Haşhaş Denen Şey
Çocukluğumun Çalınan Çiçek Bahçesi
Prof. Hasan Pekmezci
Çocukluk anıları denir geçilir çoğu zaman, ama aslında bireysel tarih diliminin duygusal olduğu kadar, somut tanıklığı ve belgesidir. Bu nedenle anı yazmaya, okumaya çok önem veririm, yazanlara sanki tarih yazıyorlarmış gibi sevgi ve saygı duyarım.
Bizim gibi 1950 öncesi doğanların elbette böylesi konularda paylaşacak oldukça fazla anı birikimi vardır; toplumsal yaşamla, siyasetle, ekonomiyle, kültürle, sanatla ilişkilendirilebilecek. Ulusal tarihimizde oldukça hareketli, çoklu sorunlarla, ihtilallerle, Cumhuriyet karşıtlığı siyasetlerle harmanlanmış bir yetmişbeş yıl. Bu cümlede geçen her alandan yazdıklarım, yazacaklarım var elbette. Yeri ve zamanı geldikçe paylaşabileceğim. Üstelik milyonların benden daha fazla yazdıkları, yazacakları, söyledikleri ve söyleyecekleri de vardır.
Bu yazıda çocukluğumun unutulmazlarından olan bir konuyu ele almak istiyorum. Kendi iç sorunları bağlamında uluslararası ilişkiler kapsamında yasaklanan bir alanı, HAŞHAŞ konusunu ele alacağım, naif anılarımdan biri olarak. Nasıl naif olmam, burada gördüğünüz, internet ortamından sağladığım görsellerin içinde yaşamış, oynamış, hatta beslenmiş bir çocuk olarak.
Neden Haşhaş:
Köyümüzde pek çok aile haşhaş ekimi yapardı; 1940’lı, 1950’li yıllarda. Haşhaşın etimolojisi, familyası, tarımsal yönü, ekonomik değeri, narkotik ve tıbbi yönü değil elbet bizim konumuz. Köyümün, köylümün yaşamındaki yeri, benim yaşamımdaki yerinin bir bölümü amacımız.
*
Köy evlerinin hemen bitiminde, bilinen düzdamlı, yığma taş, köy evlerinden farklı, çok geniş, ağaçlı bir bahçe içinde, önünde büyük havuzu olan bir bina vardı; ilgimizi çok çekerdi. 1940’larda yapılmış, herkesin imrenerek baktığı modern bir yapı. Önceleri belediye binasıymış, sonra Halkevi. Buranın alt kısmında yer alan bir tarlamız vardı. Mezarlıklara kadar uzanan ve birkaç kişiye ait, yan yana tarlalar. Hepsi de haşhaş ekerdi. Bu nedenle bizim bücür boyumuzdan bakınca mezarlıklardan daha ötedeki çam ormanlarına kadar beyaz, eflatun, mor çiçek halısı gibi görünürdü; arkadaşlarımızla oynarken içinde kaybolduğumuz.
Zaman içinde ‘’Yassah hemşerim’’ başladı, buralara haşhaş yerine evler ekildi, hem de ‘’Gırmızı, gırmızı kiremitli’’ evler. Köyün çocukları bir daha beyaz, eflatun, mor haşhaş çiçeklerini göremedi.
*
Belediye binası, Halk Evi elbette bende ayrı ayrı yazılacak, anıları olan konular ama asıl amacım ‘’Haşhaş’’.
Kuşkusuz, anam tarlada çalışırken toprağın tezekleri arasında abaladığım günlerden başlar, toprakla içli-dışlı olmam; her köy çocuğu gibi. Haşhaş nasıl ekilirdi, nasıl yeşilleniverirdi bu toprakların üzeri; adım adım izlerdim; toprağı tanımaya başladığım, günlerden itibaren. Daha sonra da yaşlı gocaanamın kazandırdığı bitki ve doğa merakım nedeniyle.
Ekilen minik minik, koyu gri-mor tohumlar kısa sürede yemyeşil çizgili bir halıya döndürürdü toprağı. Bu süreci merakla izlemek de toprağa, toprağın doğurganlığın saygının ilk tohumları değil midir? Doğal olarak çok sık ve düzensiz ekilen bu otsu bitkiler seyreltilir, aralıklı hale getirilirdi, daha iyi büyümeleri ve kelle tutmaları için. İşte bu yolunan, ayıklanan yeşillikler bizim köylülerimiz için ayrı bir nimet sayılır, beslenmemizde önemli katığımız olurdu.
Analar, gocaanalar için can kurtarandı bu yolunan yeşil otlar. En kestirmesi, yeşillikleri yufkanın arasına döşeyip, biraz tuz serpince, her sokumu bir can için karın doyurandı; benim çok sevdiğim. Bunu yazarken bile yıllar öncesine gidip, sokumu ısırmışım gibi bir duygu var içimde.
Biraz daha zengin işi hazırlamada, bir tencereye doldurulurdu bu haşhaş otları. Üzerine yalandan birkaç damla zeytinyağı damlatılır, bir de yumurta kırılıverirdi. Zeytinyağı üzüm karşılığı alınırdı köye gelen satıcılardan. Onun için ilaç sayılırdı her zaman, her evde. Bu alaca pişmiş haşhaş otu kavurması nefis bir katıktı, bizler için. Yufkanın arasına sarıp sarıp salardı işe, sokağa çocuklarını gacaanam.
Bunun daha da lüksü vardı. Gözleme yaparlardı her evde, yufka açma günlerinde, ocak başında sıcak sıcak. Bu günleri iple çekerdik, yufka kokusu zaten mahalleye yayılıverir, şekere veya bala üşüşen arılar gibi evin hatta sokağın bütün çocuklarını çekerdi ocak başına. Kalabalığın artması bize verilecek payın da azalması, doyumluk değil, tadımlık olması demekti. Bu nedenle herkes birbirine verilen gözleme parçasının enini, boyunu ölçerdi gözleriyle.
Biraz öyküsel de olsa bir otun köy yaşamında, Anadolu insanı için nasıl çok yönlü bir beslenme kaynağı olduğunun da ifadesiydi bu.
Haşhaş sadece ot iken bu anlattığım. Elbette büyüdükçe ayrı, olgunlaştıkça ayrı önemli katkıları vardı. Salata ve katık olamayacak kadar kartlaşan otlar bu kez hayvanlara gıda sayılırdı. Benim keçiler için yolduğum ya da keçilerim yesin diye daha çok çalışarak seyrekleştirdiğim haşhaşları yerlerken seyretmek da ayrı bir zevkti.
Haşhaşlar yemyeşil kadifemsi-tüylü kapsüller ve onların büyümesiyle tarım dilinde kelleler oluşturur. Yeşilken içindeki haşhaş tohumları daha süt halindedir. Tam bu aşamada kelleyi-kapsülü keserek, kırarak içindeki tohumları yemek de ayrı bir zevktir, her yaştaki köylü için.
Köylülerin çok iyi bildiği bir aşamaya geldiğinde bütün kelleler bıçak gibi bir aletle tam ortasından dairesel olarak çizilirdi; çiziklerden süt gibi bir mayi çıkardı. Buna kelle çizme aşaması denir. Haşhaşın kimyasal ya da tıbbi anlamda en önemli işlemidir bu. Bir süre sonra sararmaya, olgunlaşmaya başlar bu kelleler ve kesiklerden, çiziklerden çıkan süt koyu sarı, bal renkli, balmumu gibi bir macun halini alır.
Bunun da ne zaman kazınacağını iyi bilir köylüler. Küçük küreksi bir metal sıyırıcı ile her kelledeki süt iyice kazınır. Buna usare de denir ki sakız gibi, afyon denen, korkulan, yasaklı olan, morfin üretilen kısım budur.
Tam olgunluk sağlandıktan sonra bu kelleler kırılır, içindeki haşhaş tohumları ayrılır; kabukların çok az bir kısmı saklanır, geri kalanlar da ya hayvanlara verilir ya da o yıllarda yakılırdı. Şimdi sınırlı bölgelerde, kontrollerle ekilen bu kapsülleri de topluyormuş Devlet. Saklanan kapsül kırıklarının kullanım yeri de çok ilginçti. Bunlardan o an için gereken kadarı bir havanda dövülür, un haline getirilir; toz şekerle karıştırılarak bir tutamı baş örtüsünün, bürgünün veya bir tülbentin bir köşesinde düğüm yapılarak bebelerin ağzına verilirdi. Bebe bunu emerek uyurdu. Şunu da özellikle belirteyim ki sokum denen bu emme işinden geçmeyen kız-erkek hiçbir çocuk yoktu. O kuşak çocukların ve yetişkinlerin üzerinde bu işlemin narkotik etkisi-metkisi nedir, ne değildir bilemem. Bununla büyütülenlerden bir olarak ben sigara dâhil, hiçbir alana eğilim duymadım, çevremde de hiç olmadı.
Haşhaşın bilinen; sakıncalı-yasaklı olmasına neden olan kısmı bundan sonra başlar. Bu afyon sakızı ya TMO toplama merkezlerine ya da Pazar yerlerinde toplayıcılara satılırdı o yıllarda.
Her aile fındık büyüklüğünde bir afyon sakızını mutlaka saklardı evinde. Özellikle karın ağrılarında ve diş ağrılarında ondan mercimek gibi bir parça ağrıyan dişe konur veya içirilirdi. Onun dışında kimse tarafından keyfi içim için kullanıldığını hiçbir zaman duymadım, tanığı olmadım; günümüzde narkotik sayılan bu sakızın.
Sakız-usare kısmı bir yana, haşhaş tohumlarının köylünün beslenme kültüründe birçok önemli yönü vardır. Kavrulup dibekte dövülür, haşhaş ezmesi yapılır. Bu ezme çok besleyici bir vitamin deposudur. Yufkanın arasına sarılır; gözleme, börek, haşhaşlı çörek yapılır. Günümüzde de bu haşhaşlı çörekler çok ilgi görür. Aşağıda anlatacağım gibi bir de tarhana ile birlikte beslenmeye katkısı vardı. Pekmez kaynatma zamanı kazan dibi pekmezi ile haşhaşlı, haşhaşsız ‘’köftü’’ yapılırdı ki aynı zamanda kışlık tatlı yiyecek hazırlığı da sayılırdı.
1960’larda konferanslarını çok izlediğimiz Prof. Dr. Osman Nuri Koçtürk’ün uluslararası alanda çok yönlü besin kaynağı olarak tanıtım için uğraştığı tarhana çorbası Anadolu insanının önemli bir besin kaynağıdır, herkesin bildiği gibi. Ülkemizin farklı bölgelerinde toz halinde ya da topak olarak hazırlanan tarhana yapımında bizim köyde çok sevdiğim bir başka uygulama vardı. Bunun da kendine göre imecesi ve ritüelleri uygulanırdı köy yaşamında.
Yarma-kırma buğday, koyu ayranla birlikte büyük yayvan kazanlarda bir gün boyu odun ateşinde sürekli karıştırılarak kaynatılırdı. Özlü-yarı hamurumsu tarhana olur pişim sonu. Akşam üzeri pişen tarhanadan tabaklara birer kepçe konur; ortasına da taze tereyağı topağı ile nefis kokular saçarak mahalledeki komşulara dağıtılırdı ki bu ‘’tarhana yapımı imecesi için yarın sabah bize gelin’’ davetiyesi sayılırdı. Ertesi sabah bayramlık giysiler içinde evin düz damında toplanan komşu kadın ve kızların maharetiyle bir gün önce pişerek dinlenmiş tarhana hamuru 3-4 mm kalınlığında, 15-20cm çapında keten helva gibi açılarak hasırlar veya çam pürleri üzerine serilirdi. Çam kokusu ayrı bir aroma katar; ayrıca kışın küplerde saklarken güvelenmez; bozulmazdı. Çam pürünün temini zorlaşınca hasır üzerinde kurutma yaygınlaştı doğal olarak. Bizim köylünün tarhanası budur, çorba yapılacağında birkaç tarhana ıslatılır ve şeker pancarı ile birlikte pişirilir, birlikte içilirdi. Bu hazırlığı anlatmamın nedeni benim asıl haşhaşla bağlantılı anlatmak istediğim, çok sevdiğim, daha başka bir konuya bağlamak içindi:
Tarhananın bu özelliği kış geceleri yiyeceği olarak ve misafire ikramda önemli bir köy geleneğiydi o yıllarda. Bu keten helva gibi tarhana ocakta, soba üstünde kızartılır; sıcaklığı ile başka bir kapta bulunan süte batırılınca, mis gibi süt*tarhana kokusu yayılırdı eve. Bir tepsiye konan tarhananın her katının arasına dövülmüş haşhaş dökülür; yoksullar süt yerine sıcak suya batırır ve ikram edilirdi. Kimi aileler buna ayrıca ceviz içi de eklerlerdi.
Görüldüğü gibi haşhaş denen kültür bitkisi sıradan bir nimet değil; gelir kaynağı olmasının yanında Anadolu köylüsünün çok yönlü gıdası, besin kaynağıydı.
Haşhaş ekimi yasaklandı..
Bu saydıklarımı bir daha göremez olduk, anılarda kaldı, bizim için.
Vur denince öldürmeyi anlayan; ‘’yassah hemşerim’’ denince her şeyi tepetaklak eden, kraldan çok kralcı bir anlayışla çeşitli sınırlamalar içinde belli bölgelerde devam ediyor, sıkı kontroller altında.
Çiçek düşkünü olan ben o yıllardan beri bu haşhaş çiçeğini sadece görsellerden hissetmeye çalışıyorum. Bunun çiçeğini evimde, bahçemde yetiştirmek istesem kim bilir neler gelir başıma.
Bu nedenle çocukluğumun anıları içinde dolaşmak kalıyor geriye. Yufka arasında sarılmış taze, yemyeşil haşhaş bitkisi; yumurtalı haşhaş bitkisi kavurması, haşhaşlı gözleme, börek, çörek. Yufkamın arasında ya da kızartılmış sütlü tarhana üzerinde dövülmüş mis kokulu haşhaş.
Ne dersiniz? Haksız mıyım?
.2021 Anamur
Kaynakça
https://www.konhaber.com/haber-tarhana_mesaisi_basladi-75498.html
https://www.sabah.com.tr/saglik/2021/03/02/hashasin-faydalari-nelerdir-hashas-zayiflatir-mi
https://www.milliyet.com.tr/egitim/haritalar/turkiye-hashas-uretim-haritasi-hashas-nerelerde-yetisir-il-il-en-cok-hashas-yetistirilen-bolgeler-6308092
https://www.afyonhaber.com/hashas-cicekleri-afyon-ovasi-na-gelinlik-giydirdi/143446/
https://www.belge.com.tr/haber-525281-konyada_asirlik_gelenek_tarhana_mesaisi_basladi.html
Yorum
Yazı üzerine
Duygulandım hocam. Dedem anlatırdı haşhaş tarlalarında geçen yaşamları. Sonbahara bırakılan hasat umutlarını.
Yavuklularin hasatı bekleyişlerini. Şimdi ne umudu kaldı insanların ne de tarla derdi.
Çocukluk anıları,…
Çocukluk anıları, yaşanmışlıklar… yitirmeğe başladığımız Anadolunun zenginlikleri, değerlerimiz… yoksunluğun içindeki zenginlikler… elinize kaleminize sağlık değerli Hasan Pekmezci hocam.
Arkadaşım çocukluğumuzu bir…
Arkadaşım çocukluğumuzu bir güzel öetlmişsin çok teşekkür ederim selamlar
Yeni yorum ekle