Yergi ve Yengi
Meray Gürsoy
Arzuludur insan. Kabule, takdire, bahsedilen olma hâline... Hırslıdır insan. Rekabet, başarı, zirve duygularıyla bakar en buğulu aynaya bile. Anlatmak, anlaşılmak, emek verip ardından değer görmek ister. Eleştirmek eyleminin temelindeki bu etkiler; sistematikliğin sanatsal, kültürel, üreticiliğe ve yaratıcılığa dayalı tezahürleridir. Ancak eleştiri ya da eleştirme girişimi; soyut bir düzlemde, bağımsız ve teklifsiz şekillerde, toplumun hem gerçeği hem uçsuz hayal kırıklığı olma yönleriyle de ortaya çıkabilir.
Eleştiri, bir kök olarak tasvir edilirse bu köklerin uzandığı kısımlarda beğeni, gizli beğeni, memnuniyetsizlik, kötüleme, aşağılama ve eleştiriden kopup başlı başına bir eylem hâline gelen yargılama yer alır. Eleştiriyi zihinsel bir etkinlik kılan veya öyle olmaktan çıkaran ise eleştiren kişinin ister objektif ister sübjektif çerçevede, bu etkenlerle mesafesini nasıl ve ne kadar koruyabildiğiyle ilgilidir. Zira yozlaşmış bir eleştiri, hudut tanımayacağından düşünce etkinliği gibi görünen hareket, kişilik ya da yaşam haklarına saldırı boyutlarına varabilir.
Günümüzde eleştirinin değerini yitirmiş, kötü ve kötüleyici bir eylem olarak algılanmasının en büyük sebebi; yerli yersiz, doğrudan ‘‘taşlama’’ eyleminin yerine kullanılan bir sözcüğe dönüştürülmesiyle ilgilidir. Temelinde her cephede olumlu ve olumsuz nitelikleri fark edip, bunları ayıklayarak bir sonuca varma fikri olan eleştiri, olgunlaşmamış topluluklarda ruhsal bir silah yerine konduğundan bir tür linç hareketine çevrilir. Bu sebeple zamanı, mekânı, olayı ya da kişileri aşarak en çok konuşan ve en çok kötüleyenin ‘‘muktedir’’ kabul edildiği bir boyut meydana gelir. Bu doğrultudaki bir eleştiride ise elbette doyum olmaz ve yargılar; genelden özele, özel sözcüğünün ‘‘mahremiyet’’ sözcüğüyle eşleştiği durumlara bile uzanabilir.
Sebepsiz ve maksatsız eleştiride bir tür daraltmaya gidilecek olursa iki temel psikolojik dayanağa rastlanabilir. Bunlardan biri, eleştiren kişinin karşı tarafın eylemlerini gerçekleştirmek için sahip olduğu cesarete ve enerjiye kendinde rastlamaması; bir diğeri ise karşı taraf için kınama boyutuna varılan hareketlerin özünü, kendi içinde duyup bastırmaya çalışmasıdır. İlkinde gözlemlenen durum, eleştiren kişinin kendi konfor alanına olan düşkünlüğü ve uyuşukluğu, harekete geçmesinin önünde bir duvar hâline geldiğinden sınırlarını zorlayan insanın ona kendi cesaretsizliğini hatırlatıyor olmasıdır. Zira kişi, karşı tarafın eylemlerini gördükçe kendi yapmadığı ya da yapmak için çaba sarf etmekten kaçındığı gerçeklerle daha sık yüzleşmeye başlar. İkincisinde ise eleştiren kişinin karşı tarafın genel değer yargılarını aştığını düşündüğü hareketlerini, ortamını ve uygun koşulları bulacak olsa kendinin de sergileyebileceğinden emin oluşudur. Ancak kişi, bu çelişkili gerçeklikten kaçmaya çalışırken hislerini yergi sûretinde sunar ki buna da ‘‘yapamadığının sofusu’’ olmak denir. Bu bakımlardan da eleştirinin, daha doğrusu verimsiz eleştirinin zihinsel ve davranışsal boyutları incelendiğinde türlü çıkarımlarda bulunmak mümkündür.
İlerleme ve bir o kadar yozlaşma çağını yaşarken, sosyal yaşamın etkinliğiyle paralel olarak ivme kazanan yerginin maksadının ve dayanaklarının bilinmesi, temel kıstastır. Nitekim eleştiren insanı eleştirmek dahi bir eleştiri türü olacağından insan, ilk olarak kendine dönmeyi sağlayan eleştiri yetisini kazanmalı, yani ‘‘öz eleştiri’’ mekanizmasını etkinleştirmelidir. Aksi takdirde gelişen teknoloji ve atılım gösteren sosyal mecralar doğrultusunda fikir beyanları, zaman içerisinde ‘‘kuru’’ bir nitelik almaya başlayıp, çoğumuzun konuşmasına bilinçli ya da bilinçsiz sirayet eden bir tür ‘‘saldırganlık’’ salgınına yol açabilir. Bunun sonucunda ise aşılması zor bir ‘‘eylemsizlik’’, dolayısıyla ‘‘tembellik hareketi’’ meydana getirir.
Zihinsel etkinlikler, eylemlerle desteklendiği sürece anlamını bulabilen süreçlerdir. Düşüncede gelişen ancak pratiğe yansımayıp kafatasının içinde saklı kalan bir fikir, pek nitelikli olmayan oysa gayret eksenine sahip bir fikirden üstün kabul edilemez. Bu yüzden başkalarının eylemleriyle tatmin olmaya çalışırken önce kişisel çabayla alakadar olunup olunmadığına bakılmalıdır. Aksi durumda eleştiri; daima yeren, aşağı çeken, söylene söylene tüketen bir çözümsüzlük silsilesinin kaynağı olur.
Burada önemli olan nokta, zihnî bir olgunluğa erişmek için çabalamak ve eleştirmek eylemini, dostluğa ya da düşmanlığa sevk etmeden sindirebilmektir. Korkunun, kolaycılığın, menfaatin duvarlarını yıkarak, insanca ve kategorize etmeden davranabilmektir.
İlkel zamanlardan beri insanın parmak izinin olduğu her yerde ve koşulda beğeniler kadar hoşnutsuzluklar da olmuştur. Kimi zaman bir hayranlık, layık görülmeyen bir başarıyı örtmek için taşlama eyleminin ardına gizlenmiş, kimi zaman da değerli bulunmayan unsurlar kitaba uydurulmak için değerli gösterilmiştir. Gerçekçi olmasa bile gerçek bir zihin hareketinden doğan eleştiri ise ancak vicdanla sarmalandığında maksadına ulaşmıştır. Zira sağduyuyla edilen her söz, zaman sonra muhatabını aşıp sahibinin hüviyeti hâline bürünmektedir. Bu hüviyetin saygınlığını korumak ise şahsî olduğu kadar ahlakî bir meseledir.
Yorum
🌞Gayrt Başarılı😊
Merhaba , yazılarınızı beğenerek okuyor ve takip ediyotum , kalbine, ruhuna ve kalemine sağlık 👏👏👏
Yeni yorum ekle