Keşke…

Öykü

Keşke…

Esra Bölgen


Yatak odasındaki tuvalet masasının önünde oturmuş aynada kendisini inceliyordu Yeliz. Sanki uzun zaman sonra ilk kez kendisine görerek bakıyordu. Aslında aynaya çok sık bakan biriydi. Sürekli yüzünü inceler ve gördüğü her tür yaşlanma belirtisine anında önlem alırdı. Botoks, dolgu, ağzının kenarlarında oluşan çizgileri yok etmeye kadar estetik anlamda ne varsa hepsini kullanmıştı yüzünde. Ama bu sefer öyle bir bakma değildi. Bu sefer gözlerine bakıyordu. Değişmeyen ve belki de değişmeyecek tek şeyi olan bakışlarına… 
Kırk yaşında oldukça güzel bir kadındı ve bakımlı yüzü, formda vücuduyla gençlere taş çıkartırdı. Ne yaş olarak ne de güzellik olarak bu kadar yüzüyle oynamasını gerektirecek bir durum yoktu aslında. Ama çevresindeki herkes yaptırıyordu. O da bu herkesten olmuştu sadece. Oldu bitti güzelliğiyle tanınırdı. Ailede, arkadaş çevresinde ondan söz edilirken ilk olarak ne kadar güzel olduğu söylenirdi. O da şikâyetçi değildi bu durumdan. Üniversitedeyken peşinde koşan erkeklerden de iltifat aldığı zaman doğallıkla karşılardı o güzel sözleri. İltifatlara kapılmaması kocasıyla tanışana kadar devam etmişti. Hayatında ilk kez bir erkekten aldığı iltifatı önemser, alamadığını da bekler olmuştu. Üniversite üçteyken tanışmışlardı. Kocası iki dönem üstteydi ondan. Alttan aldığı tek ders için ara ara katıldığı sınıf ortamında tanışmışlardı. Onu ilk gördüğünde nefesinin kesildiğini hissetmiş ve bu yaşına kadar hiçbir erkekten öyle etkilenmediğini fark etmişti. Durumu oldukça iyi, yakışıklı bu genç adamın kendisini fark etmesi çok sürmemişti. Ailesinin şirketleri vardı ve kocası da bir gün geçeceği koltuğa üçüncü kuşak olarak iyi bir eğitim alarak hazırlanıyordu. Onlar kadar olmasa da kendi ailesi de iyi durumdaydı. Harika bir eşleşmeydi onlarınki. Güzel kız, yakışıklı erkek ve iki akıllı genç olarak gelecek vaat eden bir çiftti. Ne kadar üniversitede okusa da ‘okuldan sonra ben evleneceğim, çalışmayacağım’ derdi arkadaşlarına. Bugüne kadar da hiç pişmanlık duymamıştı bu kararından. Kocası hep çok iyi davranmış, sevgi dolu bir eş ve iyi bir baba olmuştu. Çok keyif aldıkları bir arkadaş ortamları vardı. İş ne kadar yoğun olsa da hep birlikte çocuklarını da alıp tatillere giderler ve beraber çok güzel zaman geçirirlerdi.
‘’Ee!’’ dedi Yeliz sesli bir şekilde. Bu kadar çok düşüncenin sonunda sanki bir ‘ama’ demesi gerekiyor gibi gelmişti. ‘Ama diyeceğin hiçbir şey bulamadın işte, neyin sorgulaması bu?’ diye içinden geçirirken kapıyı vurmadan odasına dalan on sekiz yaşındaki kızıyla düşünceleri bölündü.
‘’Anne şu oğluna bir ayar verme zamanı gelmedi mi sence de? Kapıyı vurmadan odama dalıyor ve arkadaşlarımla konuşurken saçma sapan davranarak beni utandırıyor.’’
‘’Kapıyı vurmak mı dedin?’’
Annesinin alaycı cevabı karşısında hiç istifini bozmadan konuşmaya devam edecekti ki yine aynı şekilde odasına dalan on üç yaşındaki oğlu konuşmalarını bozdu.
‘’Pis ispiyoncu! Biliyordum hemen beni anneme şikâyet edeceğini.’’
‘’Pardon da ne bekliyordun?’’
Bu cevaptan sonra tekrar tartışmaya başlayan iki çocuğunu susturmadan sakince çantasını alarak çıktı odadan Yeliz. Hafifçe gülümseyerek aşağıya inerken çocuklarının sesi yükselmeye başlamıştı. Annelerinin odadan çıktığını fark etmemişlerdi bile. Aşağıya indiğinde evde çalışan yardımcıya öğle yemeği için arkadaşlarıyla buluşacağını, ne zaman döneceğini bilmediğini ve çok önemli bir şey olmadığı sürece aranmak istemediğini belirtip arabasına binmişti.
‘Can arkadaşlarım’ diye düşündü arabasını sürerken. Tam yirmi sene sonra buluşacaklardı. Üniversite birde tanışmışlar ve okul bitinceye kadar kimse onları birbirlerinden ayrı görmemişti. Kocasıyla flört ederken de onu onayladıklarını ve çok sevdiklerini belirtmişlerdi. Nikahında ise ikisi de şahidi olmuştu. Sonrasında zaman içinde herkes kendi hayalinin peşinde koşmuş ve dağılmışlardı dört bir yana. Ara ara yazışırlardı o kadar. Ama herkes kendi hayalini gerçekleştirmişti. Zehra, ‘ben evlenmeyeceğim. Yurt dışına çıkacağım, gezeceğim ve sonra karar vereceğim ne yapacağıma’ demişti. Nitekim öyle olmuştu. Kendisi çocuk büyütürken arkadaşı ona gittiği ülkelerden fotoğraflar atıyordu. Sonrasında da Amerika’ya yerleşmiş ve çok iyi bir firmanın üst düzey yöneticisi olmuştu. Şimdi ise tam yirmi yıl sonra ülkesine geliyordu ziyaret için. 
‘’İlk size yazıyorum kızlar. Sizi… bizi çok özledim. Ne olur buluşalım’’ dediğinde üçü de çok heyecanlanmıştı. 
‘’Ben zaten İstanbul’da yaşıyorum. Zehra da direk buraya geleceğine göre sen İstanbul’a gelebilir misin?’’ demişti başka şehirde yaşayan arkadaşları Gül’e. Evlendikten sonra çalıştığı işten ayrılmış ve eşiyle İstanbul dışına yerleşip, kendi işlerini kurmuşlardı. Takip ettiği kadarıyla işlerini oldukça büyütmüşlerdi. Hayırlamak için aradığında, ‘bunca seneki iş tecrübemizi, artık kendi işletmemizde uygulamak istedik’ demişti. Nitekim hepsi bugünü kararlaştırmıştı buluşmak için. Hafta sonu olması Gül’ün de işini kolaylaştıracak ve işlerini aksatmasına gerek kalmayacaktı. Gül’ü düşündüğünde içinden takdir etti Yeliz. Hayatı sanki önceden yazılmış ve o da noktasına, virgülüne kadar yazılan her şeyi uyguluyor gibiydi. Asla programdan şaşmazdı. İçlerinde en hırslı, en çalışkan ve belki de daha üniversitedeyken on yıllık gelecek planı yapan tek kişiydi. Gerçekten de planladığı her şeyi birebir gerçekleştirmişti. ‘Şu yaşta evleneceğim’ demiş ve evlenmiş; ‘şöyle bir işte çalışacağım ve şuraya kadar yükseleceğim’ demiş ve yapmıştı dediğini.
‘’Acaba değiştiler mi?’’ diye içinden geçirirken buluşacakları yere vardığını fark etti. Üniversitede okurken bakıp, ‘bir gün kendi paramızla gelip burada yemek yiyeceğiz arkadaşlar. Unutmayın bu sözümü’ diyen Zehra’nın bahsettiği; deniz kenarında, lüks, Boğaz manzaralı restorandın otoparkına cipini park ederken gülüyordu Yeliz.
‘Alemsin Zehra bunca sene sonra ülkeye geliyorsun ve dediğin yerde yemek ayarlıyorsun’ diye içinden geçirerek içeri adım attığında gördü arkadaşlarını. Cam kenarı bir masada hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Onlar kendisini fark etmeden inceledi bir süre ‘yirmi senede kim, ne kadar değişmiş’ diye. İçinden bu soruların cevabını ararken Zehra başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Sonra Gül çevirdi başını ona doğru. Sevinç, sorgulama, özlem vardı onların bakışlarında ve aynı şekilde onlar da ne kadar değiştiğini anlamak istercesine inceliyorlardı kendisini.
Hızlanarak onlara doğru yürürken ayağa ilk kalkan Zehra olmuştu.
‘’Allahımm! Kızım, insan azıcık da mı çirkinleşmez? Bu nasıl bir güzellik ya… Hiç mi yaşlanmaz insan?’’
Arkadaşına gülerek, sıkı sıkı sarılan Yeliz;
‘’Yaşlılık konusu tartışmaya açık, onu baştan söyleyeyim. Hedef şaşırtmak için biraz usta eller değmiş olabilir yani.’’
O sırada ayağa kalkan Gül, aynı özlemle Yeliz’e sarılırken;
‘’Valla Zehra’nın sözlerine ekleyecek bir şey bulamıyorum. Eksiği var fazlası yok. Hani hep güzeldin de daha bir şey olmuş şey…’’
‘’Olgun’’ diye tamamladı Zehra. ‘’Sanki eksik olan bir şeyler vardı o tamamlanmış gibi.’’
‘’Hah, aynen. Yine Zehra buldu doğru sözleri ’’ diye gülerek konuştu Gül.
‘’Her zamanki gibi sayenizde moral tavan oldu yani.’’
‘’Valla benim gördüğüm kadarıyla morale hiç ihtiyacın yok. Çok iyi gördüm seni’’ dedi Zehra ve sonra devam etti.
‘’Yoksa dışı sizi, içi beni yakar durumu mu?’’
‘’Yoo! Aslında iyiyim, çok iyi hem de. Sadece yılların bu kadar hızlı geçmesi ile ilgili bir problemim var sanırım.’’
‘’Canım o hız sorunu hepimizde var merak etme’’ dedi Gül. Onun üzerine masada kısa bir sessizlik oldu. Sanki herkes nereden başlayacağını düşünüyordu. Bu arada Yeliz arkadaşlarına alıcı gözüyle bakıyor ve yıllar neyi değiştirmiş onu görmek istiyordu.
Gül eskiden dış görünüşüne çok önem vermez, güzel bir kadın olmasına rağmen fiziğini parlatmaktan hoşlanmazdı. Kariyer planları hep önceliğiydi. Şimdi ise giyimi ve tarzı değişmiş; şık elbisesi, röfleli saçları ve ustaca yapılmış makyajıyla parlıyordu. Hedeflerine ulaşan, başarılı bir insanın özgüvenli duruşu vardı. Zehra ise tarz olarak hiç değişmemişti. Daha önce onun için rahatlık nasıl ön plandaysa yine aynı şekilde giyinmişti. Kot pantolonu, üzerine giydiği beyaz gömleği, spor ayakkabılarıyla aynı enerjik, aynı neşe dolu Zehra idi. Sadece eskiden kısacık olan saçlarını uzatmış, sade bir at kuyruğu yapmıştı. Yüzünde çok hafif bir makyaj vardı. Gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar senelerin geçtiğini gösteren tek ipucuydu. ‘Gülmekten kırışmış göz kenarları’ diye aklından geçirirken bir an kendini düşündü. Yüzüyle o kadar oynamıştı ki doya doya gülemiyordu bile. Kocası bir keresinde, ‘senin doğallığını seviyorum. Şişkin dudakların, mimiksiz yüzün bana yabancı geliyor. Sen her türlü güzelsin. Niye bunlara ihtiyaç duyuyorsun ki?’ dediğinde ne diyeceğini bilememişti. Ama ister istemez çevresindeki arkadaşlarından, sosyal medyada gördüklerinden etkilenmiş ve sanki bu işlemleri yaptırması gerekir gibi gelmişti. Yoksa hiçbir zaman kocasına daha güzel görünmek gibi bir derdi olmamıştı. O her zaman, her fırsatta ruhunu okşayan şeyler söyler; ne kadar hayran olduğunu dile getirirdi.
Kısacık süren sessizlikten sonra çorap söküğü gibi konu konuyu açmış ve yirmi seneyi birkaç saate sığdırmaya çalışmışlardı. Bazen hepsi aynı anda konuşuyor bazen ise biri konuşuyor diğerleri dikkatle dinliyordu. Hepsi de seçtikleri hayattan ne kadar mutlu olduklarını dile getiriyorlar, gülerek bugüne kadar olmuş komik olaylardan bahsediyorlardı. 
Zehra gerçekten de hayal ettiği şeyleri yapmış, bir sürü ülke gezerek kendini bulmaya çalışmıştı. En sonunda da Amerika’ya gittiğinde çalıştığı yarı zamanlı işinin onu kendiliğinden bugünkü kariyerine ulaştırdığını söylemişti neşeyle. 
‘’Evlilik, koca, çocuk gibi sorumluluklar bana göre olmadı hiç. Hayatıma birileri girmedi mi? Tabii ki girdi. Ama ne zaman ‘evlilik’ demeye başladılar ben tüydüm oradan. Yalnız yaşamak iyi geliyor bana. Zaten iş hayatım çok yoğun. Harika da bir sosyal çevrem oluştu. Bir erkeği sevsem dahi onunla aynı evde yaşamak fikri bana hiç çekici gelmiyor. Ne yapayım? Bir süre sonra çift olmaktan çıkıyor, bakmakla yükümlü olduğumuz kişi muamelesi yapıyoruz birbirimize. Ben sadece kendimden sorumlu olmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?’’ demişti dolu dolu kahkaha atarak.
Gül ise kocasıyla tanışmasını, nasıl çabucak evlenmeye karar verdiklerini anlatmıştı.
‘’O da aynı benim gibi. Belki de bu yüzden evlilik teklifine hayır demedim. Deli gibi bir aşık olma durumu yoktu aslında ikimizde de. Sen ve Kaan gibi olmadık hiç yani. Ama hayattan beklentilerimiz, zevklerimiz, gelecek planlarımız o kadar ötüşüyordu ki neden olmasın dedik. En önemlisi, o da benim gibi çocuk istemiyordu. Bu dünyaya bir çocuk getirmenin ağır sorumluluğunu kaldırmak istemedik. Aileler başta çok tepki gösterdi ama iki taraf da çocuklarının evlenmeyeceğinden o kadar emindi ki ‘aman iki deli birbirini bulmuş; ne halleri varsa görsünler’ dediler herhalde. Evlenme şeklimiz de onlar için bir hüsrandı. Çünkü gittiğimiz bir tatilde kimseye haber vermeden yıldırım nikâhıyla evlendik. Üstümüzde bir şort, bir bluz; yanımızda tanımadığımız, sokaktan çevirdiğimiz iki şahitle. Kızlarını telli duvaklı evden çıkarmayı hayal ederken, ‘biz evlendik’ diye gelen bir evlât pek de sevimli gelmedi doğal olarak. Ama insanoğlu her şeyi kabulleniyor zamanla. Onlar da kabullenmeyi öğrendiler. Çok sık görüşmeseler de Metin’i seviyorlar.  Birbirimize alan bırakarak, kariyerimizde ilerleyerek güzelce yürütüyoruz evliliği şimdilik. Peki sen Yeliz? Yirmi sene sonra ‘iyi ki’ diyor musun sen de?’’
‘’Aslında çoğu zaman ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Ben hiçbir zaman çalışmayı düşünmemiştim biliyorsunuz. Kaan, hayatımdaki en büyük şansım. Hiç üzmedi beni. Hep çok güzel sevdi. Harika bir baba oldu ve de. Yapmak istemediğim hiçbir şeyi yapmadım. Özgür bıraktı beni. En önemlisi hep saydı, fikirlerime değer verdi. Şimdi sizlere bakıyorum ve benim boyumca iki çocuğum var. Kızım, sizinle tanıştığımız yaşta. O benim tam tersime çok hırslı. Ne yapmak istediğini ne okumak istediğini çok iyi biliyor. Biraz Zehra biraz da Gül teyzesi gibi yani. ‘Önce keşfetmek istiyorum sonra da şöyle bir işte çalışmak istiyorum’ diyor. Çok net. Sadece ona bakınca bazen ben bir yerlerde bir şeyleri eksik yapmışım gibime geliyor. Sonra Kaan geliyor eve. Onu görünce de ‘her şey tam, ne eksiği’ diyorum. Anlayacağınız istediğim hayatı, istediğim kişiyle yaşıyorum. Daha ne isterim ki?’’
‘’Ya bırakın beni konuşmayı… Siz kendinize bakmıyor musunuz aynada? Çok iyi görünüyorsunuz. Parlıyorsunuz resmen. Hem sadece seçtiğimiz yaşamlarla elde ettiğimiz mutluluk değil, bunca sene sonra kaldığımız yerden devam etmek sizce de şans değil mi? Genel hatlarıyla ne yaptığımızı anlattık ama ben detay istiyorum valla. Hadi bakalım kim başlıyor?’’ diyen Yeliz’e baktılar gülerek.
‘’O zaman şöyle yapalım. Ortak soru oluşturalım ve herkes bu sorulara teker teker cevap versin. Ne dersiniz?’’ diyen Gül’e ikisi de aynı anda;
‘’Ya insan birazcık da mı değişmez?’’ dedi. Sonra da Yeliz devam ederek,
‘’Yani Gül, özlem dolu bir buluşmayı bile beş yıllık iktisadi kalkınma toplantısına dönüştürdün ya. Hani bir an önümüze toplantı tutanaklarını ve sonunda dilek, temennilerini eklediğin kâğıtları koyacaksın diye düşündüm. Ne diyelim sana?’’ deyince Gül;
‘’Amann! Bir tür mesleki deformasyon diyelim. İnsanın yıllardır planlı programlı bir çalışma hayatı olunca, spontane yaşamayı unutuyor sanırım. Hayatımdaki tek spontane karar evlenme şeklim. O da düğün, nişan, onu çağırdın, bunu çağırmadın muhabbetlerinden kaçmak için mantıklı geldiğinden. Anlayacağınız yine hesaplanmış bir karar.’’
‘’Gül’cüğüm sen öğrenciyken de spontane yaşamadın ki. Unuttun galiba’’ diyen Zehra’ya, Gül;
‘’Sen de fırsatı hiç kaçırma e mi?’’ diye yalandan bozulmuş numarası yapınca hepsi kahkahayla gülmeye başladı.
‘’Sizce de aynı değil miyiz? Evet belki hepimiz bir yerlere savrulduk. Kendi hayatlarımıza döndük ama bir araya gelince fark ettim ki ben değişmemişim. Biz değişmemişiz. Bazen sorguluyorum çünkü. Olgunlaştıkça hayata bakışım değişirken ben de mi değişiyorum diye. Değer yargılarım, güldüğüm, kızdığım şeyler… Bunlar beni ben yapan değerlerken zamanla, yaşadığım şeylerle doğru orantılı sanki kişiliğim de dönüşüyor gibi geliyordu. Şimdi bizi görünce ‘oh be’ dedim. Ben halâ saçma sapan şakalar yapan, dolu dolu kahkaha atan kişiyim’’ dedi Zehra.
‘’Yani bir bakıma evet bir bakıma hayır…  Zaman içinde hayata bakışımız değişirken bizim değişmememiz söz konusu olamaz. Ama bence burada seni- ve tabii ki bizi- mutlu eden şey en saf, en genç hallerimizle buluşmak değil mi sizce de? Biz bugün sadece birbirimizle buluşmadık aynı zamanda geçmiş halimizle de buluştuk. Hepimiz zaman içinde kendimizi korumak adına bazı özelliklerimizi örtmeyi öğreniyoruz. ‘O ne der? Şu ne düşünür? Böyle konuşsam yanlış mı anlaşılırım acaba?’ sorgulamalarını hepimiz yapmıyor muyuz? Ama biz birbirimizi en yalın haliyle tanımışken rol yapmıyoruz, kendimiz oluyoruz. İşte senin ‘oh be’ dediğin şey o bence. Unuttuğun sen’le buluşmak bir bakıma’’ diye söze girdi Yeliz.
‘’Vay be! On numara tespit valla. Ben de son zamanlarda çok sorgular olmuştum. ‘Eski ben nasıldı?’ diye. Meselâ eskisi gibi hırslı, başarı odaklı yaşamadığımı fark ediyorum. Eskiden herhangi bir konuda başarısızlık benim için depresyon sebebiyken şimdi ‘hallederiz canım, sonunda ölüm yok ya’ diyorum ki biliyorsunuz bu cümle bile benim için mucize demek’’ diyen Gül’e ikisi de gülerek;
‘’O yüzden ortak soru oluşturup, teker teker cevaplandırmayı önerdin yani? Gerçekten değişmişsin Gül’’ deyince,
‘’O kadar da büyük değişim beklemeyin canım. Biliyorsunuz her şey düşünmekle başlar. Ben düşünme aşamasındayım henüz’’ dedi Gül.
‘’O zaman bir yirmi sene sonra seni bu düşüncelerini uygulamaya başlamış olarak görmeyi bekliyoruz’’ diye ekledi Zehra gülerek.
Yavaş yavaş kalkma saati gelmişti. Bir öğle yemeği buluşması, akan giden sohbetle akşam üstüne sarkmıştı. Üçü de kalkmaları gerektiğini biliyor ama söylenmemiş bir şeyler var da onu söylemeden kalkmak istemiyorlarmış gibi davranıyorlardı. Nitekim Zehra girdi söze.
‘’Kızlar bir şey soracağım size. Ama herkes dürüst cevap verecek. Görüyorum ki çok mutluyuz ve hepimiz de ‘benim için doğru olan yaşamı seçtik’ diyoruz. Peki hiç keşkeniz yok mu?’’
Bir anda sessizlik oluştu masada. Yeliz gelmeden önce aynaya baktığında kendisine ‘ee? Derdin ne peki?’ dediğini hatırladı. Vardı. Ama adını koyamıyordu ki.
Gül; arkadaşının kızından ve oğlundan gözleri parlayarak bahsederken hissettiği duyguyu düşündü. Kalbini sızlatan ama ona çok yabancı gelen o duyguyu… Vardı. Ama adını koyamadı.
Zehra; bugüne kadar yaşadığı ilişkileri düşündü. Yeliz’in eşini her gördüğünde ‘her şey tam. Daha ne isterim ki?’ dediğini hatırladı. Her şey tam ne demek bilemedi. Adını koyamadı.
Kısa süren bir sessizlikten sonra Yeliz;
‘’Herkesin hayatında keşkeler vardır ama görüyorum ki bu sorunun cevabını kendi içimizde düşünmemiz gerekiyor. Madem şu an hemen cevap veremiyoruz demek ki büyük keşkelerimiz yokmuş ha, ne dersiniz?’’ dedi gülerek. Yeliz’in yorumu hepsini garip biçimde rahatlatmıştı. Bunun üzerine Zehra kahkaha atarak;
‘’Evet ya! Bence biz gerçekten şanslı azınlığız. Bunu kabul edelim’’ dedi.
Şakalaşarak restorandın dışına çıktıklarında, tekrar görüşmek için bir yirmi sene daha beklememe sözü vererek sarıldılar birbirlerine sıkı sıkı. Hepsi arabalarına binmek için ayrıldıklarında aynı soruyu düşünüyorlardı. Yan yana park edilmiş arabalarına bindiklerinde gülümseyerek baktılar birbirlerine. Yeliz, ‘keşke hayatımı anne ve eş olmanın haricinde anlamlandırabilseydim. Ben de bir şeyler başardım diyebilseydim’ derken aynı anda Gül, ‘keşke benden bir parça bıraksaydım geriye. Gözlerimin anlatırken parlamasına neden olan bir parça’ diye düşünüyordu.
Zehra ise ağlıyordu için için ‘keşke ne yaparsam yapayım benden vazgeçmeyecek bir sevgiyle tanışmaya izin verseydim kendime’ diyerek.
Üçü de birbirlerinin keşkesinden habersiz, kendi yaşamlarına imrenildiğini fark etmeden, başka yaşamlara imrenerek ayrı yöne sürdüler arabalarını.


 

Yorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.