Kin ve Kibir Odağında Zerrin Taşpınar Şiiri
Doç.Dr. Emel Koşar
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde arkadaşlarını kaybeden Zerrin Taşpınar,[1] hayatta kaldığı için vicdan azabı duyar. Ateş, duman, acı ve gözyaşı; Taşpınar’ın şiirlerine siner. Zerrin Taşpınar’ın şiir dili, toplumsal ve psikolojik dinamiklere bağlı olarak evrilir. Hayatın inceliklerini gösteren şiirlerin ortak paydası acıdır. Sivas’taki “Madımak Olayı”na tanıklık eden şairin sesi isyankârdır.-
Zerrin Taşpınar’ın Kin ve Kibir’deki[2] Gülten Akın’a ve Sennur Sezer’e ithaf ettiği “Kadın ve Şiir-Ülkemde” şiirinin öznesi, halkının yüzyıllardır biriktirdiklerini “kinsiz ve ipek bir isyan”la dile getirir. Türkü gibi çağlayan şiirde, “suskunluk yasası” paslı bir kılıç darbesiyle çiğnenir. Töresel ve törensel öfkeler ise, kırık aynalarla yansır. Kindar ve dindar yalanların sökülüşüne, örtülü kederlerin/ölümlerin süpürülüşüne karşın “mavi at” umudu simgeler: “Sonra kindar ve dindar yalanları sökerek tarlalardan/Sonra derin kapıları sokağa taşıyarak/Sonra saklanmış, süpürülmüş, örtülü/Kederler ve ölümler arasından usulca/Sonra mavi bir atın sırtına atlayarak...” (s. 7)-
Bahriye Çeri’nin bir konuşmasında ifade ettiği gibi Zerrin Taşpınar’ın her dizesinde Madımak yangınının izleri görülür. Kin ve kibir odağında adaletin sorgulandığı şiirlerde, tarihin kanlı sayfaları aralanır. Kadınların kaderi, Remiye Hanım’ın küskün hayatının ve kederli bilgeliğinin ışında tasvir edilir. Anlatımcı şiirlere kadınların erkeklerin doğrularıyla çırpınan yürekleri damga vurur.
Kin ve Kibir’de, biat kültürüyle kısırlaşan ülkedeki “kötülüğün kalıcılığı” toplumsal meselelerle (çocukların düşlerini ve ekmeklerini çalanlar, betonlaşan toprak, yer altına çekilen su, çocuk tecavüzleri…) dile getirilir: “sonra aklını yitirdi sessizce/onlarca adamın kirli/işbirliğiyle duyunca küçük bir kıza ettiğini.” (s. 38)
Şiirin çekim alanında kederle duran Zerrin Taşpınar’ın dili talepkârdır. Şiirin matematiğini ateşle ve acıyla kuran şair, özellikle kadınların ve çocukların duygularının ritmini sarıp sarmalar. Görkemli yapıdan ziyade kırılgan bir yapıya sahip olan şiirlerde, kin ve kibir birbirine karışır.
Şair, Kin ve Kibir’de sesi “duyulamayanın türküsü”yle çevreler. Yürek yakan sözcüler, küllenmiş hâtıralara eşlik eder. “Şimşek ve rüzgâr nakışlı” şiirlerden her gün öldürülen kadınların ve tacize uğrayan çocukların çığlığı duyulur. Birer duygu kapanını andıran şiirler, adaletsizliğe odaklanır. Acıyı ve isyanı sesle kuşatan şairin dizeleri başkaldırıyı kuşatır.
Şiirler, kadının simgesi olan sardunyanın kederiyle şekillenir. Taşpınar’ın destansı dili, kırık bir aynada ve tarihin gölgesinde kanatlanır. Şairin önceki kitaplarında yer alan
soluksuz şiirlerdeki gibi Kin ve Kibir’de de tabiatı hançerleyen insandır: “bembeyaz çiçekler açan/tabağından serçelerin içtiği su/serinlediği toprağında kumruların//Güneşi kucaklamayı unuttu önce/sabahın çiğlerini/toplamayı bir bir/peşpeşe hançerledi kalbini” (s. 38)
Mısırlı bir kâtibin mürekkeple yazdığı “Bir adam öldü ve vücudu toprak oldu. Tüm akrabaları toza dönüştü. Onu hatırlatansa yazısıdır.”[3] ifadesindeki gibi Zerrin Taşpınar da tanıklık ettiği olayları şiirle kalıcı hâle getirir.
Remiye Hanım’ın öykülerini merkez alan şiirde, Anadolu kadınının kader çizgisi takip edilir. Ayaş’tan Ankara’ya şiir öznesinin büyük dedesine gelin gelen Remiye Hanım’ın küskün ve kederli bilgeliğinin altı çizilir. Çapkın, vefasız, kibirli ve yakışıklı bir çavuştan dul kalan Remiye Hanım’ın sorunları ve yaşam mücadelesi tasvir edilir. Savaşlara (dönmeyen oğullara, yanmayan ocaklara) tanıklık eden, cephedekiler için çorap ören, yaralı askerleri tedavi eden, toprağı ekip biçen kinsiz ve kibirsiz Remiye Hanım “Kurtuluşa adanmış bir türkü” olarak nitelendirilir. Öz ve üvey çocukları arasında ayrım yapmayan Remiye Hanım, bilgeliğini onlara aktarır. Çocukluğunu ve kadınlığını yaşayamadan sorumluluklara boğulan Remiye Hanım’ın geçim mücadelesi dönemin sosyo-ekonomik koşullarını yansıtır. Çünkü Remiye Hanım, cefakâr ve fedakâr Anadolu kadınının simgesidir. O, kibrin başkalarında açtığı yaraları bilir. Anadolu’nun dillendirilmeyen öykülerine ev sahipliği yapan anlatımcı şiirlerde, Bektaşi tekkesine katılan Remiye Hanım’ın hayatının mutlu mu yoksa sadece dingin mi olduğu sorgulanır. Duvarda ölen iki kocasının fotoğrafı arasında kendi fotoğrafı asılı olan Remiye Hanım, kinsiz ve kibirsiz bir kale (Ankara Kalesi) kadar sağlamdır. Aynı zamanda şehrin simgesi ve tarihin yüz akıdır: “Burçlarında sargı bezi, temiz su saklayan/özgürlüğe giysiler diken bir Ankara...” (s. 21)
“Vadim O Kadar Yeşildi ki” şiirinde (Dikmen’e Ağıt’ta) yeşil ve sakin bağ evindeki çıkrığın şarkısı kuşların cıvıltılarına ve çayın akışına karışır. Huzurun simgesi olan yerdeki gecekonduların yıkılışı insanların tabiata verdiği zararları gösterir. Manevi değerlerin maddi değerlerden üstün tutulduğu “tuz kadar severdik dedelerimizi/kimseye kıymak yoktu mezhebimizde” (s. 27) dizeleriyle sergilenir. Tuzun halk kültüründeki değeri vurgulanır. Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” ve “Kaşağı” öykülerinin etkisinde ilerleyen metne hüzün hâkimdir.
Yeşil vadideki betonlaşan toprak, yerin dibine çekilen su, göçüp giden keklikler, HES’ler, çocukların ekmeklerini ve düşlerini çalanlar, yerli tohumların kullanılmasını yasaklayanlar, kadınların katli için ferman çıkaranlar; yoksulluğa, mutsuzluğa ve yıkıma sebep olurlar. Biat kültürüyle kısırlaşan ülkeye ve halka umutsuzluk sinmiştir. Çünkü “Kötülük kalıcıdır.” (s. 28) Vadinin önceki yeşil ve sonraki betonlaşmış hâli karşılaştırılarak insanın/yönetimin tabiata ve halka verdiği zararlar gözler önüne serilerek yakın tarihteki olaylar odağında verilen kararlar ve yapılan müdahaleler sorgulanır. Saflığını kaybeden kişilerin davranışları eleştirilir.
“Dersimiz Kapitalizm” şiirinde ise, “(Gazete Haberi: Fransa,/yatırımcılarının haklarını korumak üzere Mali'ye girdi.)” epigrafıyla gazete haberinden yola çıkılarak Nijer’in hayat kaynağı olan ırmağa (kara kıtanın kan damarı) yabancı adamın attığı bir çift somonun diğer balık türlerini yok ederek oradaki halkı açlığa ve işsizliğe mahkûm edişi tasvir edilir. “Büyük balık küçük balığı yer.” misali balık işletmecisi, zengin, güçlü ve beyaz adamın siyah, zayıf ve fakir insanları kendi şirketine bağlaması anlatılır. Kendisinden başka bir türün yaşamasına dayanamayan somon; beyaz, zengin ve zalim adamın simgesidir. Somon, diğer balık türlerini yiyerek (ırmak halkını) ve onların soylarını kurutarak yaşar. Balıkçılıkla geçimini sağlayan ırmak halkı, özgürlüğünü ve mutluluğunu kaybeder. Üç kuruş için bütün gün balık ayıklamak zorunda kalan kadınların geçmişte göğüslerinde açan nehir çiçekleri artık solmuştur. Beyaz adamın kibri yerli halkın kinine karışır. Halk kendi benliğini kaybeder: “Benimse adım balıkçı değil artık Somodo!/Hey! Somodo! Dünyanın bütün ırmaklarında/kibirli beyaz adam için çek küreklerini...” (s. 35)
“Duyulmayanın Türküsü” şiirinin “(Ülkemin en sıradan haberi: Bir kadın daha öldürüldü.)” epigrafıyla öldürülen bir kadının ağzından onun istekleri sıralanır. İnsan hayatının değersizliğine, adaletsizliklere ve kanıksanan kadın cinayetlerine dikkat çekilir: “Adil bir ülkem olsaydı benim/Bir ömrüm olurdu belki...” (s. 37)
Zerrin Taşpınar’ın şiirlerinde sadece kapitalizmin sömürdüğü insanlar, öldürülen kadınlar, yaralı çocuklar değil; tabiat sevgisi, yaşama sevinci, erkekleri korkutan güçlü kadınlar, dirençli ve isyankâr gençler de yer alır. Çocuklar; geleceği ve umudu simgeler: “çocuksa... pencereme gül taşıyor durmadan.” (s. 41)
“İki Fotoğraf” şiirinde, dünyanın en ünlü müzesinde yağmalanıp sergilenen Irak’ın fotoğraflarındaki “ahmaklık ve hainlik”in ulaştığı boyut eleştirilir. Şiirdeki çarpıcı anlatımı utanç, acı, pişmanlık ve öfke perçinler: “Iraklı çift bir fotoğraf karesinde ağlarken/işbirlikçi poz veriyor kestiği kafalarla...” (s. 42) “Ölümcül” şiirinin öznesi katlanarak büyüyen acısını erteleyerek Sivas Yangını’nın acısını yüreğinde hep taşır. Ölümcül kötülükler ve haksızlıklar karşısında direnmeye devam eder: “yakılan bir otelden taşıdığım yıllardır/sesiyle çocukların... gözleri... elleriyle//yarın ağlayacağım... şimdi direnme vakti/yarın ağlayacağım ve yarın bir göktaşı” (s. 51) “Ateş” şiirinin kederli öznesi ise, topluma dair umutsuzluğunu saklamaya çalışırken isyanı simgeleyen ateşi sevmesi gerektiğine inanır. Çünkü ateş, karanlığa karşı mücadelenin ve ışığın simgesidir: “inançla kapital elele vermiş soyarken halkları/yemeği pişiren, evi ısıtan, bilimi arayan ateşi sev.” (s. 55) Yazıldıkları tarih altlarına not düşülen şiirler “Son Söz”le biter: “Bir kez daha anladık ki:/Adaletin erdem sayılmadığı bir ülkede/sürecektir kin ve mağduriyet yalanı.” (s. 61) Farklı coğrafyalardaki zulümlere, adaletsizliklere ve acılara dikkati çeken şair, en çok kendi ülkesi ve şehri (Ankara) için endişelidir. Ankara Kalesi odağında Ankara’nın tarihini/bozkırı şiirleştiren şair, umudunu asla yitirmez. Tarihe şiirleriyle dipnot düşen Zerrin Taşpınar, “kindar ve dindar öğretiler”den uzaktır. Çiçek büyütür gibi itinayla şiir yazan, “Atlar” şairi Taşpınar, eşitlikçi bir düzen ister.
“Ankara”, Zerrin Taşpınar’a değişimi, direnci, umudu ve cumhuriyeti ifade eder.
Kin ve Kibir’de kadınların var oluş mücadeleleri ve suskunluğa itilen kadınların sessiz dili, dünyanın ritmini yakalayan sözcüklerle anlatılır. Toplumun zihin yapısını ve kadınlar üzerindeki baskısını yansıtan şiirlerde, sözcükler hüzne teslim olmuştur. Ateşle, dumanla ve isle çevrelenmiş şiirlerde, hayatta kalmaktan duyulan vicdan azabı sezilir. Toplumun ateşle imtihanı ve kötülükle mücadele çabası şiirlere damgasını vurur.
[1] Zerrin Taşpınar 1947 yılında Ankara’da doğdu. Şiir yayımlamaya lise yıllarında başladı. 1980’den sonra Yarın, Varlık, Parantez, Karşı Damar, İnsancıl, Evrensel Kültür, Pir Sultan Abdal, Emekçi Kadınlar, Pencere başta olmak üzere birçok dergide şiir, öykü ve denemeleriyle yer aldı. Pir Sultan Abdal, İnsan Hakları, Cumhuriyetçi Kadınlar (Kurucu üyesi) dernekleri ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın (TYS) üyesi. TYS’nin 1999-2000 döneminde Ankara Temsilcisi olarak görev yaptı. 1995-1998 yılları arasında Edebiyatçılar Derneği’nde Genel Sekreter Yardımcılığı ve Genel Sekreterlik görevlerinde bulundu. Emekçi Kadınlar Derneği’ne Onur Üyesi seçildi. TRT’de danışman ve metin yazarı olarak çalıştı.
[2] Zerrin Taşpınar Kin ve Kibir, Doruk Yayınları, İstanbul 2017.
[3] Steven Roger Fischer, Yazının Tarihi, Çev: A. Handan Konar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2023, s. 347.
Yeni yorum ekle