Annem  En Çok Beni Seviyor

Öykü


Annem  En Çok Beni Seviyor

Esra Bölgen

"Kimle konuşuyordun Cemâl Bey?"
Karısının seslenmesiyle daldığı düşüncelerden sıyrılan Cemâl, 

"Ablamdı" deyince karısı merakla,
"Hayırdır? Bir sıkıntı mı var? Derin düşüncelere dalmışsın öyle..."

"Yok ya! Ablamın göresi varmış beni. İllâ gel de bir göreyim kendimi iyi hissetmiyorum dedi. Nasıl geleyim yazlıktan şimdi, araba da yok deyince ısrar etti. Onun üzerine ben de daha fazla ısrar etmesin diye, bakayım toruna söylerim belki getirir dedim."

"Gideceksin değil mi?"
"Saçmalama ne gitmesi? Çocuklara diyeceğiz de... Gelecekler de...Götürecekler de... Uzun iş. Ölme eşeğim yaz gelsin misali."

"Bak çok üzülürsün bir şey olursa. Git bir gör. Bahane ürettiğini ikimiz de biliyoruz. Çocuklardan kime desek alır götürür seni. Hem istersen ben de gelirim seninle."

Karısının bahane üretiyorsun demesine takılıp kalmıştı bir an. Acaba gerçekten bahane mi üretiyordu? Ablasını sevmiyor, özlemiyor muydu yoksa?
Ve tekrar sorguladı içinden ''acaba annesi kimi daha çok sevdi?" diye.

85 SENE ÖNCE

''Kız olacak.''
''Hayır! Tabii ki erkek olacak'' derken annelerinin içeriden gelen acı dolu çığlıklarına kulaklarını tıkıyorlardı Canan ve Cemâl.
Anneannelerinin annesi Gülkız Nene, babalarının halası Mefkure Hala ve anneanneleri Semiha ile bolca yaşlının yaşadığı bir evde büyüyorlardı. Ama bol çocuklu bir ev gibiydi evleri. Diğer evlerde gördükleri yaşlılara benzemiyorlardı büyük anneanne ile büyük hala. Birbirleriyle atışmaları, küfürlü konuşmaları, torunları sürekli kendi oyunlarına alet etmeleri, eş dost akrabayı işletmeleriyle belki de mahallede en eğlenceli ev onlarınkiydi. Babalarını çok az görmüşlerdi. Yeni yürümeye çalışan bir bebeğin ayağa kalkmaya çalışması gibi ayağa kalkmak için çabalayan, yeni savaştan çıkmış genç bir ülke ve ailesini savaşlardan dolayı yıllarca görmemiş, şimdi ise aynı ülkesi gibi ayağa kalkmaya çalışan, savaşmaktan başka bir şey bilmeyen bir babaydı o.

Bol yaşlılı, bol kadınlı, uzun zamandır babanın olmadığı bir evde büyümüşlerdi ama zaten çoğu evde baba yoktu ki. Hem anneleri vardı ya... Kendi anneanneleri olmak üzere üç yaşlının olduğu bu evde anneleri bir güneş gibi parlıyordu. Adı da Güneş idi. Sokakta yürürken bakanın dönüp bir daha baktığı bir güzelliğe sahipti. Çocuk aklıyla annesini kıskanırdı diğer insanlardan. Şapka devriminden sonra belki de yaşadığı şehirde ilk şapka takanlardandı. O zamanlar savaştan kahraman olarak dönen, Atatürk'ün en güvendiği adamlardan olan kocasıyla balolara katılır ve o balolarda, dönemin ötesinde giydiği modern tarzda kıyafetleri, menekşe rengi gözleri, birbirinden şık şapkalarının altından omuzuna dalga dalga inen kızıl kahve saçları, kalkık minicik burnu, beyaz teni, dimdik duruşuyla ünlü bir aktrisin bıraktığı etkiyi bırakırdı insanların üzerinde. Herkes gibi hayrandı annesine... Annesi de onun bu hayranlığının farkında, 'beni en güzel seven erkek' diye severdi onu. Bunu ne zaman duysa; 'en çok beni seviyorsun değil mi anne? Bak seni en güzel ben seviyorum ya' diyerek annesinin saçlarını okşar ve başını göğsüne yaslardı Cemâl. Annesinin bu sözüne gülümsemesini bugün gibi hatırlıyordu. Ne garip! Annesinin yüzünü unutmuş ama gülümsemesini unutmamıştı hiç. Ablasıyla aralarında iki yaş vardı ve kendini bildi bileli anlaşan, daha doğrusu normal diye tanımlanacak bir ilişkileri olmamıştı. Ne anlaştıkları belliydi ne de anlaşmadıkları. Ablası evde büyükannelerden ve haladan duyduğu tüm küfürleri ona sayar; Cemâl ise evde babanın eksikliğinden kaynaklanan tek erkek olma özelliğini şımarıklık olarak kullanarak ayrıcalıklı olduğunu hissettirmeye çalışırdı. Ne zaman kavga etseler evin kadınları gülerek 'kızım o senden küçük. Sen ablasın. Ne istersin sabiden?' dediklerinde ablası daha da hırslanır, bulduğu her fırsatta tartaklardı kardeşini. Ablasının dayağından çok, kızdırmak için söylediği; 'ben senden önce annemle beraber olmaya başladım. Ben büyüğüm ya... O beni daha çok seviyor ama sen üzülme diye demiyor bir şey' sözü nice dayaktan daha çok acıtırdı canını.

Evde iki çocuğun itiş kakışı çok da umurlarında olmazdı büyük halayla büyük nenenin. Hatta bu durumu bir fırsat olarak değerlendirir ve işlerini gördürmek için çoğu zaman muzipçe faydalanırlardı. 

Çocuk psikolojisiymiş, travma olurmuş yoktu o zamanlar. Çocuktur, kavga da edecekler, küsecekler de... Onlar da böyle büyümüşlerdi ki. En çok Cemal’i kullanırdı iki yaşlı. Bazen Mefkure Hala yanına çağırır ve kulağına:

''Gel bakem, en çok seni seviyom biliyon de mi? Şimdi sen de göster bakem beni ne kadar sevdiğini'' der ve eklerdi;
''Sor bakayım Gülkız Nene'ye. Senin adın bu değilmiş, sen değiştirmişsin, doğru mu?'' diye.

Bunun üzerine Cemâl heyecanla, 'neymiş Büyük Hala?' diye sorduğunda kıkırdayarak;

''Sen söyle, O bilir'' der ve tekrar kahkaha atarak onu Gülkız Nene'nin yanına gönderirdi. Gülkız Nene ise bunu ne zaman duysa ilk kez duymuş gibi öfkeden kudurur ve 'onun ima ettiği şey kendi buruşmuş yüzünden güzel. Sen de git aynen bunu söyle' derdi.
Ne denirse yapardı Cemâl. Ona göre bu küfürlü konuşmalar ayıp değil, olağan bir iletişimdi. Ama ne ilginçtir ki bu kadar küfürlü konuşmayla büyümesine rağmen kendi ağzından bir tek kötü söz alamazlardı.

Bir gün Gülkız Nene, Mefkure Hala'ya;

''Kız bu çocuk senin kırıklarından birinin kanını mı taşıyor ne? Ağzından bir küfür alamıyoruz. Allah bilir kimlerle fingirdedin... Ama beyefendi biriymiş ha rahmetli'' demiş, arkasından da kıyamet kopmuştu. Mefkure Halanın hassas noktası buydu. Kocasını savaşta kendisi henüz yirmili yaşlarının başındayken kucağında küçük bebesi varken kaybetmiş ve sonrasında kimler araya girerse girsin, Nuh demiş Peygamber dememiş ve kimseyle evlenmemişti.

Bazen de ikisi birlik olur, camın önünde oturur ve sokaktan geçen seyyar satıcı kadını görünce saklanarak Cemâl aracılığıyla satmadığı ne varsa elinde olup olmadığını sordururlar; kadın kızıp küfür etmeye başlayınca da, 'sabiye neler diyon bre kadın? Nereden bilsin çocuk ne sattığını?' deyince, kadın iki ihtiyarı yok sayarak;

''Söyle yanındaki iki ihtiyara, eğlenmek istiyorlarsa onlara önereceğim başka şey var da... Neyse onda bile işe yaramaz bu iki melânet'' der, çeker giderdi. Hiçbir şeye bozulmaz, her şeye güler geçerlerdi.
Bir keresinde Gülkız Nene, Mefkure Hala'ya, 'iş bilmez kadın. Sen nereden bilecen bu yemeğin nasıl yapıldığını! Sanki yemek yapacak kocan oldu da...' deyince, o da;

''En azından kocam beni terk edip gitmedi. Şerefiyle vatanı için canını verdi. Bak seninkine... Sana dayanamayıp terk-i diyar etti’ deyince Gülkız Nene,

''Yetişin komşularr! Beni dövüyor bu huysuz mendebur'' diye bağırmaya başlamış, bütün komşuların eve doluşmasına neden olmuştu. Gerçekten de Gülkız Nene'nin kocası evi terk etmiş ama söylenen gibi olmamıştı durum. Çünkü bir gün nenenin, kocasına tepesi atmış ve ona, 'üçten dokuza boşuyorum seni. Boş ol, boş ol, boş ol' deyip adamı boşayıvermişti. O dönemde bir kadının kocasını boşadığı hayale sığmaz bir şeyken ve dönemin şartlarına ek olarak kocasının kadı olduğu da düşünülünce büyük olay olmuştu bu durum. Nitekim durumu gururuna yediremeyen kadı dede gerçekten de evi terk etmiş ve bir daha da ondan haber alınamamıştı.

Bu kadar atışmaya, hır güre rağmen garip bir şekilde severlerdi birbirlerini. Birisi hasta olmaya görsün, diğeri etrafında pervane olur, iyileşinceye kadar ağızlarını bıçak açmazdı. Bu eğlence hali, evin neşesi annelerinin üçüncü doğumunu yaparken can vermesine kadar devam etti. Kendisi ve ablası odada 'kız olacak, erkek olacak' diye kavga ederlerken anneleri yaptığı zor doğuma ve kan kaybına daha fazla dayanamamış, hayatını oracıkta kaybetmişti. Bir saat sonrasında da yeni doğan kız kardeşlerini kaybetmişlerdi. Çok küçüktü her ikisi de... Biri on, diğeri on iki yaşında olan iki kardeş işte orada dondurmuşlardı hayatlarını ve hep o yaşta gibi davranarak 'annem en çok beni seviyor' diyerek belki de annelerini hep yaşar kılmışlardı. Ve bugün biri seksen beş, diğeri seksen yedi yaşında iki ihtiyar olarak kavga ederlerken halâ 'annem beni daha çok severdi' diyorlarsa belki de hayata karşı hiç büyümemek için yaptıkları bir direnişti. Kim bilir?

Daldığı düşüncelerden sıyrılan Cemâl, yavaşça ayağa kalkıp;

''Hanımm! Şu Mert'i arayalım da bizi ablama götürsün'' deyince, karısı şaşırarak;

''Hayır olsun? Ne oldu da fikrini değiştirdin birden?'' deyince,

''Yok yok! Düşündüm de... Şimdi benden önce gider annemle beraber olur... İyisi mi onu burada tutacak büyülü sözü söyleyim de kalsın biraz daha buralarda'' dedi kıkırdayarak.
 

Yorum

Hilal (doğrulanmamış) Per, 31 Mart 2022 - 12:49

Okurken keyif aldım, kaleminiz daim olsun 🌺

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.