
Meliha Yıldırım’ın Ankaralı yazarları
Yazar Aslıhan DUMAN Söyleşisi
Merhaba, Aslıhan Duman. Uzun zamandır yazdığını biliyorum. Ne hissediyorsun yazarken? Korku mu, mutluluk mu ya da kendini o ana mı bırakıyorsun?
Yazarken pek çok duyguyu bir arada yaşıyorum. Güzel bir hikâye yakaladığımda veya güzel bir cümle yazdığımda çok büyük bir mutluluk hissettiğim oluyor.Ama böyle anlar çok seyrek.Kendimi o ana bırakmak da bazen yakalayabildiğim, bazen yakalayamadığım bir şey. Yapabildiğimde güzel tabii ama o ruh hali güvenilir değil. Yazmak için onu bekleyemem, çünkü ne zaman hissedeceğimi bilemem.Yazmak benim için en çok endişe demek. Yazarken yaratıcı olmaya, daha önce yapılmamışı yapmaya ihtiyacım var. Daha önce gidilmemiş yollara sapmanın da her zaman zor bir yanı var. Her şeyi yazıp bitirdiğimde, bir öykü veya dosya son haline geldiğinde, eğer onu başkalarıyla paylaşmaya karar verdiysem yaptıklarıma güveniyorum elbette. Güvenmiyorsam zaten kendime saklarım ama o aşamaya gelinceye kadar hep korku, hep endişe.
Günlük olayları kolaylıkla kurguya çevirebiliyor musun? Yoksa senin konuların yazmayı düşündüklerin hayatın akışından başka şeyler mi?
Günlük hayatta yaşadıklarımı kurguya aktarmak benim için çok zor bir şey. Olduğuna yakın şekliyle anlatırsam olmuş olandan uzaklaşamıyorum. Gerçek hayatta yaşadığımız haliyle kötü hikâyeleri, gerçek edebiyat haline getirmek zor. Ama bu yazdıklarımın içinde yaşadıklarıma hiç yer yok demek değil. Olaylar, tanıdığım insanlar, hissettiklerim her zaman yazdıklarıma sızıyor. Benden başkası fark etmese bile bir kahramanımda, kurgudaki olaylarda, bir ayrıntıda tanıdıklarımla karşılaştığım çok oluyor.
İlk yazman gerektiğine nasıl ve ne zaman karar verdin, seni tetikleyen ne oldu?
Okumayı hep çok sevdim. Yazmak da benim için çocukluk hayaliydi. Ama Türkiye’de yaşayan biri için hayat kurarken gelecek endişesi her zaman ön planda. Edebiyatın yakınında bir meslek seçmem mümkün olmadı. Benim zamanımda iyi öğrenciler mühendis olurdu, ben de Havacılık Mühendisi oldum. Uzun yıllar savunma sanayii şirketlerinde çalıştım. Bu sırada biraz benim tembelliğimden biraz Türkiye’deki çalışma hayatı koşullarından yazma hevesimi hep arka plana attım. Sonra bir an geldi, kendi ölümlülüğümü kavradım. Ölüm elbette çok küçük yaşlarda öğrendiğimiz bir şey ama insan gençlikte sanki kendisi ölümsüzmüş, sanki sonsuza kadar vakti varmış gibi yaşıyor. Öyle olmadığını gerçekten, iliklerime kadar kavradığım zamanyapamadıklarım karşısında dehşete kapıldım. Bunlar arasında yazmak da vardı. Ondan sonra yazmaya başladım.
Bize edebiyat yolculuğunu ve kitaplarını anlatır mısın?
Yazmak için beni tetikleyeni anlattım zaten. Okumak da yazmak da yalnız başına yapılan işler ama insan sosyal bir canlı ve başkalarıyla olmaya ihtiyacı var. Ben de derdi benimle aynı insanları aramaya başladım. Şanslıydım, o sıralarda Ankara Öykü Günleri Derneği vardı. Orada hem böyle insanlarla bir araya geldim hem de atölyelere katılmaya başladım. Dürüst olmak gerekirse başlangıçta yazdıklarım çok kötüydü ve o dönem de çok uzun sürdü. Ama pes etmedim. Kararlılıkla devam ettim. Kırılma noktası pandemi oldu. Sosyal hayat ortadan kalkınca odaklanmak mümkün oldu, güzel şeyler çıkmaya başladı.
Şu anda üç kitabım var. Gün Doğusundan Kopan Hikayeler, Salur Kazan ile Burla Hikâyesi ve Güneşin Işınlarını Beklerken.
Gün Doğusundan Kopan hikâyeler ilk öykü kitabım. Türk mitolojisinden esinlenerek yazdığım 8 öyküden oluşuyor. Antalya Edebiyat Günleri’nde “En İyi İlk Öykü Kitabı” ödülüne layık görüldü.
Salur Kazan ile Burla Hikâyesi ilk romanım. Onda da Türk mitolojisine devam, Dede Korkut boylarının kahramanlarından Hanlar Hanı Bayındır Han’ın vekili Salur Kazan ile kızı Burla’nın “gençliklerini” anlattım.
Güneşin Işınlarını Beklerken ikinci öykü kitabım. Bunda artık Türk mitolojisine ara verdim. Kitap iki bölüm. İlk bölümde kadim hikâyelerin izinden gitmeye devam ediyorum. Bu kez halk inanışları, masallar, peygamber menkıbeleri, başka toplumların mitolojileri. Ama onları ilk iki kitapta yaptığım gibi “o zamanlarda” anlatmadım, günümüze taşıdım. İkinci bölümün adı “Çok uzak olmayan bir gelecekte…” Yakın gelecekte geçmesi muhtemel öyküler.
Bunların dışında bir de Rusçadan yaptığım çeviri var. NikolayGogol’ün mektuplarının olduğu “Dostlarla Yazışmalar” kitabı.
Yazmayı günlük hayatın içinde düzenli bir şekilde yapabiliyor musun?
2022 başında profesyonel çalışma hayatını sonlandırdım. Çalışırken önceliğim çok kısa da olsa, günde on beş dakika da olsa düzenli yazmaktı. Bazen başarıyordum bazen başaramıyordum. Çalışmayı bıraktıktan sonra zamanımın kontrolü daha çok bende. Düzenli çalışmak konusunda daha başarılıyım. Ama çalışmam sadece yazmak demek değil. Bazen ağırlığı okumaya, bazen çeviriye, bazen de yazmaya veriyorum. Ama disiplinli bir şekilde hep edebiyatın içindeyim.
Ankara’da olmak senin için özel bir anlam ifade ediyor mu?
Ankara’da doğdum ve hep Ankara’da yaşadım. Dünyanın çok değişik yerlerine seyahat ettim ama başka yerde yaşamadım.Balık suyu bilmezmiş ben de hiç başka yerde yaşamadığım için Ankara’da yaşamayı tam bilemiyorum. O yüzden bu soruya cevabım ne kadar doğru olur kestiremiyorum.
Ankara’da yaşamayı çok seviyorum. Büyük şehir ama beni ezmiyor. Makul bir sosyal ve kültürel hayatı var, beni besliyor. Her gün geçtiğim yerler ülkemizde iz bırakmış yakın tarihimizin pek çok olayının yaşandığı yerler. Mesela evimin olduğu sokak Uğur Mumcu’nun Sokağı. Onun yaşadığı ve suikastın gerçekleştiği sokak.
Edebiyat açısından da Ankara’da olmanın bana iyi geldiğini düşünüyorum. Çok değerli edebiyatçılarla bir arada olabilme şansı veriyor bana.
Aklında yazmayı düşündüğün ama beklettiğin meselelerin var mı? Bunuöykümde ya da romanımda anlatmalıyım dediğin yoksa hemen yazar mısın onu?
Meselelerim çok önemli ama öykü veya roman yazarken önceliğim değil. Onlar kendiliklerinden yazdıklarımda yer buluyor. Bu konuda vermeyi en çok sevdiğim örnek Gün Doğusundan Kopan Hikâyeler’deki “Han Oğlu Algan’ın Hikâyesi”. Bu öyküde çağdaş anlamdakine çok yakın bir hukukun üstünlüğü vurgusu göreceksiniz. Yaşadığım döneme ait çok önemli bu mesele yüzyıllar önce geçen öykümde kendine yer açtı.
Bahsettiğin üç kitabının arkasında farklı bir birikim olduğu anlaşılıyor. Onlar için nasıl çalıştın biraz anlatır mısın?
Daha önce söylediğim gibi ilk iki kitap Türk mitolojisini temel alıyor. Onlar için çok ciddi bir Türk mitolojisi çalışması yaptım. Akademik anlamda yetkin hale geldiğimi iddia edemem elbette, ama ciddi kaynaklardan üç bin sayfaya yakın okumuşum. Bu alanda genel okur için hazırlanmış güvenilir kaynak çok az, o yüzden mecburen akademik kaynaklara yöneldim.
O iki kitabı okuyanların dikkatini çekmiştir, dilleri için de ayrıca çalıştım. Bunu okuyucuyu o dönemlere, o atmosfere götürmenin bir aracı olarak gördüm. Hedefim çok sevdiğim Dede Korkut boylarının dilini bugünün Türkçesine taşımaktı, ama bunu yaparken yapay olmamalıydım. Bu hikâyelerin ve kısa bir metin olan Topkapı Sarayı Oğuznamesi’nin transkripsiyonlarını yüksek sesle tekrar tekrar okudum, metinlerin müziğini, ritmini içselleştirmeye çalıştım. Sonrasında sevdiğim, gönlümü kaptırdığım sözcüklerin, ifadelerin peşine sözlüklerde ve akademik çalışmalarda düştüm. O sıralarda günlük konuşmalarda zaman zaman bu metinlerden ifadeleri ağzımdan kaçırmamak için kendimi zorladığım oluyordu.
Üçüncü kitap “Güneşin Işınlarını Beklerken”in ilk bölümü için de benzer şekilde halk edebiyatı alanında epey akademik çalışma okudum. Ayrıca başka halkların, inançların mitolojilerini inceledim.
Çok teşekkür ederim içten yanıtların için.
Yorum
Raportajı zevkle okudum daha…
Raportajı zevkle okudum daha öncesınde dinlediğim şeyler. Kendini,yazdıklarını ,yaptıklarını çok güzel ve içtenlikle anlatmışsın. Bğtun bunları yaparken Mutlu olduğunu düşünüyorum Yazarken de yaşarken de Bizleri de çok mutlu ediyorsun varlığınla Aslıhancım böylece devam canım. Sevgilerimle..
Yeni yorum ekle