Kibrit Falı

Edebiyat

 

 

Kibrit Falı

Falcı kadın, bir kutu kibriti avucuna alıp çok fazla dağılmayacak biçimde, masanın üzerine döktü. O, kutuyu elinden bırakırken, Sıdıka üzerindeki “ortalama kırk çöp” yazısını okudu ve içinden; “En az kırk kelime söylemeli bunca paraya” diye geçirdi.

Kibritler küme halinde üst üste yığıldı. Bir ikisi tek tek savruldu. Kiminin başı kümeye doğruydu, kimininki değildi. İki kibritse yığından biraz uzakta, birbirlerine değecek kadar yakın, başları aynı yöne bakar biçimde düşmüşlerdi masaya. Sıdıka, yan yana yatan bu iki kibrit çöpünü, kaderinin yansıması gibi gördü bir an. Birlikte tutuşup yandıklarını hayal etti. O “an”a lânet okudu.“Tövbe tövbe” dedi sonra içinden. Hemen kovdu görüntüyü.

Kadının tam karşısında, iskemlesi masaya iyice yakın oturmuş, nefes bile almadan izliyordu. Elleri masanın üzerindeydi, titremesin diye parmaklarını iyice kenetlemişti birbirlerine.İncecikgövdesini öne doğru uzatmıştı,yürek atışlarının gümbürtüsü yüzünden kadını duyamamaktan korkuyordu. Gözü, kibrit çöplerine kilitli beklemeye başladı.

Falcı kadın uzun uzun baktı çöplere.Konuşmak için ağzını açıyor, sonra vazgeçiyordu sanki. Suyun içinde devinir gibi ağırdı hareketleri, ya da Sıdıka’ya öyle geliyordu. Gördüklerini nasıl dile getireceğini düşünüyordu belki de kadın.“Kötü bir şeyler söyleyecek” diye geçirdi içinden Sıdıka. “Yoksa bu kadar zorlanır mıydı?” Kadının tombul yüzünde beliren ter damlalarına bakarken,yan yana yatan iki kibrit yeniden tutuştu içinde.

Haftalardır biriktiriyordu falcının parasını. Babası, haftalığını kuruşu kuruşuna elinden aldığı için bu pek kolay olmamıştı. Çoğu sabah dolmuşa binmemiş, oncayolu yürümüştü. Bazen de aldığı bahşişlerin birazını saklamıştı babasından. Yiyeceği dayakları göze alarak, abisini bile atlatmıştı. Ercan’dan istese seve seve verirdi, ama gururlu bir kızdı o, bunu yapmadı.Şimdi, tüm bunlara değecek, yanan yüreğini soğutacak bir şeyler söylemesini bekliyor falcıdan. Falcıysa,şu an kendisinden daha beter bir açmazda sanki, susuyor.

Kadının yüzünden anlam çıkarmaya çalışıyorSıdıka.Bir ara alnını kaşıyor kadın, terini bir kâğıt mendille kuruluyor, başörtüsünün altından fırlamış saç tutamını kulağının arkasına atıyor, sonra gözlerinikaldırıp Sıdıka’nın yüzüne bakıyor.

“Senin gönül işlerin de pek karışıkmış be kızım”

Biraz acıma mı var sesinde, yoksa Sıdıka’ya mı öyle geliyor.

“Eviniz oldukça kalabalık, kaç kardeşsiniz?”

“Beş” diyor Sıdıka. “Konuşacak sonunda”diye seviniyor.

“Hane halkı birbiriyle iyi geçinemiyor, çözemediğiniz meseleler var. Kardeşlerin, anan, baban, herkes birbirinin yakasına yapışmış. Hane dışından bile sizin işlerinize karışanlar var.”

Sıdıka ürperiyor. “Olmaz mı” diye geçiriyor içinden. Babaannem, amcam, halam. Hele halamın oğlu Osman. “Olmaz olasıca.”

“Sevdiğin iyi biri. O da senin gibi çok genç, öyle değil mi?”

Sıdıka kızarıyor, başını öne eğiyor. O yan yana yatan İki çöpe takılıyor gözleri yine. “Bir tanedir benim Ercan’ım” diyor içinden.

Sonra; “evet” diye yanıtlıyor duyulur duyulmaz bir sesle.

Falcı kadın uzanıp Sıdıka’nın elini tutuyor. “Sen bu sevdadan vazgeç güzel kızım” diyor. “Daha çok gençsin. Ailen seni rahat bırakmayacak, bu iş iyice sarpa sarmış.”

Sıdıka yüzünün  bembeyaz kesildiğini hissediyor. Biliyor, o an kanının gövdesinden çekilip gittiğini biliyor. “Bu kadın şu çöplere bakarak tüm bunları nasıl görüyor ki ” diye geçiriyor içinden. Elini, ortasına kor düşmüş gibi yanan yüreğine bastırıyor.

“Ya Ercan’a bir şey yaparlarsa?Buna dayanamam.”

Babası; “Bir daha seni o oğlanla görürsem, ikinizin de kemiklerini kırarım” diyordu. Abisi kemiklerini her gün kırıyordu zaten, yetmiyor saçlarını da yoluyordu. Anası sessizce dolanıyordu evin içinde, ruh gibi, ondan bir fayda geleceği yoktu.Kundaktaki beşinci bebesi gece gündüz ağlayıp duruyordu zaten. Yorgundu kadın. Küçüklerinse bir şeyden haberleri yoktu.

 Halası iki günde bir kapılarına dayanıp Sıdıka’yı oğluna istiyordu. Oğlu Osman da işi gücü bırakmış, kafayı Sıdıka’ya takmış, ayaklı bela gibi dolaşıyordu çevresinde. Babaannesi, ahhh babaannesi, adını taşıdığı acımasız cadı, ölüm fermanını yazıyordu gözünün yaşına bakmadan.

Amcasının yüzünü şeytan görsündü.

Böyleydi işte evin halleri.

Sıdıka bunalıyordu. “İnsan durup dururken falcılardan em arar mı derdine?”

Falcı kadın, Sıdıka’nın elini bırakıyor. “Bak” diyor, o yan yana yatan, onca kibritten uzak iki çöpü gösteriyor, çöplerden birini alıp öbürünün üzerine çapraz olarak bırakıyor. “Böyle dursalar iyiydi, anlıyor musun? Ama yan yana yatmaları…”

Sıdıka gerisini dinleyemiyor. Kulakları öyle uğulduyordu ki, kalsa da bir şey duyamayacağını anladığından, parayı ödeyip fırlıyor dışarı.

Aklında hep yan yana yatan iki kibrit çöpü, nefas nefese geliyor eve. Annesi, bebesini emzirirken,  “nerdeydin sen” diye soruyor, yanıt vermiyor Sıdıka. Odaya giriyor.

Önce çöplerden biri tutuşuyor; cızz. Sonra alev öbürünü de sarıyor. Çıtırdayarak, usulca yanıyorlar, simsiyah iki incecik kömür olana dek.

Durmadan yineleniyor görüntü.

Yatağın üzerine oturuyor, elleriyle kulaklarını kapatıyor, gözlerini yumuyor. Hayır engel olamıyor. Yeniden yeniden tutuşuyor çöpler.

Ne dayaktan korkuyor Sıdıka ne de babasının tehditlerinden. Biliyor, eve para getirdiği sürece babası ondan vazgeçmez. Tek korkusu Ercan’a olacaklar. Ona kıyamaz.

Ercan eczacının kalfası. Eczane uzak değil, hemen sokağın başında. Ama Sıdıka için oraya girmenin cezası ölüm.

Falcıya gitmek için iş yerinden izin aldığına pişman oluyor sonunda.Kadının söylediği her şeyi zaten bilmiyor muydu.İçini rahatlatacak bir iki sözü esirgedi kadın.

“Senin yazın yazılmış kızım, falcı onu nasıl değiştirsin.”

Şimdi evden çıkamayacağına göre, eczanenin önünden geçme şansını da yitirdi. Ercan’ı görme umudunu da…

Kapının ardından bebeğin ağlamasını duyuyor, kendilerini gürültülü bir oyuna kaptırmış küçük kardeşlerine; “kesin şu şamatayı” diye bağırıyor annesi. Sesi bezgin, soluk. Yaşamın tüm sıkıntılarıodanın loşluğunadoluşuveriyor birden.Yanyana yatan iki kibrit çöpü, içinde yeniden tutuşyor; cıııız.

Kalkıp elini yüzünü yıkıyor,  sokak kapısını açtığı sırada, “nereye gidiyorsun?” diye sesleniyor annesi. Aldırmıyor, yanıtlamıyor.

Koşarcasına geliyor eczaneye, Ercan onu böyle alı al, moru mor kapıda görünce heyecanlanıyor. “ Ne oldu sana?”diye atıldığı sırada görüyor Sıdıka’nın abisiyle Osman’ı. Yolun aşağısından geliyorlar.

“İnfaz mangası burada” diyor usulca. Sıdıka dönüp sokağa bakıyor. Hiç duraksamadan önüne geriliyor Ercan’ın.

“Onun bir suçu yok” diye bağırıyor gelenlere. Bunlar son sözleri oluyor. Abisinin kurşunu yüreğini delip geçiyor. Osman, “Onu sana yedirmem demiştim, anlamadın” diyerek yağdırıyor kurşunları.

Her şey bir kaç saniyede olup bitiyor.

Eczanenin kapısı önünde, iki kibrit çöpü yan yana uzanıyorlar yere. Sıdıka’nın yumulu elindeki, “Ercan kaç buradan” yazılı kâğıt kana bulanıyor.

 

                                                                                   Ülkü Yalım Günay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.