ki, ölümcül iki kapanın arasına sıkışmış haldeyiz. Zayıf ve ölüme mahkûm! Kutsal kitapların onca yücelttiği bu insan denilen varlık öylesine dayanıksız, küçük ve zavallı ki… Her an yerin çatlaklarından kayıp gidebilir ya da bir şimşekle ortadan ayrılabilir. Hatta sel baskınlarına kapılıp suyun üstünde cansız, kıpırtısız ölü bir sinek misali sürüklenebilir de. Halepçe’deki insanları düşünün; elma kokulu kimyasal gazlarla ölmediler mi? Öte yandan onca çağdaş denilen Kıta Avrupa’sında yaşanan Yahudi soykırımı, Bosna’da yaşanan toplu kıyımlar…Hiroşima’da bir kâğıt parçası gibi tutuşan çocukları ne çabuk unuttuk! 
Kısaca, hiç güvenli bir yer değil yerküre. Bahşedilen yaşam süresini sonuna kadar yaşamak bile bir mucize, neredeyse bir tesadüf. Çoktandır dünya, Tanrı’nın görevlerine soyunan, yeni bir dünya düzeni kurmak isteyen büyük, yıkıcı güçlerin elinde. Milyonlarca insanı katletmek için Auschwitz – Birkenau toplama kamplarına ya da gaz odalarına ihtiyaç yok artık! Laboratuvarlarda üretilen küçücük bir virüsle milyonlarca insanı katletmek hiç zor değil.  Corona19 ile bunu deneyimledik her birimiz. Aylarca evlere kapandık ve ölümün soğuk nefesini hissettik. O korku, ağır bir taş gibi yüreğimizin orta yerine oturdu bir zaman. Her sabah aynı tasayla uyandık; bugün ne olacak! Sevdiklerimizi kaybetme endişesi büyüdü içimizde. Kaygıyla, korkuyla dolduk.

Albert Camus 20. Yüzyılı korku çağı olarak tanımlar. Modern döneme bu yakıştırmayı yapan Camus’nun kısa ömrü günümüz postmodern dönemi görmeye yetseydi, büyük olasılıkla Kâbuslar Çağı olarak niteleyecekti onu.  

zorbatv

Alman sosyolog Ulrich Beck ise, Risk Toplumu olarak tanımlıyor günümüzü. Sanayi modernleşmesi ile beliren sınıflı toplum, çekirdek aile, bilim ve teknolojilerdeki değişimlerin kendine özgü yapılarının modern sonrası dönemde temellerini kaybettiğine işaret ediyor. Öyle görülüyor ki, endüstriyel kaynaklı modernleşmenin doğaya ve içindekilere getirdiği tehdittin yanında risk toplumunun getireceği daha spesifik yıkıcı etkileri de bulunuyor. Çünkü, nasıl ki sanayi toplumu tarım toplumunun deneyimine, birikimine dayalı geliştiyse, günümüz toplumu da sanayi toplumu ile iç içe geçti. Bilişim, iletişim teknolojilerinin yarattığı dijital kültür, toplumsal yapımızı hızla dönüştürüyor. Bu süreçte, alt ve üst yapılar da beraberinde değişmekte; geleneksel aile yapısı parçalanmakta, kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rolleri de değişmekte. Genetik araştırmalar, döllenme ve buna bağlı olarak ebeveynlik ve benzeri kavramlar da sorgulanıyor. Cinsellik, aşk ve sevgi temaları ise yeniden formatlanıyor.

Beck’in söz ettiği risk toplum düzeneği yeryüzünün her yerinde eş zamanlı olarak gerçekleşmiyor. Nitekim, post modern dünyanın arkaik bir versiyonunu yakın zamanda yaşadık! Maraş Depremi yeryüzüne fırlatılmış kendi yalnızlığımız, kendi çaresizliğimizle baş başa kalışımızı göstermesi bakımından önemli. Dünya’nın bitmez tükenmez devinimi bizi her seferinde onun gerçekliğiyle yüz yüze bırakıyor; aktifleşen volkanlar, canlanan faylar, seller, toprak kaymaları, fırtınalar ve öteki doğal afetler… Gelişen teknolojiler ve yapay zekaya rağmen insanın acizliği... Bu gerçeklikle karşı karşıyayız hâlâ. Öte yandan, post modern dönemin ya da risk toplumunun patronları, ayrıcalıklı üyeleri yüksek teknolojileri kullanarak yeryüzünü kendilerine göre biçimlemekteler. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sınırsızca kullanma imkanlarını elde ederken, nüfus planlamaları, siyasal yapılanma, ülke sınırlarını belirleme, başkalarının özgürlük alanlarını gasp etmek gibi stratejiler geliştiriyorlar! Kısaca dünyayı içinde yaşayanlara dar etmekteler! 
Evet, yeryüzü kokuşmuşluklarla, tehditlerle dolu. Bütün bunların tanıklığında, artık ne kutsal kitapların insana vaat ettiği bir cennet düşü kurulabilir ne de kötülerin cehennemle cezalandırılacağına inanılabilir! Bütünüyle cehennem tasarısı içindeyiz çünkü. Buna Yeni Dünya Düzeni deniyor! Bu sıkışmışlıkta kalan bizler, aciz ve korunaksız olduğumuzu düşünerek güvensizlik içinde kendi cehennemimize mi çekileceğiz? Evlerimizin sessiz boşluğuna bir salyangoz gibi çekilip dışımızdaki bu aymaz, bu kaotik dünyanın bir parçası değilmiş gibi mi yaşayacağız? Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum! Yoksa ayağa kalkıp kendi kaderimizi mi belirleyeceğiz?

Fotograf: Suzan Ustabaşı Çöl

 

sblunal34@hotmail.com

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.