İnce bir çizgidir Varlık ve yokluk 

Öykü

İnce bir çizgidir Varlık ve yokluk 
Ya da bir varmış, bir yokmuş

Hasan Pekmezci


Bayramlar ve çeşitli özel günler daha çok eşi-dostu, sevdiklerimizi arama, hal hatır sorma ve bu ilgi-sevgi trafiği içinde ister istemez; bir yaştan sonrakilerin hayatta kalıp kalmadığını öğrenme günleri oluyor çoğu zaman. Yaşam koşturusu  içinde bir türlü yerine getirilemeyen sorumluluk duygularının irdelendiği ya da sorgulandığı. Sevdiklerine karşı  sevgilerinin gereğini nedenli/nedensiz gösterememenin  iç sızılarının her zaman yüreklerde hissedildiği günler. Mutlu/mutsuz duyumların getirdiği sevinç ve hüznün anlık değişimlerinin yaşanabildiği. Geçmiş, yaşanan gün ve gelecekle ilgili çeşitli iç duyumların, farklı gel-gitler içinde hüzün ve iç burukluğu ile boğazımıza düğümlendiği. “Hey be geçen yıllar neler verdiniz, neler kazandırdınız; buna karşılık neler çaldınız bizlerden, hangi bedelleri ödettiniz” hesaplaşmasının yapıldığı. Çeşitli yaşam faturalarının gözden geçirildiği; “nasıl yaşadım, neler yaptım; iyilerimin-kötülerimin;  artılarımın-eksilerimin hesabı nedir”  Dahası “Bu toplum için ne yaptım, bu ülkeye ne getirdim, yaşama bir çentik atabildim mi” sorularının yanıtlarının arandığı günler.
İyi ki bu günler var, değilse sorgusuz-sualsiz, hesapsız-kitapsız; bir miras yedi gibi yolun sonuna gelince, iş işten geçmiş olabilirdi; çoğu kişi için ve çoğu zaman olduğu gibi... Hesapları  yeni baştan olmasa bile, vakit varken toparlamanın bir fırsatı sayılmalıdır bu günler. Nereden bakarsanız bir nimet!
*
Otuz, kırk yıl önceki öğrencilerimiz tarafından arandık durduk, iki gündür. Türkiye’nin değişik bölgelerinden, yurt dışından. Biz de aramaya çalıştık, ara bulabildikçe ziyarete gelen misafirlerimizden: Telefonlarına ulaşabildiklerimize, zaman zaman da olsa iletişim içinde olduklarımıza karşılıklı dileklerimizi sunma fırsatı. Yıllar öncesinden öğretmenlerimizi, büyüklerimizi, yüreğimizde, beynimizde, yaşam birikimimizde izi bulunanları. Yaşama veda edenleri, yaşama direnenleri. Salt bize değil, bizim gibi nicelerine bilgi dışında kimlik kazandırmak için özveride bulunanları film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirerek.  Kimi zaman sesleri, beynimize çakılmış sözleri, mimikleri, tavırları, anıları ile. 
*
Muzaffer öğretmenimiz bunlardan biri. Bu ad tam 50 yıl önceden tanıdığımız. 50 yıldır arayamasak da aklımızda, yüreğimizde olan sayılı adlardan. Yüreğimiz bir yana, yaşama bakış açımızda, yaşam ilkelerimizde, davranışlarımızda. İnsan denen şey, kimine göre bir “muamma”, kimine göre “bal gibi gerçek”, kimine göre yaratıkların  en tehlikelisi. Kimine göre  de “insan-ı kamil”. Ne olursa olsun, yine de insan denen şey sezme yetisi ve aklı ile en güçlü canlı. Segal ve İlin gibi düşünürler için “İnsan bir dev”.
*
Sınıf başkanına “bana filancayı çağırıver yavrum” dedi. Masasında bir yandan görevli olduğu yöneticilik işleri gereği evrakları karıştırırken. Bir öğrenci için, Müdür Yardımcıları odasına çağrılmak çoğu zaman kuşkular yaratır; yatılı okullarda okuyanlar bunu iyi bilirler. Bu nedenle, sınıf başkanının “Müdür Yardımcısı seni istiyor” dediği filanca öğrenci, kafasında “acabalar” içinde, yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarparak; o ana kadar, bütün gün boyunca yaptıklarının, yaşadıklarının, derslerinin sağlamasını hesap ederek koridora çıktı. Müdür yardımcıları odasına gelmeden sağda ve solda yer alan büyük aynalarda kendine baktı: Yüzü heyecandan ve meraktan sararmıştı. Derin bir soluk aldı ve odanın kapısını tıklattı. İçlerden gelen ve “Girin” diyen yumuşak bir sese uyarak içeri girdi; ürkek gözlerle odayı tarayarak ve göz göze gelmemeye özen göstererek öğretmeninden çok odaya baktı. Ellerini ne yapacağını bilemedi, önünde bağladı birbirine. Odada kapının tam karşısına denk gelen yerde bir masa ve arkasında boş koltuğu.  Kapının sol tarafında yönü kapıya doğru olan ikinci bir masa. Masanın arkasında Müdür yardımcısı. Aynı zamanda coğrafya öğretmeni. Masaların yan taraflarında klasörlerle dolu evrak dolapları. Başka kimselerin olmadığı bir oda.
“Gel oğlum, şunu al” dedi. Çok basit, sıradan bir şeyi uzatıyormuş gibi ya da önemsiz bir iş yapıyormuş gibi bir hareketle. Korkularının, kaygılarının tersine sevecen bir yüz ifadesi içindeki  öğretmenin uzattığı şey sarı bir zarftı. Öğrenci filanca, merakla öğretmenin elindeki zarfa baktı, ne olduğunu anlamaya çalışarak. “Ne yapacağım acaba bu zarfı” dercesine şaşkınlık içindeyken öğretmeniyle göz göze geldi.   Ürkek mi ürkek bir bakışla... “Bu senin oğlum” diye tekrarlayan öğretmeninin yüzü öğretmenden çok bir anne yüzü gibi geldi ona. Kırkı aşan yaşı içinde, bir yanağında irice bir beni, yuvarlak yüz hatları ve biraz  çekik gözleri ile hafif bir gülümseme içindeydi. Bir yandan da masasındaki evraklarına bakmaya başladı: Sanki “teşekkür ederim oğlum, artık gidebilirsin” ifadesi. Korkarak ve çekinerek girdiği odadan karmakarışık duygular içinde dışarı çıktı. Elinde kareye yakın bir sarı zarf. Resmi dairelerin bilinen sarı-gri zarflarından.  Üzerinde yazı mazı yok. Ama içinde bir şeyler var, belli. Az çok tahmin etmesine rağmen zarfı açmadan koridorun sonuna kadar gitti koşarcasına. Bu upuzun koridorun sonundaki merdivenden aşağı yemekhaneye doğru inince solda tuvaletler bulunur. Tuvalete baktı, etrafı kolaçan ederek. Kimseler yoktu içeride ama yine de açamadı elindeki zarfı. Kabinlerden birine girdi, kapıyı sürgüleyerek.  Zarfı yırtmadan sessizce açtı. Tahmin ettiği gibi içinde bir miktar kağıt  para vardı, bir öğrenci için az sayılmayacak kadar. Para elini yakacakmış gibi geldi, saymadı. Sırtını kapıya yasladı, kendi kendine sormaya başladı: “Nereden bildi, benim bunlara ihtiyacım olduğunu?. Nereden bildi, günlerdir bir kuruşsuz kaldığımı ve belki bir aydır binadan dışarı çıkamadığımı parasızlıktan”. Bu büyük kentte; iyinin/kötünün, güzelin/çirkinin, zenginin/yoksulun karma karışık olduğu bu dev kentte; sınırlı maaşından, harçlığından, nafakasından, ekmeğinden, aşından ayırıp bir öğrenciye harçlık verebilmek. Üstelik daha yeni yeni birkaç aydır tanıma olanağı bulabildiği birinin; bu büyük kenti, denizi, deryayı yeni görmeye başlamış ürkek, korkak bir köy çocuğunun harçlığını düşünebilmek. Bunca karmaşık bir kentte, bunca yaşam kavgası, bunca hengame içinde. 
Sevinmeli mi, üzülmeli mi, ne yapacağını bilemediği bir ateş parçası oldu, elindeki para ve zarf. Birden teşekkür bile edemediği aklına geldi, ne olduğunu anlayamadığı o an içinde: Hayıflandı. Bu paranın kendisine yüklediği ya da bundan sonra daha da yükleyeceği yükümlülükleri düşündü kısacık sürede. Sevmediği bir baskı öğesi olmasının ya da olasılığının  tedirginliği kafasının bir yerlerine takıldı. Zarfı kabul etmese daha mı iyi olurdu? Bunun için o an zarfın içindekilerin ne olduğunu, olayın boyutunu o kısa süre içinde kavraması gerekirdi ki heyecandan ne mümkün. İçinde ne olduğunu ancak tahmin edebildiği bir zarfı  almamak yanıltıcı sonuçlar da doğurabilirdi. Bu düşünce karmaşası içinde hemen kendini rahatlatacak bir nokta aklına geliverdi. Dönemin ortalarına yaklaşılan şu günlerde derslerinin çok iyi olması, hele hele Muzaffer öğretmenin derslerinin. Bundan sonrasında dikkatine dikkat katmasının gerekliliğini düşünmeden edemedi. Kaldı ki bu zarf konusu olmasaydı bile çok çalışmak ve başarılı olmak onun için bir zorunluluktu; yaşama tutunabilmenin yolunun buradaki başarısına bağlı olduğunun bilincindeydi. Değilse köyüne, o kaos içine yeniden dönmek vardı. Aylarca gece gündüz kurduğu İstanbul’da okuma hayallerinin yıkılması vardı. Sadece okuma mı, aylar öncesinde Nevruze öğretmeninin sözleri ve bu sözleri söylerkenki hali vardı gözlerinin önünde. Ona verdiği söz vardı. Onun yüzüne nasıl bakardı geri dönerse başarısızlıkla!  Başarısız olmanın getireceği onur kırıcılık vardı! Atılmış, geri gelmiş demeleri vardı, eski okulunda kalan ve ister istemez imrenerek arkalarından bakan arkadaşlarının. 
Paraları zarfın içine yeniden koydu, ikiye katladığı zarfı, arka cebine iyice yerleştirdi, kontrol etti bir kez daha, cep düğmesini ilikledi. Dışarı çıktı, yüzünü yıkadı, üst üste avuç avuç su ile. Islak ıslak yüzü ve saçları ile koridora çıktı. Sınıflarını sol tarafta bırakarak, içeri girmeden, kısacası arkadaşlarına görünmek istemeden ana kapıya yürüdü. Sınıf arkadaşları konuyu sezivereceklermiş gibi bir his içinde olduğundan. Ya onlarla karşılaşıverirse, yüz ifadesinden, telaşından anlarlardı bir olağan dışılık olduğunu. Girişin iki yanındaki büyük aynaların yanında biraz durdu. Birkaç dakika önce baktığı aynalara bu kez başka bir gözle baktı.  Kendine baktı, yüzüne, ilk gençlik özentisi içinde uzatmaya çalıştığı ıslak saçlarına. Bir süre önce girip çıktığı müdür yardımcısı odasının kapalı kapısının yanından, kapıya bakmaya çekinerek hızla geçip, büyük giriş kapısından çıktı, geniş mermer merdivenlerin başına geldi. Soğuk hava bütün ıslak yüzünü, saçlarını  ve ardından ince giysiler içindeki bedenini yalayıverdi. Zaten bütün giysileri bu kadardı. Yine de aldırmadı. Az ileride okul bahçesinin tarihi demir kapısı. Onun ötesinde Adnan Menderes’in büyük istimlaklerle açtığı geniş iki caddeden biri olan Millet Caddesi ve  hızla akıp giden otomobiller. Koşturu içinde bir yaşam. Herkese göre binbir çeşit duygular yaşatan bu büyük kentte tarifsiz bir mücadele. Yola çıkmadı, merdivenlerden aşağı bahçeye indi, sola doğru biraz yürüdü. Kameriyeye çıkarak her zaman en çok sevdiği yere oturdu. Mesainin bitimine yaklaşan bu saatlerdeki yorgun, bezgin hareketliliği, arabaları, yoldan gelip geçenleri seyretmeye başladı;  aslında seyreder gibi gözükse de kafasını, zihnini meşgul eden gerçek konu, kendisiydi. Son saatlerde yaşadıklarından başlayarak son aylarda yaşadıklarına kadar, bütün olup bitenler birbirine eklenerek gözlerinin önüne dizildi. Kısacık yaşamında ne uzun bir serüven. Ya da bundan sonra daha yaşanacak bilinmezlerle dolu ne uzun ve gizemli bir serüven. 
*
Aradan çoook zaman geçti; yaş dilimleri, yaşam merdivenleri kimine göre geriye sayma dönemleri, kimine göre ülke ortalaması nitelemeleri üstünde bir yerlere tırmandı. Geçmişin sorumlulukları bu sürecin her noktasında benliğine öylesine işlemişti ki düşünce ve anı olmaktan çok; yaşam gerçeklerini sorgulayan, üzerine düşen görevleri sonuna kadar yerine getiren bir kimlik. Öğrencilerinin bütün yönlerini izlemek ve eğitim yöntemleri içinde yeri geldiğinde gerekli müdahaleleri yapmak herkesçe bilinen özelliklerinden  olan  bir eğitimci oldu. Bu bağlamda onların aile sorunlarından, iş bulma sorunlarına kadar her konuda elinden gelen çözümleri araştırmaktan bıkmayan, usanmayan bir eğitimci modeli...

Öğrencilerinden birini çağırdı bir gün. Önceden hazırladığı zarfı onun eline tutuşturdu kimse görmeden. Söylediği tek şey kısaca “bu sana küçük bir harçlık.” Zarfın içindekinin ne olduğunu baştan bilsin, diye. Afallayan ve elindeki zarfı sıkıca tutan öğrencinin gözleri parladı, “hocam bir şey sorabilir miyim size, benim bu kadar sıkıntı içinde olduğumu nereden bildiniz”. Onun gözlerine baktı iyice: Işıldayan gözlerini, ellerinin titremesini ve belki de içinden geçen bin bir düşünce karmaşasını okurcasına. Kendi içindeki ruh hali  onu yıllar öncesine götürdü, aynı yaş dönemlerine gitti, geldi. Muzaffer öğretmenin anaç tavırları karşısındaki hali gözlerinin önünden bir  bir gelip geçti, içi hüzünle dolarak.   Önder saydığı, örnek aldığı   onun gibi gerçek eğitim önderlerinin insani boyutlarının, duygularının, emeğinin, bütün katkılarının binlerce kez anıldığı. Bu ülkeye geri ödenmek için var gücü ile çalışan, minnete dayalı bir yaşam sorgulamasının eğitime yansımış örneği sayılan bir eğitimci olarak. Hiçbir şey diyemedi öğrencisine. Gözleri doldu. Zaten “sulu gözlü” sayılanlardandı çevresinde.
*
Her bayram, her öğretmenler günü aranan; sevgi dolu sesinden güzel sözleri dinlenen Muzafffer öğretmen son bayram yine aranır, her zamanki telefondan.   Onun öğrencisi  olarak bir aile oluşturan iki insan, ortak duygular içinde ve hocalarının yumuşacık sesini beklerler heyecanla... Otomatik, metalik ses devreye girip “sayın abonemiz bu telefon kullanılmamaktadır” deyiverir... Panik içinde, tekrar tekrar aranır birkaç koldan. Belki yanlış okunmuş, yanlış çevrilmiştir telefon numaraları. Eski, yeni telefon defterleri karıştırılır: “Sen ara, ben arayayım” konuşmaları içinde. 118’den, sorulur, bilinmeyen telefonlardan, adresten. Dönem arkadaşlarından, İstanbul’da yaşayanlardan. Bilgileri yoktur. Bağlantı kurulamaz bir türlü. Çoğu zaman onun “bugün yine ilk kez siz aradınız yavrularım, başarılarınızı gururla takip ediyorum” konuşmaları ile başlayan içten sözleri ve art arda sıralanan sağlık ve mutluluk dilekleri bu kez duyulamaz. İki insan birbirlerinin yüzlerine bakarlar kuşkular içinde. İçlerinden, akıllarından geçenleri, ilk olasılıkların getirdiklerini  telaffuz edemeden, sessiz...
Bayramın ilk saatlerinde bir hüzün kaplar yüreklerini, başı-sonu belirsiz: Aileyi dipsiz, bucaksız ortak anılara sürükleyen bir hüzün. Ertesi gün, gene ertesi gün aramalar hep sonuçsuz kalır. Belleklerinde, kulaklarında bir daha duyulamayan bir ses: İnsan gibi bir insan sesi: “Bugün yine ilk kez siz aradınız yavrularım, beni çok mutlu ediyorsunuz; başarılarınızı gururla takip ediyorum” artık duyulmaz olur. Ne zaman sonra bir ortak arkadaştan bilgi gelir...

“İşteeee böyle” der eşi, ümitsizce. “Bir gün, işte bir gün, şimdi durmak bilmeden aranan bizim telefonumuz da böyle suskun kalacak”. 
*
Yaşamın en gerçek yüzü bu... Bütün çıplaklığı ile ve bütün acımasızlığı içinde yaşamın en gerçek yüzü. İnsanın dizlerinin bağını çözen, dermansız bırakan bir gerçek. Ötelenemeyen, ertelenemeyen ve kimsenin gücünün yetmediği.

Ey yaşam, iyilere bitmeyen soluk,
Elim ayağım sıcacık; nimet üstüne nimet.
Yüreğim gibi geçmiş ve gelecek,
Seni insanca yaşatan her ses
damarlarda sıcacık bir kandır. 

Anılar hayat suyu, bereket,
Doğum sancısı muştularla,
kardelen çiçeklerine özlem,
Sizsiniz, sesim, soluğum biliniz,
Yaşam sizinle anlam, sizinle nimet
Sizinle sonlu-sonsuz bir candır...


Ey yaşam, iyilere bitmeyen bir soluk ver; 
İnsan  adına insanlığı yaşatan bir ses. 
Bu bir hayat suyudur, pek çok insana: 
Sevgi çiçeklerini kurutmayan her nefes,
Ezelden ebede ardır, şereftir, şandır.
 
 


 

Yorum

F. Bülent Kocamemi (doğrulanmamış) Pt, 16 Mayıs 2022 - 14:38

Evet değerli dostum, "İnce bir çizgidir varlık ve yokluk". Yazınızın sonundaki şiirinizin son dörtlüğü ne kadar da doğru, ama günümüz dünyasında ne kadar da az riayet ediliyor.

Necati Yalçın (doğrulanmamış) Pt, 16 Mayıs 2022 - 15:35

Yüreğine, kalemine sağlık Sevgili Hocam. Eğitimcide en kocaman yürek varsa eğitimin tadına doyulmaz sanırım.

Yavuz Ali Sakarya (doğrulanmamış) Pt, 16 Mayıs 2022 - 22:11

Yürekten yüreğe taşınandır, insandan insana aktarılandır. Yıllar yılları kovalasa da saygıdır, sevgidir, gözünden anlamadır, halden anlamadır, gereğini yapmadır. Edeptir, görgüdür, onurdur, büyüğün küçüğü kucaklamasıdır. Öğretmenin öğrencisine sarılmasıdır. Paylaşımdır, sahiplenmedir. karşılık beklemeden destek çıkmadır. Güzel olanı, yakışanı yaşamaktır, işin özü insan olmak, insan kalmaktır. Muzaffer öğretmen de, Pekmezciler de saygı duyulası güzel örneklerdir. sağlık esenlik dileğiyle.

Yavuz Ali Sakarya (doğrulanmamış) Pt, 16 Mayıs 2022 - 22:13

Yürekten yüreğe taşınandır, insandan insana aktarılandır. Yıllar yılları kovalasa da saygıdır, sevgidir, gözünden anlamadır, halden anlamadır, gereğini yapmadır. Edeptir, görgüdür, onurdur, büyüğün küçüğü kucaklamasıdır. Öğretmenin öğrencisine sarılmasıdır. Paylaşımdır, sahiplenmedir. karşılık beklemeden destek çıkmadır. Güzel olanı, yakışanı yaşamaktır, işin özü insan olmak, insan kalmaktır. Muzaffer öğretmen de, Pekmezciler de saygı duyulası güzel örneklerdir. sağlık esenlik dileğiyle.

Servet Sel (doğrulanmamış) Ct, 11 Haziran 2022 - 11:12

Sizlerle hep gurur duyuyoruz.Ne mutlu bizlere sizlerin öncülüğünde, Öğretmen olmak.Hayatı sizlerden öğrenmek.50 yılı geçkin sizlerle daima iletişimde olmak.Her an sizleri örnek almak.
Eserlerinizle hep öncü olmaya çalıştınız.İçtenlikle bilgilerinizi her daim paylaşmaktan bıkmadınız.
Sağlık, mutluluk, neşe ve sevgi dolu,başarı dolu daha nice günler sizlerin olsun dileğiyle 🙏👋

Şükran Şahin (doğrulanmamış) Ct, 11 Haziran 2022 - 16:41

Kaleminize sağlık. Sanat böyle birşey işte. Çizecek, yazacak şeyler dağarcıktan ya şekil olarak, yada bir öykü olarak dökülüyor. Hocam sanatsız duramayanlardansınız, harikasınız.
Ey yaşam, iyilere bitmeyen bir soluk ver, sanatçılarada ilham👍

Ziya Yavuz (doğrulanmamış) Pa, 12 Haziran 2022 - 08:46

Köy Enstitülerinde yaşanmışlıklar var öyküde. İnsanlık değerlerine değer katan bir dönemi yaşamışlığın kokusu var.

Berin oz (doğrulanmamış) Çar, 20 Temmuz 2022 - 13:28

Yıllar öncesine Muzaffer öğretmenime gittim,aynı duyarlılığı banada bir başka biçimde göstermişti. Mekanı cennet olsun, Abla ve abicim benim hayatıma da çok güzel değerler kattınız, sizi çok seviyorum ,sağlıkla kalın

Mustafa Karaaslan (doğrulanmamış) Ct, 23 Temmuz 2022 - 00:04

Sayın Öğretmenim,
Sizi, iyi bir eğitimci ve ressam olarak tanımıştım. Öykücü yanınızı bilmiyordum. Okuyan herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor. Anılarını hatırlatıyor ve yaşatıyorsunuz. Bütünlük ve tutarlılık var. Özdeyişler çok güzel. Üslubunuz sürükleyici, merak uyandırıyor, Okutuyor. Saygılarımla.

Sebahat (doğrulanmamış) Ct, 23 Temmuz 2022 - 11:12

Sevgili sınıf arkadaşım, kalemine ve yüreğine sağlık.
Öğretmenimiz ve okulumuzla olan anılarınızı ne güzel paylaşmışsınız.
Okuldasınız ve sınıf arkadaşınız olarak sizlerle hep gurur duydum.
Son sınıfta idik ben en arkada loş bir köşede otururdum.
Bir gün Muzaffer hoca bana, teneffüste öğretmenler odasına gel demişti ben çok heyecanlı bir tiptim, yüreğim ağzıma geldi suçumun ne olduğunu da bilmiyordum,

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.